
Esas No: 2013/1758
Karar No: 2015/1190
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2013/1758 Esas 2015/1190 Karar Sayılı İlamı
- İTİRAZIN İPTALİ
- KOOPERATİF AİDATI
- KESİN YETKİ KURALI
- TEMERRÜT FAİZİ
- HUKUK MUHAKEMELERİ KANUNU (HMK) (6100) Madde 14
- HUKUK MUHAKEMELERİ KANUNU (HMK) (6100) Madde 17
- TÜRK BORÇLAR KANUNU (6098) Madde 120
- TÜRK BORÇLAR KANUNU (6098) Madde 76
- TÜRK BORÇLAR KANUNU (6098) Madde 88
- TÜRK BORÇLAR KANUNUNUN YÜRÜRLÜĞÜ VE UYGULAMA ŞEKLİ HAKKINDA KANUN (6101) Madde 7
- İCRA VE İFLAS KANUNU (İİK) (2004) Madde 50
"İçtihat Metni"
Taraflar arasındaki “itirazın iptali” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara 10.Asliye Ticaret Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 27.12.2012 gün ve 2012/31 E.-2012/653 K. sayılı karar davalı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 23.Hukuk Dairesinin 20.03.2013 gün ve 2013/1141 E.- 2013/1703 K. sayılı kararı ile;
(...Davacı vekili, müvekkili kooperatifin üyesi olan davalının birikmiş aidat borcunu ödememesi üzerine takip başlattıklarını, davalının haksız itirazı üzerine takibin durduğunu ileri sürerek, takibe vaki itirazın iptali ile icra inkar tazminatına hükmedilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, davacı tarafça başlatılan takip kapsamından borcun sebebi konusunda herhangi bir açıklama yer almadığı gibi borcun tarihi, hangi tarihten beri ne kadar faiz işlediği hususlarının açıkca gösterilmediğini, gecikme faizi oranının aşırı yüksek olduğunu, üyelerin bir çoğunun aidat ödememesine rağmen eşitlik ilkesi karşısında sadece müvekkiline karşı takip yapıldığını, kooperatifin kuruluşundan bu yana aidatlarını geciktiren hiçbir üyeden faiz talebinde bulunulmadığını savunarak, davanını reddi ile %40"dan aşağı olmamak üzere kötüniyet tazminatına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Mahkemece, iddia, savunma, benimsenen bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamına göre; dosyanın, Sincan Asliye Ticaret Mahkemesi"nin yetkisizlik kararı gereği esasa kaydedildiği, davacı kooperatif tarafından Sincan 3.İcra Müdürlüğü"nde başlatılan icra takibine davalı borçlu tarafından yetki itirazında bulunulmadığı, icra müdürlüğünün yetkisinin kesinleştiği, iş bu davada HMK 14. maddedeki kesin yetki kuralının geçerli olduğu ve kooperatif merkezinin Ankara ilinde bulunması nedeniyle mahkemenin yetkili olduğu, genel kurulca kararlaştırılan aidat miktarları dikkate alındığında,takip tarihi itibariye davalının aidat borcunun 10.500,00 TL olduğu, davacı kooperatif tarafından icra takibinde 9.750,00 TL talep edildiği, işlemiş faiz miktarının 2.532,00 TL olduğu, icra takibinde 1.912,50 TL talep edildiği, talep edilen miktarların daha az olması nedeniyle taleple bağlı kalınması gerektiği, öte yandan, aidatlarını geciktiren diğer ortakların bir kısmının emekli olduğu ve üç aylık emekli maaşlarını aldıklarında ödeme yapmaları nedeniyle gecikme faizi uygulanmadığının tespit edildiği, eşitlik ilkesinin, aynı durumda olan ortaklar için geçerli olduğu, bir üye hakkında faiz tahakkuk ettirilmemesinin davacı hakkında da faiz uygulaması yapılmamasını gerektirmeyeceği, yapılan hatalı uygulamaların, ancak yönetim kurulunun sorumluluğunu gerektireceği, 01.07.2012 tarihinde 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu"nun yürürlüğe girdiği, davalı aleyhine uygulanacak olan temerrüt faizinin 01.07.2012 tarihinden itibaren 6098 sayılı Borçlar Kanunu"nun 120. maddesine göre sınırlandırılması gerektiği, davacının alacağına ilişkin tüm belgelerin kooperatif kayıtlarında mevcut olduğu, alacağın belirlenebilir nitelikte olduğu ve davalının itirazının haksız olduğu gerekçesiyle, davanın kabulüne, davacı yararına icra inkar tazminatına hükmedilmesine karar verilmiştir.
Kararı, davalı vekili temyiz etmiştir.
1) Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, davalı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan diğer temyiz itirazları yerinde değildir.
2) Dava, kooperatif üyesi olan davalının birikmiş aidat borcunun tahsili için başlatılan takibe vaki itirazın iptali istemine ilişkindir.
Kooperatif genel kurullarında aidat ödemelerinin geciktirilmesi halinde alınması kararlaştırılan gecikme zammı temerrüt faizi niteliğindedir. 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu"nun 120/2 maddesine göre, sözleşme ile kararlaştırılacak yıllık temerrüt faiz oranı, birinci fıkrada belirlenen yıllık faiz oranının yüzde yüz fazlasını aşamaz. 6101 sayılı Kanun"un 7. maddesine göre TBK"nın temerrüt faizine ilişkin 120. maddesi görülmekte olan davalarda da uygulanır. Davalı hakkında başlatılan takip talebinde, hem takip tarihine kadar genel kurullarında kabul edilen oranlara göre istenen, hem de takibin devamında istenen faiz bakımından bu hususlar gözetilmeksizin hüküm kurulması doğru görülmemiştir...)
gerekçesi ile bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN : Davalı vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava icra takibine itirazın kaldırılması istemine ilişkindir.
Hukuk Genel Kurulundaki görüşme sırasında işin esasının incelenmesinden önce icra takibinin yetkili icra dairesinde yapılıp yapılmadığı hususu ön sorun olarak tartışılıp, değerlendirilmiştir.
2004 sayılı İcra ve İflâs Kanunu"nun 50 nci maddesinin birinci fıkrasına göre para veya teminat borcu için takip hususunda (davanın açıldığı tarihte yürürlükte bulunan) Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu"nun yetkiye dair hükümleri kıyas yolu ile uygulanır. 1086 sayılı Kanun’nun 17"nci maddesine göre “Hakiki veya hükmi bir şahsın muhtelif mahallerde şubeleri bulunduğu takdirde o şubenin muamelesinden dolayı iflas davası müstesna olmak üzere o şubenin bulunduğu mahalde dahi dava ikame olunabilir. Şirket ve cemiyetlerin ve tesislerin kendi işlerine mütaallik olmak üzere azası aleyhine ve azanın bu sıfatla yekdiğeri aleyhlerine ikame edecekleri dava bu şirket, cemiyet veya tesisin ikametgâh addolunan mahal mahkemesinde bakılır”.
Maddenin düzenlemesinden tüzel kişiler ile ortakları arasındaki davalarda, tüzel kişinin merkezinin bulunduğu yer mahkemelerinin kesin yetkili olduğu anlaşılmaktadır. Önsorun çözümü için İcra ve İflâs Kanunu"nun 50"nci maddesindeki atıf nedeniyle kooperatif ile ortağı arasındaki alacağın tahsili için girişilen icra takipleri bakımından da kesin yetki bulunup bulunmadığı hususu açıklığa kavuşturulmalıdır.
Somut olayda davacı kooperatifin merkezi Yenimahalle ilçesi olup yargı çevresi bakımından Ankara’ya bağlıdır. Davacı yan icra takibini Sincan İcra Dairesinde yapmış, borçlu yetkiye itiraz etmemiştir. Dava da ilk olarak Sincan Asliye Ticaret Mahkemesinde açılmış, ancak kesin yetki kuralı gereği bu mahkemece re’sen yetkisizlik kararı verilmiş ve temyiz itirazı üzerine Özel Dairece yetkisizlik kararı 27.10.2011 gün ve 2011/2640-1360 E.K. sayılı kararla onanmıştır.
Bilindiği üzere öğreti ve uygulamada icra dairelerinin yetkisinin kesin olmadığı kabul edilmektedir (KURU, B.: İcra ve İflas Hukuku, El Kitabı, 2.b., İstanbul 2013, s.179 ve HGK., 24.04.2013 gün ve 2012/9-1435 E., 2013/569 K.). Açıklanan ilkeler gereğince icra dairesinin yetkisinin kesin yetki niteliğinde olmadığından yetkisine itiraz edilmeyen Sincan İcra Dairesinde yapılan icra takibinin usulüne uygun bir takip olduğu kabul edilmiştir.
Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında bir kısım üyelerce icra dairesinin yetkisinin de kesin yetki olduğu ve yetkisiz yerde usulüne uygun sayılmayan bir takibe dayalı olarak açılan itirazın iptali davasının sırf bu nedenle reddi gerektiği fikri ileri sürülmüş ise de belirtilen gerekçelerle bu görüşe itibar edilmemiş somut uyuşmazlık bakımından ön sorunun bulunmadığına ikinci görüşmede oy çokluğu ile karar verilmiştir.
İşin esasına gelince,
01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren Türk Borçlar Kanunu, tarafların sözleşme ile kararlaştırdığı faiz oranına müdahalede bulunmuştur. 6098 sayılı TBK"nun 120. maddesi;
“Uygulanacak yıllık temerrüt faizi oranı, sözleşmede kararlaştırılmamışsa, faiz borcunun doğduğu tarihte yürürlükte olan mevzuat hükümlerine göre belirlenir.
Sözleşme ile kararlaştırılacak yıllık temerrüt faizi oranı, birinci fıkra uyarınca belirlenen yıllık faiz oranının yüzde yüz fazlasını aşamaz.
Akdî faiz oranı kararlaştırılmakla birlikte sözleşmede temerrüt faizi kararlaştırılmamışsa ve yıllık akdî faiz oranı da birinci fıkrada belirtilen faiz oranından fazla ise, temerrüt faizi oranı hakkında akdî faiz oranı geçerli olur” şeklinde düzenleme getirmiştir.
Bu düzenleme ile kanun koyucu sözleşme ile kararlaştırılsa dahi aşırı oranlarla belirlenen faizin önüne geçmek istemiş ve bunu kamu yararı gerekçesiyle sınırlamak yoluna gitmiştir. Kooperatif genel kurullarında aidat ödemelerinin geciktirilmesi halinde alınması kararlaştırılan gecikme zammı, temerrüt faizi niteliğindedir. Kooperatif genel kurullarında belirlenen gecikme zammı oranlarının da anılan düzenleme kapsamında olduğu tartışmasızdır.
Asıl vurgulanması gereken düzenleme ise 6101 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkındaki Kanun’nun 7"nci maddesidir. Bu hükme göre:
“Türk Borçlar Kanununun kamu düzenine ve genel ahlâka ilişkin kuralları ile geçici ödemelere ilişkin 76"ncı, faize ilişkin 88"inci, temerrüt faizine ilişkin 120 nci ve aşırı ifa güçlüğüne ilişkin 138 inci maddesi, görülmekte olan davalarda da uygulanır”.
Bu düzenleme ile kanun koyucu açıkça aşırı faizin önüne geçmek yönündeki iradesini, derdest davalara da yansıtmıştır.
Bu nedenle Yerel mahkemece, davacı yanca başlatılan takibin takip talepnamesinde, hem takip tarihine kadar genel kurullarında kabul edilen oranlara göre istenen, hem de takibin devamında istenen faiz bakımından açıklanan bu yönler gözetilmelidir.
Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında bir kısım üyeler Türk Borçlar Kanunu’nun faiz sınırlamasına ilişkin düzenlemesinin, icra takibi sırasında icra müdürünce dikkate alınabilecek bir infaz sorunu olduğu ve bunun davanın derdestliği ile ilgili bulunmadığı ileri sürülmüş ise de Kurul çoğunluğu tarafından yukarıda açıklanan nedenlerle bu görüşe de itibar edilmemiştir.
Açıklanan nedenlerle Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
S O N U Ç : Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, 15.04.2015 gününde önsorun yönünden ikinci, esas yönünden ilk görüşmede oyçokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY YAZISI
Yüksek Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık icra dairesi yetkisinin kesin olup olmadığı ve buna göre usulüne uygun bir icra takibi bulunup bulunmadığı ile Türk Borçlar Kanunu’nun faiz oranlarını sınırlayan düzenlemesinin eldeki davada uygulanma kabiliyetinin bulunup bulunmadığı noktalarında toplanmaktadır.
Bilindiği üzere itirazın iptali davaları icra takibine sıkı sıkıya bağlı ve maddi hukuk kuralları çerçevesinde incelenerek sonuçlandırılması gereken davalardandır. Bu nedenle geçerli bir icra takibinin bulunması, itirazın iptali davaları bakımından dava şartı niteliğindedir. Geçerli bir icra takibinden söz edilebilmesi için aranan hususlardan biri de icra takibinin yetkili yerde yapılmış olmasıdır. Gerçekten de yetkisiz yerde yapılmış bir icra takibine dayalı olarak gönderilen ödeme emrine, icra takibinin yetkisiz yerde yapıldığı şeklinde itiraz ileri sürmek de mümkündür. Bu durumda mahkemenin icra takibinin yetkili yerde yapılıp yapılmadığına bakması ve eğer takip yetkisiz yerde yapılmışsa “yetkili yerde yapılmış usulüne uygun bir icra takibi bulunmadığı” gerekçesiyle davayı, sırf bu nedenle reddetmesi gerekir (aynı yönde HGK., 28.03.2001 gün ve 2001/19-267-311 ve 20.03.2002/13-241-208 E.K. sayılı kararları).
İcra ve İflâs Kanunu"nun 50 nci maddesi icra dairelerinin yetkisi bakımından (davanın açıldığı tarihte yürürlükte bulunan) 1086 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu"na atıf yapmıştır. Bu atıf, bütün kuralları ile işletilmesi gereken bir atıf olup kesin yetki hallerinin icra daireleri bakımından uygulanmayacağı düşünülemez.
Hukuk Genel Kurulu kararında atıf yapılan Prof.Dr.Baki Kuru’ya ait görüş, genel bir ifade niteliğindedir. Nitekim icra dairesi yetkisinin kesin olduğu haller de bulunmaktadır. Mesela haczedilen taşınmazın, ancak bulunduğu yer icra dairesi tarafından paraya çevrilebileceğine ilişkin kural ile terekeye karşı yapılacak icra takiplerinde mutlaka müteveffanın son ikametgahının bulunduğu yerdeki icra dairesine başvurulması gerektiğine ilişkin kural, kesin yetki kuralı niteliğindedir (bkz., DEYNEKLİ, A./KISA, S.: İtirazın İptali Davaları, 3.b., Ankara 2013, s.9).
Somut olaya gelindiğinde kanun koyucu tüzel kişi ile üyesi (kooperatif ile ortağı) arasındaki uyuşmazlıkların çözümü için başvurulacak mahkemenin, ancak tüzel kişinin merkezindeki mahkeme olduğuna ilişkin bir kesin yetki kuralı getirmiştir. Bu kesinlik, İcra ve İflâs Kanunu"nun 50 nci maddesi atfı nedeniyle icra daireleri için de uygulanmalıdır. Aksi halde yargılamaya ilişkin kamu düzeni ilkelerinin dolanılması söz konusu olur ki, bu durum hukuk güvenliği kuralını zedeler niteliktedir.
Yüksek Genel Kurul kararında atıf yapılan 24.04.2013 tarihli karar da somut olaya uygun değildir. Zira belirtilen kararda alacak iş hukukuna dayalı olup, takip Şişli’de yapılmıştır. 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 5 inci maddesi davalının ikametgâhı mahkemesi ile işçinin işini yaptığı işyeri için yetkili mahkemeyi işaret etmektedir. Kararda iş yerinin Diyarbakır olduğu sabittir ve Hukuk Genel Kurulu’nca Şişli’de yapılan icra takibi bakımından bir yetki sorununa değinilmemiştir. Ancak burada vurgulanması gereken iki özellik bulunmaktadır. Bunlardan birincisi İş Mahkemeleri Kanunu’nun yetkiye ilişkin düzenlemesi ikili bir yetkilendirmeye izin vermekte olup, bunun “kesin yetki” niteliğinde olmadığı sabittir. İkinci özellik ise İcra ve İflâs Kanunu"nun 50 nci maddesinin her türlü mahkeme yetkilendirmesine atıf yapmaması ve özellikle Hukuk Usûlü Muhakemeleri Kanunu"nun ilgili kısmına atıf yapmakla yetinmesidir. Bir diğer ifade ile yetkiye ilişkin her düzenleme değil, sadece Hukuk Usûlü Muhakemeleri Kanunu"nun yetkiye ilişkin düzenlemeleri icra daireleri için kıstas olmalıdır.
Açıklanan durum karşısında merkezi Ankara’da olan kooperatifin, ortağı hakkında Sincan İcra Dairesi’nde giriştiği takip, “yetkili yerde usulüne uygun bir takip” niteliğinde olmadığından; itirazın iptali davasının sırf bu nedenle reddi gerekirdi. Özel Daire’nin bu hususu gözden kaçırmış olması nedeniyle de Yüksek Genel Kurul’ca bozmanın bu noktadan yapılması gerektiği düşüncesiyle, sayın çoğunluğun ön sorun bulunmadığına ilişkin görüşüne katılamıyorum.
İşin esasına gelince;
Uyuşmazlık faiz oranı sınırlandırmasına ilişkin Türk Borçlar Kanunu’nun 120 nci maddesinin derdest davalara uygulanması noktasında, Özel Daire bozmasındaki görüşün Yürürlük Kanunu’nun 1 inci ve 7 nci maddeleri karşısındaki durumunun belirlenmesi ile çözümlenecektir.
T.Borçlar Kanunu’nun 120 nci maddesi, taraflarca sözleşmeyle belirlenmiş olsa dahi, belirli sınırı aşan faiz oranlarının sınırlandırılmasını öngörmektedir. Bu düzenleme fahiş faiz uygulamasının önüne geçmesi bakımından genel ahlak ve kamu düzeni kavramları ile uyum halindedir.
6101 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun, yukarıda da belirtildiği gibi konu ile ilgili iki hüküm sevketmiştir.
Yasa’nın birinci maddesi temel ilke niteliğinde olup “geçmişe etkili olmama kuralı” olarak başlıklandırılmıştır. Maddeye göre:
“Türk Borçlar Kanununun yürürlüğe girdiği tarihten önceki fiil ve işlemlere, bunların hukuken bağlayıcı olup olmadıklarına ve sonuçlarına, bu fiil ve işlemler hangi kanun yürürlükte iken gerçekleşmişse, kural olarak o kanun hükümleri uygulanır. Ancak, Türk Borçlar Kanununun yürürlüğe girmesinden sonra bu fiil ve işlemlere ilişkin olarak gerçekleşecek temerrüt, sona erme ve tasfiye, Türk Borçlar Kanunu hükümlerine tabidir”.
Görüleceği üzere Yürürlük Kanunu temel ilke olarak geçmişe yürümeye izin vermemektedir. Nitekim somut olayda icra takibi 29.04.2010 günü yapılmıştır. Takip tarihinin, borçlar hukuku bakımından borçlunun temerrüdünü doğuracağında tereddüt bulunmamaktadır. Diğer deyişle, borçlu davalının temerrüdü Türk Borçlar Kanunu’nun yürürlüğe girdiği 01.07.2012 tarihinden önce gerçekleşmiştir. Bu durumda temerrüdün sonuçlarının 818 sayılı Borçlar Kanunu’na tâbi olduğu sabittir.
Yürürlük Kanunu’nun 120 nci maddeye yönelik özel düzenlemesi “görülmekte olan davalara ilişkin uygulama” başlıklı 7 nci maddede ifadesini bulmaktadır. Maddeye göre:
“Türk Borçlar Kanununun kamu düzenine ve genel ahlâka ilişkin kuralları ile geçici ödemelere ilişkin 76 ncı, faize ilişkin 88 inci, temerrüt faizine ilişkin 120 nci ve aşırı ifa güçlüğüne ilişkin 138 inci maddesi, görülmekte olan davalarda da uygulanır”.
Görüldüğü gibi bu düzenleme esasen kamu düzeni ve genel ahlak temeline dayandırılmıştır; maddede münferiden sayılan haller de bu kapsamdadır. Düzenleme 1 inci maddedeki ilke karşısında yeni bir ilke getirmemekte, sınırlı bir istisnayı öngörmektedir.
Burada üzerinde durulması gereken husus “görülmekte olan dava” kavramıdır. Kanun koyucu aile, miras, eşya hukuku gibi alanlarda özel dava türleri benimsemiş olsa da usul kanunlarının temel dava anlayışı; ihlal edilen subjektif hakkın korunması amacını doğrudan doğruya yansıtan alacak benzeri hukuki korumaları kapsamaktadır. Bu bakımdan mesela inşai bir dava ya da bir menfi tesbit davası kural olarak usul kanunlarında temel düzenleme konusu edilmemekte ve mahiyetleri uygun düştüğü ölçüde, hâkimin adil yargılama ve silahların eşitliği ilkeleri çerçevesindeki yorumlamaları ile yürütülmektedir.
Bu açıdan bakıldığında Yürürlük Kanunu’nun “görülmekte olan dava” kıstası, faizin dava içinde devam ettiği halleri ifade etmektedir. 818 sayılı Borçlar Kanunu döneminde, takip yapılmadan, doğrudan dava açılmış olsa ve davacı da yasal sınırı aşan bir faiz istemiş olsaydı; işte o zaman hâkim derdest davada Yürürlük Kanunu’nun 7"nci maddesini göz önüne alacak ve Türk Borçlar Kanunu’nun yürürlüğe girdiği tarihe kadar taraflarca üzerinde uzlaşılmış faize, bu tarihten sonra ise Yasa’nın öngördüğü sınırlandırılmış faize hükmedecek idi. Oysa eldeki dava itirazın iptali istemine ilişkindir. Burada temerrüt hali davadan daha önce gerçekleşmiş ve henüz 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun yürürlüğünden önceki dönemde sınırlandırılmamış hali ile bir miktar faiz işlemiştir. Yürürlükten sonra ise indirilmiş yeni faiz oranı, Yürürlük Kanunu’nun 7"nci maddesi olmasaydı da infaz aşamasında icra müdürünce uygulanacaktı. Bu bağlamda itirazın iptali ile takibin devamına ilişkin olarak verilecek kararda, faiz hesabına değinilmesine dahi gerek olmadığı söylenebilir. Nitekim somut olayda, hüküm fıkrası yasal düzenlemeyi açıklar biçimde kaleme alınmış olmakla icra müdürüne yol gösterir niteliktedir.
Ancak Yüksek Genel Kurul’un görüşü, davanın derdest olmasından yola çıkarak faiz oranı sınırlamasına ilişkin 120 nci maddeyi geriye yürüterek, henüz 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun yürürlüğe girmediği dönemde de (ki somut olayda 2 yıl, 3 aydır) zaten işlemiş bulunan faizi indirmek şeklinde sonuç doğuracaktır.
Bu uygulama istisna niteliğindeki 7 nci maddenin amacına uzak olduğu gibi, ilke niteliğindeki 1 inci maddeye de açıkça aykırıdır.
Diğer taraftan haklarında aynı gün takip yapılmış iki kooperatif ortağından biri borcunu Türk Borçlar Kanunu’nun yürürlüğe henüz girmediği bir tarihte (mesela 30.06.2012 günü) ödemiş ise sınırlandırılmamış (fazla) faiz ile ödeyecek; fakat borcunu ödememiş ve hakkında dava açılmış olan ortak, sırf derdest dava kavramına yüklenen farklı yorum nedeniyle geriye doğru eksik faiz ödeyecektir. Bu uygulama eşitler arasında eşitsizliğe yol açmaktadır (bkz. Kooperatifler Kanunu m.23).
Yukarıdan beri açıkladığım nedenlerle faize ilişkin sınırlamanın geriye yürütülmesi sonucunu doğuran Hukuk Genel Kurulu kararına muhalifim.
Bu alandan sadece bu kararla ilintili POST üretebilirsiniz. Bu karardan bağımsız tamamen kendinize özel POST üretmek için TIKLAYINIZ
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.