
Esas No: 2014/2485
Karar No: 2015/850
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2014/2485 Esas 2015/850 Karar Sayılı İlamı
- KATILMA PAYI ALACAĞI
- USULİ KAZANILMIŞ HAK
- USULİ KAZANILMIŞ HAKKIN İSTİSNASI OLMADIĞI
- TÜRK MEDENİ KANUNU (TMK) (4721) Madde 178
- TÜRK MEDENİ KANUNU (TMK) (4721) Madde 5
- TÜRK MEDENİ KANUNU (TMK) (4721) Madde 1
- TÜRK BORÇLAR KANUNU (6098) Madde 146
- HUKUK USULÜ MUHAKEMELERİ KANUNU(MÜLGA) (1086) Madde 429
- HUKUK USULÜ MUHAKEMELERİ KANUNU(MÜLGA) (1086) Madde 439
- HUKUK USULÜ MUHAKEMELERİ KANUNU İLE BAZI KANUNLARDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN (6460) Madde 1
- HUKUK USULÜ MUHAKEMELERİ KANUNUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA İLİŞKİN KANUN (5236) Madde 16
- HUKUK MUHAKEMELERİ KANUNU (HMK) (6100) Madde 294
- HUKUK MUHAKEMELERİ KANUNU (HMK) (6100) Madde 115
- HUKUK MUHAKEMELERİ KANUNU (HMK) (6100) Madde 303
- HUKUK MUHAKEMELERİ KANUNU (HMK) (6100) Madde 373
"İçtihat Metni"
Dava, katılma payı alacağı istemine ilişkindir.
Davacı vekili, müvekkilinin davalı ile 31.08.2000 tarihinde evlendiğini, daha sonra evliliğin çekilmez hale gelmesi nedeniyle 23.03.2006 tarihinde boşandıklarını, davalının polis memuru olduğunu, davacının ise 1998 yılından beri ticaretle uğraştığını, müvekkilinin ticari kazanımları ile 19026 parselde bulunan daireyi satın aldığını, eşler arasındaki güven ilişkisinden dolayı taşınmazın davalı adına tescil edildiğini, taraflar arasında edinilmiş mallara katılma rejiminin geçerli olduğunu, bu nedenle müvekkilinin katılma alacağının bulunduğunu belirterek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 50.000,00 TL katılma alacağının dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiştir.
Davalı, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 178. maddesi gereği 1 yıllık zamanaşımı süresinin geçtiğini, davacının iş sahibi olmadığı için dava konusu taşınmazı almasının mümkün olmadığını, taşınmazı kendi birikimleri ile aldığını, bedelini borçlanarak ödediğini belirterek davanın reddini talep etmiştir.
Yerel mahkemece, davanın kabulüne dair verilen karar, davalı vekilinin temyizi üzerine Özel Dairece “taraflar arasındaki boşanma kararının 14.09.2006 tarihinde kesinleştiği, eldeki mal rejimi davasının TMK.’nun 178. maddesinde yer alan bir yıllık zamanaşımı süresinin geçirilmesinden sonra 04.12.2008 tarihinde açıldığı, zamanaşımı definin de süresinde yapıldığı gözetilerek zamanaşımı nedeniyle davanın reddine karar verilmesi gerektiği” gerekçesiyle bozulmuştur.
Yerel Mahkemece, bozma ilamına uyularak TMK.’nun 178. maddesinde yer alan bir yıllık zamanaşımı süresinde açılmayan davanın reddine karar verilmiştir. Davacı vekilince temyiz edilen ikinci karar Özel Dairece “Hukuk Genel Kurulu kararlarında katılma alacağına ilişkin davalarda TMK."nun 5. maddesi yollamasıyla 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun(TBK.) 146. maddesinde yer alan 10 yıllık zamanaşımı süresinin uygulanması gerektiğinin kabul edildiği, eldeki davanın da bu süre içinde açıldığı, dolayısıyla işin esasına girilerek oluşacak sonuca göre bir karar verilmesi gerektiğine işaretle bozulmuştur.
Yerel Mahkemece, ikinci bozma kararına da uyularak davanın kabulüne karar verilmiştir. Kararın davalı vekilince temyiz edilmesi üzerine dosya kendilerine gelen Özel Dairece; 30.04.2013 tarihli Resmi Gazete"de yayımlanarak yürürlüğe giren 6460 sayılı Kanun"un birinci maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 373. maddesinde yapılan değişiklik ile anılan maddenin beşinci fıkrasından sonra gelmek üzere ve 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu"nun değiştirilmeden önceki 429. maddesinde yapılan değişiklik ile anılan maddenin üçüncü fıkrasından sonra gelmek üzere eklenen fıkra uyarınca temyiz inceleme görevinin Hukuk Genel Kuruluna ait olduğu gerekçesi ile temyiz incelemesinin yapılması için dosya Hukuk Genel Kuruluna gönderilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşme sırasında, işin esasının incelenmesine geçilmeden önce iki husus ön sorun olarak ele alınmıştır.
Bu ön sorunlardan ilki; Yerel mahkeme kararına yönelik temyiz itirazlarını inceleme görevinin, Hukuk Genel Kuruluna mı yoksa Özel Daireye mi ait olduğu hususudur.
Öncelikle belirtilmelidir ki; 17/4/2013 tarih ve 6460 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 1. maddesiyle 18/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 439 uncu maddesinin beşinci fıkrasından ve 1086 sayılı Kanun’un 26/9/2004 tarihli ve 5236 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun’un 16 ncı maddesi ile değiştirilmeden önceki 429 uncu maddesinin üçüncü fıkrasından sonra gelmek üzere eklenen fıkra:
“Davanın esastan reddi veya kabulünü içeren bozmaya uyularak tesis olunan kararın önceki bozmayı ortadan kaldıracak şekilde yeniden bozulması üzerine alt mahkemece verilen kararın temyiz incelemesi, her hâlde Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca yapılır”
Hükmüne amir olup anılan maddenin gerekçesinde ise; “Madde ile, davanın esastan reddi veya kabulünü içeren kesin bozmaya uyularak tesis olunan kararların mevzuatta bir değişiklik olmadığı halde, önceki bozmayı ortadan kaldıracak şekilde yeniden bozulması üzerine ilk derece mahkemesince verilen hükmün temyiz incelemesinin Yargıtayın ilgili dairesi yerine Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca yapılması öngörülmektedir…” denilmektedir.
Yapılan bu değişiklikle kanun koyucu tarafından Yargıtay Hukuk Genel Kuruluna yeni bir görev verilmiş; davanın esastan reddi veya kabulünü içeren bozmaya uyularak tesis olunan kararın önceki bozmayı ortadan kaldıracak şekilde yeniden bozulması üzerine yerel mahkemece verilen kararın temyiz incelemesinin Yargıtay Hukuk Genel Kurulunda yapılması öngörülmüştür.
Öte yandan Hukuk Genel Kurulunun görevi davanın esastan reddini veya kabulünü içeren bozmaya uyularak tesis olunan kararlarla sınırlı bulunmaktadır.
Bu nedenle, nihai karar kavramı üzerinde durulmasında yarar vardır.
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu(HMK)’nun 294/1 maddesinde mahkemelerin usule veya esasa ilişkin bir nihai kararla davayı sona erdireceği belirtilmektedir. Bilindiği gibi, hakimin davadan el çekmesini gerektiren, davayı sonuçlandıran kararlarına nihai kararlar denilmektedir. Nihai kararlar, usule ilişkin nihai kararlar veya esasa ilişkin nihai kararlar (hükümler) olmak üzere ikiye ayrılır. Usule ilişkin nihai kararlar, davanın esasıyla ilgili olmayan kararlar olup, başka bir ifade ile mahkemenin maddi hukuk bakımından değil de usul hukuku bakımından verdiği kararlardır (Pekcanıtez, Hakan/Atalay, Oğuz/Özekes, Muhammet: Hukuk Muhakemeleri Kanunu Hükümlerine Göre Medeni Usul Hukuku, 11. Bası, Ankara 2011, s.540). Bu nedenle, mahkemece verilen görevsizlik, yetkisizlik, davanın açılmamış sayılmasına ilişkin kararlar usule ilişkin nihai kararlar olduğu gibi, dava şartı yokluğu nedeni ile verilen, usulden ret kararları (HMK m.115/2) da, usule ilişkin nihai kararlardır.
Esasa ilişkin kararlar ise, hakimin uyuşmazlığın esasını inceleyerek verdiği kararlardır(HMK m. 294/1). Yani davada ileri sürülen taleplerin maddi hukuk açısından incelenerek esas bakımından kabul veya reddine ya da kısmen kabul ve kısmen reddine ilişkin kararlardır(Pekcanıtez/Atalay/Özekes: age., s.540). Esasa ilişkin nihai karar ile taraflar arasındaki uyuşmazlık (esastan) sona erer ve hüküm kesinleşince (kesin hüküm ortaya çıkınca), artık o uyuşmazlık (dava konusu) hakkında, aynı taraflar arasında, aynı dava sebebine dayanarak yeni bir dava açılamaz; açılırsa, kesin hükümden dolayı reddedilir (HMK m.303)(Kuru, Baki:Hukuk Muhakemeleri Usulü, İstanbul 2001, Cilt:3, s.3005).
Bu noktada, somut uyuşmazlığın çözümü bakımından zamanaşımı kavramı ile zamanaşımı nedeniyle verilen kararların hukuki niteliği üzerinde durulmasında da yarar vardır.
Özel hukukta teknik bir kavram olan zamanaşımı, bir hakkın kazanılmasında veya kaybedilmesinde kanunun kabul etmiş olduğu sürenin tükenmesi anlamına gelmektedir.
Mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu (BK)"nun 125-140"ncı (6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu(TBK)"nun 146-161) maddeleri arasında düzenlenen zamanaşımı, hakkın ileri sürülmesini engelleyici nitelikte olup, alacak hakkı alacaklı tarafından, yasanın öngördüğü süre ve koşullar içinde talep edilmediğinde etkin bir hukuki himayeden, başka bir deyişle, dava yoluyla elde edilebilme olanağından yoksun bırakılmaktadır. Zamanaşımına uğrayan alacağın tahsili hususunda Devlet kendi gücünü kullanmaktan vazgeçmekte, böylece söz konusu alacağın ödenip ödenmemesi keyfiyeti borçlunun iradesine bırakılmaktadır. Şu halde zamanaşımına uğrayan alacak ortadan kalkmamakla beraber, artık doğal bir borç (Obligatio naturalis) haline gelmektedir. Ancak belirtmek gerekir ki, alacağın salt zamanaşımına uğramış olması, onun eksik bir borca dönüşmesi için yeterli değildir; bunun için borçlunun, kendisine karşı açılmış olan alacak davasında alacaklıya yönelik bir def"ide bulunması gerekir (HGK’nun 05.05.2010 gün ve E:2010/8-231, K:255; 09.10.2013 gün ve E:2013/4-36, K:2013/1457 sayılı ilamları).
Yargıtay’ın istikrar kazanmış son uygulamalarına göre, zamanaşımı hukuki niteliği itibariyle, maddi hukuktan kaynaklanan bir def"i olup; usul hukuku anlamında ise, bir savunma aracıdır (Kuru, Baki: age, Cilt:2, s.1761; Von Tuhr. A.:Borçlar Hukuku (C.Edege Çevirisi), Ankara 1983, Cilt:1-2, s.688 vd.; Canbolat, Ferhat:Def’i ve İtiraz Arasındaki Farklar ve İleri Sürülmesinin Hukuki Sonuçları, EÜHF Dergisi, Cilt:III, Sayı:1, Kayseri 2008, s.255 vd.; HGK’nun 06.04.2011 gün ve E:2010/9-629, K:2011/70; 09.10.2013 gün ve E:2013/4-36, K:2013/1457; 12.03.2014 gün ve E:2013/4-544, K:2013/315 sayılı ilamları).
Nitekim, Türk-İsviçre Öğretisinde ağırlıklı görüşün ve İsviçre Federal Mahkemesinin de, zamanaşımını maddi hukuka ilişkin bir kavram olarak kabul ettikleri anlaşılmaktadır (Ayrıntılı bilgi için bakınız. Erdem, Mehmet:Özel Hukukta Zamanaşımı, 1.Baskı, İstanbul 2010, Sahife:8, dipnot 15-16; Tutumlu, M.Akif:age., s.26).
İşte bu nedenle zamanaşımı, hüküm ve sonuçlarını maddi hukuk alanında doğurur ve hakkın ileri sürülmesini engelleyici nitelikte olması nedeniyle zamanaşımı nedeniyle verilen kararlar da davayı esastan çözümleyen, taraflar arasındaki uyuşmazlığı sona erdiren nihai kararlardır(HMK m.294/1)(Özkaya, Eraslan: Özel Hukukumuzda Zamanaşımı ve Hakdüşürücü süreler, 1. Baskı, Seçkin, 2012, s.189 ). Zamanaşımı nedeniyle verilen karar kesinleşince, artık o uyuşmazlık hakkında, aynı taraflar arasında, aynı dava sebebine dayanarak yeni bir dava açılamaz; açılırsa, kesin hükümden dolayı reddedilir (HMK m.303.303; Erdem, Mehmet:age., s.8).
Somut olayda, katılma alacağı istemiyle açılan davada yerel mahkemece davanın kabulüne dair verilen karar, Özel Dairece “bir yıllık zamanaşımı süresi içinde açılmayan davanın reddine karar verilmesi gerektiği” gerekçesiyle bozulmuştur. Yerel Mahkemece, birinci bozma ilamına uyularak davanın reddine karar verilmiştir. Davacı vekilince temyiz edilen ikinci karar Özel Dairece bu kez de “uyuşmazlığa 10 yıllık zamanaşımının uygulanacağı belirtilerek işin esasına girilerek oluşacak sonuca göre bir karar verilmesi” gerektiğine işaretle bozulmuştur. Yerel Mahkemece, ikinci bozma kararına da uyularak davanın kabulüne karar verilmiştir.
6460 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 1. maddesiyle usul yasalarına eklenen fıkra uyarınca davanın esastan reddi veya kabulünü içeren bozmaya uyularak tesis olunan kararın önceki bozmayı ortadan kaldıracak şekilde yeniden bozulması üzerine yerel mahkemece verilen kararın temyiz incelemesi Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca yapılacaktır. Az yukarda belirtildiği üzere zamanaşımı nedeniyle davanın reddine dair verilen kararlar davayı esastan çözümleyen nihai kararlardan olup, Yerel Mahkemece verilen kararın temyiz incelemesinin Hukuk Genel Kurulunca yapılacağına oybirliğiyle karar verilmiştir.
İkinci ön sorun ise; Yerel Mahkemece birinci bozma ilamına uyulmakla davalı yararına usuli kazanılmış hakkın oluşup oluşmadığı hususudur.
Öncelikle, usuli kazanılmış hak ile ilgili şu açıklamaların yapılmasında yarar vardır.
Mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunu’nda “usuli kazanılmış hak” kavramına ilişkin açık bir hüküm bulunmamaktadır.
Bu kurum, davaların uzamasını önlemek, hukuki alanda istikrar sağlamak ve kararlara karşı genel güvenin sarsılmasını önlemek amacıyla Yargıtay uygulamaları ile geliştirilmiş, öğretide kabul görmüş ve usul hukukunun vazgeçilmez, ana ilkelerinden biri haline gelmiştir. Anlam itibariyle, bir davada, mahkemenin yada tarafların yapmış olduğu bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan hakkı ifade etmektedir.
Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulunun 04.02.1959 gün ve 1957/13-1960/5; 09.05.1960 gün ve 21/9 sayılı ilamlarında açıklandığı üzere, bir mahkemenin Yargıtayca verilen bozma kararına uyması sonunda kendisi için o kararda gösterilen şekilde inceleme ve araştırma yaparak, yine o kararda belirtilen hukuki esaslar gereğince karar verme mükellefiyeti meydana gelir ve bu itibarla mahkemenin sonraki hükmünün bozmada gösterilen esaslara aykırı bulunması, usule uygun sayılamaz ve bozma sebebidir; meğer ki, bu aykırılık sadece bozma kararında gösterilen bir usul kaidesine ilişkin bulunsun ve son kararın neticesini değiştirecek bir mahiyet arz etmesin. Mahkemenin bozma kararına uymasıyla meydana gelen durum uyarınca muamele yapma ve hüküm verme durumu, taraflardan birisi lehine ve diğeri aleyhine hüküm verme neticesini doğuracak bir durumdur ve buna usuli kazanılmış hak yahut usule ait kazanılmış hak denilmektedir.
Hemen belirtelim ki; bir mahkemenin Yargıtay Dairesince verilen bozma kararına uyması sonunda, kendisi için o kararda gösterilen şekilde inceleme ve araştırma yaparak, yine o kararda belirtilen hukuki esaslar gereğince hüküm verme yükümlülüğü doğar. “Usuli kazanılmış hak” olarak tanımlayacağımız bu olgu mahkemeye, hükmüne uyduğu Yargıtay bozma kararında belirtilen çerçevede işlem yapma ve hüküm kurma zorunluluğu getirdiği gibi, mahkemenin kararını bozmuş olan Yargıtay Hukuk Dairesince de, sonradan, ilk bozma kararı ile benimsemiş olduğu esaslara ve dolayısı ile oluşan usuli kazanılmış hakka aykırı bir şekilde ikinci bir bozma kararı verilmesini yasaklamaktadır.
Usul Kanunumuzda usule ait kazanılmış hakka ilişkin açık bir hüküm konulmuş değilse de Yargıtayın bozma kararının hakka ve usule uygun karar verilmesini sağlamaktan ibaret olan gayesi ve muhakeme usulünün hakka varma ve hakkı bulma maksadıyla kabul edilmiş olması yanında, hukuki alanda istikrarı sağlamak amacına ermek üzere kabul edilmiş bulunması bakımından usule ait kazanılmış hak müessesesi, usul kanununun dayandığı ana esaslardandır ve kamu düzeni ile de ilgilidir.
Gerçekten, mahkemenin doğru bularak uyduğu ve yahut kanun gereğince uymak zorunda olduğu bozma kararı ile dava, usul ve kanuna uygun bir çığıra sokulmuş demektir. Buna aykırı karar verilmesi, usul ve kanuna uygunluktan uzaklaşılması manasına gelir ki, böyle bir netice asla kabul edilemez. Bundan başka, mahkemenin bozma kararına uygun karar vermesine rağmen Yargıtayın ilk bozmasıyla benimsenmiş olan kanuna veya usule ait hükümlere aykırı şekilde ikinci bir bozma kararı vermesi, usul hükümleriyle hedef tutulan amacı zedeler ve hatta kararlara karşı duyulması gereken genel güveni dahi sarsar.
Esasen, hukukun kaynağı, sadece kanun olmayıp, mahkeme içtihatları dahi hukukun kaynaklarından oldukları cihetle, söz konusu, usuli kazanılmış hak için kanunda açık hüküm bulunmaması, onun kabul edilmemesini gerektirmez.
Kazanılmış haklar Hukuk Devleti kavramının temelini oluşturan en önemli unsurlardandır. Kazanılmış hakları ortadan kaldırıcı nitelikte sonuçlara yol açan yorumlar Anayasanın 2.maddesinde açıklanan “Türkiye Cumhuriyeti sosyal bir hukuk devletidir” hükmüne aykırılık oluşturacağı gibi toplumsal kararlılığı, hukuksal güvenceyi ortadan kaldırır, belirsizlik ortamına neden olur ve kabul edilemez.
Yargıtay içtihatları ile kabul edilen “usuli kazanılmış hak” olgusunun, birçok hukuk kuralında olduğu gibi yine Yargıtay içtihatları ile geliştirilmiş istisnaları bulunmaktadır:
Mahkemenin bozmaya uymasından sonra yeni bir içtihadı birleştirme kararı (09.05.1960 gün ve 21/9 sayılı YİBK) ya da geçmişe etkili yeni bir kanun çıkması karşısında, Yargıtay bozma ilamına uyulmuş olmakla oluşan usuli kazanılmış hak hukukça değer taşımayacaktır.
Benzer şekilde; uygulanması gereken bir kanun hükmü, hüküm kesinleşmeden önce Anayasa Mahkemesince iptaline karar verilirse, usuli kazanılmış hakka göre değil, Anayasa Mahkemesinin iptal kararından sonra oluşan yeni duruma göre karar verilebilecektir (Hukuk Genel Kurulunun 21.01.2004 gün ve E:2004/10-44, K:2004/19; 20.12.2013 gün ve E:2013/23-131, K:2013/1681sayılı ilamları).
Bu sayılanların dışında ayrıca; görev konusu, hak düşürücü süre, kesin hüküm itirazı ve harç gibi kamu düzeni ile ilgili konularda usuli kazanılmış haktan söz edilemez (Baki, Kuru: age, Cilt:5, s:4738 vd).
Usuli kazanılmış hakkın hukuki sonuç doğurabilmesi için; bir davada, ya taraflar ya mahkeme ya da Yargıtay tarafından açık biçimde yapılmış olan ve istisnalar arasında sayılmayan bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan bir hakkın varlığından söz edilebilmesi gerekir (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 12.07.2006 gün ve E:2006/4-519, K:527; 31.05.2006 gün ve E:2006/10-307, K:337; 10.05.2006 gün ve E:2006/4-230, K:288; 04.03.2009 gün ve E:2009/10-34, K:104; 14/07/2010 gün ve E:2005/8-368, K:2010/385;20.12.2013 gün ve E:2013/23-131, K:2013/1681sayılı ilamları).
Bu kapsamda vurgulanmalıdır ki, maddi hataya dayalı olan bir bozma kararına uyulmuş olunması halinde oluşan usuli kazanılmış hakka değer verilmesi mümkün değildir. Maddi hataya dayalı bozma kararına uyulmuş olması itibarıyla kazanılmış hakkın bulunmadığından söz edilebilmesi için ancak, Yargıtay Dairesinin vardığı sonuç her türlü değer yargısının dışında hiçbir suretle başka biçimde yorumlanamayacak, tartışmasız ve açık bir maddi hata olarak belirlenmesi gerekir. Yine özellikle belirtilmelidir ki, bozma kararında hukuki yönden bir niteleme yapılmış veya deliller belli bir doğrultuda değerlendirilerek bozma kararı verilmişse, bu karara uyulması halinde bozmayı yapan Daire hukuki görüş değiştirirse yada delil değerlendirmesinin yanlış olduğunu sonradan benimsese dahi maddi hatadan söz edilemez ve usuli kazanılmış hakkın doğduğunun kabulü gerekir.
Nasıl ki, usuli kazanılmış hak kurumu Yargıtay içtihatları ile benimsenmişse, bu kuralın istisnaları da yine Yargıtay içtihatları ile benimsenmiştir. Yukarıda usuli kazanılmış hak kuralının istisnaları sayılmış olmakla birlikte; konu, bu sayılanlar ile sınırlı değildir. Usuli kazanılmış hak kuralının istisnaları saptanırken genel ilke, kamu düzenidir. Bu nedenle kamu düzeninin gerektirdiği durumlarda, başkaca istisnalar da gündeme gelebilir.
Bu aşamada Hukuk Genel Kurulunun yerel mahkemelerce verilen direnme kararlarının temyizi üzerine verdiği kararların usuli kazanılmış hakkın istisnalarından olup olmadığının değerlendirilmesi gerekmektedir.
Bilindiği üzere TMK’nun 1/3 maddesindeki “Hâkim, karar verirken bilimsel görüşlerden ve yargı kararlarından yararlanır.” hükmü uyarınca hakimler karar verirken yargı kararlarından yararlanabilir. Ülkemizin hukuk hayatında yargısal içtihatlar denildiği zaman akla ilk olarak Yargıtayın kararları gelir. Fakat hakimin bütün mahkeme kararlarından olduğu gibi, Yargıtayın kararlarından da ancak yararlanması söz konusu olabilir; hakim onları aynen uygulamak zorunda değildir. Türk hukuk sisteminde Anglo Amerikan hukukunda olduğu gibi "örnek kararlar sistemi" (case law) mevcut değildir. Yani hakimler kendilerinin vermiş oldukları önceki kararlar ile bağlı olmadıkları gibi, Yargıtayın içtihadı birleştirme kararları dışındaki kararları ile de bağlı değildirler(Akipek, Jale/ Akıntürk, Turgut/ Karaman, Derya Ateş: Türk Medeni Hukuku, Cilt:1 Başlangıç Hükümleri, Kişiler Hukuku, 8. Bası, Eylül 2011, İstanbul, s.140-141).
Hukuk Genel Kurulunun yerel mahkemelerce verilen direnme kararının temyizi üzerine verdiği kararlar belirli (somut) bir davayı sonuçlandırmak için verilmekte olup bu kararlarda Kanundaki bir hükmün yorumlanması veya bir kanun boşluğunun doldurulması suretiyle bir ilke de ortaya konulabilir. Genel Kurulun bir ilke ortaya koymak üzere verdiği kararlara prensip kararlar denir. Hukuk Genel Kurulunca verilen bu kararlar, bir ilke ortaya konulmuş olsa dahi sadece direnme kararı veren yerel mahkemeyi bağlar (HUMK m.439; HMK m. 373/7).
İşte bu nedenle Hukuk Genel Kurulunun yerel mahkemelerce verilen direnme kararlarının temyizi üzerine verdiği kararların usuli kazanılmış hakkın istisnalarından olduğunu kabul etmek mümkün değildir.
Somut olayda Özel Dairece yapılan hukuki değerlendirme sonucu katılma alacağına ilişkin davaların TMK’nun 178. maddesi uyarınca 1 yıllık zamanaşımına tabi olduğu gerekçesiyle ilk bozma kararı verildiği halde, ikinci bozma kararında ise hukuki görüş değiştirilerek uyuşmazlığa TMK"nun 5. maddesi yollamasıyla TBK"nun 146. maddesinde yer alan 10 yıllık zamanaşımı süresinin uygulanması gerektiği gerekçesiyle yerel mahkeme kararı bozulmuştur. Az yukarda belirtildiği üzere hukuki görüş değişikliğinin usuli kazanılmış hakkın istisnası olduğunun kabulü mümkün olmadığı gibi, hukuki görüş değişikliğinin maddi hata olarak da değerlendirilmesi mümkün değildir.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmede azınlıkta kalan görüş sahiplerince Hukuk Genel Kurulu Kararlarının usuli kazanılmış hakkın istinası olduğu görüşü ileri sürülmüş ise de; çoğunlukça yukarıda belirtilen gerekçelerle bu görüş benimsenmemiştir.
Bu durumda, mahkemece verilen davanın kabulü yönündeki ilk kararın, Özel Dairece bir yıllık zamanaşımı süresi içinde açılmayan davanın reddine karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle bozulması üzerine Yerel mahkemece bozma ilamına uyulmakla davalı yararına usulü kazanılmış hak doğmuştur.
Öyleyse, bu aşamadan sonra yerel mahkemenin bozma ilamına uyarak davanın reddine dair verdiği kararın Özel Dairece, usulü kazanılmış hakka aykırı olarak önceki bozma ilamının aksine uyuşmazlığa 10 yıllık zamanaşımının uygulanacağı belirtilerek işin esasına girilerek oluşacak sonuca göre bir karar verilmesi gerektiğine işaretle bozulması hukuken olanaklı değildir.
Hal böyle olunca, Yerel Mahkemece birinci bozma ilamına uyulmakla davalı yararına usuli kazanılmış hakkın oluştuğu gözetilerek davanın reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiş, kararın salt bu nedenle bozulması gerekmiştir.
SONUÇ: Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile Yerel Mahkeme kararının yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanunun 30.maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, 25.02.2015 gününde oyçokluğuyla karar verildi.
Bu alandan sadece bu kararla ilintili POST üretebilirsiniz. Bu karardan bağımsız tamamen kendinize özel POST üretmek için TIKLAYINIZ
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.