22. Hukuk Dairesi 2013/21419 E. , 2014/37435 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ : Konya 2. İş Mahkemesi
TARİHİ : 08/05/2013
NUMARASI : 2011/1142-2013/335
Hüküm süresi içinde taraflar avukatları tarafından temyiz edilmiş olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:
Y A R G I T A Y K A R A R I
Davacı vekili; davacının, davalıya ait iş yerinde 01.02.1997-05.09.2011 tarihleri arasında ondört yıl yirmibir gün işçi olarak çalıştığını, emeklilik sebebiyle iş sözleşmesini feshettiğini, alacaklarının tahsili için Konya 2. İcra Müdürlüğünün 2011/9548 esas sayılı dosyası ile icra takibi yaptığını, davalının, kıdem tazminatı haricindeki alacaklar için takibe itiraz ettiğini, kıdem tazminatı için 11.201,00 TL ödeme yaparak, fazlasına itiraz ettiğini, itirazla icra takibinin durduğunu, itirazın yerinde olmadığını ileri sürerek, Konya 2. Icra Müdürlüğünün 2011/9548 esas sayılı icra takip dosyasındaki itirazın iptali ile icra takibinin devamına (565 TL bakiye kıdem tazminatı, 12.191.00 TL fazla mesai ücreti alacağı 1.268, 00 TL ulusal bayram ve genel tatil ücreti alacağı ve 3.150 TL yıllık ücretli izin alacağı), alacağın en az %40"ı oranında icra inkar tazminatının davalıdan tahsilini istemiştir.
Davalı vekili; davanın reddini talep etmiştir.
Mahkemece, davacının davalıya ait iş yerinde 01.02.1997-05.09.2011 tarihleri arasında 1.250,00 TL net ücretle çalıştığı, iş sözleşmesinin emeklilik sebebiyle feshedildiği, davacının kıdem tazminatına hak kazandığı, fazla çalışma yaptığı, yıllık izin ücreti alacağı olduğu, genel tatillerde çalıştığı, bu sebeple davalının itirazının yerinde olmadığı, icra takibine konu alacaklar yargılamayı ve ayrıca hesaplamayı gerektirdiğinden likit nitelikte bulunmadığından icra inkar tazminatı şartlarının oluşmadığı gerekçesiyle bilirkişi raporu doğrultusunda davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Kararı kanuni süresi içinde taraflar temyiz etmiştir.
Dosyadaki yazılara toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, tarafların aşağıdaki bendlerin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.
Taraflar arasında işçiye ödenen aylık ücretin miktarı, fazla çalışma sürelerinin doğru tesbit edilip edilmediği ve davalının zamanaşımı definin dikkate alınması gerekip gerekmediği konularında uyuşmazlık bulunmaktadır.
1- 4857 sayılı İş Kanunu’nun 32. maddesinin ilk fıkrasında, genel anlamda ücret, bir kimseye bir iş karşılığında işveren veya üçüncü kişiler tarafından sağlanan ve para ile ödenen tutar olarak tanımlanmıştır.
İş sözleşmesinin tarafları, asgarî ücretin altında kalmamak kaydıyla sözleşme özgürlüğü çerçevesinde ücretin miktarını serbestçe kararlaştırabilirler. İş sözleşmesinde ücretin miktarının açıkça belirtilmemiş olması, taraflar arasında iş sözleşmesinin bulunmadığı anlamına gelmez. Böyle bir durumda dahi ücret, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 401. maddesine göre tespit olunmalıdır. İş sözleşmesinde ücretin kararlaştırılmadığı hallerde ücretin miktarı, asgari ücretten az olmamak üzere emsal ücret göz önünde tutularak belirlenir.
4857 sayılı Kanun’un 8. maddesinde, işçi ile işveren arasında yazılı iş sözleşmesi yapılmayan hallerde en geç iki ay içinde işçiye çalışma şartlarını, temel ücret ve varsa eklerini, ücret ödeme zamanını belirten bir belgenin verilmesi zorunlu tutulmuştur. Aynı Kanun’un 37. maddesinde, işçi ücretlerinin işyerinde ödenmesi ya da banka hesabına yatırılması hallerinde, ücret hesap pusulası türünde bir belgenin işçiye verilmesinin zorunlu olduğu hükme bağlanmıştır. Usulünce düzenlenmiş olan bu tür belgeler, işçinin ücreti noktasında işverenden sadır olan yazılı delil niteliğindedir. Kişi kendi muvazaasına dayanamayacağından, belgenin muvazaalı biçimde işçinin isteği üzerine verildiği iddiası işverence ileri sürülemez. Ancak böyle bir husus ileri sürülsün ya da sürülmesin, muvazaa olgusu mahkemece resen araştırılmalıdır.
Çalışma hayatında daha az vergi ya da sigorta pirimi ödenmesi amacıyla zaman zaman, iş sözleşmesi veya ücret bordrolarında gösterilen ücretlerin gerçeği yansıtmadığı görülmektedir. Bu durumda gerçek ücretin tespiti önem kazanır. İşçinin kıdemi, meslek unvanı, fiilen yaptığı iş, işyerinin özellikleri ve emsal işçilere ödenen ücretler gibi hususlar dikkate alındığında imzalı bordrolarda yer alan ücretin gerçeği yansıtmadığı şüphesi ortaya çıktığında, bu konuda tanık beyanları gözetilmeli ve işçinin meslekte geçirdiği süre, işyerinde çalıştığı tarihler, meslek unvanı ve fiilen yaptığı iş bildirilerek, ilgili işçi ve işveren kuruluşlarından emsal ücretin ne olabileceği araştırılmalı ve tüm deliller birlikte değerlendirilerek bir sonuca gidilmelidir.
Somut olayda, davacının, davalıya ait iş yerinde 01.02.1997-02.09.1997 ve 16.03.1998-05.09.2011 tarihleri arasında ondört yıl yirmibir gün işçi olarak çalıştığı, davacının 1.250,00 TL ücretle çalıştığını, davalının ise 837.00 TL brüt ücretle çalıştığını ileri sürdükleri, Mahkemece, davacının beyanına göre 1.250.00 TL net ücretle çalıştığı kabul edilerek hüküm kurulduğu anlaşılmış olup, tarafların ücret konusunda anlaşamadıkları dikkate alındığında, işçinin meslekte geçirdiği süre, işyerinde çalıştığı tarihler, meslek unvanı ve fiilen yaptığı iş bildirilerek ilgili işçi ve işveren kuruluşlarından emsal ücretin ne olabileceği araştırılarak sonucuna göre karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm kurulması hatalıdır.
2-Tanıkların ortak beyanlarına göre davacının, yaz saati uygulaması olmayan dönemlerde haftalık oniki saat fazla çalışma yapıldığının kabulü doğrudur. Yaz tatili uygulaması olan dönemler için fazla çalışma yapılmadığı kabul edilmiş ise de, dosya içeriği ve tanıkların ortak beyanlarına göre bu dönemde davacının, 08.00-17.30 saatleri arasında bir saat ara dinlenmesinin düşülmesiyle günlük sekizbuçuk saat, haftada altı gün ellibir saat çalıştığı, kırkbeş saatin düşülmesiyle haftalık beş saat fazla çalışma yaptığı anlaşılmış olup, buna göre karar verilmesi gerekirken hatalı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir.
3-Öte yandan, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 316. ve devamı maddeleri gereğince iş davaları için basit yargılama usulü benimsenmiştir. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun yürürlükte olduğu dönemde 319. madde hükmü uyarınca savunmanın değiştirilmesi yasağı cevap dilekçesinin verilmesiyle başlayacağından, zamanaşımı defi cevap dilekçesi ile ileri sürülmelidir. 01.10.2011 tarihinden sonraki dönemde ilk oturuma kadar zamanaşımı definin ileri sürülmesi ve hatta ilk oturumda sözlü olarak bildirilmesi mümkün değildir. Dava konusunun ıslah yoluyla arttırılması durumunda, 317/2 ve 319. maddeler uyarınca ıslah dilekçesinin davalı tarafa tebliği üzerine iki haftalık süre içinde ıslaha konu kısımlar için zamanaşımı definde bulunulabileceği kabul edilmelidir.
Cevap dilekçesinde zamanaşımı defi ileri sürülmemiş ya da süresi içince cevap dilekçesi verilmemişse ilerleyen aşamalarda 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 141/2. maddesi uyarınca zamanaşımı defi davacının açık muvafakati ile yapılabilir.
Somut olayda, davalı cevap dilekçesinde ve ilk duruşmada zamanaşımı definde bulunmamış, bilirkişi raporuna itiraz dilekçesinde zamanaşımı definde bulunmuştur. Mahkemece zamanaşımı defi dikkate alınmış ise de, davalı zamanaşımı defini süresi içinde yapmamıştır. Davacının da zamanaşımı define açık muvafakatı yoktur. Bu durumda, davalının zamanaşımı defi dikkate alınmadan karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve kanuna aykırı olup bozmayı gerektirir.
SONUÇ: Temyiz olunan kararın yukarıda yazılı sebeplerle BOZULMASINA, sair hususların incelenmesine şimdilik yer olmadığına, 31.12.2014 tarihinde oybirliği ile karar verildi.