
Esas No: 2015/1756
Karar No: 2016/161
Karar Tarihi: 24.02.2016
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2015/1756 Esas 2016/161 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
##########
MAHKEMESİ :##########İş Mahkemesi
##########
##########
##########
##########
Taraflar arasındaki “kurum işleminin iptali” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; ... İş Mahkemesince davanın yargı yolu nedeniyle reddine dair verilen 11.04.2013 gün ve 2012/489 E., 2013/201 K. sayılı kararın incelenmesi davalı kurum vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay .... Hukuk Dairesinin 20.06.2013 gün ve 2013/12461 E., 2013/13852 K. sayılı ilamı ile;
(...Mahkemece yapılan yargılama sonunda verilen ilk hüküm, Dairemizce yapılan temyiz denetimi üzerine, “…Bu aşamada, ayrıntıları yukarıda açıklandığı üzere öncelikle, ölüm (yetim) aylığının hangi tarih itibarıyla ne zaman iptal edilip (kesilip), davalı Kurumca hangi dönem yönünden borç tahakkuk işlemi tesis edildiği belirlenerek dava konusu dönem saptanmalı, sonrasında, …yöntemince araştırma yapılmalı, tarafların göstereceği tüm kanıtlar toplanmalı, …boşanan eşlerin kayıtlı olduğu bölgelerle birlikte Yunus Emre ve Aşık Veysel Mahalleleri yönünden yeniden geniş kapsamlı Emniyet Müdürlüğü araştırması yapılmalı, 2004 yılından itibaren görev yapan anılan mahalleler muhtar ve azalarının tümünün tanık sıfatıyla bilgi ve görgülerine başvurulmalı, böylelikle “boşanılan eşle eylemli olarak birlikte yaşama” olgusunun gerçekleşip gerçekleşmediği, toplanan kanıtlar ışığı altında değerlendirildikten sonra elde edilecek sonuca göre hüküm kurulmalıdır. …” görüş ve düşüncesiyle bozulmuş olup, 23.02.2012 gün ve 343/3011 sayılı anılan ilama uyulmasına karşın mahkemece, eldeki uyuşmazlığın idari yargı alanının görev alanına girdiği gerekçesiyle davanın usulden reddine karar verilmesi isabetsiz olduğu gibi, kabule göre de; idari yargı alanına giren davanın dava koşulu eksikliğine dayalı olarak usulden reddine karar verilmesinde, yargılama giderleri, avukatlık ücreti ile karar ve ilam harcının da hüküm altına alınması gereğinin göz ardı edilmesi ve kararda “yargı yolu yanlışlığı” sözcükleri yerine “görevsizlik” kelimesine yer verilmesi, usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O halde, davalı Kurum vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır...)
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
##########
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, kurum işleminin iptali ile kesilen ölüm aylığının devamı istemine ilişkindir.
Yerel Mahkemece, davanın reddine dair verilen ilk karar, davacı vekilinin temyizi üzerine Özel Dairece, eksik inceleme ve araştırma ile karar verilmesinin doğru olmadığı gerekçesiyle bozulmuştur.
Yerel mahkemece, bozmaya uyularak yapılan yargılama sonunda; davacıya bağlanan aylığın kesilmesi işleminin 5434 sayılı Kanun hükümlerine tabi olduğu, bu nedenle uyuşmazlığın çözümünde adli yargının görevli olmadığı, idari yargının görevli olduğuna dair verdiği karar, davalı vekilinin temyizi üzerine Özel Daire tarafından yukarıda açıklanan gerekçelerle bozulmuştur. Yerel Mahkemece, önceki gerekçeler tekrarlanmak suretiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme hükmü, davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Uyuşmazlık; yargı yoluna ilişkin olup, eldeki davada adli yargı mercilerinin mi yoksa idari yargı mercilerinin mi görevli olduğu noktasında toplanmaktadır.
Davanın yasal dayanağı 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 56. maddesinin ikinci fıkrasıdır.
5510 sayılı Kanun’un “Gelir ve aylık bağlanmayacak haller” başlıklı 56.maddesinde;
“…Eşinden boşandığı halde, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığı belirlenen eş ve çocukların, bağlanmış olan gelir ve aylıkları kesilir. Bu kişilere ödenmiş olan tutarlar, 96"ncı madde hükümlerine göre geri alınır…”
düzenlemesi yer almaktadır.
01.10.2008 tarihinden önce yürürlükte bulunan ve sosyal güvenlik mevzuatının temelini teşkil eden, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu; 1479 sayılı Esnaf ve Sanatkarlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu; 2925 sayılı Tarım İşçileri Sosyal Sigortalar Kanunu; 2926 sayılı Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu ile 5434 sayılı T.C. Emekli Sandığı Kanunu’nda yer almayan dava konusu düzenleme ilk kez 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nda yer almıştır.
Düzenleme ile ölen sigortalının kız çocuğu veya dul eşi yönünden, boşanılan eşle boşanma sonrasında fiilen birlikte olma durumunda, ölüm aylığının kesilmesi ve ödenmiş aylıkların geri alınması öngörülmektedir. Buna göre, daha önce sosyal güvenlik kanunlarında yer almayan, boşanılan eşle fiilen birlikte yaşama olgusu, gelir veya aylık kesme nedeni ve bağlama engeli olarak benimsenmiştir.
Bilindiği üzere, 5510 sayılı Kanun"un 56/2.maddesinin T.C.Anayasası’nın 2, 5, 10, 11, 12, 17, 20, 35, 60 ve 138.maddelerine aykırılığı iddiası ile Anayasa Mahkemesine maddenin iptali talebi ile başvurular yapılmıştır.
Anayasa Mahkemesi yapılan başvurular üzerine yaptığı değerlendirme sonucunda 28.04.2011 gün 2009/86-70 sayılı kararında, hükmün Anayasa’nın 2, 10, 60 ve 65.maddelerine aykırı olmadığı; 5, 11, 12, 17, 20, 35 ve 138.maddeleri ile ilgisinin olmadığı belirtilerek oyçokluğuyla başvuruların reddine karar verilmiştir.
Sonuç olarak, davanın yasal dayanağını oluşturan 5510 sayılı Kanun"un 56.maddenin ikinci fıkrasının, ölüm aylığından yararlanma hakkının kötüye kullanılmasını engellemek amacıyla düzenleme getirmiş olması ve düzenlemenin Anayasa’ya aykırı olmadığının tespitine ilişkin Anayasa Mahkemesi kararı karşısında, yürürlükteki kanunları uygulamakla yükümlü olan yargı organlarınca uygulanmasının zorunlu olması nedeniyle, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığı tespit edilen hak sahiplerine gelir veya aylık tahsisi yapılmaması, bağlanan gelir veya aylığın kesilmesine ilişkin Kurum işlemi usul ve yasaya uygundur.
Bu kabul doğrultusunda, gelirin veya aylığın kesilme tarihi ile Kurumun geri alım hakkının kapsamına ilişkin olarak; fiilen birlikte yaşama olgusunun başlama tarihi esas alınarak bu tarih itibariyle gelir veya aylık kesme veya iptal işlemi tesis edilip ilgiliye, anılan tarihten itibaren yapılan ödemeler yasal dayanaktan yoksun ve yersiz kabul edilmeli, ancak söz konusu madde 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe girdiğinden, fiili birliktelik daha önce başlamış olsa dahi maddenin yürürlük günü öncesine gidilmemeli; 01.10.2008 tarihi öncesine ilişkin borç tahakkuku söz konusu olmamalı ve bu şekilde belirlenecek yersiz ödeme dönemine ilişkin olarak 5510 sayılı Kanun"un 96.maddesine göre uygulama yapılmalıdır.
Yeri gelmişken, maddenin zaman bakımından uygulanması yönünden 5510 sayılı Kanun"un Geçici 1 ve 4.maddelerinin değerlendirilmesinde de zorunluluk bulunmaktadır.
5510 sayılı Kanun"un “Malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortasına ilişkin bazı geçiş hükümleri” başlıklı Geçici 1.maddesi;
“Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu ile 2925 sayılı Tarım İşçileri Sosyal Sigortalar Kanununa tabi olanlar, bu Kanunun 4"üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamında, 1479 sayılı Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu ve bu Kanunla mülga 2926 sayılı Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanununa tabi olanlar, bu Kanunun 4"üncü maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi kapsamında, 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanununa tabi olanlar, bu Kanunun 4"üncü maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamında kabul edilir.
17/07/1964 tarihli ve 506 sayılı, 02/09/1971 tarihli ve 1479 sayılı, 17/10/1983 tarihli ve 2925 sayılı, bu Kanunla mülga 17/10/1983 tarihli ve 2926 sayılı kanunlara göre bağlanan veya hak kazanan; aylık, gelir ve diğer ödenekler ile 8/2/2006 tarihli ve 5454 sayılı Kanunun 1"inci maddesine göre ödenmekte olan ek ödemenin verilmesine devam edilir. Bu gelir ve aylıkların durum değişikliği nedeniyle artırılması, azaltılması, kesilmesi veya yeniden bağlanmasında, bu Kanunla yürürlükten kaldırılan ilgili kanun hükümleri uygulanır…
Bu Kanunun 4"üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) ve (b) bentlerine göre sigortalı sayılanlara ve bunların hak sahiplerine bağlanmış olan aylık ve gelirler, 55"inci maddenin ikinci fıkrasına göre artırılır…”
şeklinde düzenleme içermektedir.
5510 sayılı Kanun"un “5434 sayılı Kanuna ilişkin geçiş hükümleri” başlıklı Geçici 4.maddesinde ise:
“Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla 8/6/1949 tarihli ve 5434 sayılı Kanuna göre; aylık, tazminat, harp malûllüğü zammı, diğer ödemeler ve yardımlar ile 8/2/2006 tarihli ve 5454 sayılı Kanunun 1"inci maddesine göre ek ödeme verilmekte olanlara, bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri de dahil 5434 sayılı Kanunda kendileri için belirtilmiş olan şartları haiz oldukları müddetçe bunların ödenmesine devam olunur. Ancak, 5 ilâ 10 yıl arasında fiili hizmet süresi olan iştirakçilerden dolayı dul ve yetim aylığı almakta olanların, aylık ve diğer ödemeleri, bu Kanunun 32 nci, 34"üncü ve 37"nci maddelerindeki şartları haiz oldukları müddetçe devam edilir.
Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce iştirakçiliği sona erenlerden tahsis talebinde bulunacaklar ile bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce 5434 sayılı Kanun hükümlerine göre tahsis talebinde bulunanlardan işlemleri devam edenler hakkında, bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri de dahil 5434 sayılı Kanun hükümlerine göre işlem yapılır…
Bu Kanunda aksine bir hüküm bulunmadığı takdirde; iştirakçi iken, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla bu Kanunun 4"üncü maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamına alınanlar, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce 5434 sayılı Kanun hükümlerine tabi olarak çalışmış olup bu Kanunun 4"üncü maddesinin birinci fıkrasının (c) bendine tabi olarak yeniden çalışmaya başlayanlar ile bunların dul ve yetimleri hakkında bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri de dahil 5434 sayılı Kanun hükümlerine göre işlem yapılır.
Bu madde kapsamına girenlerin aylıklarının bağlanması, artırılması, azaltılması, kesilmesi, yeniden bağlanması, toptan ödemeleri, ilgi devamı, ihya ve borçlanmaları, diğer ödemeler ve yardımlar ile emeklilik ikramiyeleri hakkında bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri de dahil 5434 sayılı Kanun hükümlerine göre işlem yapılır ve bu maddenin uygulanmasında mülga 2829 sayılı Kanun hükümleri ayrıca dikkate alınır. (Ek cümle: 16/6/2010-5997/10 md.) Ancak, Polis Akademisinde öğrenim görmekte olan öğrencilerin yetim aylıkları bu öğrenimleri süresince kesilmeksizin ödenmeye devam edilir...”
düzenlemelerine yer verilmiştir.
Anılan geçici maddelerle kanun koyucu tarafından, 5510 sayılı Kanun’un yürürlüğü öncesinde sosyal güvenlik kanunları uygulanmak suretiyle hak sahiplerine bağlanan gelir veya aylığın, durum değişikliği sebebine bağlı olarak kesilmesi veya yeniden bağlanmasında, yine anılan hükümlerinin esas alınması gerektiğinin benimsendiği anlaşılmaktadır. Söz konusu kanunlarda, boşanılan eşle fiili olarak birlikte yaşama olgusu, gelirin veya aylığın bağlanması engeli veya kesilmesi nedeni olarak öngörülmediğinden, 56. maddenin zaman bakımından uygulanması hususu da çözüme kavuşturulmalıdır.
Kanunların geriye yürümesi veya yürümemesi konusunda mevzuatımızda genel bir hüküm yoktur. Ancak, toplum barışının temel dayanağı olan hukuka ve özellikle kanunlara karşı güveni sağlamak ve hatta, kanun koyucunun keyfi hareketlerine engel olmak için, öğretide kanunların geriye yürümemesi esası kabul edilmiştir. Buna göre, gerek Özel Hukuk ve gerekse Kamu Hukuku alanında, kural olarak her Kanun, ancak yürürlüğe girdiği tarihten sonraki zamanda meydana gelen olaylara ve ilişkilere uygulanır; O tarihten önceki zamana rastlayan olaylara ve ilişkilere uygulanmaz. Hukuk güvenliği bunu gerektirir.
Kanunların geriye yürümemesi (geçmişe etkili olmaması) kuralının istisnalarından birini de Kamu düzeni ve genel ahlaka ilişkin kurallar oluşturmaktadır. Beklenen (ileride kazanılacağı umulan) haklar yönünden de kanunların geriye yürümesi söz konusudur. Yargılama hukukunu düzenleyen kanunlar da, ilke olarak geçmişe etkilidir (Necip Bilge, Hukuk Başlangıcı, 14.Bası, Turhan Kitabevi, Ankara, 2000, sh: 193-194; A.Şeref Gözübüyük, Hukuka Giriş ve Hukukun Temel Kavramları, 18.Bası, Turhan Kitabevi, Ankara 2003, sh: 73) (HGK 13.10.2004 tarih, 2004/10-528 E., 2004/533 K.; 11.04.2012 tarih 2012/10-149 E., 2012/241 K.)
Bu kapsamda, yine 4721 sayılı Kanunun “Dürüst davranma” başlıklı 2.maddesinde yer alan ve maddenin düzenleniş amacı olan dürüstlük kuralı çerçevesinde çözüme gidilmelidir.
4721 sayılı TMK’nun anılan 2.maddesi uyarınca:
“Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır.
Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz.”
Anılan madde uyarınca, bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumayacağı gibi, hiç kimsenin kendi kusurundan yararlanamayacağı ilkesi de birlikte gözetilmek suretiyle, 5510 sayılı Kanunun 56.maddesi açısından 01.10.2008 tarihinden önce hakkın kazanıldığı durumlarda, anılan yasal düzenleme öncesinde, ilgililer her ne amaçla boşanmış olursa olsun, fiili birlikteliklerini 5510 sayılı Kanunla getirilen yeni düzenleme sonrasında da sürdürdüklerinin veya sözkonusu düzenlemeden itibaren anılan tür ve nitelikte bir beraberliğe başladıklarının kanıtlanması durumunda, başka bir anlatımla fiili olarak birlikte yaşama olgusunun saptandığı durumlarda, anılan 2.madde kapsamında hakkın kötüye kullanımının varlığı kabul edilerek ilgililere gelir veya aylık tahsisi yapılmaması, bağlanan gelir veya aylığın kesilmesi gerekmektedir.
Yeri gelmişken, 5510 sayılı Kanun"un “Uyuşmazlıkların çözüm yeri” başlıklı 101. maddesi üzerinde durulmalıdır.
Anılan madde: “Bu Kanunda aksine hüküm bulunmayan hallerde, bu Kanun hükümlerinin uygulanmasıyla ilgili ortaya çıkan uyuşmazlıklar iş mahkemelerinde görülür.” hükmünü içermekte olup bu Kanun hükümlerinin uygulanmasıyla ilgili ortaya çıkan uyuşmazlıklarda iş mahkemeleri görevli bulunmaktadır.
Somut uyuşmazlığın incelenmesinde; davacıya, boşanma kararının verildiği 10.07.2001 tarihinden sonra, 01.02.2006 tarihi itibariyle 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu kapsamındaki iştirakçi babasından yetim aylığı bağlandığı, Kurum yoklama memurlarının davacıya ait adreste yaptıkları tespit üzerine düzenledikleri rapor doğrultusunda, davacının boşandığı eşi ile birlikte yaşadığı gerekçesiyle 5510 sayılı Kanun"un 56/son maddesi gereğince bağlanan ölüm aylığının 01.11.2008 tarihi itibariyle kesildiği anlaşılmaktadır.
Buna göre; uyuşmazlık konusu yetim aylığının iptali işlemi 5510 sayılı Kanun’un yürürlük tarihinden sonra gerçekleşmiş olduğundan anılan Kanunun Geçici 1 ve 4. maddelerinin yukarda belirtilen nedenlerle somut uyuşmazlıkta uygulanması gerektiğini kabul etmek mümkün değildir(Aynı ilkeler HGK’nun 24.04.2013 gün ve 2012/21-1404 E., 2013/578 K. sayılı ilamında da vurgulanmıştır).
Öte yandan iptali istenen işlem, 5510 sayılı Kanun"un 56/son maddesi gereğince yapılmış olduğundan aynı Kanun’un 101. maddesi gereğince uyuşmazlığın çözümünde iş mahkemeleri görevli bulunmaktadır.
Bu durumda, mahkemece işin esasına girilerek, birlikte yaşama olgusu yöntemince araştırılmak suretiyle, Kurum işleminin, 5510 sayılı Kanun’un 56/son maddesine uygun olup olmadığının tespiti gerekmektedir.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeleri sırasında bir kısım üyelerce; 17.04.2008 tarih ve 5754 sayılı Kanun’la 5510 sayılı Kanun’a eklenen Geçici 1. ve 4. maddede memurlar ile bunların dul ve yetimleri hakkında 5434 sayılı Kanun hükümlerine göre işlem yapılacağının öngörüldüğü, bunlara ilişkin ihtilaflarda da idari yargının görevli olduğu, bu nedenle eldeki davada idari yargının görevli olduğu yönünde görüş bildirmiş iseler de; bu görüş Kurul çoğunluğu tarafından yukarıda açıklanan nedenlerle kabul edilmemiştir.
O halde, yerel mahkemece aynı yönlere işaret eden ve Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyularak, işin esasına girilmek gerekirken görevsizlik kararı verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
S O N U Ç : Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA, 24.02.2016 gününde oyçokluğuyla karar verildi.
KARŞI OY YAZISI
Dava, kurum işleminin iptali istemine ilişkindir. Davacı 2001 yılında kesinleşen boşanma ilamı ile kocasından boşanmıştır. 5434 Sayılı T.C. Emekli Sandığı Kanunu kapsamındaki babası 2006 yılında ölmüştür. Davacıya babası üzerinden hak sahibi kız çocuğu sıfatıyla bağlanan yetim aylığının, boşandığı kocasıyla fiilen birlikte yaşadığı gerekçesiyle kurum tarafından kesilmesi ve geri istenmesi nedeniyle bu dava açılmıştır.
Uyuşmazlık; davanın İdari Yargı yerinde mi yoksa Adli Yargı yerinde mi görüleceği noktasındadır.
31.05.2006 tarih ve 5510 Sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu, (5434 sayılı Emekli Sandığı Kanunu dahil) beş farklı emeklilik rejimini aktüeryal olarak hak ve yükümlülükler yönünden tek bir sosyal güvenlik sistemi altında toplamıştır.
Anayasa Mahkemesince, anılan kanunun bir çok maddesiyle birlikte, bu kanunun yürürlük tarihinden önce 5434 sayılı Emekli Sandığı Kanununun hükümlerine tabi olarak görev yapan memurlar ile memur emeklilerini diğer sigortalılarla aynı sisteme tabi kılan kanun hükümlerini iptal edilmesi üzerine 5754 sayılı kanunla 5510 sayılı kanunda yeni düzenlemeler yapılmış, 1 Ekim 2008 tarihinden önce memur olanlar ile bunların dul ve yetimleri hakkında 5434 sayılı Emekli Sandığı Kanunu hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir.
5510 Sayılı Kanunun 101. Maddesinde; Bu Kanunda aksine hüküm bulunmayan hallerde, bu Kanun hükümlerinin uygulanmasıyla ilgili ortaya çıkan uyuşmazlıklar iş mahkemelerinde görülür hükmü öngörülmüştür. Bu itibarla, 5510 Sayılı kanunda değişiklik yapan 5754 sayılı Kanunun yürürlüğe girmesinden sonra memur ve diğer kamu görevlisi olarak çalışmaya başlayanlar, bu kanun hükümlerine tabi sigortalı sayılacaklarından, bu tür uyuşmazlıkların Adli Yargı yerinde görüleceği kuşkusuzdur. Sorun, 5754 Sayılı Kanunun yürürlük tarihinden önce 5434 sayılı Emekli Sandığına tabi kamu görevlisi olanlar yönünden çıkan uyuşmazlıklarda görevli yargı yerinin Adli Yargı yeri mi İdari Yargı yeri mi olduğu hususundadır.
5510 sayılı Kanunun 101 nci maddesinde yer alan "...bu Kanun hükümlerinin uygulanmasıyla ilgili ortaya çıkan uyuşmazlıklar İş Mahkemelerinde görülür.” hükmünün iptali istemiyle yapılan itiraz başvurusunda, Anayasa Mahkemesi 22.12.2011 tarih, 2010/65 E. ve 2011/169 K. sayılı kararıyla iptal istemini reddetmiştir. Söz konusu kararın gerekçesinde “...5754 sayılı Kanunun yürürlüğe girmesinden önce memur ve diğer kamu görevlisi olarak çalışmakta olanlar, evvelce olduğu gibi 5434 sayılı Kanun hükümlerine tabi olacaklar ve bunların emeklileri bakımından da aynı Kanun hükümleri uygulanmaya devam edecek; ancak 5754 sayılı Kanun"un yürürlüğe girmesinden sonra memur ve diğer kamu görevlisi olarak çalışmaya başlayanlar ise 5510 sayılı Kanunun 4/c maddesi uyarınca, bu Kanun hükümlerine tabi sigortalı sayılacak ve haklarında 5434 sayılı Kanun değil, 5510 sayılı Kanun’un öngördüğü kural ve esaslar uygulanacak, ihtilaf halinde de adli yargı görevli bulunacaktır. 5754 sayılı Kanunun yürürlüğüyle birlikte, artık Sosyal Sigortacılık esasına göre faaliyet gösteren ve yaptığı, tesis ettiği işlem ve muameleler idari işlem sayılamayacak bir sosyal güvenlik kurumunun varlığından söz etmek gerekli bulunmakladır.
5754 sayılı Kanun"un yürürlüğe girmesinden önce iştirakçisi sıfatıyla çalışmakta olan memurlar vc diğer kamu görevlileri ile emekli sıfatıyla 5434 sayılı Kanuna göre emekli, dul ve yetim aylığı almakta olanlar ve ayrıca memurlar ve diğer kamu görevlilerinden ileride emekliliğe hak kazanacaklar yönünden ise Sosyal Güvenlik Kurumunun tesis edeceği işlem ve yapacağı muameleler idari işlem niteliğini korumaya devam edecek, bunlara ilişkin ihtilaflarda da evvelce olduğu gibi idari yargı görevli olmaya devam edecektir...
Bu bakımdan 5510 sayılı Kanunun yürürlüğünden sonra, prim esasına dayalı yeni sistemin içeriği ve Kanun kapsamındaki iş ve işlemlerin niteliği gözönünde bulundurulduğunda, itiraz konusu kuralla, yargılamanın bütünlüğü ve uzman mahkeme olması nedeniyle Kanun hükümlerinin uygulanması ile ortaya çıkan uyuşmazlıkların çözümünde iş mahkemelerinin görevlendirilmesinde Anayasa‘ya aykırılık görülmemiştir.
Ancak, yukarıda açıklandığı üzere 5754 sayılı kanunun yürürlüğe girmesinden önce statüde bulanan memurlar ve diğer kamu görevlileri ile ilgili sosyal güvenlik mevzuatının uygulanmasından doğan idari işlem ve idari eylem niteliğindeki uyuşmazlıklarda idari yargının görevinin devam edeceği açıktır..." denilmek suretiyle konuya açıklık getirmiştir.
Buna göre; 5510 sayılı kanunun yürürlüğe girmesinden önce memur ve diğer kamu görevlisi olarak çalışmakta olanlar, daha önce olduğu üzere 5434 sayılı Kanun hükümlerine tabi olacaklardır. Bunların emeklilikleri hakkında da aynı Kanun hükümleri uygulanmaya devam edilecektir. Bu kanunun yürürlüğe girmesinden sonra memur ve diğer kamu görevlisi olarak çalışmaya başlayanların ise, 5510 sayılı kanunun (4-c) maddesi uyarınca, bu Kanun hükümlerine tabi sigortalı sayılacak ve haklarında 5434 sayılı Kanun değil 5510 sayılı Kanunun öngördüğü kural ve esasların uygulanacak, dolayısıyla ihtilafların da adli yargı yerinde çözümlenmesi gerekecektir.
Bu bağlamda; T.C. Anayasanın 158. Maddesindeki "...diğer mahkemelerle, Anayasa Mahkemesi arasındaki görev uyuşmazlıklarında Anayasa Mahkemesinin kararı esas alınır" hükmü uyarınca Anayasa Mahkemesinin görevle ilgili belirlemesinin bu uyuşmazlığın çözümünde esas alınması gerektiği kuşkusuzdur.
Nitekim, Uyuşmazlık Mahkemesinin 24.12.2012 tarih ve 2012/532-429 sayılı kararında; 5510 sayılı Yasanın yürürlüğe girmesinden önce iştirakçi sıfatıyla çalışmakta olan memurlar ve diğer kamu görevlileri ile emekli sıfatıyla 5434 sayılı Kanuna yöre emekli, dul ve yetim aylığı almakta olanlar ve ayrıca memurlar ve diğer kamu görevlilerinden ileride emekliliğe hak kazanacaklar yönünden Sosyal Güvenlik Kurumunca tesis edilen işlem ve yapacağı muamelelerin "idari işlem” ve “idari eylem” niteliğini korumaya devam edeceğinden, idari işlemin iptali istemiyle açılan davanın, idari yargı yerinde görülmesi gerektiği belirtilmiştir. Uyuşmazlık Mahkemesi bu yoldaki kararını istikrarlı bir biçimde hiç sapma göstermeden sürdürmektedir.
Bu nedenlerle; 5754 Sayılı Kanunla değişik 5510 sayılı Kanunun yürürlük tarihi olan 1 Ekim 2008 tarihinden önce memur olanlar ile bunların dul ve yetimleri hakkında 5434 Sayılı Emekli Sandığı Kanunu hükümleri uygulanacağından, Anayasa Mahkemesince, 5754 sayılı Kanunun yürürlüğe girmesinden önce memur ve diğer kamu görevlileri ile ilgili sosyal güvenlik mevzuatının uygulanmasından doğan idari eylem ve işlem niteliğindeki uyuşmazlıklarda idari yargının görevli olduğu açıkca belirtilmemiş olması karşısında, Anayasanın 158. maddesi hükmüne göre bu belirlemenin diğer yargı yerleri yönünden bağlayıcı olduğundan ve nihayet Uyuşmazlık Mahkemesinin hiç sapma göstermeyen istikrarlı içtihatlarında idari yargı yerinin görevli kılındığından, yerel mahkemenin uyuşmazlığın çözümünde idari yargı yerinin görevli olduğuna dair direnme kararı usul ve yasaya daha uygun düştüğünden onanması gerekirken bozulmasına dair sayın çoğunluğun değerli görüşüne katılmıyoruz.
Bu alandan sadece bu kararla ilintili POST üretebilirsiniz. Bu karardan bağımsız tamamen kendinize özel POST üretmek için TIKLAYINIZ
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.