Abaküs Yazılım
Hukuk Genel Kurulu
Esas No: 2017/1818
Karar No: 2018/1025

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2017/1818 Esas 2018/1025 Karar Sayılı İlamı

Hukuk Genel Kurulu         2017/1818 E.  ,  2018/1025 K.

    "İçtihat Metni"

    MAHKEMESİ : Yargıtay 13. Hukuk Dairesi (İlk Derece)


    Taraflar arasındaki maddi ve manevi tazminat davasından dolayı, ilk derece mahkemesi sıfatıyla Yargıtay 13. Hukuk Dairesince verilen 25.02.2014 gün ve 2013/3 E., 2014/2 K. sayılı kararın onanmasını kapsayan ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulundan çıkan 30.03.2016 gün 2014/13-1661 E., 2016/423 K. sayılı kararın, karar düzeltme yoluyla incelenmesi davacı vekili tarafından verilen dilekçe ile istenilmiş olmakla; Hukuk Genel Kurulunca dilekçe, düzeltilmesi istenen ilam ve dosyadaki ilgili bütün belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
    Dava, yargısal faaliyet nedeniyle 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu"nun 46. maddesine dayalı tazminat istemine ilişkindir.
    Özel Dairece, davanın esastan reddine karar verilmiş, davacı vekilinin temyiz istemi üzerine Hukuk Genel Kurulunca karar onanmıştır. Bu karara karşı davacı vekili tarafından karar düzeltme isteminde bulunulmuştur.
    Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında işin esasına geçilmeden önce, davacı tarafından 17.09.2009 tarihinde sunulan dava dilekçesinde “fazlaya dair hakların saklı tutulduğuna” ilişkin ibare bulunmadan 7.000,00 TL maddi ve 3.000,00 TL manevi tazminat isteminde bulunulması ve 24.12.2013 tarihinde verilen ıslah dilekçesi ile talebin artırılması ile 12.602,00 TL maddi ve 3.215,00 TL manevi tazminat istenilmesi karşısında, ıslah ile manevi tazminat ve fazlaya dair haklar saklı tutulmadan maddi tazminat miktarlarının artırılmasının mümkün olup olmadığı hususu ön sorun olarak tartışılmıştır.
    Davacının başlangıçta talep ettiği manevi tazminat miktarının, ıslah yoluyla artırılıp artırılamayacağının irdelenmesinde;
    Manevi tazminat, zarar görenin kişilik değerlerinin ve bedensel bütünlüğünün iradesi dışında ihlali hâllerinde meydana gelen eksilmenin (manevi zararın) giderilmesi, tazmin ve telafi edilmesidir.
    Anayasamız 5, 12, 17, 20 ve 26. maddeleri kişilik değerlerinin önemini esas alarak bunları ihlal edenlere karşı kişinin korunmasını garanti altına almıştır. Kanun koyucu, manevi tazminat davası açılacak hâlleri MK’nın 24a/II, 25, 85, 143/II, 126/II, 305, BK’nın 47 ve 49. maddelerinde ayrı ayrı düzenlemiştir. 818 sayılı BK’nın 47. maddesi ise özel nitelikte bir hüküm olup, fizik (maddi) kişilik değerlerinin, yani yaşama hakkı ile vücut bütünlüğünün ihlalinden doğan hâllerde manevi zararların tazminini düzenlemiştir.
    Zarar görene tanınmış olan manevi tazminat hakkı kişinin sosyal, fiziksel ve duygusal kişilik değerlerinin saldırıya uğraması durumunda öngörülen bir tazminat türüdür. Kişinin, hukuka aykırı olan eylemden dolayı bozulan manevi dengesinin eski hâline dönüşmesi, duygusal olarak tatmin edilmesi, zarar verenin de bir daha böyle bir eylemde bulunmaktan alıkonulması amacını güder.
    Manevi tazminat, kişinin çekmiş olduğu fiziksel ve manevi acıları dindirmeyi, hafifletmeyi amaçlar. Bu tazminat bizzat yaşanan acı ve elemin karşılığıdır. Bu tazminat türü, kişinin haksız eylem sonucu duyduğu acı ve elemin giderilmesini amaçladığı için, zarar gören kişi, öngördüğü miktarı belirleyerek istemde bulunabilir.
    Maddi zararda olduğu gibi manevi tazminatta kesin bir hesabın yapılması olanaksızdır. Bunun için miktarı, somut olayın özelliği, tarafların sosyal ve ekonomik durumları dikkate alınarak Türk Medeni Kanununun (TMK) 4. maddesi uyarınca hâkim tarafından takdir ve tayin edilir. Hâkim, manevi tazminatın miktarını belirlemede geniş bir yetkiye sahiptir.
    Zarar gören, uğradığı haksız eylemden kaynaklanan maddi tazminatın miktarını tayin ve talep edebilir. Hatta zarar gören, maddi zararını kısmi dava olarak bir defada değil, zamanaşımı süresi içinde birden fazla talepler hâlinde isteyebilir. Oysa manevi zarar, haksız eylem sonucunda uğranılan kişilik değerlerindeki azalmanın karşılığı olduğu ve zarar gören tarafından da takdir ve tayin edilebilir bulunduğu için birden fazla bölümler hâlinde istenemez. Bu tazminat bizzat yaşanan acı ve elemin karşılığı olduğu için haksız eylemin meydana geldiği anda gerçekleşir. Acı ve elemin bölünerek bir kısmının açılacak kısmi dava ile kalanının açılacak başka bir davada talep edilmesi, manevi tazminatın özüne ve işlevine aykırı düşer.
    Ödemenin uzaması, para değerindeki düşüşler, enflasyon nedeniyle alım gücünün azalması gibi nedenlerle hükmedilecek miktarın faizi ile birlikte tahsili zararı karşılamaktan uzak olması, manevi tazminatın bölünerek istenmesini haklı göstermez.
    İstemin değiştirilmesi ve artırılması için istekte bulunanın, daha önceki isteminin dışında ve ondan daha fazla alacağının bulunması gerekir. Manevi zararda ise, zarar gören daha önce belirttiği istemi ile zararını açıkladığı ve belirttiği, artık geriye bir alacağı kalmadığı için gerek ayrı bir dava ve gerekse ıslah yoluyla bir istemde bulunamaz. Zira, manevi tazminat bir bütündür. Duyulan acı ve üzüntünün karşılığı dava yolu ile belirlenip, karşı tarafa bildirildikten sonra arttırılması veya yeni bir dava açılarak istenmesi mümkün değildir.
    Öğretide ve kararlılık gösteren yargısal kararlarda manevi tazminat davasının kısmi dava olarak açılamayacağı, ıslah yolu ile de istemin arttırılamayacağı benimsenmektedir.
    Nitekim; Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 14.11.2001 gün ve 2001/21-993 E., 2001/1019 K. sayılı, 01.03.2006 gün ve 2006/2-14 E., 2006/26 K. sayılı, 25.11.2009 gün ve 2009/21-484 E., 2009/572 K. sayılı kararlarında da aynı ilkeler vurgulanmıştır.
    Hâl böyle olunca; manevi tazminat bölünemeyeceğinden, zararın doğumunu takiben yaptığı irade açıklaması ile manevi zarar miktarını toplam 3.000,00 TL olarak bildiren davacı tarafın, bağlayıcı olan bu irade beyanından dönerek talebini artırma olanağı bulunmamaktadır.
    Diğer taraftan davacı tarafından dava dilekçesinde fazlaya ilişkin haklarını saklı tuttuğuna ilişkin bir ibare kullanılmadan ıslah yoluyla maddi tazminat talebini artırıp artıramayacağı hususuna gelince;
    Bilindiği üzere, davanın açıldığı tarih itibariyle yürürlükte bulunan Mülga 1086 sayılı HUMK’nın 83 ve devamı maddelerinde düzenlenmiş olan ıslah; taraflardan birinin usule ilişkin bir işlemini kısmen veya tamamen düzeltmesine olanak tanıyan bir yöntem olup, iddia ile savunmanın genişletilmesi yasağının da bir istisnasıdır.
    1086 sayılı HUMK’nın 87. maddesinin “Müddei ıslah suretiyle müddeabbihi tezyit edemez.” şeklindeki son cümlesi, Anayasa Mahkemesi’nin 07.11.2001 günlü Resmî Gazete’de yayımlanan 20.07.1999 tarihli kararıyla iptal edilmiş ve böylece, davada istem sonucunun kısmî ıslah yoluyla artırılması usulen olanaklı hâle gelmiştir.
    Hemen belirtilmelidir ki, (Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararından sonraki) yasal durum itibariyle, kısmi davada fazlaya ilişkin haklarını saklı tutmuş olan davacının, dilerse ek dava açmak yerine, saklı tuttuğu alacak bölümü için o (kısmi) dava içerisinde ıslah yoluyla talepte bulunabilmesi mümkündür.
    Kısmi davada saklı tutulan alacak bölümü için, gerek kısmi dava karara bağlanmadan önce, gerekse daha sonra, ayrı bir dava açılması da usulen olanaklıdır. Uygulamada bu ayrı davaya ek dava denilmektedir. Yine, kısmi davadan sonra açılan ek davada fazlaya ilişkin hakların saklı tutulmuş olması ve davacının hukuki yararının bulunması koşullarının birlikte varlığı hâlinde, hukuki yararın bulunması şartıyla birden fazla ek dava açılması da kural olarak mümkündür.
    Bu hâliyle kısmî ıslah, ek dava yoluyla elde edilebilecek haklara, mevcut dava içerisinde, daha basit, daha az masrafla ve daha kısa süre içerisinde kavuşma olanağı tanıyan ve bu yönüyle adeta ek dava açma yoluna alternatif oluşturan bir yapıdadır. Dolayısıyla kısmi davanın davacısı, ek dava açmak veya kısmî ıslah yoluna gitmek konusunda seçimlik hakka sahiptir.
    Kısmî ıslah yoluyla müddeabbihin artırılabilmesi olanağı, bir anlamda, artırıma konu kısmın ek dava yoluyla istenilmesinin alternatifi niteliğinde bulunduğundan; kısmi davadaki ıslah ile bu yola gidilmeyip ek dava açılması hâlleri, davacıya aynı hak ve olanakları tanıyan seçimlik yollar olduğundan, usul hukuku açısından sonuçlarının da aynı olması gerekir ve beklenir.
    Bir davanın kısmi dava mı, yoksa tam dava mı olduğu, özellikle dava dilekçesinin istem sonucu bölümünde, “fazlaya ilişkin hakların saklı tutulup tutulmadığı” ile ilgilidir. Davacı bu ya da benzeri ifadeleri kullanmışsa “kısmi dava” açtığı sonucuna varılır. Davacının bu yolda bir beyanda bulunmaksızın açtığı dava ise bir “tam dava”dır. Fazlaya ilişkin hakların saklı tutulmaması hâlinde, geriye kalan haktan zımnen feragat edilmiş sayılır.
    Islah yoluyla dava konusunun artırılması hususunun, Anayasa Mahkemesinin 20.07.1999 tarih ve 1/33 sayılı kararından sonra ortaya çıkan durumun tartışılmasına gelince; bilindiği gibi kısmi dava müessesinin hukuk yargılama sistemimizde kabul edilen ve özellikleri bulunan bir dava çeşidi olduğu belirgindir. Kısmi davanın kabulüne dair karar ek davada kesin delil teşkil eder. Anayasa Mahkemesi’nin anılan kararında kısmi dava ile ilgili herhangi bir açıklama yer almamaktadır. Anayasa Mahkemesi kararından sonra “fazlaya ilişkin hakkını saklı tutmamış” bulunan yani ek dava açma olanağı bulunmayan kimseler bakımından uygulama olanağı var mıdır. Buna olumlu yanıt verme olanağı bulunmamaktadır. Çünkü kısmi dava açmamış (fazlaya ilişkin haklarını saklı tutmamış) bulunan davacı fazlaya ilişkin haklarından zımnen feragat etmiş demektir ve ıslahla bu feragat veya başka bir görüşe göre kesin hüküm sonucunu ortadan kaldırabilmek mümkün değildir. Anayasa Mahkemesi HUMK’nın 87/son cümleyi iptal ederken yerleşik kuralları yani kısmi dava, hakların saklı tutulması kurallarını irdelememiş, kanun hükmünü sadece “itiraz konusu kural, davacıyı ikinci kez dava açmaya zorlaması nedeniyle hak arama özgürlüğünü sınırlandırdığı için” iptal etmiştir. HUMK’nın 87/son cümlesi iptal edilmiş olmakla, dava konusunun ıslah yoluyla artırılabilmesi ancak davacının kısmi dava açmış bulunmasına ve haklarını saklı tutmuş olmasına bağlıdır. Yeni oluşan durumda da eğer kısmi dava açılmamışsa, ıslah yolu ile dava konusunu artırabilmeye olanak yoktur (Bkz. Prof. Dr. Ejder Yılmaz, Islah Yoluyla Dava Konusunun Arttırılması, Anayasa Mahkemesinin 20.07.1999 tarihli ve 1/33 sayılı kararının değerlendirilmesi Banka ve Ticaret Hukuk Araştırma Enstitüsü, Özel Hukuk ve Anayasa Mahkemesi Kararları Sempozyumu 11 Mayıs 2001 s.105 vd, YHGK’nın 08.10.2003 gün 2003/9-510-55 ve 2004/4-200-227 sayılı kararları).
    Yukarıdaki açıklamalar ışığında davacı dava dilekçesinde talep konusu alacaklardan fazlaya ilişkin haklarını saklı tutmadığı gibi davayı da kısmi dava olarak açmamıştır. Bu durumda davacının dava konusu yapmadığı ve saklı tutmadığı kısımlardan zımnen vazgeçmiş sayılacağından ıslah ile maddi tazminat miktarının arttırılması mümkün değildir.
    Davacının ıslah ile maddi ve manevi tazminat miktarını arttıramayacağına karar verildikten sonra karar düzeltme isteminin incelenmesine geçilmiştir.
    6217 sayılı Kanunun 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu"na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu"nun 440. maddesindeki parasal sınır, 5236 sayılı Kanunun 19. maddesi ile HUMK’a eklenen Ek-madde 4’te öngörülen yeniden değerlendirme oranları dikkate alındığında 2016 yılı için 13.390,00 TL"dir.
    Somut olayda, davacı vekilince karar düzeltme isteğinde bulunulmuş ise de dava dilekçesinde açık bir şekilde 7.000,00 TL maddi ve 3.000,00 TL manevi tazminat talebinde bulunulmuş, mahkemece de davanın reddine karar verilmiştir.
    Görüldüğü üzere karar düzeltmeye konu edilen davanın değeri 13.390,00 TL’lik miktarın altındadır.
    Bu durumda 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu"nun değişik 440/III-1. maddesindeki karar düzeltme ile ilgili parasal sınırın altında olan davalara ait hükümlere ilişkin Yargıtay kararları hakkında karar düzeltme yoluna başvurulamayacağından, davacı vekilinin karar düzeltme isteminin reddi gerekmektedir.
    SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı vekilinin karar düzeltme isteminin miktardan REDDİNE, aynı Kanunun 442/3. ve 4421 sayılı Kanunun 4/b-1. maddeleri gereğince takdiren 300,00 TL para cezasının karar düzeltme isteyenden alınarak Hazineye gelir kaydedilmesine; Harçlar Kanunu uyarınca eksik yatırılan 14,00 TL ilam harcının karar düzeltme talep edenden alınmasına, 09.05.2018 gününde oy birliği ile karar verildi.

    Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.

    Son Eklenen İçtihatlar   AYM Kararları   Danıştay Kararları   Uyuşmazlık M. Kararları   Ceza Genel Kurulu Kararları   1. Ceza Dairesi Kararları   2. Ceza Dairesi Kararları   3. Ceza Dairesi Kararları   4. Ceza Dairesi Kararları   5. Ceza Dairesi Kararları   6. Ceza Dairesi Kararları   7. Ceza Dairesi Kararları   8. Ceza Dairesi Kararları   9. Ceza Dairesi Kararları   10. Ceza Dairesi Kararları   11. Ceza Dairesi Kararları   12. Ceza Dairesi Kararları   13. Ceza Dairesi Kararları   14. Ceza Dairesi Kararları   15. Ceza Dairesi Kararları   16. Ceza Dairesi Kararları   17. Ceza Dairesi Kararları   18. Ceza Dairesi Kararları   19. Ceza Dairesi Kararları   20. Ceza Dairesi Kararları   21. Ceza Dairesi Kararları   22. Ceza Dairesi Kararları   23. Ceza Dairesi Kararları   Hukuk Genel Kurulu Kararları   1. Hukuk Dairesi Kararları   2. Hukuk Dairesi Kararları   3. Hukuk Dairesi Kararları   4. Hukuk Dairesi Kararları   5. Hukuk Dairesi Kararları   6. Hukuk Dairesi Kararları   7. Hukuk Dairesi Kararları   8. Hukuk Dairesi Kararları   9. Hukuk Dairesi Kararları   10. Hukuk Dairesi Kararları   11. Hukuk Dairesi Kararları   12. Hukuk Dairesi Kararları   13. Hukuk Dairesi Kararları   14. Hukuk Dairesi Kararları   15. Hukuk Dairesi Kararları   16. Hukuk Dairesi Kararları   17. Hukuk Dairesi Kararları   18. Hukuk Dairesi Kararları   19. Hukuk Dairesi Kararları   20. Hukuk Dairesi Kararları   21. Hukuk Dairesi Kararları   22. Hukuk Dairesi Kararları   23. Hukuk Dairesi Kararları   BAM Hukuk M. Kararları   Yerel Mah. Kararları  


    Avukat Web Sitesi