Hukuk Genel Kurulu 2014/1060 E. , 2016/322 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ :Sulh Hukuk Mahkemesi
Taraflar arasındaki “taşınmaza el atmanın önlenmesi, yıkım ve temliken tescil ”davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Karşıyaka 2. Sulh Hukuk Mahkemesince asıl davanın reddine, karşı davanın kabulüne dair verilen 06.02.2013 gün ve 2012/1368 E., 2013/118 K. sayılı kararın incelenmesi davacı/karşı davalı vekili ve davalı/karşı davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine,Yargıtay 14. Hukuk Dairesi"nin 13.06.2013 gün ve 2013/6069 E., 2013/8970 K. sayılı ilamı ile;
(...Dava mülkiyet hakkına dayalı elatmanın önlenmesi ve kal isteğine ilişkindir.
Davalı, tecavüzün imar uygulamasından kaynaklandığını belirterek açılan davanın reddini istemiş, karşı dava ile Türk Medeni Kanununun 725. maddesi gereğince tapu iptali ve tescil talep etmiştir.
Mahkemece, elatmanın önlenmesi ve kal talebinin reddine, temliken tescil isteminin kabulüne karar verilmiştir.
Hükmü, davacı karşı davalı vekili temyiz etmiştir.
Dosyadaki bilgi ve belgelerden taraflara ait taşınmazın bulunduğu yerde kadastro işlemlerinin yapıldığı, 1998 yılında da imar uygulamasına geçildiği anlaşılmaktadır. Davalı ve karşı davacı, tecavüzün imar uygulamasından kaynaklandığını ileri sürmüştür.
Yasal ayrıcalıklar dışında, Türk Medeni Kanununun 684/1 ve 718/2. maddelerine göre arazinin mülkiyeti ve buna bağlı olan tasarruf hakkı o arazide kalıcı olmak koşuluyla yapılan şeyleri de kapsar. Bu kuralın istisnalarından birisi de 3194 sayılı İmar Kanununun 18/9. maddesinde yer almaktadır. Anılan madde; “Düzenleme sırasında, plan ve mevzuata göre muhafazasında mahzur bulunmayan bir yapı, ancak bir imar parseli içerisinde bırakılabilir. Tamamının veya bir kısmının plan veya mevzuat hükümlerine göre muhafazası mümkün görülmeyen yapılar ise, birden fazla imar parseline de rastlayabilir. Hisseli bir veya birkaç parsel üzerinde kalan yapıların bedelleri, ilgili parsel sahiplerince yapı sahibine ödenmedikçe ve aralarında başka bir anlaşma temin edilmedikçe veya şüyuu giderilmedikçe, bu yapıların eski sahipleri tarafından kullanılmasına devam olunur” şeklinde düzenlenmiştir.
Getirilen bu özel hüküm ile mütemmim cüz (ayrılmaz parça) olan yapı ile zemin arasındaki hukuki ilişki kesilmiş, bazı durumlarda yapı üzerinde bulunduğu yerin malikinden başkasına bırakılarak imar parsellerinin oluşturulabileceği öngörülmüştür. Böylece yapıların bedelleri ilgili parsel sahiplerince yapı sahibine ödenmediği veya aralarında bu yönde bir anlaşma yapılmadığı ya da ortaklığın giderilmesi davası açılmadığı sürece bu yapıların ömürlerini dolduruncaya kadar eski sahiplerince kullanma imkanı sağlanmış, zemin malikinin tasarruf gücü kısıtlanmıştır.
2981 sayılı Yasanın 3290 sayılı Yasa ile değişik 10/c maddesi ile de aynı doğrultuda hüküm getirilmiştir.
Yukarıda açıklanan ayrıcalıklar ile bir kimse kendi taşınmazı üzerine mütemmim cüz (ayrılmaz parça) niteliğinde yapı inşa etmiş, imar uygulaması sonucu bu yer üçüncü kişiye ait imar parseli içerisinde kalmış ise, imar parseli malikine karşı bedelinin ödenmesi kaydı ile yapı sahibini koruma zorunluluğu duyulmuştur.
Dosya içerisindeki 10.06.2009, 28.07.2009, 29.09.210 ve 16.06.2011 havale tarihli bilirkişi raporlarına göre davalıların 19 parsel numaralı taşınmazındaki binanın imar uygulaması sonucunda davacının 18 sayılı imar parseline 1.40 m2 tecavüzlü hale geldiği hususunda bir çekişme bulunmamaktadır. Kesinleşen imar uygulaması sonucunda davalıların binasının bir imar parseli içerisinde bırakılmadığı yani korunmaya değer görülmediği anlaşılmaktadır.
Diğer taraftan imar planı kesinleşen yerlerde imar parsellerinin ifrazı veya tevhidi mümkün olmadığından imar parseline tecavüzlü yapılar nedeniyle Türk Medeni Kanununun 725. maddesi gereğince temliken tescil de istenemez.
Dosya kapsamına, toplanan delillere göre; mahkemece davacının imar parseline 140 m2 tecavüzlü yerin bedeli 19 sayılı parselin malikleri davalılara ödenmek kaydı ile davacının elatmanın önlenmesi ve kal talebinin kabulüne, davalıların temliken tescil talebinin reddine karar vermek gerekirken söz konusu binanın tacavüzlü kısmının yıkılmasının fahiş zarar doğuracağından korunması gerektiği şekildeki bilirkişi raporlarına itibar edilerek yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiş, bu sebeple kararın bozulması gerekmiştir. ...)
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Asıl dava mülkiyet hakkına dayalı elatmanın önlenmesi ve yıkım, karşı dava Türk Medeni Kanunu"nun 725. maddesi uyarınca temliken tescil isteğine ilişkindir
Yerel Mahkemece, karşı davanın kabulüne, asıl davanın reddine dair verilen karar davacı /karşı davalı vekili ile davalı/karşı davacı vekilinin temyizi üzerine Özel Dairece yukarıda yazılı gerekçelerle bozulmuş, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Direnme kararını, taraf vekilleri temyize getirmiştir.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmede işin esasının incelenmesine geçilmeden önce, Mahkemece ikinci bozma kararına uyulmak suretiyle verilen 06.02.2013 gün ve 2012/1368 E., 2013/118 K. sayılı kararın davacı yanında davalı/karşı davacı vekili tarafından da süresinde katılma yoluyla temyiz edilmesine karşın, Özel Dairenin 13.06.2013 gün ve 2013/6069 E, 2013/8970K. sayılı bozma kararında davalı/karşı davacı vekilinin temyiz istemi hakkında bir inceleme yapılarak karar verilmediğinin anlaşılmış olması karşısında ve direnme kararının davalı/karşı davacı vekilince süresinde katılma yoluyla temyiz edildiği görülmekle, davalı (karşı davacı) tarafın direnmeye konu önceki karara yönelik temyiz istemi hakkında Özel Dairece bir karar verilmesinin gerekip gerekmediği hususu önsorun olarak tartışılıp değerlendirilmiştir.
Hemen belirtilmelidir ki, 1 Ekim 2011 tarihinde 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK) yürürlüğe girmiş; anılan Kanunun 450. maddesiyle de 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ek ve değişiklikleriyle birlikte tümüyle yürürlükten kaldırılmıştır. Bununla birlikte yasa koyucu uygulamada birtakım sorunların ortaya çıkmasını engellemek için, 6100 sayılı Kanuna geçiş hükümlerini ayrıca düzenlemiştir.
6217 sayılı Kanunun 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu"na eklenen Geçici madde 3;
"(Ek:31/03/2011 - 6217/30 md.) Bölge adliye mahkemelerinin, 26/9/2004 tarihli ve 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun geçici 2 nci maddesi uyarınca Resmi Gazetede ilan edilecek göreve başlama tarihine kadar, 1086 sayılı Kanunun temyize ilişkin yürürlükteki hükümlerinin uygulanmasına devam olunur.
(2) Bölge adliye mahkemelerinin göreve başlama tarihinden önce aleyhine temyiz yoluna başvurulmuş olan kararlar hakkında, kesinleşinceye kadar 1086 sayılı Kanunun 26/9/2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki 427 ila 454 üncü madde hükümlerinin uygulanmasına devam olunur.
(3) Bu Kanunda bölge adliye mahkemelerine görev verilen hallerde bu mahkemelerin göreve başlama tarihine kadar 1086 sayılı Kanunun bu Kanuna aykırı olmayan hükümleri uygulanır." hükmünü içermektedir.
Yukarıdaki madde metninden, bölge adliye mahkemelerinin göreve başlama tarihinden önce aleyhine temyiz yoluna başvurulmuş olan kararlar hakkında, kesinleşinceye kadar 1086 sayılı Kanunun 26.9.2004 tarih ve 5236 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki 427 ilâ 454 üncü madde hükümlerinin uygulanmasına devam olunacağı anlaşılmaktadır.
1086 sayılı Kanunun 26/9/2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki 433/2. fıkrası; "Karşı taraf, tebliğ gününden başlayarak on gün içinde cevap dilekçesini, hükmü veren mahkemeye veya bu mahkemeye gönderilmek üzere başka bir mahkemeye verebilir.Cevap veren, hükmü süresinde temyiz etmemiş olsa bile, cevap dilekçesinde hükme ilişkin itirazlarını bildirerek temyiz isteğinde bulunabilir." hükmünü içermekte olup, anılan hüküm uyarınca bir taraf süresinde temyiz isteğinde bulunmamış olsa bile, karşı tarafın temyiz dilekçesinin kendisine tebliğinden itibaren 10 günlük süre içerisinde karşı temyiz isteğinde bulunması mümkündür.
Somut olayda; mahkemece verilen 06.02.2013 gün ve 2012/1368 E.,2013/118 K.sayılı kararın davacı-karşı davalı vekiline 12.03.2013 tarihinde tebliğ edildiği, vekilin 19.03.2013 harç tarihli dilekçe ile süresinde temyiz isteğinde bulunduğu, temyiz başvuru dilekçesinin 25.03.2013 tarihinde davalı -karşı davacı vekiline tebliğ edildiği, davalı-karşı davacı vekilinin de 02.04.2013 tarihinde (on günlük karşı temyiz süresi içerisinde) temyiz isteğinde bulunduğu, ne var ki; Özel Dairece yapılan temyiz incelemesinde davalı(karşı davacı) tarafın temyiz talebi hakkında olumlu ya da olumsuz bir karar verilmediği anlaşılmaktadır.
Bu durumda belirtilen hükümler gereğince davalı- karşı davacı vekilinin temyiz talebi hakkında Özel Dairece bir karar verilmesi zorunludur.
Hal böyle olunca; davalı- karşı davacı vekilinin temyiz istemi hakkında bir karar verilmek üzere dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerekmektedir.
SONUÇ:Yukarıda açıklanan nedenlerle davalı-karşı davacı vekilinin, Mahkemenin 06.02.2013 gün ve 2012/1368E.,2013/118K. sayılı kararına yönelik temyiz istemi hakkında karar verilmek üzere dosyanın 14. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE, direnmeye ilişkin temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, 16.03.2016 gününde oybirliği ile karar verildi.