Abaküs Yazılım
Hukuk Genel Kurulu
Esas No: 2015/1619
Karar No: 2018/97
Karar Tarihi: 24.01.2018

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2015/1619 Esas 2018/97 Karar Sayılı İlamı

Hukuk Genel Kurulu         2015/1619 E.  ,  2018/97 K.

    "İçtihat Metni"

    MAHKEMESİ :İş Mahkemesi

    Taraflar arasındaki “ödeme emrinin iptali” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Bakırköy 9. İş Mahkemesince davanın usulden reddine dair verilen 09.01.2013 gün ve 2012/231 E. 2013/16 K. sayılı kararın temyizen incelenmesinin davacı tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 11.11.2013 gün ve 2013/6423 E. 2013/20847 K. sayılı kararı ile;
    (…6183 sayılı Kanunun “ödeme emri” başlıklı 55. maddesinin ilk fıkrasında; kamu alacağını vadesinde ödemeyenlere, yedi gün içinde borçlarını ödemeleri veya mal bildiriminde bulunmaları gereğinin bir ödeme emri ile tebliğ olunacağı; “ödeme emrine itiraz” başlığını taşıyan 58. maddesinin birinci fıkrasında; kendisine ödeme emri tebliğ olunan kişinin, böyle bir borcu olmadığı veya kısmen ödediği veya zamanaşımına uğradığı hakkında tebliğ tarihinden itibaren yedi gün içinde itirazda bulunabileceği belirtilmiştir.
    Öte yandan, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 2011/10-642 E., 2012/38 sayılı kararında da vurgulandığı üzere, Medeni usul hukukunda hukuki yarar, mahkemeden hukuksal korunma istemi ile bir davanın açılabilmesi için davacının bu davayı açmakta (veya mahkemeden hukuksal korunma istemekte) bir çıkarının bulunmasıdır. Bu çıkarında karar verilene kadar sürmesi gerekir.
    Davacının dava açmakta hukuk kuralları tarafından haklı bulunan (korunan) bir yararı olmalı, hakkını elde edebilmesi için mahkeme kararına ihtiyacı bulunmalı ve davacı mahkemeyi gereksiz yere uğraştırmamalıdır (Arslan, Ramazan; aktaran: Hanağası, Emel: Davada Menfaat, Ankara 2009, önsöz VII).
    Hukuk Genel Kurulu’nun 24.06.1992 gün ve 1992/1-347 E., 1992/396 K. ve 30.05.2001 gün ve 2001/14-443 E., 2001/458 K. sayılı kararlarında da belirtildiği üzere buna hukuki korunma (himaye) ihtiyacı da denir (Rechts-schutzbedürfnis). Mahkemelerden hukuki himaye istenmesinde, himayeye değer bir yarar olmalıdır.
    Mülga 1086 sayılı Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun yürürlükte olduğu dönem içinde öğreti ve yargısal kararlar, dava açarken hukuki yararın bulunması gereğini, "dava şartı" olarak kabul etmiştir. Bu şart, "dava konusuna ilişkin genel dava şartlarından biri" olup, davanın esası hakkında inceleme yapılabilmesi ve esas hakkında hüküm verilebilmesi için varlığı gerekli olduğundan "olumlu dava şartları" arasında sayılmaktadır.
    01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda öğreti ve yargısal kararların bu uygulaması aynen benimsenerek, davacının, dava açmakta hukuki yararının bulunması “Dava Şartları” başlıklı 114. maddesinin 1. fıkrasının (h) bendinde açıkça dava şartları arasında sayılmıştır.
    Bir davada, hukuki yarar ilkesinin dava şartı olarak gözetilmesinin, yargılamanın amacına ve usul ekonomisi ilkesine uygun olarak yargılama yapılmasına yarar sağlayacağı, her türlü duraksamadan uzaktır.
    Davacının hukuki ilişkinin derhal tespitinde menfaatinin (hukuki yararının) varlığı için öncelikle, davacının bir hakkı veya hukuki durumu güncel (halihazır) ve ciddi bir tehlike ile tehdit edilmelidir. Bu tehdit çoğunlukla davalının davranışları ile ortaya çıkar.
    Söz konusu bu tehdidin davacı için bir tehlike oluşturabilmesi, bu tehdit nedeniyle, davacının hukuki durumunun tereddüt içinde olmasına ve bu hususun, davacıya zarar verebilecek nitelikte bulunmasına bağlıdır (Hanağası, Emel: a.g.e., s.133 vd).
    Somut olayda, davalı Kurumca düzenlenen 2012/17930 sayılı ödeme emri davacının adına düzenlenmediği anlaşılmakta ise de; davalı Kurumca düzenlenen ödeme emrine ilişkin tebligatın davacıya hitaben düzenlendiği, muhatap kısmında sadece davacının adının yer alıp, dava dışı şirketin yer almadığı, ayrıca davalı Kurumca verilen cevap dilekçesi içeriğinde davalının 6183 sayılı Yasanın mükerrer 35. maddesi kapsamında sorumlu olduğu iddiasının yer aldığı anlaşılmaktadır. Bu duruma göre, davacının artık dava açmakta hukuki yararı mevcuttur ve dava açabilmelidir. Zira gelecekte olası bir dava tehdidi ile karşı karşıyadır.
    Mahkemece, davacının dava açmakta hukuki yararının olduğu kabul edildikten sonra, davanın esasına girerek sonucuna göre bir karar verilmek gerekirken, yanılgılı değerlendirme sonucu yazılı şekilde karar verilmiş olması, usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
    O hâlde, davacının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır…)
    gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.


    HUKUK GENEL KURULU KARARI

    Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
    Dava, ödeme emrinin iptali istemine ilişkindir.
    Davacı ... İnş. San. Tic. Ltd. Şti.’nin müdürü ve hissedarı olduğunu, 1999 ve 2000 yılları arasında sağlık ocağı inşaatının tamirat ve tadilat ihalesini aldığını, bu süre içerisinde bir miktar prim borcunun bulunduğunu, bu nedenle SSK’ya başvurarak prim borcunun Sağlık Bakanlığına yatırmış olduğu teminattan karşılanmasını talep ettiğini, Kurum tarafından bu talebinin kabul edildiğini, buna rağmen 11.05.2012 tarihinde şahsına Sosyal Güvenlik Kurumundan prim borcuna ilişkin ödeme emri gönderildiğini, Kurum prim borcunun teminattan karşılanmasını kabul ettiği dikkate alındığında Kuruma karşı herhangi bir prim borcunun da bulunmadığını, kaldı ki ödeme emrindeki prim borçlarının zamanaşımına uğradığını ileri sürerek haksız ve hukuka aykırı ödeme emrinin iptali ile borçlu olmadığının tespitine karar verilmesini talep etmiştir.
    Davalı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı vekili öncelikle süresinde yetkili mahkemede dava açılmadığını, öte yandan davacının sicil dosyası incelendiğinde ödeme emri düzenlenen borcun davacının yöneticiliği zamanında oluştuğunu, davacının da bu durumu ikrar ettiğini, Kurumun söz konusu borcu Sağlık Bakanlığına yatırıldığı iddia olunan teminattan tahsil etmek zorunda olmadığını, gönderilen ödeme emirlerinin usul ve kanuna uygun olduğunu belirterek davanın reddinin gerektiğini savunmuştur.
    Mahkemece ödeme emrinin davacı adına değil dava dışı ... İnşaat San. Tic. Ltd Şti. adına düzenlendiği, tebligat parçasında davacının adı yazılmak sureti ile davacı adresine gönderildiği, dolayısıyla davacı adına usulüne uygun olarak düzenlenen ve gönderilen bir ödeme emrinin bulunmadığı gerekçesiyle açılan davanın hukuki yarar yokluğundan reddine karar verilmiştir.
    Davacı asilin temyizi üzerine karar Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
    Yerel Mahkemece davacı aleyhine henüz bir takip başlatılmadığı, kaldı ki başlatılıp başlatılmayacağının dahi bilinmediği, bu durumda davalı Kurum tarafından davacının borçtan sorumluluğunun bulunduğunun belirtilmiş olmasının ve ileride olası bir dava tehdidi ile karşı karşıya bulunmasının dava açmakta hukuki yararının varlığını gerektiren bir durum olmadığı, davacıya kendi adına bir borç bildirimi yapılmamış olması sebebi ile davanın menfi tespit davası olarak değerlendirilmesinin de mümkün olmadığı, Kurum tarafından dava dışı şirketin tüzel kişiliğinden ayrı olarak davacıya şahsi olarak ödemesi gereken bir borcun varlığı konusunda ve bu borcu ödemesi yönünde bir bildirim yapılmadığı, davacının dava dışı şirketten bağımsız olarak Kurumla doğrudan bir borç ilişkisinin de bulunmadığı, iptale konu ödeme emrinin dava dışı ... İnşaat Sanayi Tic. Ltd. Şti. adına düzenlenmiş olduğu ve ödeme emrinin davacı adına tebliğ edildiği, davacının davayı kendi adına açmış olduğu, şirket adına açılmış bir dava bulunmadığı, dolayısıyla her ne kadar davacı tarafça ödeme emrinin iptali talep edilmiş ise de düzenlenen ödeme emrinin davacı adına düzenlenmemiş olması ve davacının davayı kendi adına da açmamış olması sebebi ile davacının dava açmakta hukuki yararının bulunmadığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
    Direnme kararı davacı tarafından temyiz edilmiştir.
    Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, somut olayda ödeme emrinin davacı adına düzenlenmediği ancak ödeme emrine ilişkin tebligatın davacıya hitaben hazırlandığı dikkate alındığında davacının dava açmasında hukuki yararı bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır.
    Sosyal güvenlik “sosyal risk” olarak adlandırılan bazı durumların bireyler üzerinde yarattığı etkileri giderme düşüncesi üzerine kuruludur (Güzel, Okur, Caniklioğlu, Sosyal Güvenlik Hukuk, 16. Baskı, İstanbul: 2016, s. 3.). Sosyal riskleri gidermeye çalışan sosyal güvenlik kavramı sosyal güvenlik politikalarının ve sistemlerinin gelişim ve genişlemesine etken olmuş, bu gelişme ve genişleme sosyal güvenlik politikalarının ve sistemlerinin finansmanının düzenli ve güvenceli gelir kaynaklarından giderilmesini gerekli kılmıştır. (Balcı, Yılmaz, Sosyal Sigorta Prim Alacaklarının Takip ve Tahsili, Ankara: 2014, s.19).
    Türk sosyal sigortalar sistemi, sosyal güvenlik politikalarının ve sistemlerinin finansmanını ağırlıklı olarak prim rejimine dayandırmaktadır. Bu nedenledir ki Sosyal Güvenlik Kurumunun sosyal güvenlik politikalarını oluşturabilmesi, sosyal güvenlik sistemlerinin işlerliğini devam ettirebilmesi ve oluşan sosyal riskler yönünden gerekli sosyal sigorta yardımlarının sağlanması en önemli gelir kaynağı olan sigorta primlerinin zamanında ve eksiksiz olarak ödenmesine bağlıdır. Kanun koyucu 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 79’uncu maddesinde “kısa ve uzun vadeli sigortalar ile genel sağlık sigortası için, bu Kanunda öngörülen her türlü ödemeler ile yönetim giderlerini karşılamak üzere Kurum prim almak, ilgililer de prim ödemek zorundadır.” hükmüne yer vererek sosyal güvenlik içerisinde prim ödemenin önemine vurgu yapmıştır.
    Sosyal sigortalara yönelik harcamalar yönünden önemli bir gelir kaynağı olan primlerin ödeme yükümlüsü ise mülga 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nun 73’üncü maddesinde ve 5510 sayılı Kanunun 87’inci maddesinde düzenlenmiştir. Mülga 506 sayılı Kanunun 73’üncü maddesine göre prim ödeme yükümlüsü işverenlerdir. Keza 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Kanunun 87’inci maddesinde de benzer bir düzenlemeye gidilmiş ve Kanunun 4’üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) ve (c) bentlerine ve 5’inci maddenin (a) bendine tabi olanlar için bunların işverenlerinin prim ödeme yükümlüsü olduğu belirtilmiştir.
    Öncesinde de üzerinde durulduğu üzere Kurumun sosyal sigortalar yardımlarını devam ettirebilmesi öncelikle sigorta primlerinin zamanında ve eksiksiz olarak ödenmesine bağlıdır. Bu nedenle Kanun prim ödemeleri bakımından işverenin sorumlu olması ile yetinmemiş, primlerin tahsil edilebilmesi amacıyla tüzel kişilik içerisinde bazı kişilerin de işveren ile birlikte sorumlu olmalarını öngörmüştür (Balcı, Yılmaz, Sosyal Sigorta Prim Alacaklarının Takip ve Tahsili, Ankara: 2014, s.74). Buradaki temel amaç alacaklı olan Kurumun en önemli gelir kaynaklarından olan primlerinin tahsilini güvence altına almasından ibarettir.
    Primlerin zamanında ve düzenli olarak tahsilini sağlamak amacıyla işveren ile birlikte sorumlu olanlar yönünden kanun koyucu  tarafından mülga 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununda, 01.07.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunda ve aynı zamanda 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunu"nda bir kısım düzenlemeler getirilmiştir.
    506 sayılı Kanunun 80’inci maddesine göre işveren, bir ay içinde çalıştırdığı sigortalıların primlerine esas tutulacak kazançlar toplamı üzerinden 506 sayılı Kanun gereğince hesaplanacak prim tutarlarını ücretlerinden kesmeye ve kendisine ait prim tutarlarını da bu miktara ekleyerek en geç ertesi ayın sonuna kadar Kuruma ödemeye mecburdur. Süresinde ödenmeyen prim ve diğer kamu alacakları 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümleri uyarınca Kurumca tahsil edilecektir.
    Öte yandan 506 sayılı Kanunun 80’inci maddesinde tüzel kişi işverenlerin ortak ve yetkililerinin kamu alacaklarından sorumluluğu da düzenlenmiş ve “Sigorta primlerini haklı sebepleri olmaksızın, birinci fıkrada belirtilen süre içerisinde tahakkuk ve tediye etmeyen kamu kurum ve kuruluşların tahakkuk ve tediye ile görevli kamu görevlileri mesul muhasip, sayman ile tüzel kişiliği haiz diğer işverenlerin üst düzeydeki yönetici veya yetkilileri kuruma karşı, işverenleri ile birlikte müştereken ve müteselsilen sorumludur.” hükmüne yer verilmiştir.
    01.07.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Kanunun 88’inci maddesinde ise “…Kurumun süresi içinde ödenmeyen prim ve diğer alacaklarının tahsilinde, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usûlü Hakkında Kanun"un 51 inci, 102 nci ve 106 ncı maddeleri hariç, diğer maddeleri uygulanır. Kurum, 6183 sayılı Kanunun uygulanmasında Maliye Bakanlığı ile diğer kamu kurum ve kuruluşları ve mercilere verilen yetkileri kullanır. Kurumun sigorta primleri ve diğer alacakları haklı bir sebep olmaksızın bu Kanunda belirtilen sürelerde ödenmez ise kamu idarelerinin tahakkuk ve tediye ile görevli kamu görevlileri, tüzel kişiliği haiz diğer işverenlerin şirket yönetim kurulu üyeleri de dahil olmak üzere üst düzeydeki yönetici veya yetkilileri ile kanuni temsilcileri Kuruma karşı işverenleri ile birlikte müştereken ve müteselsilen sorumludur. Kurum, kamu idarelerinde işyerinin özelliği nedeniyle primlerin farklı zamanlarda ödeme süresini belirlemeye yetkilidir. Prim alacaklarının tahsili için muacceliyet tarihinden itibaren en geç bir yıl içinde icra yoluna başvurmayan Kurum yetkili personeli hakkında genel hükümlere göre kovuşturma yapılır. (Ek fıkra: 10/9/2014-6552/52 md.) Sigortalılar ile tüzel kişilerin kasıt, kusur, hata veya yanıltıcı beyanından kaynaklanmaması şartıyla, sigortalılarca ödenen prim ve prime ilişkin borcun noksan tahakkuk ettirildiğinin Kurumca sonradan tespit edilmesi hâlinde tespit edilen fark prime ilişkin borç aslına, tebliğ tarihinden itibaren 89 uncu maddenin ikinci fıkrasına göre gecikme cezası ve gecikme zammı uygulanır. Bu maddenin uygulanmasına ilişkin usûl ve esaslar Kurum tarafından çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir.” şeklinde bir düzenlemeye yer verilmiştir.
    Görüldüğü üzere 506 sayılı Kanunun 80’inci maddesinde olduğu gibi 5510 sayılı Kanunun 88’inci maddesinde de tüzel kişi işverenlerin ortak ve yetkililerinin kamu alacaklarından sorumluluğuna ilişkin bir düzenlemeye gidilmiş ve tüzel kişiliği haiz diğer işverenlerin şirket yönetim kurulu üyeleri de dahil olmak üzere üst düzeydeki yönetici veya yetkilileri ile kanuni temsilcileri Kuruma karşı işverenleri ile birlikte müştereken ve müteselsilen sorumlu kabul edilerek, primlerin tahsilinin güvence altına alınması ve prim ödeme işinin özendirilmesi sağlanmaya çalışılmıştır.
    Diğer yandan tüzel kişi işverenlerin ortak ve yetkililerinin kamu alacaklarından sorumluluğu mülga 506 sayılı Kanunun 80’inci, 5510 sayılı Kanunun 88’inci maddelerinin yanı sıra 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun 35 ve mükerrer 35’inci maddesinde de düzenlenmiştir.
    6183 sayılı Kanunun 35’inci maddesine göre Limited şirket ortakları, şirketten tamamen veya kısmen tahsil edilemeyen veya tahsil edilemeyeceği anlaşılan amme alacağından sermaye hisseleri oranında doğrudan doğruya sorumlu olurlar ve 6183 sayılı Kanun hükümleri gereğince takibe tabi tutulurlar.
    6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun mükerrer 35’inci maddesinde ise, “Tüzel kişilerle küçüklerin ve kısıtlıların, vakıflar ve cemaatler gibi tüzel kişiliği olmayan teşekküllerin mal varlığından tamamen veya kısmen tahsil edilemeyen veya tahsil edilemeyeceği anlaşılan amme alacakları, kanuni temsilcilerin ve tüzel kişiliği olmayan teşekkülü idare edenlerin şahsi mal varlıklarından bu Kanun hükümlerine göre tahsil edilir” hükmü yer almaktadır.
    Sonuç itibariyle kanun koyucu belirtilen yasal düzenlemeler ile Kurumun prim alacağını tahsilinde Kurum lehine düzenlemeler getirmiş ve işverenler ile birlikte özel hukuk tüzel kişilerinin şirket yönetim kurulu üyeleri de dahil olmak üzere üst düzeydeki yönetici veya yetkilileri ile kanuni temsilcileri Kuruma karşı işverenleri ile birlikte müştereken ve müteselsilen sorumluluğu esasını benimsemiştir.
    Yukarıdaki bilgiler ışığında somut olay değerlendirildiğinde, davacının ... İnş. San. Tic. Ltd. Şti.’nin müdürü ve hissedarı olduğu, Kurumun prim alacakları yönünden ... İnş. San. Tic. Ltd. Şti. ile birlikte müştereken ve müteselsilen sorumluluğu bulunduğu, bu nedenle Kurumca şirket adına düzenlenen ödeme emrinin davacının adının yazılı olduğu tebligat parçası ile davacının adresine gönderilmesinin davacının hukuki durumunun güncel (halihazır) ve ciddi bir tehlike ile tehdit edilmesine sebep olduğu, öte yandan Kurum tarafından mahkemeye verilen cevap dilekçesi ile 6183 sayılı Kanunun mükerrer 35’inci maddesine değinilerek prim alacağının davacının şahsi mal varlığından karşılanacağına vurgu yapıldığı, bu hâliyle davacının hukuki durumu tereddüt içinde olup kendisine ödeme emri gönderilmesinin davacıya zarar verebilecek nitelikte bulunduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla davacının ödeme emrinin iptaline yönelik dava açmasında hukuki yararı vardır.
    Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, Kurumca düzenlenen ödeme emrinin ... İnş. San. Tic. Ltd. Şti. adına düzenlenmiş olup davacı adına düzenlenmediği, Kurumca prim borcunun tahsili amacıyla davacıya yönelik henüz bir başvuruda bulunulmadığı, ayrı bir ödeme emri tahakkuk ettirilmediği, henüz davacının bir hakkı veya hukuki durumunun güncel (halihazır) ve ciddi bir tehlike ile tehdit edilmediği, bu nedenle davacının dava açmakta hukuki yararının bulunmadığı, dolayısıyla yerel Mahkeme direnme kararının onanması gerektiği ileri sürülmüş ise de, bu görüş Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
    Hâl böyle olunca yerel mahkeme direnme kararı yukarıda açıklanan bu gerekçeler ile bozulmalıdır.
    SONUÇ: Davacı asilin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 24.01.2018 gününde oy çokluğu ile karar verildi.

    Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.

    Son Eklenen İçtihatlar   AYM Kararları   Danıştay Kararları   Uyuşmazlık M. Kararları   Ceza Genel Kurulu Kararları   1. Ceza Dairesi Kararları   2. Ceza Dairesi Kararları   3. Ceza Dairesi Kararları   4. Ceza Dairesi Kararları   5. Ceza Dairesi Kararları   6. Ceza Dairesi Kararları   7. Ceza Dairesi Kararları   8. Ceza Dairesi Kararları   9. Ceza Dairesi Kararları   10. Ceza Dairesi Kararları   11. Ceza Dairesi Kararları   12. Ceza Dairesi Kararları   13. Ceza Dairesi Kararları   14. Ceza Dairesi Kararları   15. Ceza Dairesi Kararları   16. Ceza Dairesi Kararları   17. Ceza Dairesi Kararları   18. Ceza Dairesi Kararları   19. Ceza Dairesi Kararları   20. Ceza Dairesi Kararları   21. Ceza Dairesi Kararları   22. Ceza Dairesi Kararları   23. Ceza Dairesi Kararları   Hukuk Genel Kurulu Kararları   1. Hukuk Dairesi Kararları   2. Hukuk Dairesi Kararları   3. Hukuk Dairesi Kararları   4. Hukuk Dairesi Kararları   5. Hukuk Dairesi Kararları   6. Hukuk Dairesi Kararları   7. Hukuk Dairesi Kararları   8. Hukuk Dairesi Kararları   9. Hukuk Dairesi Kararları   10. Hukuk Dairesi Kararları   11. Hukuk Dairesi Kararları   12. Hukuk Dairesi Kararları   13. Hukuk Dairesi Kararları   14. Hukuk Dairesi Kararları   15. Hukuk Dairesi Kararları   16. Hukuk Dairesi Kararları   17. Hukuk Dairesi Kararları   18. Hukuk Dairesi Kararları   19. Hukuk Dairesi Kararları   20. Hukuk Dairesi Kararları   21. Hukuk Dairesi Kararları   22. Hukuk Dairesi Kararları   23. Hukuk Dairesi Kararları   BAM Hukuk M. Kararları   Yerel Mah. Kararları  


    Avukat Web Sitesi