10. Hukuk Dairesi 2012/23721 E. , 2013/1268 K.
"İçtihat Metni"Mahkemesi :İş Mahkemesi
Dava, davalıya ait işyerinde 12.06.1979-24.10.1981 tarihleri arasında çalıştığının tespiti istemine ilişkindir.
Mahkemece, ilamında belirtildiği şekilde, dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda dava dilekçesinin yetkisizlik nedeniyle reddine karar verilmiştir.
Hükmün, davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hâkimi ... tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.
1-1086 sayılı Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanununda; yazılı, sözlü, basit ve seri olmak üzere dört yargılama usulü düzenlenmiş iken 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununda yazılı ve basit yargılama usulleri düzenlenmiştir.
Bir davada hangi yargılama usulünün uygulanacağı uyuşmazlığın niteliği veya davanın görüleceği mahkemeye göre belirlenmektedir. Bu bağlamda; 5510 sayılı Kanununun 101’inci maddesinde, anılan Kanun hükümlerinin uygulanmasıyla ilgili çıkan uyuşmazlıkların çözümlenmesinde İş Mahkemelerinin görevli olduğu belirtilmiş, 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanununun 7’nci maddesinde ise, İş Mahkemelerinde sözlü yargılama usulünün uygulanacağı hüküm altına alınmıştır. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 447’nci maddesindeki diğer kanunların sözlü yahut seri yargılama usulüne atıf yaptığı hallerde bu Kanununun basit yargılama usulü ile ilgili hükümlerinin uygulanacağına ilişkin hüküm karşısında; artık, iş mahkemelerinde basit yargılama usulünün uygulanması gerekecektir.
Yazılı yargılama usulü 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununda ayrıntılı olarak düzenlenmiş, basit yargılama usulü ise temel özellikleriyle kaleme alınmış, 322/1’inci maddesinde basit yargılama usulü hakkında hüküm bulunmayan hâllerde, yazılı yargılama usulüne ilişkin hükümler uygulanacağı belirtilmiştir. (Hakan Pekcanıtez, Oğuz Atalay, Muhammet Özekeş, Medeni Usul Hukuku, 12. Baskı, ... 2011, s.586).
Hukuk Muhakemeleri Kanununun 320’nci maddesinin birinci fıkrasında “mümkün olan hallerde” mahkemenin tarafları duruşmaya davet etmeden dosya üzerinden karar verebileceği öngörülmüş, ancak “mümkün olan haller”in neler olduğu madde metninde sayılmamıştır.
Hukuk Muhakemeleri Kanununun “hukuki dinlenilme” başlıklı 27’nci maddesi, T.C. Anayasası’nın hak arama hürriyetini düzenleyen 36’ncı maddesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin adil yargılanma hakkına ilişkin 6’ncı maddesi nazara alındığında “bir dava hakkında karar verilirken duruşma yapılması esastır.” Gerek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin ve gerekse Yargıtay ve doktrinin kabulü de bu yöndedir. Duruşma yapılmasında amaç, tarafların iddia ve savunmalarını yazılı beyanlar dışında bir kez de sözlü olarak hâkime aktarmalarına imkan tanıyarak, hâkime de bu iddia ve savunmalarda açık olmayan, tereddüt oluşturan konularda soru sormasını sağlamaktır. Tecrübeler bu uygulamanın uyuşmazlıkların sağlıklı çözümü için büyük önem taşıdığını, taraflar ve hâkimin yüzyüze gelmesinin gerçeğe erişimi kolaylaştırdığını göstermektedir ..., Geçici Hukuki Himaye Tedbirleri, C1, ... 2001, s. 888).
Ayrıca, davanın tarafları, müdahiller ve yargılamanın diğer ilgilileri, kendi hakları ile bağlantılı olarak hukuki dinlenilme hakkına sahiptirler. Yargılama ile ilgili bilgi sahibi olunmasını, açıklama ve ispat hakkını mahkemenin açıklamaları dikkate alarak değerlendirmesini içeren bu hakkın ve yargılamanın aleniliği ilkelerinin gerçekleşmesinin en önemli aracı duruşma yapılmasıdır.
Duruşma yapılmaksızın dosya üzerinden karar verilmesi ise istisna olup, ancak bu konuda kanuni dayanak bulunması halinde mümkündür. Eş deyişle; ancak hukukun izin verdiği “ihtiyati tedbir, ihtiyati haciz, delil tespiti, İcra ve İflas Kanununun 17 ve 18’inci maddelerinde öngörülen şikâyet davaları” gibi durumlarda dosya üzerinden karar verilebilir. Hukuk Muhakemeleri Kanununun 320/1’inci maddesi hükmünün de bu çerçevede değerlendirilmesi gerektiği açıktır.
Öte yandan; Hukuk Muhakemeleri Kanunu, hukuk yargılama usulüne önemli bir yenilik olarak “ön inceleme” müessesesini getirmiştir. Kanun gerekçesinden “...yargılamanın gecikme sebebi olarak gösterilen, mahkemelerce tam hazırlık yapılmadan tahkikata başlanılmasını” engellemek amacına yönelik olduğu anlaşılan bu müessese ile; tarafların iddia ve savunmalarına ilişkin dilekçelerin verilmesinin ardından, ancak tahkikat aşamasına geçilmeden önce, ama bu aşamaya hazırlık niteliğinde tarafların sulhe teşviki, delillerin toplanması ve sunulması için gerekli işlemlerin yapılması, tarafların anlaştıkları ya da uyuşmadıkları konuların tespiti ve dava şartları ile ilk itirazların değerlendirilerek sonuca bağlanması ön incelemenin kapsamını oluşturmaktadır. Bu nedenle mahkeme ön inceleme için bir gün tespit ederek taraflara tebliğ edecektir.
Yukarıda açıklanan maddi ve hukuki olgular göz önünde bulundurulduğunda; işveren tarafından süresinde davalı Kuruma bildirilmediği iddia edilen sürelerin tespitine ilişkin eldeki davada, ön inceleme ve tahkikata ilişkin duruşma açılıp, işin esasına girilerek çözümlenmesi gerekirken; Mahkemenin duruşma açılmaksızın dosya üzerinde karar vermiş olması isabetsiz bulunmuştur.
2-5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunun yetki konusunun düzenlendiği 5’nci maddesinde; “ İş mahkemelerinde açılacak her dava, açıldığı tarihte dava olunanın Türk Medeni Kanunu gereğince ikametgahı sayılan yer mahkemesinde bakılabileceği gibi, işçinin işini yaptığı işyeri için yetkili mahkemede de bakılabilir. Bunlara aykırı sözleşme muteber sayılmaz.” hükmü öngörülmüştür. Söz konusu düzenleme, uyuşmazlığın iş akdi veya İş Kanunundan kaynaklanması halinde geçerli bir kuraldır.
506 sayılı Kanunun uygulanmasından doğan uyuşmazlıklarda ise; yetkili mahkemeye ilişkin anılan yasada özel bir hüküm bulunmamakta olup, 5521 sayılı Kanunun 15’nci maddesinde, “Bu yasada açıklık bulunmayan hususlarda Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun hükümleri uygulanır” düzenlemesi uyarınca yetki konusunun (Hukuk Muhakemeleri Kanununun 447’nci maddesindeki atıf gereği) Hukuk Muhakemeleri Kanununda yer alan genel hükümlere göre belirlenmesi gerekir.
Kamu düzeni ile ilgili olmayan yetkiye ilişkin itiraz, Hukuk Muhakemeleri Kanunun 116’ncı maddesi hükmü uyarınca, ilk itirazlardan olup; anılan Kanunun 187’nci maddesi uyarınca cevap dilekçesinde taraflarca ileri sürülebilen ve işin esasına girilmeden önce halledilmesi gereken bir konudur. Dosya kapsamından, davalının yetkiye ilişkin itirazının bulunmadığının anlaşılmasına göre, işin esasına girilerek varılacak sonuç uyarınca bir karar verilmesi gerekirken, mahkemece; yetki konusunun kamu düzenine ilişkin olduğu ve bu nedenle re’sen gözetilmesi gerektiğinden bahisle yetkisizlik kararı verilmesi isabetsiz bulunmuştur.
3-Hukuk Muhakemeleri Kanununun 59.’ncu maddesinde belirtildiği üzere, bir hakkın birden fazla kimse tarafından birlikte kullanılması veya birden fazla kimseye karşı birlikte ileri sürülmesi ve tamamı hakkında tek hüküm verilmesi gereken hallerde, mecburi dava arkadaşlığı vardır. Başka bir anlatımla, bir hakkın birden fazla kişi tarafından birlikte veya birden fazla kişiye karşı kullanılmasının zorunlu olduğu hallerde, bu hak dava konusu edildiği zaman o hakla ilgili birden fazla kişi zorunlu dava arkadaşı durumundadır.
Davalılar arasında (pasif) mecburi dava arkadaşlığı bulunması halinde, davacı, bütün davalılara karşı birlikte dava açmak zorundadır. Bu husus, Hukuk Muhakemeleri Kanununun 60’ncı maddesinde; “Mecburi dava arkadaşları … aleyhine birlikte dava açılabilir” denilerek hükme bağlanmıştır. Davalı sıfatı mecburi dava arkadaşlarının tümüne aittir. Davanın bütün mecburi dava arkadaşlarına karşı değil de bunlardan birine veya birkaçına karşı açılmış olması halinde davada sıfat sorunu ortaya çıkacaktır. Ancak bu halde, dava sıfat yokluğundan hemen reddedilmemeli, belirtilen eksikliğin giderilmesi yönünde bir talebin bulunması ve dava dilekçesinde tarafın yanlış veya eksik gösterilmesinin kabul edilebilir bir yanılgıya dayandığının anlaşılması halinde, hakim, Hukuk Muhakemeleri Kanununun 124’ncü maddesinin 4. fıkrasında açıklandığı üzere, karşı tarafın rızasını aramaksızın taraf değişikliği talebini kabul ederek, davayı diğer mecburi dava arkadaşına da teşmil ederek, yargılamaya devam etmelidir.
Davaya konu somut uyuşmazlık, hizmet tespiti istemine ilişkin olup, hizmet tespiti davalarında işveren ve Sosyal Güvenlik Kurumu arasında (pasif) mecburi dava arkadaşlığı bulunmaktadır. İşveren ile birlikte yasal hasım olan Sosyal Güvenlik Kurumunun davalı olarak katılımı sağlanarak savunması alınıp, onun göstereceği deliller de toplandıktan sonra hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde, karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
O halde, davacı vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde davacıya iadesine, 05.02.2013 gününde oybirliğiyle karar verildi.