Esas No: 2016/6947
Karar No: 2018/3638
Yargıtay 20. Hukuk Dairesi 2016/6947 Esas 2018/3638 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
DAVACILAR : ... ve Ark.
BİRLEŞEN DOSYA
DAVACILARI : Temel Buruk ve Ark.
Taraflar arasındaki davanın yapılan duruşması sonunda kurulan hükmün Yargıtayca incelenmesi davacılar ve davalı tarafından istenilmekle, süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya incelendi, gereği düşünüldü:
K A R A R
Davacı vekili sunmuş olduğu 25/06/2010 havale tarihli dilekçesi ile özetle; müvekkillerinin ...köyü 1159 parsel sayılı taşınmazda pay sahibi olduğunu, taşınmazın kıyı kenar çizgisi içinde kalması nedeni ile Hazine tarafından açılan dava sonucu taşınmazın 134,96 m2"sinin iptal edildiğini geriye 240,76 m2 alan kaldığını ancak bu alanda da değer azalması meydana geldiğini belirterek tapusu iptal edilen kısım için toplam 21,500 TL"nin, kalan alanda meydana gelen değer azalmasından dolayı ise toplam 4500 TL"nin tapu iptal kararının kesinleşme tarihinden işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Birleşen 2010/293 Esas sayılı dosya ise, aynı taşınmazın diğer malikleri tarafından aynı davalıya karşı açılmış, 1159 parsel sayılı taşınmazın kıyı kenarda tapusu iptal edilen kısım için 14000,00 TL, değer azalması meydana gelen kısım için ise 3000,00 TL"nin tapu iptal kararının kesinleşmesinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir
Mahkemece, asıl davanın kısmen kabulüne, birleşen davanın ise 1 yıllık zamanaşımı süresi içerisinde açılmadığı gerekçesi ile reddine karar verilmiş, davacı ve davalı tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 07/03/2013 tarih, 2012/15405 E.-2013/3380 K. sayılı ilamı ile hükmün bozulmasına karar verilmiştir
Hükmüne uyulan bozma ilamında özetle; “Hemen belirtmek gerekir ki; mahkemece asıl dava yönünden; davaya konu taşınmazın bir bölümünün kıyı kenar çizgisi içerinde kaldığından bahisle tapu kaydının iptalinden kaynaklan tazminat isteğinin kabulüne karar verilmiş olmasında kural olarak bir isabetsizlik yoktur. Ancak, bilindiği üzere; Mülkiyet hakkı gerek Anayasa ve yasalarla iç hukuk yönünden, gerekse Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve ek protokolleri ile kabul edilmiş temel haklardandır. (Anayasa Md. 35/1, AİHS Ek Prot. 1-1). Türk Medeni Kanununun 683. maddesinde de bir şeye malik olan kimsenin hukuk düzeninin sınırları içerisinde o şey üzerinde dilediği gibi kullanma, yararlanma ve tasarrufta bulunma yetkisi belirtilmiş, malikin malını haksız olarak elinde bulunduran kimseye karşı istihkak davası açabileceği gibi her türlü haksız elatmanın önlenmesini de dava konusu edebileceği hüküm altına alınmıştır. Yukarıda sözü edilen yasa ve sözleşmelerin hakkı tanımlayan maddelerini takip eden fıkralarda ifade edildiği gibi, mülkiyet hakkı da kamu yararının bulunduğu hallerde sınırlandırılabilir veya tamamen kaldırılabilir.
-2- 2016/6947-2018/3638
Devlet tarafından verilen, doğru esasa ve geçerli kayda dayalı tapu ile sağlanan mülkiyet hakkına değer verileceği kuşkusuzdur. Böyle bir yer, temel vasfı yani kamu malı olma niteliği değişmemekle birlikte, kişinin söz konusu tapuya dayalı hakkının yukarıda ifade edildiği gibi korunması gerekeceği muhakkaktır.
Aksi düşünce tarzının, Devletin verdiği tapunun geçersizliğini ileri sürerek, hiçbir karşılık ödemeksizin iptalini istemesi, geçerli kayda dayalı mülkiyet hakkı ile bağdaşmayacağı gibi, Devletin saygınlığını zedeler nitelikte bir tutum olacaktır.
Öte yandan, Anayasanın 40. maddesinin 3. fıkrasında “ kişinin resmi görevliler tarafından vaki haksız işlemler sonucu uğradığı zarar da kanuna göre Devletçe tazmin edilir.” Hükmü öngörülmüş, keza Anayasanın 129. maddenin 5. fıkrasında “ memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davalarının ancak idare aleyhine açılabileceği” açıklanmıştır. Medeni Kanununun 1007. maddesi bu bağlamda yorumlandığında, tapu sicillerinin tutulmasından ve bundan doğan zararlardan devletin sorumlu olacağı ilkesinin benimsendiği anlaşılmaktadır. Kanunun bu açık hükmünün kaynak olduğu devletin sorumluluğu tapu sicilinin tutulması sırasında, sicil memurunun hukuka aykırı işlemi ile sonuç arasında nedensellik bağının varlığı gerekli ise de eylem ya da işlemin kusura dayanması gerekmez. Zira Devletin sorumluluğu kusursuz sorumluluktur. Anılan ilke 27.3.1957 tarih ve 1/3 sayılı İnançları Birleştirme Kararı ile benimsenmiş, Borçlar Kanununun 55. maddesindeki (6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun 66. maddesi) sorumluluğun kusura dayanmadığı 22.6.1966 tarih 7/7 sayılı İnançları Birleştirme kararı ile de tekrarlanmıştır. Adam çalıştıran (somut olayda devlet) objektif özen eksikliğinin doğurduğu zarardan sorumludur. Çalışanın seçiminde, talimat vermede ve denetlenmesindeki eksiklik yada bozukluk nedeniyle çalışan çevre ve ilgililer için hakların kazanılması ve kullanılması açısından özel bir tehlike oluşturur. Kusursuz sorumluluk, tapu siciline bağlı çıkarların ve ayni hakların yanlış tescil sonucu sicile güven ilkesi yönünden değişmesi ya da yitirilmesi bu haklardan yoksun kalınması temeline dayanır. Çünkü sicillerin doğru tutulmasını üstlenen ve taahhüt eden devlet, aykırı kayıtlardan doğan zararları da ödemeyi taahhüt etmektedir. Dayanaksız ya da hukuksal duruma uymayan kayıtlar düzenlemek taşınmazın niteliğinde yanlışlıklar yapmak da aynı kapsamda düşünülmelidir.
Diğer taraftan, tapu sicil memurlarının sicilin hatalı tutulmasından sorumlu bulunacakları ilkesi yanında, sicilde yapılması gereken işlemi yapmamaları suretiyle ortaya çıkan olumsuz eylemlerin de aynı kapsamda düşünülmesi gerekeceğinde kuşku yoktur.
O halde, olayda davalı tapu sicil müdürlüğünün dolayısıyla Hazinenin Türk Medeni Kanununun 1007. (Medeni Kanunun 917. maddesi) maddesinden kaynaklanan sorumluluğunun dikkate alınması zorunludur. Bu bağlamda, çekişmeli taşınmazın değerinin belirlenmesi önem taşımaktadır.
Ancak, mahkemece, bu bağlamda yapılan soruşturma ve değerlendirmenin hüküm vermeye yeterli olduğu söylenemez. Hemen belirtilmelidir ki, davanın konusu olan bir taşınmazın değeri belirlenirken; cins ve nev"i, yüzölçümü, değeri etkileyebilecek tüm nitelik ve unsurlar, varsa imar durumu vergi beyanı, resmi kurumlarca yapılmış değer takdirleri, arazilerde taşınmaz malın mevki ve koşullarına göre olduğu gibi kullanılması durumunda getirebileceği net gelir; arsa ise emsal satışlara göre olması gereken satış değeri, taşınmazda yapı var ise, resmi birim fiatları, maliyet hesapları ve yıpranma payı ile bedelin saptanmasında etkili olacak diğer objektif ölçülerin gözönüne alınmasında zorunluluk vardır. Bunun sonucu olarak, arsa niteliğindeki taşınmazın emsalinin üstün ve eksik yönleri belirlenip karşılaştırma yapılarak zeminine; resmi birim fiatları esas alınıp yıpranma payının düşülerek üzerindeki muhdesat durumuna göre değerinin saptanması; taşınmazın tarım arazisi olması halinde net gelir üzerinden bilimsel yollarla değerinin belirlenmesi; her iki halde de yıpranma payının varsa değer kaybının düşülmesi, emsalin zorunluluk olmadıkça yakın ve benzer bölge ve yüzölçümlü olması, bu konuda taraflara emsal gösterme olanağının tanınması; bu yönden mahkemece de re"sen araştırma yapılması, bilirkişi kurullarının açıklanan hususları irdelemeye, saptamaya ve değerlendirmeye yetkin, sıfat ve yeteneğe sahip uzman bilirkişilerden oluşturulması icap eder.
-3- 2016/6947-2018/3638
Esasları yukarıda gösterilen tespitler yapılırken çekişmeli taşınmazın niteliğinin diğer deyişle arsa veya arazi olduğunun 17.4.1998 tarihli 1996/3 Esas ve 1998/1 sayılı İnançları Birleştirme Kararı içeriği ve sonucu ile birlikte gözetilmesi gerekeceği de kuşkusuzdur. Diğer yandan, Bakanlar Kurulunun 28.02.1983 gün ve 1983/6122 sayılı kararında değinildiği gibi, Belediye ve mücavir alan sınırları içinde kalan bir taşınmazın arsa niteliğinde olduğunun kabulü için uygulamalı (1/1000 ölçekli) imar planı ile iskan sahası olarak ayrılan yerlerde bulunması; imar planında yer almayan taşınmazın arsa sayılabilmesi için ise, belediye veya mücavir alan sınırları içinde ve belediye hizmetlerinden yararlanan meskun yerler arasında yer alması zorunluluğu da dikkate alınmalıdır.
Diğer yandan, bu tür bir davanın, davacının taşınmaz mülkiyetini yitirdiğinin kesinleştiği (iptal ve tescil davası kararının kesinleştiği) tarihten sonra açılabileceği; mülkiyetin kaybedildiği tarih itibariyle taşınmaz değerinin tespiti ve taşınmaz üzerinde bir bina var ise, kişinin yapılanmada iyiniyetli sayılıp sayılamayacağının tespiti bakımından bu binanın ne zaman ve hangi aşamada yapıldığı da gözden uzak tutulmamalıdır ve bu tür davaların, tapunun iptaline ilişkin hükmün kesinleşmesinden itibaren Borçlar Kanununun 125. maddesinde (6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun 146. maddesi) öngörülen 10 yıllık zamanaşımı süresi içerisinde açılması zorunludur.
Somut olaya gelince; mahkemece yukarıda belirlenen ilkeler çerçevesinde inceleme ve araştırma yapıldığını söyleyebilme olanağı olmadığı gibi birleşen davanın 10 yıllık zamanaşımı süresi içerisinde açıldığı da tartışmasızdır.
Hal böyle olunca, yukarıda belirlenen ilkeler çerçevesinde inceleme ve araştırma yapılarak varılacak sonuç çerçevesinde asıl dava ile birleşen dava hakkında bir karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ve eksik inceleme ile yetinilerek yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması doğru değildir.” gereğine değinilmiştir.
Mahkemece bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sırasında davacı vekili 11/009/2015 tarihli ıslah dilekçesi ile davacılardan ..., ..., ... için talep ettikleri 3000,00 TL tazminat miktarını ıslah ederek her bir davacı için ayrı ayrı 3911,00 TL"ye artırdıklarını, talep ettikleri tazminat miktarının toplamının 43000,00 TL iken bilirkişi raporunda belirlenen miktarın ise 43024,06 TL olduğunu belirterek toplam tazminat miktarını da 43024,00 TL"ye artırdıklarını tapu iptal kararının kesinleşmesinden itibaren ya da dava tarihinden faiz kararı verilmesini istemiştir.
Mahkemece; açılan davanın kısmen kabulü ile,
Davacıların tapusu iptal edilen ...ili, ...ilçesi, ...mahallesi ... mahalle mevkiinde kain; 1159 parseldeki taşınmaz için; davacı ..."a (Aydın oğlu) 11.531,03 TL, davacı ..."a 2.882,75 TL, davacı ..."a 2.882,75 TL, davacı ..."a 2.882,75 TL, birleşen dosya davacısı ..."a 2.882,75 TL, birleşen dosya davacısı ..."a 1.235,46 TL, birleşen dosya davacısı Afet Kanber"e 1.235,46 TL, birleşen dosya davacısı ..."a 1.235,46 TL, birleşen dosya davacısı ..."a 1.235,46 TL, birleşen dosya davacısı ..."a (Temel oğlu) 1.235,46 TL, birleşen dosya davacısı ..."a 1.235,46 TL, birleşen dosya davacısı ..."a 308,86 TL, birleşen dosya davacısı ..."a 308,86 TL, birleşen dosya davacısı Temel Buruk"a 308,86 TL, birleşen dosya davacısı ..."na 308,86 TL, olmak üzere toplam 31.710,23 TL tazminatın davalıdan alınarak davacılara verilmesine fazlaya ilişkin talebin reddine, davacılar için hükmedilen 20.179,28 TL tazminata dava tarihinden (25/06/2010) itibaren yasal faiz uygulanmasına, birleşen dosya davacıları için hükmedilen 11.530,95 TL tazminata dava tarihinden (14/09/2010) itibaren yasal faiz uygulanmasına, karar verilmiş, hüküm davacılar ve davalı tarafından temyiz edilmiştir.
Dava, TMK’nın 1007. maddesine dayalı tazminat istemine ilişkindir.
Mahkemece verilen karar usûl ve kanuna aykırıdır. Şöyle ki; davacı vekili, asıl dosyaya sunduğu dava dilekçesi ile 26.000,00.-TL, birleşen dava dosyasındaki dava dilekçesi ile 17000,00 TL tazminat isteminde bulunmuş her bir dosyada maktu harç yatırmıştır.
-4- 2016/6947-2018/3638
Tapu sicilinin yanlış tutulması nedeniyle uğranılan zararın 4721 sayılı TMK"nın 1007. maddesi uyarınca tazmini istemine ilişkin davalar nisbi harca tâbi davalardandır.
492 sayılı Harçlar Kanununun 32. maddesinin birinci cümlesinde "Yargı işlemlerinden alınacak harçlar ödenmedikçe müteakip işlemler yapılmaz. Ancak ilgilisi tarafından ödenmeyen harçları diğer taraf öderse işleme devam olunmakla beraber bu para muhakeme neticesinde ayrıca bir isteğe hacet kalmaksızın hükümde nazara alınır" hükmüne yer verilmiştir.
Harçlar Kanununda, harç alınması veya tamamlanması yanların isteğine bırakılmamış; değinilen yönün mahkemece kendiliğinden (re"sen) gözetilmesi hükme bağlanmış ve yargı işlemlerinden alınacak harçlar ödenmedikçe müteakip işlemlerin yapılamayacağı vurgulanmıştır. Nitekim bu ilkeler, Hukuk Genel Kurulunun 12.10.2011 gün ve E: 2011/3-629, K: 2011/613 ile 23.10.2013 gün ve E: 2013/7-31, K: 2013/1481, 24.12.2013 gün ve 2013/21- 445 E. - 2013/1625 K. sayılı ilâmlarında da benimsenmiştir.
Davacı taraf, 492 sayılı Kanun kapsamında kendisi harçtan muaf olmadığı gibi, işlemi de yargı harçlarından müstesna değildir. Davacının yargı harçlarını ödeme yükümü altında olduğu anlaşıldığına göre, dava değeri üzerinden nisbi tarifeye göre dava harcı ödenmedikçe eldeki davaya devam etme olanağı bulunmamaktadır. Davalı taraf harçtan muaf olsa dahi dava harcının alınması gerekir.
Mahkemece, yukarıda açıklanan yasal düzenlemeler ve ortaya konulan ilkeler gözardı edilerek, dava harcı tamamlanmadan yargılamaya devamla işin esası hakkında hüküm kurulmuştur.
Bu durumda mahkemece; yürürlükteki harçlar tarifesi uyarınca dava edilen değer üzerinden dava harcını ödemesi konusunda davacıya usulünce süre verilip harç tamamlanırsa dava edilen miktar üzerinden hüküm kurulması gerekirken, harcı tamamlanmayan dava dilekçesine değer verilerek yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir.
Bundan başka davacı ıslah dilekçesi ile talep ettiği tazminat miktarını artırmış ve mahkemece davacılardan ..., ..., ... için ıslah dilekçesi ile artırılan miktar dikkate alınarak hüküm kurulmuş ise de; Yargıtay İçtihatları Birleştirme Genel Kurulunun 06/05/2016 tarih ve 2015/1 Esas - 2016/1 sayılı kararı ile “Her ne sebeple verilirse verilsin bozmadan sonra ıslah yapılamayacağına dair 04.02.1948 tarih ve 1944/10 E. 1948/3 K. sayılı YİBK’nın değiştirilmesine gerek olmadığına” dair kararı uyarınca bozmadan sonra ıslah yapılması mümkün olmadığından, davacıların ıslah talebi dikkate alınarak karar verilmesi de doğru değildir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle; davalı Hazine vekilinin temyiz itirazlarının kabulüyle hükmün açıklanan nedenden dolayı BOZULMASINA, davacının temyiz itirazlarının incelenmesine ve bozma nedenine göre diğer hususların bu aşamada incelenmesine yer olmadığına, temyiz harcının istek halinde iadesine 10/05/2018 günü oy birliği ile karar verildi.
Bu alandan sadece bu kararla ilintili POST üretebilirsiniz. Bu karardan bağımsız tamamen kendinize özel POST üretmek için TIKLAYINIZ
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.