10. Hukuk Dairesi 2012/8303 E. , 2013/2953 K.
"İçtihat Metni"Mahkemesi :Asliye Hukuk (İş) Mahkemesi
Dava, yersiz aylıkların tahsili istemine ilişkindir.
Mahkemece, ilâmında belirtildiği şekilde davanın reddine karar verilmiştir.
Hükmün, davacı Kurum vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hâkimi ... tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.
Davacı Kurum; davalılardan ...’e bağlanan yaşlılık aylıklarına esas bir kısım 1479 sayılı Kanun kapsamında Bağ-Kur sigortalılığının sahte oda kaydına dayandığının tespiti üzerine aylığın kesildiği, bu nedenle anılan davalıya ödenen 01.10.1996 – 18.04.2009 tarihleri arasındaki döneme ilişkin yersiz aylıkların davalı sigortalı ile, sahte kaydın oluşmasında kusuru bulunan diğer davalı Oda yöneticisinden müteselsilen tahsiline karar verilmesini istemiştir. Mahkemece, tüm davalılar yönünden zamanaşımı nedeniyle davanın reddine karar verilmiştir.
1- 5510 sayılı Kanun’un 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 96’ncı maddesindeki, “Kurumca işverenlere, sigortalılara, isteğe bağlı sigortalılara gelir veya aylık almakta olanlara ve bunların hak sahiplerine, genel sağlık sigortalılarına ve bunların bakmakla yükümlü olduğu kişilere, fazla veya yersiz olarak yapıldığı tespit edilen bu Kanun kapsamındaki her türlü ödemeler;
a) Kasıtlı veya kusurlu davranışlarından doğmuşsa, hatalı işlemin tespit tarihinden geriye doğru en fazla on yıllık sürede yapılan ödemeler, bu ödemelerin yapıldığı tarihlerden,
b) Kurumun hatalı işlemlerinden kaynaklanmışsa, hatalı işlemin tespit tarihinden geriye doğru en fazla beş yıllık sürede yapılan ödemeler toplamı, ilgiliye tebliğ edildiği tarihten itibaren üç ay içinde yapılacak ödemelerde faizsiz, üç aylık sürenin dolduğu tarihten sonra yapılacak ödemelerde ise bu süre sonundan, itibaren hesaplanacak olan kanunî faizi ile birlikte, ilgililerin Kurumdan alacağı varsa bu alacaklarından mahsup edilir, alacakları yoksa genel hükümlere göre geri alınır…” düzenlemesini içermektedir.
Konuya ilişkin 5510 sayılı Kanun öncesi mevzuata bakıldığında, 1479 sayılı Kanunda yersiz ödeme halinde iade yükümünün kapsamını belirleyen bir düzenleme bulunmadığı görülmektedir. 5510 sayılı Kanunun 96’ncı maddesi ile, 1479 sayılı Kanunda yer almayan yeni bir düzenleme getirilmiş, sebepsiz zenginleşmenin iyi niyetle veya kötü niyetle gerçekleşmesine bağlı olarak istirdadı mümkün ödeme miktarları belirlenmiştir. Kapsam belirlendikten sonra, ilgilinin Kurumdan alacağı yoksa, geri alma işleminin genel hükümlere göre yapılacağı öngörülmüştür. 5510 sayılı Kanunun geçici maddelerinde ise, yersiz ödemelerin tahsili konusunda önceki hükümlerin uygulanması gereğini öngören herhangi bir kural yer almamaktadır.
Kurumun istirdadını isteyeceği yersiz ödemenin kapsamını belirlemedeki irade serbestisi de, 5510 sayılı Kanunun 96’ncı maddesi hükmünün, Kurumun yersiz ödemeden kaynaklanan alacakları konusunda süren uyuşmazlıklara uygulanması gereğini doğurmaktadır.
Uyuşmazlık konusu sürede ve dava tarihinde yürürlükte olan 818 sayılı mülga Borçlar Kanununun, somut uyuşmazlıkta iadeyle yükümlü olunan tutarın belirlenmesinde genel hüküm niteliğinde bulunan 63’üncü maddesinin de gözönünde bulundurulması gerekmektedir. Bilindiği üzere, iyi niyetli zenginleşen, sebepsiz zenginleşme konusunun kendisinden istendiği tarihten önce elinden çıktığını iddia ve ispat ettiği miktar nispetinde ret ve iadeyle yükümlü olmayacaktır. Buna karşın; zenginleşen, zenginleşme anında veya sonrasında mal varlığındaki artışın geçerli bir hukuki sebebe dayanmadığını biliyor veya bilmesi gerekiyor ise, kötü niyetli sayılacağında kuşku bulunmamaktadır.
5510 sayılı Kanunun 96’ncı maddesiyle getirilen düzenleme, sebepsiz zenginleşmede iade konusuna ilişkin özel bir düzenleme olup; zamanaşımı hükmü olarak nitelenmesine olanak bulunmamaktadır. Maddenin genel hükümlere atfı, 5510 sayılı Kanunun 97 ve diğer maddelerinde zamanaşımı konusunda özel bir düzenlemenin yer almamış olduğu durumlarda zamanaşımı konusunun, genel hükümlerden hareketle çözümünü gerektirmektedir. Hak edilmeyen yaşlılık aylıkları nedeniyle oluşan Kurum alacağı yönünden, zamanaşımı süresi; 818 sayılı Mülga Borçlar Kanunu’nun devamı maddelerinde düzenlenen sebepsiz zenginleşme hükümleri çerçevesinde öğrenildiği tarihten itibaren 1 yıl ve herhalde bir talep hakkının doğumundan itibaren 10 yıldır. Kamu kurum ve kuruluşları açısından maddede öngörülen 1 yıllık zamanaşımı süresinin başlangıcı, o kurum ve kuruluşların yetkili kişi veya organlarının verdiğini; istirdada haklı olduğunu, öğrendiği tarihtir (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 16.09.1987 gün 1987/9-68 E.,1987/618 K.).
Açıklanan maddi ve hukuki olgular nazara alınarak; davalı sigortalı ile birlikte pek çok sigortalının sigortalılıklarının kısmen iptaline ilişkin Kurum müfettiş raporunun ve davalı sigortalının yaşlılık aylığının iptalinin gerekeceği tespitinin davacı Kurum yetkili organlarınca öğrenildiği tarih belirlenerek, eldeki davanın açılış tarihine göre zamanaşımı süresinin geçip geçmediğinin değerlendirilmesi gerekirken, Mahkemece, eksik inceleme ve yanılgılı değerlendirme sonucu yazılı şekilde hüküm kurulması;
2- Zamanaşımı hukuki mahiyetçe bir def’idir, yani borcu yerine getirmekten kaçınma yetkisidir. Bu yetki, borcun kendisini ortadan kaldırmaz. Ancak borca bağlı dava hakkını ortadan kaldırır. Nitekim, 818 sayılı Mülga Borçlar Kanununun 62’nci
(6098 sayılı ... Borçlar Kanununun 78) maddesi hükmüyle zamanaşımına uğramış olan borcun ödenmesi halinde geri alma hakkının tanınmamış olması, 818 sayılı Mülga Borçlar Kanununun 138’inci (6098 sayılı ... Borçlar Kanununun 159) maddesi hükmü ile zamanaşımına uğramış borç için rehnin paraya çevrilmesi yetkisinin verilmiş olması, zamanaşımı ile alacağın kendisinin ortadan kalkmamış olmasındandır.
Borçluya bu yetkinin tanınmış olmasının sebebi uzun yıllar geçmiş olmasına rağmen alacaklının alacağını istememiş bulunmasının alacağın ödenmiş olduğunu kuvvetle muhtemel göstermesi ve çok eski zamanlara ait davaları ispat etmenin zor olacağından, mahkemeleri, çoğu zaman reddedilecek olan eski olaylara ait davalarla boş yere meşgul etmemek düşüncesidir.
Kanun Koyucu, zamanla dava hakkının düşeceğini kabul ederken borçlunun vicdanını hakem kılmayı da uygun görmüş ve bu nedenle özel hukuktaki zamanaşımını, kamu hukukundakinden farklı olarak düzenleyerek; hâkim tarafından re’sen gözönünde tutulamayacağını, ancak borçlunun ödemekten kaçınma yetkisini kullandığını bildirmesi (zamanaşımı def’i ileri sürmesi) halinde ona dayanarak hüküm verileceğini kabul etmiştir. Sonuç olarak; hangi borçlu zamanaşımı def’ini ileri sürerse yalnız o borçlunun zamanaşımından istifade etmesi fakat diğer borçlunun ondan istifade edememesi gerekir. (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 19.11.1958 gün, T/50-48 sayılı kararı). Bir borçtan müteselsilen sorumlu olanlar yönünden de süresinde zamanaşımı def’inde bulunmayanlar bu haktan faydalanamazlar.
Somut olayda; davalılardan ... süresinde zamanaşımı def’inden bulunmuş ise de; diğer davalı zamanaşımı def’inde bulunmadığından hakkında davanın esasına girilerek tüm deliller toplanmak suretiyle bir karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile tüm davalılar yönünden davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmesi; usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
O hâlde, davacı Kurum vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, 22.02.2013 gününde oybirliğiyle karar verildi.