Esas No: 1985/1
Karar No: 1986/4
Karar Tarihi: 25/02/1986
AYM 1985/1 Esas 1986/4 Karar Sayılı Norm Denetimi İlamı
Esas Sayısı: 1985/1
Karar Sayısı: 1986/4
Karar Günü : 25/2/1986
R.G .Tarih-Sayı : 10.07.1986-19160
İPTAL DAVASINI AÇAN : TBMM Anamuhalefet Partisi (Halkçı Parti) Mecli Grubu adına Grup Başkanı Necdet CALP.
İPTAL DAVASININ KONUSU : 1/12/1984 günlü, 18592 sayılı Resmî Gazete"de yayımlanan 27/11/1984 günlü, 3086 sayılı Kıyı Kanununun 4., 5., 6., 9., 12., 13., 17. maddelerinin ve Geçici 2. maddesinin Anayasanın Başlangıç kısmıyla kimi maddelerine aykırılığı nedeniyle iptali istemidir.
II- METİNLER :
A) 27.11.1984 günlü, 3088 sayılı Kanunun iptali istenilen hükümleri :
"Madde 4. - Bu Kanunda geçen deyimlerden;
Kıyı Çizgisi : Deniz, tabii ve sunî göl ve akarsularda, taşkın durumları dışında, suyun karaya değdiği noktaların birleşmesinden oluşan çizgiyi,
Kıyı Kenar Çizgisi : Deniz, tabii ve sunî göl ve akarsularda kıyı çizgisinden sonra kara yönünde devam eden, su hareketlerinin oluşturduğu kumluk, çakıllık, taşlık, sazlık, bataklık alanın tabii sınırını,
Kıyı : Kıyı çizgisi ile kıyı kenar çizgisi arasındaki alanı,
Sahil Şeridi : Kıyı kenar çizgisinden itibaren kara yönünde, imar planlı yerlerde yatay olarak en az 10 metre, diğer yerlerde en az 30 metre genişliğindeki alanı,
Dar Kıyı : Kıyı kenar çizgisinin kıyı çizgisi ile çakışmasını ifade eder."
"Madde 5. - Kıyılar ile ilgili genel esaslar aşağıda belirtilmiştir :
Kıyılar, Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır. Kıyılar, herkesin eşit ve serbest olarak yararlanmasına açıktır.
Kıyı ve sahil şeritlerinden yararlanmada öncelikle kamu yararı gözetilir.
Kıyıda ve sahil şeridinde planlama ve uygulama yapılabilmesi için kıyı kenar çizgisinin tespiti zorunludur.
Ancak, kıyı kenar çizgisinin tespit edilmediği bölgede yapılanma talebi vukuunda talep tarihini takip eden üç ay içinde kıyı kenar çizgisinin tespiti mecburidir.
Plan kararı ile doldurulan ve tahkimat yapılan kıyıda meydana gelen değişiklik sebebi ile kıyı kenar çizgisi yeniden tespit edilir.
"Madde 6. - Kıyıda ancak plan kararıyla, deniz, tabii ve sunî göl ve akarsuların kamu yararına kullanımını kolaylaştırmak veya kıyıyı korum,ak amacına yönelik olan yapı ve tesisler, faaliyetlerinin özellikleri gereği tersane, fabrika, santral, su ürünlerine dayalı sanayi tesisleri, gemi sökme yeri ve sair kıyıda yapılması zorunlu tesisler ile eğitim, spor veya turizm amaçlı tesisler yapılabilir.
Bu yapı ve tesisler yapım amaçları dışında kullanılamaz ve eğitim tesisleri ile spor veya turizm amaçlı yapılanmalar da kıyı geçişi engellenecek şekilde kapatılamaz.
Kamu önceliği olan yerler dışında plan kararları ile özel yapılanmalara da izin verilebilir. Bu plan kararları Bakanlar Kurulunca onaylanmadan tatbik edilemez. Ancak bu tür yapılanmalarda da kıyı geçişi engellenecek şekilde kapatılamaz."
"Madde 9. - Sahil şeridi, kıyı kenar çizgisinden itibaren kara yönünde imar planı olan yerlerde 10 metreden, diğer yerlerde 30 metreden az olamaz."
"Madde 12.- 6 ncı madde hükümlerine göre kıyıda yapılacak yapılar için Maliye ve Gümrük Bakanlığınca gerekli tahsis belgesi verilir.
Yapı ruhsatı verilmesinde ayrıca tapu aranmaz.
Ancak, tersane, fabrika, santral, su ürünlerine dayalı sanayi tesisi, gemi sökme yerleri gibi kıyıda yapılması zorunlu tesisler için kullanılan ve kıyıda kalan arazi hazine adına tapuya tescil edilir."
"Madde 13.- Sahil şeridinde toplumun yararlanmasına ayrılan yerlerde yapılanma izni verilebilmesi için bu niteliğin tapu kütüğünün beyanlar hanesine işlenmesi mecburidir."
"Madde 17.- Bu Kanunun uygulanması ile ilgili yönetmelik, kanunun yayımından itibaren 3 ay içinde Bayındırlık ve İskan Bakanlığınca hazırlanır."
"Geçici Madde 2.- 1972 yılından önce kıyıda doğmuş özel mülkiyete konu yapılar ile bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önceki, mevzuata ve imar planına uygun olarak yapılan yapılar hakkında bu Kanun hükümleri uygulanmaz.
Birinci fıkrada sözü edilen yapılara eklenti yapılamaz. Ancak bu yapıların herhangi bir sebeple yıkılması halinde 6 ncı madde hükümlerine göre yapılanmaya izin verilir.
Kıyı ve sahil şeridinde Hazineye ait arazi ve arsalar ile Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerler üzerinde gerçek ve tüzel kişiler tarafından 1 Ekim 1983 tarihinden önce izinsiz ve kaçak olarak inşa edilen liman, iskele, rıhtım, balıkçı barınağı ve dayanma duvarları gibi kıyıda bulunması zorunlu tesisler ile sanayi ve turizm tesislerinden ilgili Bakanlıklarca millî ekonomiye katkısı veya kamu yararı olduğu kararlaştırılanlar hakkında 12 nci madde hükümleri uygulanır. Bu arsa ve araziler, Maliye ve Gümrük Bakanlığınca, kullananlara veya tesis sahiplerine kiraya verilebilir."
B) Dayanılan Anayasa Kuralları :
"BAŞLANGIÇ
Ebedî Türk vatan ve milletinin bütünlüğüne ve kutsal Türk Devletinin varlığına karşı, Cumhuriyet devrinde benzeri görülmemiş bölücü ve yıkıcı kanlı bir iç savaşın gerçekleşme noktasına yaklaştığı sırada;
Türk Milletinin ayrılmaz parçası olan Türk Silahlı Kuvvetlerinin, milletin çağrısıyla gerçekleştirdiği 12 Eylül 1980 harekatı sonucunda, Türk Milletinin meşru temsilcileri olan Danışma Meclisince hazırlanıp, Milli Güvenlik Konseyince son şekli verilerek Türk Milleti tarafından kabul ve tasvip ve doğrudan doğruya O"nun eliyle vazolunan bu ANAYASA;
- Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu, ölümsüz önder ve eşsiz kahraman Atatürk"ün belirlediği milliyetçilik anlayışı ve O"nun inkılap ve ilkeleri doğrultusunda;
- Dünya milletler ailesinin eşit haklara sahip şerefli bir üyesi olarak; Türkiye Cumhuriyetinin ilelebet varlığı, refahı, maddî ve manevî mutluluğu ile çağdaş medeniyet düzeyine ulaşma azmi yönünde;
- Millet iradesinin mutlak üstünlüğü, egemenliğin kayıtsız şartsız Türk Milletine ait olduğu ve bunu millet adına kullanmağa yetkili kılınan hiçbir kişi ve kuruluşun, bu Anayasada gösterilen hürriyetçi demokrasi ve bunun icaplarıyla belirlenmiş hukuk düzeni dışına çıkamayacağı;
- Kuvvetler ayrımının, Devlet organları arasında üstünlük sıralaması anlamına gelmeyip, belli Devlet yetkilerinin kullanılmasından ibaret ve bununla sınırlı medenî bir işbölümü ve işbirliği olduğu ve üstünlüğün ancak Anayasa ve kanunlarda bulunduğu;
- Hiçbir düşünce ve mülahazanın Türk millî menfaatlerinin, Türk varlığının Devleti ve ülkesiyle bölünmezliği esasının Türklüğün tarihî ve manevî değerlerinin, Atatürk milliyetçiliği, ilke ve inkılapları ve medeniyetçiliğinin karşısında korunma göremeyeceği ve laiklik ilkesinin gereği kutsal din duygularının Devlet işlerine ve politikaya kesinlikle karıştırılmayacağı;
- Her Türk vatandaşının bu Anayasadaki temel hak ve hürriyetlerden eşitlik ve sosyal adalet gereklerince yararlanarak millî kültür, medeniyet ve hukuk düzeni içinde onurlu bir hayat sürdürme ve maddî ve manevî varlığını bu yönde geliştirme hak ve yetkisine doğuştan sahip olduğu;
- Topluca Türk vatandaşlarının millî gurur ve iftiharlarda, milli sevinç ve kederlerde, milli varlığa karşı hak ve ödevlerde, nimet ve külfetlerde ve millet hayatının her türlü tecellisinde ortak olduğu, birbirinin hak ve hürriyetine kesin saygı, karşılıklı içten sevgi ve kardeşlik duygularıyla ve "Yurtta sulh, cihanda sulh" arzu ve inancı içinde, huzurlu bir hayat talebine hakları bulunduğu;
FİKİR, İNANÇ VE KARARIYLA anlaşılmak, sözüne ve ruhuna bu yönde saygı ve mutlak sadakatle yorumlanıp uygulanmak üzere,
TÜRK MİLLETİ TARAFINDAN, demokrasiye aşık Türk evlatlarının vatan ve millet sevgisine emanet ve tevdi olunur."
"Madde 2.- Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir.
"Madde 10.- Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayrım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.
Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.
Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar."
"Madde 43.- Kıyılar, Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır.
Deniz, göl ve akarsu kıyılarıyla, deniz ve göllerin kıyılarını çevreleyen sahil şeritlerinden yararlanmada öncelikle kamu yararı gözetilir.
Kıyılarla sahil şeritlerinin, kullanılış amaçlarına göre derinliği ve kişilerin bu yerlerden yararlanma imkan ve şartları kanunla düzenlenir."
"Madde 46/3.- Kamulaştırma bedeli, nakden ve peşin olarak ödenir. Ancak tarım reformunun uygulanması, büyük enerji ve sulama projeleri ile iskan projelerinin gerçekleştirilmesi, yeni ormanların yetiştirilmesi, kıyıların korunması ve turizm amacıyla kamulaştırılan toprakların bedellerinin ödenme şekli kanunla gösterilir. Kanunun taksitle ödemeyi öngörebileceği bu hallerde, taksitlendirme süresi beş yılı aşamaz; bu takdirde taksitler eşit olarak ödenir ve peşin ödenmeyen kısım Devlet borçları için öngörülen en yüksek faiz haddine bağlanır."
III - İLK İNCELEME :
Anayasa Mahkemesi İçtüzüğünün 15. maddesi uyarınca, Ahmet H. Boyacıoğlu, H. Semih Özmert, Necdet Darıcıoğlu, Yekta Güngör Özden, Orhan Onar, Muammer Turan, Mehmet Çınarlı, Selahattin Metin, Servet Tüzün, Mahmut C. Cuhruk ve Osman Mikdat Kılıç"ın katılmalarıyla 5/2/1985 gününde yapılan ilk inceleme toplantısında, davanın Anamuhalefet Partisi olan Halkçı Parti Grubu Genel Kurulu"nun üye tamsayısının salt çoğunluğuyla aldığı karar üzerine ve süresinde açıldığı, böylece dosyada bir eksiklik bulunmadığı anlaşıldığından işin esasının incelenmesine karar verilmiştir.
IV - ESASIN İNCELENMESİ :
A) Sözlü açıklama :
İşin esasını incelemek üzere H. Semih Özmert, Orhan Onar, Necdet Darıcıoğlu, Kenan Terzioğlu, Yılmaz Aliefendioğlu, Muammer Turan, Mehmet Çınarlı, Selahattin Metin, Servet Tüzün, Mahmut C. Cuhruk ve Mustafa Şahin"in katılmalarıyla 12/12/1985 günü yapılan toplantıda, "Anayasa"nın 149. ve Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun"un 30. maddesi uyarınca, T.B.M.M. Anamuhalefet Partisi Grubu adına Grup Başkanı ile diğer ilgililerin sözlü açıklamalarının dinlenmesine ve bunların 8/1/1986 Çarşamba günü saat 10.00"da Anayasa Mahkemesi"nde hazır bulundurulmaları için Başbakanlığa ve S.H.P. Grup Başkanlığına tebligat yapılmasına," Servet Tüzün, Mahmut C. Cuhruk ve Mustafa Şahin"in (Sözlü açıklamaya gerek olmadığı) yolundaki karşıoyu ve oyçokluğu ile karar verilmiş ve 8/1/1986 gününde yapılan toplantıda, sözlü açıklamalarda bulunmak üzere Başbakanlıkça görevlendirilen Bayındırlık ve İskan Bakanı İ. Safa Giray ile T.B.M.M. Anamuhalefet Partisi Grup Başkanını temsilen gelen Grup Başkanvekili M. Seyfi Oktay dinlenmişlerdir.
1- Bayındırlık ve İskan Bakanının yaptığı sözlü açıklamada, 3086 sayılı Yasanın hazırlanmasına etken olan düşüncelere yer verdikten sonra maddeler üzerindeki görüşlerini belirtmiştir.
İleri sürülen görüşler özetle şöyledir :
Kanun maddeleri, Anayasa"nın 43. maddesi çerçevesinde, uygulama da dikkate alınarak hazırlanmıştır.
Kanun"da kıyı ve sahil şeridi tanımlarının yanısıra, Edremit Körfezi ve Antalya kıyılarında görüldüğü gibi, tamamen dik bir falez durumunda alan kıyıları belirlemek amacıyla dar kıyı tanımlamasına yer verilmiş, ancak bu kıyılarda da sahil şeridi muhafaza edilmiştir.
Kıyı kenar çizgisi belirlenirken, buna kayalıkların ilave edilmemesinin nedeni, burada "su hareketlerinin oluşturduğu alan" kıstasının esas alınması ve takdiri bir tanımlamaya yer verilmiş olmasındandır. Ayrıca kazanılmış hak olarak sahipli kayalıkların dar olabileceği düşünülmüştür.
Sahil şeridi uygulamada planlı yerlerde 10, plansız yerlerde 30 metre olarak saptandığından, kıyıları daha iyi korumak amacıyla bu limitlerin aşılması halinde, büyük kamulaştırma sorunlarının ortaya çıkacağı düşünülerek belirtilen ölçüler yeterli görülmüştür; esasen Anayasa da bu konuda herhangi bir sınır koymamıştır.
Deniz kenarında kurulduğu takdirde ekonomik olabilecek bazı tesisler vardır. Deniz suyunu kullanan veya deniz ürünlerini işleyen fabrikalar, soğutma amacıyla denizden yararlanan santrallar bu türdendir. Bunların yapılabilmesi için 6. maddede, kıyıda yapılacak tesisler arasında fabrika da sayılmıştır. Aynı maddede yer alan "kamu önceliği olan yerler dışında plan kararları ile özel yapılanmalara da izin verilebilir" biçimindeki hükümle, özel kişilere ait büyük araziler içinde sunî olarak oluşturulan, sulama ve sair amaçlarla da kullanılabilen göllerin yapımına imkan tanınmak istenmiştir. Bunların kamu mali sayılması olanağı yoktur. Bu maddede "kamu önceliği" deyimi ile kıyıda ve sahil şeridinde yapılacak tesislerin bir ücret karşılığında veya ücretsiz olarak kamuya açık olması gerektiği anlatılmak istenmiştir.
Kanun"un 13. maddesinde "toplumun yararlanmasına ayrılan yerlerde" ibaresinin kullanılmış bulunması karışıklığa neden olmaktadır. Böyle bir ayırıma gitmeden, doğrudan doğruya "sahil şeridinde yapılanma izni verilebilmesi için" denilmesi gerekirdi. Sahil şeridi, zaten toplumun yararlanmasına ayrılan yerdir.
2- T.B.M.M. Anamuhalefet Partisi Grup Başkanını temsil eden Grup Başkanvekili M. Seyfi Oktay"ın sözlü açıklamasında ise; dava dilekçesine ek olarak ileri sürülen görüşler özetle şöyledir :
- Ülkemizde son 35 yıl içerisinde kentleşme, iç ve dış turizm hareketlerinin yoğunlaşması, kıyılarımızın daha çok değer ,kaz,anmasına yol açmıştır. Bilindiği gibi doğada kıyılar sınırlıdır. Cumhuriyet döneminde yasalar, kıyıları herkesin eşit ve özgür olarak ortaklaşa yararlanmasına açık tutmayı amaçlamıştır. Ancak yasalarda bırakılan açık kapılar adeta kıyı yağmacılığına neden olmuştur. Böylesine bir ortam içinde getirilen Anayasanın 43. maddesi karşısında, Kıyı Kanununun sahil şeridinin genişliğini düzenleyen hükmü ile kamu yararının korunması mümkün değildir.
-Dünyanın bir çok kıyı ülkelerinde kıyılar kamuya aittir. Bu ülkelere İsrail, İsveç, İtalya, İspanya ve Tunus örnek olarak gösterilebilir.
- Dava konusu Kanun, temel felsefesi itibariyle kamulaştırmayı ortadan kaldıran, özelleştirmeye ağırlık veren ve geçmişte ülkemizde uygulanan bir çok yasanın daha gerisinde kalan hükümleri taşımaktadır.
- Kıyıların kullanılması, korunması ve geliştirilmesi gerçekte ülke topraklarının, doğal kaynakların toplum yararına kullanılması sorununun bir parçasıdır. Anılan Kanun ile bu sorunun çözümlenmesi olanağı yoktur.
B) İnceleme :
İşin esasına ilişkin rapor, dava dilekçesi, iptali istenilen Yasa hükümleri, Anayasa"ya aykırılık iddiasına dayanak yapıl,an Anayasa maddeleri, bunlarla ilgili gerekçeler ve öteki metinler ile sözü edilen açıklamalara ilişkin tutanaklar incelendikten sonra, gereği görüşülüp düşünüldü :
1- 3086 sayılı Kanun"un dava konusu 4. maddesinin Anayasa"ya aykırılığı sorunu :
Bu maddede; kıyı çizgisi, kıyı kenar çizgisi, kıyı, sahil şeridi ve dar kıyı deyimlerine yer verilmiştir.
Dava dilekçesinin, anılan madde ile ilgili gerekçesinde özetle : "kıyı kenar çizgisi" tanımlanırken sayılan kumluk, çakıllık, taşlık, sazlık, bataklık gibi yerler arasında gösterilmeyen kayalıkların, bu suretle "kıyı olmaktan çıkarıldığı, Medenî Kanunun 641. maddesinde kayaların kimsenin mülkü olmadığının belirtildiği, 6785 sayılı İmar Kanununun Ek 7. ve Ek 8. maddelerine göre düzenlenen yönetmeliğin 1.05/b maddesinde, kıyı tanımı yapılırken "kumluk, çakıllık, taşlık, sazlık, bataklık" ibarelerinin yanı sıra kayalıkların da yer aldığı, Türkiye kıyıları gözönüne alındığında, böyle bir düzenlemenin, Anayasanın açık hükmünün uygulanmasını engelleyecek biçimde saptırmalara yol açacağı, bu nedenlerle sözü edilen maddenin "kıyı kenar çizgisi"ni belirleyen kısmının Anayasa"nın 43. maddesinin birinci fıkrasına aykırı olduğu, yine Kanunun 4. ve 9. maddelerinde sahil şeridi genişliğinin imar planlı yerlerde en az 10 metre, diğer yerlerde en az 30 metre olarak kabul edilmesinin ülke gerçeklerine ve bugüne kadar yapılan uygulamalara ters düştüğü, gelecek kuşakları düşünmeyen, bu hükmün kıyı yağmasına yol açacağı, 6785 sayılı Kanuna Ek 7. ve Ek 8. maddelerine göre uzun ve ciddi çalışmalardan sonra hazırlanan yönetmeliğin 1.08. maddesinde, deniz ve göl kenarlarında kara yönünde en az 100 metre genişlikteki şerit içinde toplumun yararlanmasına ayrılmayan yapı yapılmasına ve yapılanların da değiştirilmesine imkan verilmediği, doğal kaynak niteliğindeki kıyıları, diğer doğal kaynaklar gibi, gelecek kuşakları da kapayacak biçimde ele almak gerekeceği, geçmişte Anayasa"da kıyılarla ilgili hüküm bulunmadığı zamanda kanun ve yönetmeliklerle korunan "kamu yararı"nın, Anayasal güvenceye kavuşturulduğunda, Anayasa"ya uymak görünümü altında yok edilmek durumunda bırakıldığı öne sürülmüştür.
Anayasa"nın, "kıyılardan yararlanma" başlıklı 43. maddesinde; kıyıların, Devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu, deniz, göl ve akarsu Kıyılarıyla, deniz ve göllerin kıyılarını çevreleyen sahil şeritlerinden yararlanmada öncelikle kamu yararının gözetileceği ve kıyılarla sahil şeritlerinin, kullanış amaçlarına göre derinliği ve kişilerin bu yerlerden yararlanma imkan ve şartlarının kanunla düzenleneceği. öngörülmüştür.
Bu madde bütünüyle incelendiğinde; Anayasa Koyucunun, Kıyıyı; yalnız deniz, göl ve akarsuya bitişik, bir doğa parçası değil çok boyutlu kavram olarak öngördüğü ,anlaşılmaktadır. Zira, Anayasa"nın 43. maddesinde "kıyılardan yararlanma" koşulları düzenlenirken Anayasa"nın 168. maddesinde olduğu gibi sadece kıyıların Devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğunun belirtilmesi ile yetinilmeyip ayrıca deniz, göl ve akarsu kıyılarıyla, deniz ve göllerin kıyılarını çevreleyen sahil şeritlerinden yararlanmada öncelikle kamu yararının gözetileceği ve kıyılarla sahil şeritlerinin, kullanış ,amaçlarına göre derinliği ve kişilerin bu yerlerden yararlanma imkan ve şartlarının kanunla düzenleneceğine ilişkin kurallara da yer verilmiştir.
Anayasa"ya aykırılık sorunu bakımından önemli olan ve açıklığa kavuşturulması gereken husus yukarıda belirtilen "kıyılar" ve "sahil şeritleri" ile ilgili deyimler olmaktadır.
Kıyılar. deniz ve göllerin devamı olup, bunlardan ayrılması mümkün olmadığı cihetle deniz ve göllerden yararlanmak ancak kıyının kullanımının herkese açık olması ile sağlanabilecektir. Esasen Türk hukuku açısından bu konu, Anayasa"nın 43. maddesinde kıyıların, 168. maddesinde de tabii servetler ve kaynakların, Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunduğu biçiminde hükme bağlanmıştır. Öte yandan 1982 Anayasasında da 1961 Anayasasındaki gibi kıyılar, "Tabii kaynaklar ve servetler" den kabul edilmiş; ayrıca, ülkemiz açısından giderek artan ekonomik ve sosyal değerleri gözönünde bulundurularak bu konuda özel düzenlemeye gidilmiştir. Bu husus Anayasa"nın 43. ve 46/3. maddelerinin içerikleri ve gerekçelerinden anlaşılmaktadır.
Anayasa Mahkemesinin 16/2/1965 günlü E: 1963/126, K: 1965/7 sayılı kararında, 1961 Anayasası"nın 130. maddesinde yer alan doğal servet ve kaynakların "Devletin hüküm ve tasarrufu altında olma" sının ne anlama geldiği açıklanmıştır. Bu karara göre "...Anayasa" tabii servetleri ve kaynaklarını Medeni Kanun hükümlerine bağlı özel mülkiyet düzeninin kapsamı dışında bırakmakta, onlara, Devletin Devlet olma niteliği ile eli altında tuttuğu nesneler düzeni içinde yer vermektedir: Her iki düzen başka başka koşullara ve kurallara bağlıdır; değişik niteliktedir; aralarında birbirlerine karıştırılmalarını önleyecek bellilik ve kesinlikte sınırlar vardır. Anayasa"nın 130. maddesi tabii servetlerin ve kaynakların Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunduğunu açıklamakla aynı zamanda bunların mülkiyet konusu olamayacağını da hükme bağlamıştır... Aslında mülkiyet düzenine bağlı bulunmayan bir nesnede mülkiyetin devri de öncelikle söz konusu olamaz". Doğal niteliği itibariyle herkesin serbestçe yararlanmasına açık ve bu nedenle bir kamu malı olan kıyının, kendisine, doğal servet ve kaynak niteliği kazandıran özelliklerini yitirmemesi için, özel bir korunmaya alınması gereklidir. Bu konuda 6785 sayılı İmar Kanununun Ek 7. ve Ek 8. maddelerine göre çıkarılan yönetmelik; herkesin kıyılardan mutlak bir eşitlik ve serbestlikle yararlanmasını sağlamak, Kıyıların doğal yapısının değiştirilmesini önlemek ve atıklarla kirletilmesini engellemek için hükümler getirilmiş ise de; anılan yönetmelik İmar Kanunu ile birlikte yürürlükten kalktığından bu hükümlerin uygulanmaları olanağı da kalmamıştır. Kıyılar yönünden yeni düzenleme getiren 3086 sayılı Kıyı Kanunu ile buna dayanılarak çıkarılan 18/5/1985 günlü, 18758 sayılı Resmî Gazete"de yayımlanan yönetmelikte kıyıların korunmasına yeterli hükümlerin yer almadığı görülmektedir. Her ne kadar 3086 sayılı Kanunun 1. maddesinde "Bu Kanun, deniz, tabii ve sunî göl ve akarsu kıyıları ile bu yerlerin etkisinde olan ve devamı niteliğinde bulunan sahil şeritlerinde, bu yerlerin özelliklerini gözeterek koruma ve kullanma esaslarını tesbit etmek amacıyla düzenlenmiştir." hükmüne yer verilerek kıyıları özel bir korumaya alan Anayasa"nın 43. maddesi amacına uygunluk sağlanmak istenmişse de, düzenlemenin Anayasa"nın anılan maddesiyle güdülen amacı gerçekleştirdiğinden söz etmek mümkün değildir.
Yabancı ülkelerde olduğu gibi ülkemizde de sanayileşme ve kentleşmenin yoğunlaşması ile birlikte artan turizm ve dinlenme ihtiyacının karşılanması bakımından kıyılardan yararlanma isteğinin artmış olması; bu yerlerden sosyal adalet gereği çok sayıda kişinin yararlanmasını sağlamak ve ayrıca tabii servet ve kaynak olarak değerinin korunmasına yönelik önlemlerin alınmasını da beraberinde getirmiştir. Bugün bu yerler artık salt kara ile su arasında bir sınır çizgisi biçiminde değil, denizden karaya doğru şeritler halinde uzanan, kıyının kullanım ve korunmasını sağlayan ve buranın doğal yapısına uygun olarak uzunlamasına ve derinlemesine olmak üzere iki boyuttu bir takım bölgeleri kapsayan bir alan olarak kabul edilmektedir. Nitekim Anayasa"nın kamulaştırma ile ilgili 46/3. maddesinde, yukarıda belirtilen kamusal ihtiyacın yeterince karşılanabilmesi için kıyıların korunması amacına yönelik kamulaştırılmaya ilişkin özel bir düzenlemeye gidilmiş olması da, kıyılara verilen önemi göstermektedir.
Anayasa Mahkemesinin sözü edilen kararında belirtildiği gibi, Türk hukuku açısından "Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunma" özel mülkiyete konu olmama anlamına gelmektedir. Anayasa"nın 43/1. maddesinde kıyıların, Devlet hüküm ve tasarrufu altında olduğu belirtildiğine göre kıyı çizgisi ile kıyı kenar çizgisi arasında kalan alanda özel mülkiyet ilişkisi kurulmasa mümkün değildir. 3086 sayılı Kanunun 4. maddesinde kıyı çizgisi ve kıyı tanımları yapılırken jeolojik bakımdan kıyı sayılması gereken kayalıklara yer verilmemiştir. Bu durumda kıyı kapsamındaki kayalıklar, Anayasa"nın Devletin hüküm ve tasarrufu altında olma kuralı dışında kalmaktadır. Öte yandan bu maddede, "kıyı kenar çizgisi" tanımı içinde kayalık alanların yer almamış olması, yasa koyucunun bir unutkanlığından kaynaklanmamaktadır. Zira, maddenin T.B.M.M."de görüşülmesi sırasında "kayalıklar"ın metne ilave edilmesi hususunda verilen bir önerge reddedilmiştir. Eğer yasa koyucu; kıyı kenar çizgisini tanımlarken tek tek sayma yöntemi yerine kumluk, çakıllık, taşlık, sazlık, bataklık sözcüklerinden sonra "gibi" sözcüğünü kullanmış olsaydı, belki Anayasa"ya aykırılıktan söz edilemezdi. Çünkü o zaman yasa koyucunun kıyı alanı kapsamına giren yerleri tanımlamak için örnek verdiği düşünülerek bu sayılanlar arasında bulunmasa bile, benzer özellikler gösteren alanlar da kıyı olarak kabul edilebilir ve bu şekildeki tanım Anayasa"ya uygun görülebilirdi.
3086 sayılı Kanunun 4. maddesinin Anayasa"ya aykırılığı konusunda ileri sürülen ikinci iddia; kıyıda imar planlı yerlerde 10, diğer yerlerde 30 metre genişliğindeki alanın sahil şeridi olarak ayrılmasına ilişkin bulunmaktadır. Dava dilekçesinde bu konu ile ilgili olarak; sahil şeridinin dar tutulmasının kamu yararı kavramını gerçekleştiremeyeceği, bu durumun daha önce yürürlükte bulunan yönetmelik uyarınca yapılan uygulamalara da ters düştüğü, geçmişte Anayasa"da kıyılarla ilgili hüküm bulunmadığı sırada kanun ve yönetmeliklerle korunan, "kamu yararı"nın Anayasal güvenceye ulaştırıldığında adeta yok edilmek durumunda bırakıldığı öne sürülmüştür. Anayasa"nın sahil şeridi ile ilgili 43. maddesinin ikinci ve son fıkrası, "Deniz, göl ve akarsu kıyılarıyla, deniz ve göllerin kıyılarını çevreleyen sahil şeritlerinden yararlanmada öncelikle kamu yararı gözetilir.
Kıyılarla sahil şeritlerinin, kullanılış amaçlarına göre derinliği ve kişilerin bu yerlerden yararlanma imkan ve şartları kanunla düzenlenir" şeklindedir.
Bu iki fıkranın birlikte incelenmesinden, Anayasa"nın kıyılardan yararlanma için sadece kıyı alanının belirlenmesini yeterli görmediği, kıyıların devamı olan ve onu çevreleyen sahil şeritlerinden yararlanmada da kamu yararının gözetilmesini istediği anlaşılmaktadır. Bu konuda, kanuni düzenleme yapılırken sahil şeritlerinin derinliğinin, bu yerlerden kamunun yararlanmasını engelleyecek veya ortadan kaldıracak biçimde çok dar tutulması halinde Anayasa"ya aykırşlık sorunu ortaya çıkacaktır. Ancak dava konusu kuralla sahil şeridi, imar planlı yerlerde en az 10, diğer yerlerde en az 30 metre olarak kabul edilmiştir. Bu düzenleme ile Kıyılardan kamunun yararlanmasının ortadan kaldırıldığı veya engellendiği düşünülemez. Çünkü, sahil şeritleri için öngörülen derinliğin en azı belirtildiğine göre, bu mesafenin kıyılarla sahil şeritlerinin, kullanış amaçları gözönünde tutularak artırılabileceği kuşkusuzdur.
Bu nedenlerle 3086 sayılı Kanunun dava konusu 4. maddesinde yer alan kıyı kenar çizgisi ve kıyı tanımlarının Anayasa"nın 43. maddesi hükmüyle bağdaşmadığı sonucuna varılmıştır.
Orhan Onar, Necdet Darıcıoğlu, Mehmet Çınarlı, Selahattin Metin ve Servet Tüzün bu görüşe katılmamışlardır.
2 - 5. maddenin Anayasa"ya aykırılığı sorunu :
Davacı, 3086 sayılı Kanunun 5. maddesinde ayrı kavramlar şeklinde ele alınan kıyı ve sahil şeridinin içiçe girmiş kavramlar olduğunu, Anayasa"nın 43. maddesindeki kıyı deyiminin, sahil şeridini de kapsadığını belirterek düzenlemenin bu durumu ile Anayasa"nın 43. maddesine aykırı bulunduğunu öne sürmüştür.
Söz konusu maddenin birinci ve ikinci fıkraları Anayasa"nın 43. maddesinin tekrarı niteliğindedir. Daha sonraki fıkraları ise, kıyı kenar çizgisinin tespitine ilişkin esasları içermektedir. Maddede yer alan kıyı ve sahil şeridi ile ilgili hükümler, Anayasa"daki kurallardan farklı değildir.
Anayasa"nın 43. maddesi karşısında düzenlemede Anayasa"ya aykırı bir yön görülmemiştir.
Necdet Darıcıoğlu, Yekta Güngör Özden, Selahattin Metin ve Mahmut C. Cuhruk, "maddenin son fıkrasının Anayasa"ya aykırı olduğunu" öne sürerek bu görüşe katılmamışlardır.
3- 6. maddenin Anayasa"ya aykırılığı sorunu :
Bu maddede, kıyıda yapılanma esas ve koşulları gösterilmiştir : Bunlar; a) Kıyıda ancak plan kararıyla, deniz, tabii ve sunî göl ve akarsuların kamu yararına kullanımını kolaylaştırmak veya kıyıyı korumak amacına yönelik olan yapı ve tesislerin; faaliyetlerinin özellikleri gereği tersane, fabrika, santral, su ürünlerine dayalı sanayi tesislerinin; gemi sökme yeri ve sair kıyıda yapılması zorunlu tesisler ile eğitim, spor ve turizm amaçlı tesislerin yapılabileceğini, b) Bu yapı ve tesislerin yapım amaçları dışında kullanılamayacağını ve eğitim tesisleri ile spor veya turizm amaçlı yapılanmalarda kıyı geçişi engellenecek şekilde kapatılamayacağını; c) Kamu önceliği olan yerler dışında plan kararları ile özel yapılanmalara da izin verilebileceğini ve bu plan kararlarının Bakanlar Kurulunca onaylanmadan tatbik edilemeyeceğini, ancak bu tür yapılanmalarda da kıyı geçişi engellenecek şekilde kapatılamayacağını öngören kurallardır.
Davacı, bu maddenin birinci fıkrasında yer alan "faaliyetlerinin özellikleri gereği", "fabrika, santral", "...ve sair kıyıda yapılması zorunlu tesisler" ibarelerinin son derece geniş kavramlar olup Anayasa"nın 43. maddesinin amacı ile bağdaşmadıklarını; ayrıca, eğitim tesisleri ile spor veya turizm amaçlı yapılanmalar dışında kalan tesislerde kıyı geçişinin önlenmesine yasal olanak sağlandığını, son fıkrada, kamu önceliği olan yerler dışında, plan kararları ile özel yapılanmalara da izin verilmesinin, Anayasa"nın kıyıların devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu yolundaki hükmünü açıkça ihlal ettiğini; kanun tasarısının T.B.M.M."nde görüşülmesi sırasında "sahil şeritlerinde özel kişilerce toplumun yararlanmasına ayrılmayan yapı yapılamaz" biçiminde 9. madde ile ilgili bir önergenin reddedilmiş olmasının, bu konudaki kuşkularını artırdığını, Anayasa"nın 43. maddesinin son fıkrasında yer alan "kişilerin bu yerlerden yararlanma imkan ve şartları kanunla düzenlenir" hükmünün bu anlamda "Kıyı" için öngörülmemiş olduğunu ileri sürmektedir.
Anayasa"nın "Kıyılardan yararlanma· başlığını taşıyan 43. maddesi; "Sosyal ve ekonomik haklar ve ödevlere ilişkin üçüncü bölümünde yer almaktadır. Bu düzenleme biçiminden, Anayasa koyucunun, kıyılardan yararlanmayı, kişiler yönünden sosyal ve ekonomik bir hak olarak ele alıp değerlendirdiği anlaşılmaktadır. 43. maddenin birinci fıkrasında, "kıyılar; Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır" denilmektedir. Bu. kuralın, 4. madde incelenirken ne anlama geldiği açıklanmıştı. Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunması nedeniyle "kamu malı niteliğinde olan kıyıdan yalnızca bu alana bitişik taşınmazların malikleri değil, herkes yararlanabilecektir. Anayasa"nın 43. maddesinin birinci fıkrasında "Kıyılar, Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır denilmek suretiyle kıyıların niteliğini belirten genel kural konulmuş, ikinci fıkrada ise deniz, göl ve akarsu kıyıları ile deniz ve göllerin kıyılarını çevreleyen sahil şeritlerinden yararlanmada öncelikle kamu y;ararının gözetileceğine değinilerek özel yararlanma kamu yararı ile sınırlandırılmıştır. Ancak burada önemle üzerinde durulması gereken husus, Anayasamızın kıyılardan ve sahil şeritlerinden yararlanmada "öncelikle kamu yararı gözetilir" demiş olmasıdır. 43. maddenin Danışma Meclisine sunulan gerekçesinde bu deyimle ilgili olarak; "Deniz, göl, akarsu kıyılarından ve bu kıyıları çevreleyen sahil şeritlerinden yararlanmada kamunun önceliğinin ve bu yararlanmanın kamu yararı ile olacağı genellikle kabul edilmiştir. Fakat daha önce doğmuş olan özel mülkiyet haklarının da korunması hukuk devleti ilkesinin tabii sonuçlarından bulunmaktadır. Böylece kıyılardan kamunun yararlanması ve Kıyılardaki doğmuş bulunan mülkiyet haklarının telif edilmesi gerekmektedir. Madde deniz, göl ve akarsu kıyılarından yararlanmada öncelikle kamu yararının gözetileceğini kişilerin bu yerlerden yararlanmasının ise kanunla düzenleneceğini açıklarken, işlem bu bağdaştırmayı hukuk devleti ilkesi içinde gerçekleştirmeyi amaçlamaktadır. Devlet, kıyılarda doğmuş olan mülkiyet haklarını kamu yararı mülahazasıyla sona erdirmek istiyorsa 47 nci maddedeki şartlarda kamulaştırma yoluna başvurarak bunu sağlayabilir." denilmiştir.
Anayasa"nın bu maddesinin tüm fıkraları birlikte değerlendirildiğinde, Anayasa koyucunun, kıyıda devletin sahip olduğu yetkilere karşılık, kişilerin de bazı haklarının bulunduğu gerçeğini gözönünde tutarak, kamu yararı ile kişi haklarını, bağdaştırmaya çalıştığı ve netice itibariyle bu madde ile ulaşılmak istenen amacın, Kıyıda Anayasa"nın yürürlüğe girmesinden önce hukuka uygun olarak kazanılmış hakları korumak ve kıyıları kamuya açık tutmak ve herkesin bu yerlerden yararlanması imkan ve şartlarının mevcut olduğu alanlar haline getirmek olduğu görülmektedir. Ancak 43. maddenin son fıkrası gereği bu alanların, kullanış amaçlarına göre derinliği ve kişilerin bu yerlerden yararlanma imkan ve şartları kanunla düzenlenecektir. 43. maddede bu yerlerden yararlanmada öncelikle kamu yararının gözetileceği belirtildiğine göre buradaki yararlanmanın, kıyının ortak kullanımını sağlayıcı ve kolaylaştırıcı olması, yararlanma tesis kurma biçiminde ise, bu tesislerin kamuya açık veya kamu yararını gerçekleştirmeğe yönelik bulunması zorunludur. Bu itibarla son fıkra ile yasa koyucuya verilen düzenleme yetkisi, hiç bir şekilde kamu yararını ortadan kaldıracak veya engelleyecek ya da doğal niteliği itibariyle kamu malı olan bu" yerler özel mülkiyete konu olacak veya dönüştürülecek biçimde kullanılamaz.
İptali istenilen 6. maddede yapımı öngörülen tesisler üç grupta toplanmıştır : Birinci fıkrada yer alan ilk grubu, "...deniz, tabii ve suni göl ve akarsuların kamu yararına kullanımını kolaylaştırmak veya kıyıyı korumak amacına yönelik olan yapı ve tesisler" oluşturmaktadır. Bu gruba giren iskele, liman yapıları; dalgakıran, rıhtım, dayanma duvarı, kayıkhane, çekek yeri, köprü, menfez, fener, dalyan, teknik alt yapı ve tesisleri gibi kıyının, kamu yararına kullanımını kolaylaştırmak veya Kıyıyı korumak amacına yönelik yapı ve tesislerin, kıyıda yapılmasının, Anayasa"nın 43. maddesine aykırı bir yönü bulunmamaktadır.
İkinci grup yapı ve tesisler; "faaliyetlerinin özellikleri gereği tersane, fabrika, santral, su ürünlerine dayalı sanayi tesisleri, gemi sökme yeri ve sair kıyıda yapılması zorunlu tesislerdir". Bunlardan tersane, gemi sökme yeri ve su ürünlerine d,ayalı sanayi tesislerinin, kıyıda yapılması zorunlu tesislerden olduğu açıktır. Fabrika ve santral gibi tesislere gelince; faaliyetleri gereği kıyıda yapılması zorunlu olma koşuluna bağlı tutulduğuna göre, bunların, bu nitelikleri taşıması halinde kıyıda yapılabilecekleri tabiidir. Ancak bu maddede sayılan koşullardan hiç birine bağlı tutulmadan eğitim, spor veya turizm amaçlı tesisler yapılmasına olanak tanıyan hüküm Anayasa"nın 43. maddesine aykırı görülmüştür.
Anılan 43. maddenin birinci fıkrasında, "Devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu" belirtilen, böylece kamu malı olduğu vurgulanan ve doğal niteliği itibariyle herkesin ortak kullanımına açık bulundurulması gereken kıyıda, öncelikle kamu yararının gözetildiğine ilişkin ilkenin gerçekleşebilmesi ancak genelde yapı yasağı getirilmesine bağlı bulunmaktadır. Böyle olunca, kanun koyucunun "Kıyıda yapı" başlığı taşıyan inceleme konusu 6. maddede, açık bir biçimde "kamu yararı"nın öncelikle gözetilmesi bakımından, kural olarak kıyıda, yapı yasağına yer verilmesi ve bu kurala istisna olarak "deniz, tabii ve sunî göl ve akarsu kıyılarının, kamu yararına kullanımını kolaylaştırmak veya kıyıyı korumak amacına yönelik yapı ve tesisleri ve ayrıca kıyıda yapılması zorunlu kamu yararlı yapı ve tesisleri belirlemesi; öte yandan bu tesislerin yapım koşul ve usulleri ile bu yerlerden yararlanma imkan ve şartlarını açıklığa kavuşturması gerekirdi.
3086 sayılı Kanunun 6. maddesinin son fıkrasında ise; kıyılarda "kamu önceliği olan yerler dışında" kalan alanlardan da söz edilerek bu yerlerde plan kararları ile özel yapılanmalara izin verilebileceğine işaret olunmaktadır. Anayasa"nın 43. maddesinin ikinci fıkrasında kıyılarla sahil şeritlerinden yararlanmada "öncelikle kamu yararı gözetilir" denildiğine göre, kıyılardan yararlanmada, kimi kıyı kesimlerini "kamu yararı önceliği" dışında bırakacak şekilde kamu önceliği olan, olmayan yer ayırımının yapılması olanaksızdır. Kaldıki, sözü edilen maddenin birinci fıkrasında "devletin hüküm ve tasarrufu altında" olduğu belirtilen kıyıda özel yapılanmalara izin verilmesi, doğal niteliği bakımından herkesin ortak kullanımına açık bulundurulması gereken bir alanda, Anayasal ilkenin de ortadan kaldırılması sonucunu doğurur.
Yukarıda belirtildiği gibi; bu eksikler Anayasa"nın buyruğuna uygun bir düzenlemenin yapılmadığını göstermektedir. Böylece anayasal zorunluğu ortadan kaldıran ve öngörülen sonuçların sağlanmasını engelleyen nitelikteki bu eksiklikler Anayasa"ya aykırılığı oluşturmaktadır.
İnceleme konusu 6. madde bu nedenlerle Anayasa"ya aykırı bulunmuştur.
4 - 9. maddenin Anayasa"ya aykırılığı sorunu :
3086 sayılı Kanunun 9. maddesinde "sahil şeridi; kıyı kenar çizgisinden itibaren kara yönünden imar planı olan yerlerde 10 metreden, diğer yerlerde 30 metreden az olamaz." hükmü yer almaktadır. Bu hüküm içeriği itibariyle 4. maddede açıklanan "sahil şeridi" tanımının yinelenmesi niteliğinde olup, yeni bir kural getirmemektedir. Halbuki Anayasa"nın 43. maddesinin ikinci fıkrasında, "deniz, göl ve akarsu kıyılarıyla deniz ve göllerin kıyılarını çevreleyen sahil şeritlerinden yararlanmada" öncelikle kamu yararının gözetileceği ve son fıkrasında ise, "kıyılarla sahil şeritlerinin, kullanılış amaçlarına göre derinliği ve kişilerin bu yerlerden yararlanma imkan ve şartlarının kanunla düzenleneceği" belirtilmiştir. Maddenin tüm fıkraları birlikte değerlendirildiğinde; sahil şeritlerinin kıyılar gibi "Devletin hüküm ve tasarrufu altında" bulunmamakla beraber, kıyılardan yararlanmanın sadece kıyı alanının belirlenmesi ve korunması ile sağlanamayacağı ve kıyıya bitişik ve onu izleyen sahil şeritlerinde de "kamu yararının öncelikle gözetilmesi" ile bu amacın gerçekleşebileceğinin kabul edilmiş olduğu anlaşılmaktadır. Öte yandan Kıyıların devamı olan sahil şeritlerinden yararlanma ye kullanma yönünden kıyılarda olduğu gibi kamu yararının gözetileceği belirtildiğine göre, sadece Anayasa"nın 43/1. maddesi kapsamına alınmayan sahil şeritlerinin özel mülkiyete konu olabilmesine karşın, bu yerlerde de kıyılardan yararlanılmasını ve tabii servet ve kaynak değerinin korunmasını sağlayıcı ve özel yapılanmaları sınırlayıcı önlemlerin belirlenmesi gerekmektedir. Nitekim, daha önce yürürlükte olan yönetmelikte, bu husus açıkça "Deniz ve göl kenarlarında kara yönünde en az 100 metre genişlikteki kuşak (şerit) içinde toplumun yararlanmasına ayrılmayan yapı yapılamaz." biçimindeki kuralla düzenlenmiştir (Madde 1.08).
Yasa koyucu ise, sahil şeritleri ile ilgili olarak sadece bu yerlerin derinliğini belirtmekle yetinmiş, bu yerlerden yararlanmada öncelikle kamu yararının nasıl gözetileceği ve kişilerin sahil şeritlerinden yararlanma imkan ve şartlarını saptamamıştır.
İnceleme konusu 9. maddedeki bu eksiklikler 6. madde dolayısıyle açıklanan gerekçelerle Anayasa"nın 43. maddesine aykırı görülmüştür.
Muammer Turan ve Selahattin Metin bu görüşe katılmamışlardır.
5 - 12. maddenin Anayasa"ya aykırılığı sorunu :
Bu madde, "6 ncı madde hükümlerine göre kıyıda yapılacak yapılar için Maliye ve Gümrük Bakanlığınca gerekli tahsis belgesi verilir.
Yapı ruhsatı verilmesinde ayrıca tapu aranmaz.
Ancak, tersane, fabrika, santral, su ürünlerine dayalı sanayi tesisi, gemi sökme yerleri gibi kıyıda yapılması zorunlu tesisler için kullanılan ve kıyıda kalan arazi Hazine adına tapuya tescil edilir" hükmünü içermektedir.
Maddenin birinci fıkrasında, 6. madde uyarınca yapılacak yapılar için Maliye ve Gümrük Bakanlığınca bir tahsis belgesi verileceği belirtilmektedir. Bu fıkra ile Anayasa"nın 43/1. maddesine göre "devletin hüküm ve tasarrufu altında" bulunan Kıyılarda, yapı yapılması, tahsis belgesinin verilmesi koşuluna bağlanmakla, kıyıların korunmasına yönelik önlemlerin alınmasının amaçlandığı anlaşılmaktadır. Yapı ruhsatı verilmesinde ayrıca tapu aranmayacağına ilişkin fıkra hükmü, kıyının özel mülkiyete konu olamayacağının doğal bir sonucudur. Üçüncü fıkrada yer alan kıyıda yapılacak kimi tesisler için kullanılan ve kıyıda kalan arazinin hazine adına tapuya tescilini öngören hüküm bu arazinin hazinenin mülkiyetine geçeceği anlamını taşımaz.
Bu nedenlerle söz konusu madde düzenlemesinde Anayasa"ya aykırı bir yön görülmemiştir.
Necdet Darıcıoğlu, Yekta Güngör Özden, Muammer Turan, Mahmut C. Cuhruk ve Adnan Kükner, "Maddenin son fıkrasının Anayasa"ya aykırı olduğunu öne sürerek bu görüşe katılmamışlardır.
6- 13. maddenin Anayasa"ya aykırılığı sorunu :
3086 sayılı Kanunun 13. maddesinde; "Sahil şeridinde toplumun yararlanmasına ayrılan yerlerde yapılanma izni verilebilmesi için bu niteliğin tapu kütüğünün beyanlar hanesine işlenmesi mecburidir." denilmektedir. Bu hükümden sahil şeridinde toplumun yararlanması, için bazı yerlerin ayrılacağı ve bu niteliği tapu kütüğüne işlenmek koşuluyla anılan yerlerde yapılanmaya izin verilebileceği anlaşılmaktadır.
Anayasa"nın 43. maddesi ise, derinliği yasa koyucu tarafından saptanacak sahil şeridinin tümünde, kıyı alanında olduğu gibi kamuya öncelik tanımaktadır. Bu düzenleme Anayasa ile uyum içinde bulunmamaktadır. Zira, Anayasa"nın, sözü edilen maddesindeki kesin buyruğa uyulmayarak sahil şeridinin tümünde kamuya öncelik tanıyan ilke ortadan kaldırılmaktadır.
Açıklanan nedenlerle 3086 sayılı Kanunun 13. maddesinin, Anayasa"nın 43. maddesine aykırı olduğu sonucuna varılmıştır.
7- 17. maddenin Anayasa"ya aykırılığı sorunu :
Anayasa"nın 124. maddesi Bakanlıklara, kanunların ve tüzüklerin uygulanmalarını sağlamak üzere yönetmelik çıkarma yetkisi tanıdığına göre, bu maddenin Anayasa"ya aykırı olmadığı açıktır.
8- Geçici 2. maddenin Anayasa"ya aykırılığı sorunu :
Geçici 2. maddede, "1972 yılından önce Kıyıda doğmuş özel mülkiyete konu yapılar ile bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önceki mevzuata ve imar planına uygun olarak yapılan yapılar hakkında bu Kanun hükümleri uygulanmaz.
Birinci fıkrada sözü edilen yapılara eklenti yapılamaz. Ancak bu yapıların herhangi bir sebeple yıkılması halinde 6 ncı madde hükümlerine göre yapılanmaya izin verilir.
Kıyı ve sahil şeridinde Hazineye ait arazi ve arsalar ile Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerler üzerinde gerçek ve tüzel kişiler tarafından 1 Ekim 1983 tarihinden önce izinsiz ve kaçak olarak inşa edilen liman, iskele, rıhtım, balıkçı barınağı ve dayanma duvarları gibi kıyıda bulunması zorunlu tesisler ile sanayi ve turizm tesislerinden ilgili Bakanlıklarca millî ekonomiye katkısı veya kamu yararı olduğu kararlaştırılanlar hakkında 12 nci madde hükümleri uygulanır. Bu arsa ve araziler, Maliye ve Gümrük Bakanlığınca, kullananlara veya tesis sahiplerine kiraya verilebilir..." denilmektedir.
Görüldüğü gibi, maddenin birinci fıkrasında iki tür yapılanma Yasanın kapsamı dışında tutulmuştur. Bunlardan ilki, 1972 yılından önce kıyıda doğmuş özel mülkiyete konu yapılar, ikincisi, Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önceki mevzuata ve imar planına uygun olarak yapılan yapılardır. Bunlardan birinci gruba giren yapılarda mevzuata ve im,ar planına uygun olma koşulu aranmadığına göre, bununla kıyıda .1972 yılından önce mevzuata aykırı olarak yapılan yapıların kastedildiği anlaşılmaktadır. Dolayısıyla kıyı konusunda da bazı hükümler getiren 11/7/1972 günlü, 1605 sayılı Kanun"un yürürlüğe girdiği 1972 yılından önce kıyıda kaçak olarak yapılmış olan yapılar bu hükmün kapsamına girmektedir. Kanunun 4. maddesi incelenirken belirtildiği gibi Anayasa"nın 43/1. maddesindeki "Kıyıların Devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu"nu belirleyen hükmü karşısında, özel mülkiyete konu olamayan kıyıda, 1972 yılından önce mevzuata aykırı olarak yapılan yapılar yönünden "kazanılmış hakların saklı tutulacağı kuralı uygulanamaz. Çünkü yasalara aykırı durumlara dayanılarak kazanılmış hak iddiasında bulunulamayacağı, hukukun temel ilkelerinden birini teşkil etmektedir. Yine 6. maddenin incelenmesi sırasında, Anayasa koyucunun kıyıda kamu yararı yanında, kişilerin de bazı haklarının bulunduğu gerçeğini gözönünde tutarak, kamu yararı ile kişi haklarını bağdaştırmaya çalıştığı ve sonuçta bu madde ile ulaşılmak istenen amacın, kıyıda mevzuata ve hukuka uygun olarak kazanılmış hakları korumakla birlikte kıyıları kamuya açmak olduğu belirtilmiştir.
Maddenin birinci fıkrasında yer alan "...bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önceki mevzuata ve imar planına uygun olarak yapılan yapılar hakkında bu Kanun hükümleri uygulanmaz." biçimindeki kural ile kazanılmış haklar saklı tutulmuş, ikinci ve üçüncü fıkralardaki hükümlerde de, kazanılmış bir kısım haklar dikkate alınarak, bazı koşulların mevcudiyeti halinde ilgililere bu yapı ve tesislerden yararlanma imkanının idarece verilebileceği kabul edilmiştir.
Dava konusu Geçici 2. maddenin birinci fıkrasında yer alan "1972 yılından önce kıyıda doğmuş özel mülkiyete konu yapılar ile..." biçimindeki ibarenin kıyıda, mevzuata aykırı olarak yapılan yapılar için 3086 sayılı Kanunun uygulanmayacağı belirtilmek suretiyle kazanılmış hakların korunacağı kuralından yararlanmaları olanağı bulunmayan yapılar için bu hakkın tanınmış olması Anayasa"nın 43. maddesine aykırı düşmektedir.
Açıklanan nedenlerle, 3086 sayılı Kanun"un 5., 12., 17. maddeleriyle Geçici 2. maddesinin ikinci ve üçüncü fıkraları ve birinci fıkrasında yer alan "...bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önceki mevzuata ve imar planına uygun olarak yapılan yapılar hakkında bu Kanun hükümleri uygulanmaz" biçimindeki ibare Anayasa"ya aykırı olmadığından iptal davasının bu maddeler ve hükümlere yönelik kısımları red edilmeli; 4., 6., 9.. 13. maddeleriyle Geçici 2. maddesinin birinci fıkrasında yer alan "1972 yılından önce kıyıda doğmuş özel mülkiyete konu yapılar ile," biçimindeki ibare Anayasa"ya aykırı olduğundan iptal edilmelidir.
Bu durum karşısında Kanunun öteki hükümlerinin uygulanma olanağı kalmayacağından 10/11/1983 günlü, 2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun"un 29. maddesinin ikinci fıkrası gereğince, 3086 sayılı Kıyı Kanunu"nun tümünün iptaline karar verilmelidir.
Anayasa"nın 43. maddesine göre deniz, göl ve akarsu kıyılarından ve kıyıları çevreleyen sahil şeritlerinden yararlanma, ayrıca tabii servet ve kaynak değerlerinin korunması ile ilgili önlem ve koşullar ancak kanunla gösterilebilir. 3086 sayılı Kanun tümüyle iptal edilince; ancak yasama yoluyla doldurulabilecek bir boşluk oluşacaktır. İptal hükmünün bu Kanun yönünden Resmî Gazete"de yayımlandığı tarihte yürürlüğe girmesi halinde, Kanun o tarihte yürürlükten kalkacak ve yeni kanun çıkıncaya dek "Devletin hüküm ve tasarrufu altında" bulunan kıyılarla, bu kıyıları çevreleyen sahil şeritlerinde kamu yararının gözetilmesi sorunu ortada ve açıkta kalacaktır. Onun için, Anayasa"nın 153. maddesinin üçüncü fıkrası ve 2949 sayılı Kanunun 153. maddesinin dördüncü fıkrası hükümleri uyarınca iptal hükmünün, yürürlüğe gireceği tarih ayrıca kararlaştırılmalıdır. İşin bu niteliği ve özelliği itibariyle iptal hükmünün; kararın Resmî Gazete"de yayımlandığı tarihten başlayarak altı ay sonra yürürlüğe girmesi uygun olacaktır.
Muammer Turan, "Süre verilmesine yer olmadığın1", Yekta Güngör Özden "Üç ay süre verilmesi gerektiğini" öne sürerek bu görüşe katılmamışlardır.
V- SONUÇ :
27/11/1984 günlü, 3086 sayılı Kıyı Kanunu"nun,
1- 4. maddesinin kıyı kenar çizgisi ve kıyı tanımlarının Anayasa"ya aykırı olduğuna ve iptaline, Orhan Onar, Necdet Darıcıoğlu, Mehmet Çınarlı, Selahattin Metin ve Servet Tüzün"ün karşıoyları ve oyçokluğuyla;
2- 5. maddesinin Anayasa"ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin reddine; Necdet Darıcıoğlu, Yekta Güngör Özden, Selahattin Metin ve Mahmut C. Cuhruk"un (Son fıkrasının Anayasa"ya aykırı olduğu) yolundaki karşıoyları ve oyçokluğuyla;
3- 6. maddesinin Anayasa"ya aykırı olduğuna ve iptaline, oybirliğiyle;
4- 9. maddesinin Anayasa"ya aykırı olduğuna ve iptaline, Muammer Turan ve Selahattin Metin"in karşıoyları ve oyçokluğuyla;
5- 12. maddesinin Anayasa"ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin reddine, Necdet Darıcıoğlu, Yekta Güngör Özden, Muammer Turan, Mahmut C. Cuhruk ve Adnan Kükner"in (Maddenin son fıkrasının Anayasa"ya aykırı olduğu) yolundaki karşıoyları ve oyçokluğuyla;
6- 13. maddesinin Anayasa"ya aykırı olduğuna ve iptaline, oybirliğiyle;
7- 17. maddesinin Anayasa"ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin reddine, oybirliğiyle;
8- Geçici 2. maddesinin birinci fıkrasında yer alan "1972 yılından önce kıyıda doğmuş özel mülkiyete konu yapılar ile..." biçimindeki ibarenin Anayasa"ya aykırı olduğuna ve iptaline, oybirliğiyle;
9- Kanun"un 4. maddesinin "kıyı kenar çizgisi" ve "kıyı" tanımları ile, 6., 9. ve 13. maddelerinin iptali karşısında Kanun"un öteki hükümlerinin uygulanma kabiliyeti kalmadığından 2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun"un 29. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca Kanun"un tümünün iptaline, oybirliğiyle;
10 - 2949 sayılı Kanun"un 53. maddesinin dördüncü fıkrası gereğince iptal hükmünün, iptal kararının Resmî Gazete"de yayımlandığı günden başlayarak altı ay sonra yürürlüğe girmesine, Muammer Turan"ın (Süre verilmesine yer olmadığı), Yekta Güngör Özden"in (Üç ay süre verilmesi gerektiği) yolundaki karşıoyları ve oyçokluğuyla;
25/2/1986 gününde karar verildi.
Başkan H. Semih ÖZMERT |
Başkanvekili Orhan ONAR |
Üye Necdet DARICIOĞLU |
|
Üye Yekta Güngör ÖZDEN |
Üye Muammer TURAN |
Üye Mehmet ÇINARLI |
|
Üye Selahattin METİN |
Üye Servet TÜZÜN |
Üye Mahmut C. CUHRUK |
|
Üye Mustafa ŞAHİN |
Üye Adnan KÜKNER |
||
KARŞIOY YAZISI
3086 sayılı Kıyı Kanunu"nun 4. maddesinde, kıyı kenar çizgisinin, deniz, tabii ve sunî göl ve akarsularda kıyı çizgisinden sonra kara yönünde devam eden, su hareketlerinin oluşturduğu kumluk, çakıllık, taşlık; sazlık ve bataklık alanın tabii sınırını; kıyı"nın ise, kıyı çizgisi ile kıyı kenar çizgisi arasındaki alanı ifade ettiği belirtilmiştir.
Tanımda yer alan esaslı unsur, su hareketlerinin oluşturmasıdır. Tanım, tahdidî değil beyanidir.
Çoğunluk, maddenin T.B.M.M. de görüşülmesi sırasında "kayalıkların" metne eklenmesini isteyen bir önergenin reddedilmiş olmasını, kararın dayanaklarından biri olarak göstermiştir. Meclis müzakerelerinden, gerekçelerden kanunun manasını tayin konusunda yararlanmak tabii ise de, önemli olan metin halinde ortaya çıkan "irade"dir.
Bu iradenin saptanması ise, belli bir hüküm incelenerek değil, kanunun tümünü dikkate almakla mümkün olabilir.
Kanun"un 5. maddesinde, "Kıyılar, Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır. Kıyılar, herkesin eşit ve serbest olarak yararlanmasına açıktır." diyen ve özellikle kıyı kenar çizgisinin kıyı çizgisi ile çakışması ve bu suretle kıyının fiilen ortadan kalkmış olması durumunda itibarî bir derinlik öngören kanun koyucunun, kayalıkları kıyı kavramı dışında bırakmak istemesi olanaksızdır.
Öte yandan, kanunların Anayasa"ya aykırılığı değil, uygunluğu esastır. Başka bir söyleyişle, kanunlar, Anayasa"ya uygunluk karinesinden yararlanırlar. Bu itibarla, Anayasa"ya uygun yorum yapmak olanağı mevcut olduğunda iptal kararı vermekten kaçınmak bu anlayışın tabii bir sonucu olmak gerekir.
Bu nedenlerle, kıyı kenar çizgisi ve kıyı tanımlarında, kayalık sözcüğüne yer verilmemiş olmasının Anayasa"ya aykırılık oluşturduğu yolundaki çoğunluk görüşüne katılmıyorum.
Başkanvekili Orhan ONAR |
KARŞIOY YAZISI
1- Denizlerin, göllerin ve akarsuların, taşkın durumları dışında, suyun karaya değdiği noktaların birleşmesinden oluşan "kıyı çizgisi"ni doğal olayların etkisiyle aşarak bitişiğindeki kara kesimine doğru sürekli ilerleyip çekilmesinin bu kesimde zamanla değişikliklere neden olduğu bilinmektedir.
Dik kayalıklarla falezli kıyılarda çarpma, yükselme ve serpinti; alçak ve plajlı kıyılarda ise ilerleme ve yayılma biçiminde gerçekleşen su hareketlerinin, "Kıyı çizgisi" nden itibaren kara yönünde aşındırma ve biriktirme sonucunda oluşturduğu alanlara "kıyı" denilmektedir. Başka bir anlatımla "kıyı", "kıyı çizgisi" ile "kıyı çizgisi"nden sonra kara yönünde devam eden, su hareketlerinin oluşturduğu alanların doğal sınırını belirleyen "kıyı kenar çizgisi" arasındaki alanı ifade etmektedir. "Kıyı kenar çizgisi", böylece, karaya doğru "kıyı" nın üst sınırını belirlerken kültür arazisinin de alt sınırını belirlemiş olmaktadır.
Su hareketlerinin şekillendirici etkilerinin ürünü olan bahis konusu oluşum, "kumluk, çakıllık, taşlık, sazlık, bataklık" alanlar yanında, su hareketlerinin oluşturduğu kayalık alanlar ile 3086 sayılı Kıyı Kanunu"nun "Tanımlar" başlığını taşıyan 4. maddesindeki "kıyı kenar çizgisi" ve "kıyı" tanımlarında yer almayan öteki alanları da kapsamaktadır.
Dalgaların en fazla erişebildiği, med ve cezirlerde suların en son ulaşabildiği yerlerle sınırlı kıyı alanlarını oluşturup biçimlendiren temel etken, 3086 sayılı Kanun"un dava konusu 4. maddesinin içerdiği tanımlara göre de "su hareketleri"dir. "Kıyı kenar çizgisi" ve "kıyı" tanımlarının temel öğeleri gözden uzak tutulmadığı takdirde ,anılan maddede sayılan yerleri tadadi olarak anlamamak bu yönden Kanun koyucunun amacına da uygun düşen en doğru, en sağlıklı yorum yöntemi olacaktır. Bu nedenle ve 4. maddenin söz konusu tanımlarla ilgili açık içeriği karşısında, doğrudan su hareketleri sonucunda oluştuğu halde, bu tanımlarda sözü geçmeyen alanların, örneğin kayalıkların doğal sınırının "Kıyı kenar çizgisi"; "kıyı çizgisi" ile "Kıyı kenar çizgisi" arasında kalan bu nitelikteki alanların da "kıyı" sayılmasına kanımızca yasal engel bulunmamaktadır.
2- 3086 sayılı Kıyı Kanunu"nun "Genel esaslar" başlıklı 5. maddesinin üçüncü fıkrası hükmüne göre; kıyıda ve sahil şeridinde plan lama ve uygulama yapılabilmesi, öncelikle "kıyı kenar çizgisi"nin tespitini zorunlu kılmaktadır.
Uzman elemanların yer aldığı yetkili komisyonlar tarafından yerinde yapılan inceleme ve araştırmalar sonucunda "kıyı kenar çizgisi" nin usulünce saptanmasını takiben, durumun, varsa tasdikli imar planına, yoksa o yerin halihazır haritasına işlendiği, işlenmesi gerektiği bilinen bir keyfiyettir. Böylece saptanan "kıyı kenar çizgisi" esas alınarak, bu çizgiden itibaren kara yönünde devam eden "sahil şeridi" belirlenmekte ve ancak sözü edilen işlemlerin tamamlanmasından sonra buralarda yapılanmaya izin verilebilmektedir.
"Kıyı kenar çizgisi" yasa ve yönetmelik hükümlerine uygun olarak belirlendikten ve buna göre o bölge yapılanmaya açıklıktan sonra, plan kararı ile de olsa, doldurulan ya da tahkimat yapılan kıyıda meydana gelen değişiklik sebebiyle "kıyı kenar çizgisi"nin yeniden tespiti yoluna gidilmesi, buralarda usulsüz yapılanmalara yol açacak veya daha önce yapılanların korunması zorunluluğunu doğuracaktır.
Kaldı ki, deniz, göl ve akarsuların uzantısı ve buralardan yararlanma bakımından vazgeçilmez bir unsur olan kıyılardaki değişiklikten dolayı "Kıyı kenar çizgisi"nin yeniden saptanması, daha önce "kıyı" kapsamı içinde kalan ve bu nedenle Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan kimi alanların bu güvenceden yoksun kalmasına ve zaman içinde özel mülkiyete dönüşmesine de sebep olabilecektir.
Kamu yararının gerektirdiği durumlarda, kıyılarda, doldurmaya ve tahkimat yapılmasına elbette olanak tanınmalıdır. Ancak, bu olgunun, yöntemine uygun olarak daha önce belirlenen ve su hareketlerinin oluşturduğu alanın doğal sınırını teşkil eden "kıyı kenar çizgisi"nin yeniden saptanmasını zorunlu kılmaması da gereklidir. Doldurulmak ve tahkimat yapılmak suretiyle yapay olarak kıyıda meydana getirilen değişiklik, onun doğal yapısını, görüntüsünü, su hareketlerinin ürünü olan alanların doğal sınırlarını etkilememelidir.
3086 sayılı Kanun"un 5. maddesinin son fıkrasında yer alan zorunluluk, belirtilen nedenlerle, önceki saptamalara göre oluşturulan yapılanmaları ister istemez etkileyecek, yasal olmayan yapılanmaların korunmasını gerektirecek ve sonunda kıyının doldurulması ve tahkimat yapılması amacıyla kamu yararına dayanılarak gerçekleştirilen plan kararlarını geçersiz kılacaktır.
Ortaya konan olumsuzlukların ve doğuracağından kuşku duyulan sonuçların Anayasa"nın 43. maddesiyle bağdaştırılması bu itibarla olanaksızdır.
3- Kıyı Kanunu"nun "Kıyıda yapılanma ve izin belgesi" başlığını taşıyan 12. maddesinin son fıkrası; tersane, fabrika, santral, su ürünlerine dayalı sanayi kuruluşu, gemi sökme yerleri gibi kıyıda yapılması zorunlu tesisler için kullanılan ve kıyıda kalan arazinin Hazine adına tapuya tescil edileceğini öngörmektedir.
Kıyıların, Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunduğunu belirleyen Anayasa"nın 43. maddesinin birinci fıkrasının açık ve kesin ifadesine ve bu hükmün tartışmasız kabul edilmesi gereken anlam ve kapsamına, Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan yerlerin mülkiyet konusu yapılamayacağı doğrultusundaki 16/2/1965 günlü, E: 1963/126 ve K: 1965/7 sayılı Anayasa Mahkemesi kararına rağmen, 3086 sayılı Kanunun 12. maddesinin son fıkrası; kıyıda yapılması zorunlu tesislerin konumlandığı kıyı alanlarında özel mülkiyete olanak tanımakta, bu alanları, Devletin hüküm ve tasarrufundan çıkarmak ve Devletin mülkiyetine geçirmek suretiyle Medenî Kanun hükümlerine bağlı özel mülkiyet düzeninin kapsamı içine sokmaktadır.
12. maddenin anılan fıkrası, bu bakımdan, niteliği itibariyle özel mülkiyete konu olmaması ve kesinlikle Devletin eli altında tutulması gereken kimi Kıyı kesimlerinin, özel mülkiyet statüsü içinde, sürekli olarak el değiştirmesine elverişli bir durum ve ortam yaratmış olmaktadır.
3086 sayılı Kanunun 12. maddesinin son fıkrası hükmünün, bu yönden, Anayasa"nın 43. maddesinin bütünü ve özellikle birinci fıkrası ile uyum içinde bulunmadığı açıkça gözlenmektedir.
27/11/1984 günlü, 3086 sayılı Kıyı Kanunu"nun 4. maddesinin "kıyı kenar çizgisi" ve "kıyı tanımlarının Anayasa"ya aykırı olduğuna ve iptaline; 5. ve 12. maddelerinin Anayasa"ya aykırı olmadığına ve iptal istemlerinin reddine ilişkin olarak 25/2/1986 gününde oyçokluğu ile verilen karara, 2949 sayılı Kanun"un 29. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca Kanunun tümünün ve tabii 5. ve 12. maddelerinin son fıkralarının iptali cihetine gidilmiş olmasına rağmen, yukarıda açıklanan nedenlerle katılmamaktayım.
Üye Necdet DARICIOĞLU |
KARŞIOY GEREKÇEM
27/11/1984 günlü, 3086 no.lu Kıyı Kanunu"nun, sonuçta tümü iptal edilmekle birlikte, maddelerin görüşülmesi sırasında kullandığım karşıoyun gerekçesini aşağıda belirtiyorum :
1- Yasa"nın, "kıyı kenar çizgisi"nin saptanmasına ve uygulamaya ilişkin esasları belirleyen 5. maddesinin son fıkrası gelişigüzel girişimlere olanak verecek biçimdedir. Plan kararı ile doldurulan ve sağlamlaştırılan kıyıdaki durum değişiklikleri nedeniyle saptama önceki doğal alanla birlikte belirsizlik getirmektedir. Kuralsız, (keyfî) uygulamalara yol açacak bu düzenleme, doldurma ile yer kazanmaya yönelik çabaları da kışkırtacaktır. Fıkrayı Anayasa"nın 43. maddesine uygun bulmak güçtür.
2- Yasanın "kıyıda yapılanma ve izin belgesi" başlıklı 12. maddesinin son fıkrası, tapu aranmasına gerek olmadan kullanımının sürdürmesini kolaylaştıran önceki fıkralara ek olarak, özel mülk iyeliği (sahipliği) ne geçiş olanağı getirmektedir. Kıyıda yapılması zorunlu tersane, fabrika, santral, su ürünlerine dayalı sanayi kuruluşu (tesisleri), gemi sökme yerleri için kullanılan ve kıyıda kalan "arazi"nin Hazine adına tescil edileceğini öngörmek Anayasa"nın 43. maddesine aykırıdır. Anılan 43. madde ile "Devletin hüküm ve tasarrufu altına" sokulan kıyıların Devletin özel mülkiyetine geçirilmesi, böylece özel hukuk kurallarına bağlı tutulması sakıncalıdır. Özde Devletin olan arazinin Devletin özel mülkiyetine geçirilmesi gereksiz olduğu gibi bu yolla özel hukuk kişilerine devir kapısı da açılmaktadır. Kamu malı kavramı ile uyuşmazlık açık-seçik ortadadır. Somut, elle tutulur biçimde bir terslik vardır. Özel kişilere satışı önleyen bir kurala yer verilmemekle, devir-satış engelleri de kaldırılmıştır. Kıyının kamu malı olmasından ileri gelen hüküm ve sonuçlarla; kıyının ancak bir kamu tüzel kişiliğine ait olması aktarma (devir) ve başkası üstüne çevirme (ferağ) yapılamaması, olağanüstü zamanaşımı ile iyeliğinin (mülkiyetinin) kazanılamaması, bina yapımı yoluyla iyelik kurulamaması, haczedilememesi, tapu sicili kurallarına bağlı olmaması, özel korunmaya bağlı olması gibi; iptal konusu düzenleme arasında ilişki kalmamıştır. Öğretideki görüşlerle yargı kararları da, kıyının kamu malı olmasına bağlı özellikler konusunda savımı doğrulamaktadır. Devletle, kıyıda, maddede sayılan kuruluşları yapacaklar arasındaki ilişkinin içeriği ve süresi de belirsizdir. İlişki, aynî hakka dayalı ise (yapımı ya da yararlanma varsa) bunun tapuya tescili gerekecek, bina sözleşmesi gibi olacaksa tescil zorunluluğu bulunmayacaktır. 28/1/1970 günlü Resmî Gazete"de yayımlanan Bakanlar Kurulu kararı değiştirilerek satım kapısı açılabilir. Yasal güvence bulmadıkça, aksine Devlet egemenliğinden koparıldıkça yasa, Anayasa katında savunulamaz. Aykırı yapım ve yerleşimlere, elatmalara olur verilemez.
3 - Yürütme organı, kimi yasaları çok kısa sürede yasama organından geçirip yürürlüğe sokturmaktadır. Konunun önemi karşısında 3 ay yeterli, fazla bile sayılacak bir süredir. Yeni yasa için 3 aydan fazla süre verilmesine karşıyım.
Üye Yekta Güngör ÖZDEN |
KARŞIOY YAZISI
27/11/1984 günlü ve 3086 sayılı Kıyı Kanunu, Anayasa Mahkemesince, Anayasa"ya aykırı görülerek iptal edilmiştir.
Anayasa (153 üncü maddesinde) "Kanun, kanun hükmünde kararname veya Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü ya da bunların hükümleri(nin), iptal kararının Resmî Gazete"de yayımlandığı tarihte yürürlükten kalkmasını esas kabul etmiş; istisnaen : Gereken hallerde, Anayasa Mahkemesi iptal hükmünün yürürlüğe gireceği tarihi ayrıca kararlaştırabilir. Bu tarih kararın Resmî Gazete"de yayımlandığı günden başlayarak bir yılı geçemez." demiştir.
Hukuken, kıyıların Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunması temel kuraldır. Bu temel kural, metin olarak, önceki Anayasalara açıkça girmediği zamanlarda da, hemen bütün hukuk nazariyatçı ve tatbikatçıları tarafından belirtilip savunulagelmiştir.
Geçmişe nazaran, bugün, sosyal ve ekonomik önemi çok daha artması sebebiyle, kıyılar ve sahil şeritleri hakkında, yeni Anayasanın 43 üncü maddesine, özel olarak, oldukça ayrıntılı hükümler konulmuştur.
Ayrıca Türk Kanunu Medenisi"nin 641 ve 912 nci maddelerinde, kıyılar ve sahil şeritlerine de tatbik edilecek hükümler vardır.
Bu durum ve hükümler karşısında, Anayasa"ya aykırılığı kesinleşmiş kanun kurallarının, bir süre daha uygulanmasına imkan tanımak yerine, onları bir an önce yürürlükten kaldırıp Türkiye Büyük Millet Meclisince yeni bir kıyı kanunu çıkarılıncaya kadar, Anayasa"nın 11 ve 177/e maddelerine göre, doğrudan Anayasa hükümleri, diğer mevzuat ve hukukun temel. kurallarının uygulanmasını sağlamak gerektiği düşüncesiyle; iptal edilen Kıyı Kanununun altı ay daha yürürlükte kalması yolundaki çoğunluk kararına karşıyım.
Üye Muammer TURAN |
KARŞIOY YAZISI
27/11/1984 tarihli ve 3086 sayılı Kıyı Kanunu"nun 4. maddesinde "Kıyı Kenar Çizgisi : Deniz, tabii ve sun"î göl ve akarsularda kıyı çizgisinden sonra kara yönünde devam eden, su hareketlerinin oluşturduğu kumluk, çakıllık, taşlık, sazlık, bataklık alanın tabii sınırını,
Kıyı : Kıyı çizgisi ile kıyı kenar çizgisi arasındaki alanı... ifade eder" denilmektedir.
Bu tarihlerden, deniz göl. ve akarsuların kayalarla çevrilmiş olduğu yerlerde, Devletin hüküm ve tasarrufu altında olan bir kıyı şeridi öngörülmediği; bu gibi yerlerde, halk arasında "leb-i derya" denilen, suyun hemen kenarında özel yapılanmalara imkan tanındığı sonucu çıkarılabilirse de; aynı maddede yer alan ve mevzuatımıza yeni getirilen "Dar Kıyı" tarifi ile Kanun"un 10. maddesine "Dar Kıyı" ile ilgili olarak konulan hüküm böyle bir endişeyi giderecek mahiyettedir.
Kıyı Kanunu"nun sözü geçen 4. maddesinde, "Dar Kıyın deyimi" nin "Kıyı kenar çizgisinin kıyı çizgisi ile çakışmasını" ifade ettiği belirtilmiş, 10. maddesinde ise, "Kıyı kenar çizgisinin tesbitinde kıyı kenar çizgisinin kıyı çizgisi ile çakışması ve bu suretle kıyının fiilen ortadan kalkmış olması durumunda, sahil şeridinde yapılacak toplumun yararlanmasına ayrılan yapıların kıyı çizgisine en fazla yaklaşma mesafeleri 9 uncu maddeye aykırı olamaz" denilmiştir.
Bu ifadelerden, kıyı kenar çizgisinin kıyı çizgisi ile çakıştığı kayalık bölgelerde, toplumun yararlanmasına ayrılan yapıların dahi, atıfta bulunan 9. maddedeki ölçülere göre, Kıyı çizgisine, imar planı olan yerlerde 10 metreden, diğer yerlerde 30 metreden fazla yaklaştırılamayacağı anlaşılmaktadır.
Sözü edilen 10. maddenin gerekçesinde de "Kıyı kenar çizgisinin kıyı çizgisi ile çakışması durumunda, kıyının derinliği düzenlenmektedir" denilmek suretiyle, Kanun"un kayalık yerlerde dahi bir kıyı derinliği öngördüğü ifade edilmiştir.
Bu hüküm ve açıklamalar, Kanun"un 4. maddesindeki "Kıyı Kenar Çizgisi" tarifine "kumluk, çakıllık, taşlık, bataklık kelimelerinden sonra "kayalık" kelimesinin eklenmemiş olmasından doğabilecek mahzurları ortadan kaldırmaktadır.
Bu durum karşısında, Kıyı Kanunu"nun 4. maddesinde yer alan "Kıyı" ve "Kıyı Kenar Çizgisi" tariflerinin, "Kıyılar, Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır diyen Anayasa hükmüne aykırı olmadığını düşündüğümden, aksi yönde oluşmuş bulunan çoğunluk kararının sözü geçen tariflerle ilgili kısmına katılmıyorum.
Üye Mehmet ÇINARLI |
KARŞIOY YAZISI
1- 27/11/1984 günlü, 3086 sayılı Kıyı Kanunu"nun dava konusu edilen 9. maddesi, sahil şeridinin, kıyı kenar çizgisinden itibaren kara yönünde en az ne kadar mesafeye kadar uzayacağını, diğer bir deyimle sahil şeridi genişliğinin en az ne olması lazım geldiğini belirtmektedir. Buna göre imar planı olan yerlerde bu genişlik 10 metre= den, diğer yerlerde 30 metreden az olamayacaktır. Plana dahil yerler açısından eğer gerekiyorsa veya plan dışı yerler için sahil şeridinin kullanımı bakımından zorunluluk varsa, bu asgari genişliğin daha da artırılması elbette mümkün olabilecektir. Bu bakımdan Anayasa"ya aykırılık söz konusu olamaz.
Diğer taraftan, çoğunluk kararında sahil şeridinden yararlanmada öncelikle kamu yararının nasıl gözetileceği ve kişilerin sahil şeridinden yararlanmasının imkan ve şartları gösterilmemiştir denilmekte ve bu nedene dayanılarak maddenin Anayasa"ya aykırılığının kabul edildiği görülmektedir. Oysa bu husus yasanın bünyesinde yer alan diğer maddelerde yeterli veya yetersiz, düzenlenmiş bulunmaktadır. Örneğin 5. maddesinde "Kıyı ve sahil şeritlerinden yararlanmada öncelikle kamu yararı gözetilir", 11. maddesinde "Kıyıda ve sahil şeridindeki planlar bu Kanun hükümlerine aykırı olamaz" ve özellikle 13. maddesinde "Sahil şeridinde toplumun yararlanmasına ayrılan yerlerde yapılanma izni verilebilmesi için bu niteliğin tapu kütüğünün beyanlar hanesine işlenmesi mecburidir." denilerek sahil şeridinin kullanımı ile ilgili, gerekli düzenleme yapılmak istenmiştir.
Bu tanzim şekli, Anayasa açısından eksik veya yetersiz görülebilir. Nitekim sahil şeridinin kullanımıyla ilgili kuralları içeren 13. madde, bu düzenleme biçimiyle Anayasa"ya aykırı görülerek iptal edilmiştir.
Sahil şeridinden yararlanmanın imkan ve şartları da, sahil şeridinin yalnız en az genişliğini belirleyen maddesinde yer almalıdır denilemez. Çünkü kanun yapma tekniği açısından bir konu, bir madde yerine bir kaç maddede tertiplenebilir ve bu hal Anayasa"ya aykırılık teşkil etmez.
Bu nedenle çoğunluk kararına karşıyım.
2- 27/11/1984 günlü, 3086 sayılı Kıyı Kanunu"nun 4. maddesinin, "Kıyı kenar çizgisi" ile "Kıyı" tanımlarına ve aynı Kanunun 5. maddesinin son fıkrasına yönelik çoğunluk kararına da, Sayın Necdet Darıcıoğlu"nun, Mahkememizin 1985/1 esasında kayıtlı, 1986/4 sayılı kararına ilişkin karşıoy yazısında açıklanan nedenlerle katılmamaktayım.
Üye Selahattin METİN |
KARŞIOY YAZISI
27/11/1984 günlü, 3086 sayılı Kıyı Kanunu"nun 4. maddesi birinci fıkrasında, "Kıyı Çizgisi"nin, deniz, tabii ve sunî göl ve akarsularda, taşkın durumları dışında, suyun karaya değdiği noktaların birleşmesinden oluşan çizgiyi, ikinci fıkrasında, "kıyı kenar çizgisi"nin, deniz, tabii ve sunî göl ve akarsularda kıyı çizgisinden sonra kara yönünde devam eden, su hareketlerinin oluşturduğu kumluk, çakıllık, sazlık ve bataklık alanın tabii sınırını ve üçüncü fıkrasında ise; "kıyı"nın, kıyı çizgisi ile kıyı kenar çizgisi arasındaki alanı ifade ettiği biçiminde belirtilmektedir.
Sözü edilen bu maddede yer alan kıyı çizgisi, kıyı kenar çizgisi ve kıyı tanımları birlikte değerlendirildikte; kıyının, deniz, göl ve akarsu kıyılarını çevreleyen ve buraların doğal yapısına uygun olarak uzunlamasına ve derinlemesine olmak üzere iki boyutlu bir alanı kapsadığı anlaşılmaktadır. Bu alan, kıyının doğal yapısı gereği bazen kumluk, çakıllık, taşlık, sazlık, bataklık gibi toprak parçasını ve bazen de kayalıkları kapsayacaktır. Bu duruma göre, kıyıda yer alan kayalık kasımlarda da aynen toprak parçasında olduğu gibi su hareketlerinin etkisi ile oluşan alan kıyı olarak kabul edilecektir. Öte yandan Kanun"un 10. maddesi ile sadece dik falez biçimindeki kayalıkların oluşturduğu dar kıyı durumlarında, sahil şeridi"nin saptanması için özel düzenlemeye gidilmiş olması da kayalıkların kıyı kapsamı içinde yer aldığını göstermektedir.
Çoğunluğun, bu konuya ilişkin görüşüne yukarıda açıkladığım nedenlerle katılmıyorum.
Üye Servet TÜZÜN |
KARŞIOY YAZISI
Mahkememizin Esas : 1985/1 Karar : 1986/4 sayılı kararında : Sayın Necdet DARICIOĞLU"nun karşıoy yazısının 2. ve 3. paragraflarında belirtilen görüş ve gerekçeye katılıyorum.
Üye Mahmut C. CUHRUK |
KARŞIOY GEREKÇEM
27/11/1984 günlü, 3086 sayılı Kıyı Kanunu"nun tümü sonuçta iptal edilmiş olmakla birlikte, 12. maddenin son fıkrasının görüşülmesi sırasında kullandığım karşıoy gerekçem şöyledir :
Anılan maddenin son fıkrasında "Ancak, tersane, fabrika, santral, su ürünlerine dayalı sanayi tesisi, gemi sökme yerleri gibi kıyıda yapılması zorunlu tesisler için kullanılan ve kıyıda kalan arazi Hazine adına tapuya tescil edilir." hükmü yer almıştır. Görüldüğü gibi bu hükümle Anayasa"nın 43. maddesi uyarınca Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan kıyıda yapılan tesisler için kullanılan arazi Devletin özel mülkiyetine geçirilmekte, başka bir deyişle Devletin hüküm ve tasarrufundan çıkarılarak özel hukuk hükümlerine tabi tutulmaktadır. Bu durumun kıyının bir kamu malı olması kavramı ile bağdaşmadığı açıktır. Kıyılar ancak, kamu tüzelkişisine ait olabilir. Bunlar devir ve ferağ edilemez, tapu siciline bağlı tutulamaz. Medeni Kanun"un 912. maddesine göre, kimsenin özel mülkiyetinde bulunmayan ve kamunun tasarrufuna tahsis edilen taşınmazlar, onlarla ilgili tescili zorunlu bir aynî hak olmadıkça, tescile tabi değildir. Bu hususta Yargıtay İçtihatları ve öğretide kesin bir görüş birliği vardır.
Bu nedenlerle çoğunluğun görüşüne katılamıyorum.
Üye Adnan KÜKNER |