Hukuk Genel Kurulu 2013/1685 E. , 2015/1098 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ : İstanbul 2. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 11/10/2012
NUMARASI : 2012/297-2012/323
Taraflar arasındaki “yayın yolu ile kişilik hakkına saldırı nedenine dayalı manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İstanbul 2. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 14.07.2010 gün ve 2010/17 E. , 2010/243 K. sayılı kararın incelenmesi davalılar vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 30.11.2011 gün ve 2010/10979, 2011/12787 sayılı ilamı ile,
“...Dava, basın yolu ile saldırı nedeni ile manevi tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece davanın kısmen kabulüne karar verilmiş, karar davalılar tarafından temyiz edilmiştir.
Davacı, davalı yazarın davalı gazetede yazdığı yazı ile kişilik haklarına saldırıda bulunduğunu ileri sürerek, manevi tazminat talep etmiştir.
Davalılar ise, davacı hakkında yaygın bilinenlere uygun olarak kaleme alınmış yazının basın özgürlüğü çerçevesinde yazılmış bir eleştiri olduğunu savunmuşlardır.
Mahkemece, davacının İslam düşmanı olarak gösterilen yazının basın özgürlüğünün sınırlarını aştığı gerçekliğinin ispatlanamadığı objektiflikten uzak olduğu gerekçesi ile, davanın kabulüne karar verilmiştir.
Basın özgürlüğü, Anayasanın 28. maddesi ile 5187 sayılı Basın Yasasının 1. ve 3. maddelerinde düzenlenmiştir. Bu düzenlemelerde basının özgürce yayın yapmasının güvence altına alındığı görülmektedir. Basına sağlanan güvencenin amacı; toplumun sağlıklı, mutlu ve güvenlik içinde yaşayabilmesini gerçekleştirmektir. Bu durum da halkın dünyada ve özellikle içinde yaşadığı toplumda meydana gelen ve toplumu ilgilendiren konularda bilgi sahibi olması ile olanaklıdır. Basın, olayları izleme, araştırma, değerlendirme, yayma ve böylece kişileri bilgilendirme, öğretme, aydınlatma ve yönlendirmede yetkili ve aynı zamanda sorumludur. Basının bu nedenle ayrı bir konumu bulunmaktadır. Bunun içindir ki, bu tür davaların çözüme kavuşturulmasında ayrı ölçütlerin koşul olarak aranması, genel durumlardaki hukuka aykırılık teşkil eden eylemlerin değerlendirilmesinden farklı bir yöntemin izlenmesi gerekmektedir. Basın dışı bir olaydaki davranış biçiminin hukuka aykırılık oluşturduğunun kabul edildiği durumlarda, basın yoluyla yapılan bir yayındaki olay hukuka aykırılık oluşturmayabilir.
Ne var ki basın özgürlüğü sınırsız olmayıp, yayınlarında Anayasanın Temel Hak ve Özgürlükler bölümü ile Türk Medeni Kanununun 24 ve 25. maddesinde yer alan ve yine özel yasalarla güvence altına alınmış bulunan kişilik haklarına saldırıda bulunulmaması da yasal ve hukuki bir zorunluluktur.
Basın özgürlüğü ile kişilik değerlerinin karşı karşıya geldiği durumlarda; hukuk düzeninin çatışan iki değeri aynı zamanda koruma altına alması düşünülemez. Bu iki değerden birinin diğerine üstün tutulması gerektiği, bunun sonucunda da, daha az üstün olan yararın daha çok üstün tutulması gereken yarar karşısında o olayda ve o an için korumasız kalmasının uygunluğu kabul edilecektir. Bunun için temel ölçüt kamu yararıdır. Gerek yazılı ve gerekse görsel basın bu işlevini yerine getirirken, özellikle yayının gerçek olmasını, kamu yararı bulunmasını, toplumsal ilginin varlığını, konunun güncelliğini gözetmeli, haberi verirken özle biçim arasındaki dengeyi de korumalıdır. Yine basın, objektif sınırlar içinde kalmak suretiyle yayın yapmalıdır. O anda ve görünürde var olup da sonradan gerçek olmadığı anlaşılan olayların yayınından da basın sorumlu tutulmamalıdır.
Davaya konu olayda; dosya arasında mevcut bilgilerden, Taraf Gazetesi’nin 09.12.2009 tarihli nüshasında davalı yazarın imzası ile yayımlanan "DTP İslam düşmanı bir parti mi oldu" başlıklı yazının, davacının adı geçen siyasi partinin parti meclisine seçilmesi nedeni ile kaleme alınan bir yazı olduğu anlaşılmıştır. Çeşitli basın yayın unsurlarında yazı ve görüşleri yayınlanan yayınlanmış kitapları olan davacı, bir siyasi partinin meclis üyesi-siyasetçidir. Sözü geçen görevi diğer nitelikleri nedeniyle davacı, ağır da olsa eleştirilere katlanmak zorundadır.
Dava konusu yazı bir bütün olarak değerlendirildiğinde, yazının davacıyı aşağılamak amacıyla kaleme alınmadığı ancak ağır eleştiri niteliğinde bulunduğu açıktır.
Yerel mahkemece açıklanan yönler gözetilerek, davacının kişilik haklarına saldırıda bulunulmadığı sonucuna varılıp davanın tümden reddedilmesi gerekirken, yerinde olmayan gerekçeyle, davalıların manevi tazminat ile sorumlu tutulmuş olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir...”
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN: Davalılar vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Davacı F.. B.. vekili 14/01/2010 harç tarihli dava dilekçesinde özetle; “Taraf Gazetesi’nin 09.12.2009 tarihli nüshasında R.. K..’nın “DTP, İslam düşmanı bir parti mi oldu” başlıklı makalesinde müvekkili hakkında asılsız ithamlarda bulunulduğunu, hakaret edildiğini, belli çevrelerce yaşamsal ciddi tehlike oluşturacak biçimde hedef gösterildiğini, haberin yalan olduğunu, içerisinde kin intikam, kışkırtma içeren hedef gösteren ifadeler yer aldığını, bu nitelikteki yazıların sonunun ölümle ve katliamla biten sonuçları olduğunu, yazıda "… - Geçtiğimiz aylarda DTP içinde skandal bir olay yaşandı…28 Şubat darbesinin piyonlarından, en az Geert Wilders kadar İslam düşmanı olduğu herkesçe bilinen bir şahsiyet DTP Parti Meclisine alındı… Bu isim F.. B..… İslam düşmanı kitapları Cumhuriyet gazetesine bağlı yayınevi Cumhuriyet Kitaplarında çıkıyor… " denilerek müvekkiline hakaret edildiğini, benzer iddiaların ve ithamların Aziz Nesin, Turan Dursun, Selam Rüşdi, Teslime Nesrin, Dr Nevval Saawadi ve Farac Fuda gibi yazarlara da yöneltildiğini, bu yazarlardan bir kısmının ülkesini terk ederek hayatta kaldığını, bir kısmının ise katledildiğini, gönderilen düzeltme metine uyulmadığını, davaya konu yazının yazar ve gazeteci olan müvekkili ile ilgili gerçeğe, basın özgürlüğüne, düşünce ve düşünceyi açıklama özgürlüğüne aykırı iftira ve hakareti içeren yalan haber olduğunu, müvekkilinin İslamcılık üzerine çalışmaları bahanesi ile İslam düşmanı ilan edilerek Hollandalı ırkçı-faşist İslam düşmanı Geert Wilders ile bir tutulduğunu, hiçbir çalışmasında bu ithamları hak edecek çalışma içinde bulunmadığını bildirerek, hukuka aykırı haksız eylem nedeniyle müvekkilinin manevi zararının simgesel düzeyde tazmini olarak 10.000 TL manevi tazminatın davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline, hükmün gazetede ilanına karar verilmesini istemiştir.
Davalılar Alkım Gazetecilik San. Ve Tic Ltd Şti ve R.. K.. vekili 08.04.2010 havale tarihli cevap dilekçesinde özetle; “ Dava konusu yazının düşünce açıklaması olduğunu, yazı temasının Demokratik Toplum Partisi’ nin Parti Meclisine alınan kişilerin siyasi kimliklerinin bu partinin yapısına olan yabancılığı olduğunu yazara göre söz konusu siyasi partinin yönetim kademesinin, o partinin toplumsal tabanına uygun bulunmadığını, davacının adını vererek sert bir şekilde de olsa davacıyı ve o siyası partiyi eleştirdiğini, Yargıtay ve AİHM içtihatları dikkate alındığında yazı içinden birkaç kelimeyi alarak saldırı olduğunu söylemenin mümkün olmadığını, savunarak davanın reddine” karar verilmesini talep etmiştir.
Mahkemece, “Anayasa ve yasaların güvencesi altında bulunan basın, özgürlüğünü bu şekilde kişileri kamuoyunun gözü önünde mahkum eder şekilde kullanamaz. Davalı R.. K.." nın yazdığı ve diğer davalı şirkete ait olan ve şirket adına Başar Arslan’ın imtiyaz sahibi olduğu Taraf Gazetesi"nde ve gazeteye ait internet sitesinde yayınlanan bu yazı ile basın özgürlüğünün sınırlarının aşıldığı, gerçeklik kriterinin ispatlanamadığı ve objektiflikten uzak, davacının İslam düşmanı olarak gösterildiği bir yazı olması nedeniyle davacının kişilik haklarına ağır ve haksız saldırı sayılır ki; bu da Borçlar Kanunu 49.maddesi uyarınca manevi tazminat hakkı talebini haklı kılar” gerekçesi ile davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Temyiz istemi üzerine yukarıda başlık bölümüne alınan gerekçe ile mahkeme kararı bozulmuş, bozma üzerine mahkemece önceki kararında direnilmiştir. Direnme kararı davalılar vekilince temyiz edilmiştir.
Görüşmeler sırasında azınlıkta kalan üyeler, toplumun inanç yapısı dikkate alındığında, İslam dinine karşı bile olsa, karşı olan kişinin “düşman” olarak nitelendirilmesinin doğru olmadığı, davacıyı hedef haline getireceği, kaldı ki; inanç özgürlüğünün inanma özgürlüğünü koruduğu kadar inanmama özgürlüğünü de koruduğu dikkate alındığında herhangi bir inanç sistemine karşı olduğunu ifade eden birisinin “düşman” olarak nitelendirilmesinin kişilik hakkına saldırı oluşturacağı ileri sürülmüş ise de, bu görüş kurul çoğunluğu tarafından kabul edilmemiştir.
Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ: Davalılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, 27.03.2015 gününde oyçokluğu ile karar verildi.