4. Hukuk Dairesi 2015/16033 E. , 2017/2049 K.
"İçtihat Metni"
Davacı ... vekili Avukat ... tarafından, davalı ... aleyhine 07/01/2013 gününde verilen dilekçe ile menfi tespit istenmesi üzerine yapılan yargılama sonunda; Mahkemece davanın reddine dair verilen 27/03/2015 günlü kararın Yargıtay"ca duruşmalı olarak incelenmesi davacı vekili tarafından süresi içinde istenilmekle, daha önceden belirlenen 21/03/2017 duruşma günü için yapılan tebligat üzerine duruşmalı temyiz eden davacı asil ... ve vekili ile karşı taraftan davalı vekili Avukat ... geldiler. Açık duruşmaya başlandı. Süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten ve hazır bulunanların sözlü açıklamaları dinlendikten sonra taraflara duruşmanın bittiği bildirildi. Dosyanın görüşülmesine geçildi. Tetkik hâkimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kâğıtlar incelenerek gereği düşünüldü.
Dava, menfi tespit istemine ilişkindir. Mahkemece, davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacı tarafından temyiz edilmiştir.
Davacı, davalı ile 18/07/2009 tarihinde tanıştıklarını, bir süre sonra evlenmeye karar verdiklerini ve evlilik için gerekli alışverişleri yapmaya başladıklarını, alışverişlerde kendisine ait kredi kartlarının kullanıldığını, davalının bu harcamaların karşılığı olarak banka havalesi ile kendisine ödemeler yaptığını, davalının bazı davranışlarından tedirgin olan ailesinin davalıyı araştırması neticesinde, kendisini 4. mensubu olarak tanıtan davalının gerçekte böyle bir sıfatının bulunmadığının anlaşıldığını ve bu sebeple hakkında sahtecilik ve dolandırıcılık suçlarından mahkumiyet kararı bulunduğunun öğrenildiğini, bunun üzerine davalıdan ayrıldığını beyanla, davalının bu banka havale dekontlarını sayılı dosyası ile takibe konu ettiğini belirterek, söz konusu takip nedeniyle davalıya borçlu olmadığının tespitine karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı, taraflar arasındaki ilişkinin alelade bir borç ilişkisi olduğunu, takibe konu edilen 293.445,00 TL"nin tamamının davacıya borç olarak verilen paralar olduğunu beyanla, davanın reddedilmesi gerektiğini savunmuştur.
Davacı 18/11/2014 havale tarihli ıslah dilekçesinde; taraflar arasında alacak-borç ilişkisi olmadığını, tarafların birlikte yaşadıkları dönemde; gezmek, yemek, eğlenmek, günlük yaşamı devam ettirmek ve evlilik hazırlıkları amacıyla yaptıkları harcamalara ilişkin belgelerin, davalı tarafından alacak belgesi olarak icra takibine konu edildiğini, hayatın olağan akışı içerisinde birlikte yaşayan kişiler arasında yapılan harcamaların alacak ya da borç olarak kabul edilmesinin ancak tarafların bu yönde bir iradesinin olması halinde mümkün olabileceğini, oysa taraflar arasında böyle bir durumun söz konusu olmadığını beyan etmiştir.
Mahkemece, ispat yükünün davacıda olduğu, davacı tarafından iddialarını ispata yarayacak yazılı bir delil ibraz edilemediği, davacının davalıdan banka havalesi yolu ile borç para aldığı halde bu parayı ödemediği kabul edilerek ve havalelerin tarafların birlikte yaşamak amacı ile yaptığı harcamalar olduğu iddiası yerinde görülmeyerek ayrıca taraflar arasında evliliğin gerçekleşmediği gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir.
Dava, icra takibi sırasında, İİK"nın 72. maddesi uyarınca açılan menfi tespit talebine ilişkindir. Kural olarak bu tür davalarda ispat yükü takip alacaklısı olan davalıya aittir Takip borçlusu olan davacı, akdi ilişkiyi kabul edip, bu ilişkinin herhangi bir nedenle geçersiz olduğunu yahut son bulduğunu iddia etmekte ise, bu durumda kanıtlama yükü davacıya düşer.
Mahkemece davanın ispat edilemediği gerekçesiyle reddine karar verilmiş olup, davaya konu uyuşmazlığın çözümü için öncelikle ispat yükünün kime ait olacağı hususunun doğru şekilde tesbiti gerekir. Bu nedenle öncelikle ikrar kavramı ve türleri üzerinde durulmalıdır.
İkrar, 6100 sayılı HMK"nın 188. maddesinde düzenlenmiştir. Öğretide ve uygulamada ikrar; yapıldığı yere, kapsamına ve içeriğine göre türlere ayrılmaktadır. Yapıldığı yere göre; mahkeme içi ya da mahkeme dışı ikrar, kapsam yönünden; çekişmeli olan maddi vakıanın tamamını veya belli bir kesimini kapsamasına göre tam veya kısmi ikrar, içeriği itibariyle ise; basit (adi), vasıflı (mevsuf) ya da bileşik (mürekkep) ikrar olarak sınıflandırılmaktadır. Basit ikrar; karşı tarafça ileri sürülen bir vakıanın doğru olduğunun, herhangi bir kayıt veya şart bildirilmeksizin kabul edilmesidir. Basit ikrarın konusu olan vakıaların ayrıca kanıtlanmasına gerek bulunmamaktadır. Vasıflı ikrarda (gerekçeli inkar) karşı tarafın ileri sürdüğü maddi vakıanın varlığı kabul edilmekle birlikte, onun hukuki niteliğinin ileri sürülenden başka olduğu bildirilmektedir. Bileşik ikrarda ise; bir tarafın ileri sürdüğü vakıa karşı tarafça bütünüyle kabul edilmekle, yani vakıanın doğru olduğu ve bildirilen vasıfta bulunduğu kabul edilmekle birlikte, ikrara öyle bir vakıa eklenir ki eklenen bu vakıa, ya ikrar edilen vakıanın hukuksal sonuçlarının doğmasını engeller ya da onu hükümsüz kılar. Bileşik ikrar, ikrara konu olan vakıa ile ona eklenen vakıa arasında bir bağlantı bulunup bulunmamasına göre; bağlantılı bileşik ikrar ve bağlantısız bileşik ikrar olarak ikiye ayrılmaktadır. Öğretide ve uygulamada, bağlantısız bileşik ikrar dışındaki ikrar türlerinin bölünemeyeceği, dolayısıyla böyle durumlarda ikrar edenin ispat yükü altında olmadığı kabul edilmektedir (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 05/06/2015 gün, 2013/13-2338 esas, 2015/1499 karar sayılı ilamı).
Somut olaya gelince; davalı tarafça banka havale dekontlarına dayanılarak ilamsız icra takibi başlatılmış, takibin kesinleşmesi neticesinde eldeki menfi tespit davası açılmıştır. Takibe ve davaya konu dekontlardan 27/03/2012 tarihli 85.100,00 TL bedelli dekontta "plakalı aracın ödemesi", 02/05/2011 tarihli 8.000,00 TL bedelli dekontta "borç" şeklinde açıklamalara yer verilmiştir. Diğer dekontların bir kısmında hiçbir açıklama yer almamakta, bir kısmında ise "kredi kartı", "emanet" gibi ibarelerin yazıldığı, paranın borç olarak gönderildiğine (verildiğine) karine teşkil edecek nitelikte herhangi bir açıklama ihtiva etmediği anlaşılmaktadır.
Dekontlarda yer alan açıklamalar ve tarafların beyanlarına göre ispat yükünün kime ait olduğu hususunun doğru şekilde tesbiti gerekmektedir.
27/03/2012 tarihli 85.100,00 TL bedelli plakalı aracın ödemesi" açıklamasını taşıyan dekont ile yapılan ödeme yönünden; dava dilekçesinde, davacının kredi ile almış olduğu plaka sayılı aracın 85.000,00 TL"lik bakiye kredi borcunun davalı tarafından bankaya ödenerek araç üzerindeki satılamaz kaydının kaldırıldığı, davacının ailesinden temin edilen 85.000,00 TL kredi borcunun davalıya ödenerek aracın geri alındığı belirtilmiştir. Davacı yan bu açıklaması ile paranın kendisine gönderildiğini (maddi vakıayı) ve davalı tarafından ileri sürülen nedenle (borç olarak) gönderildiğini (vakıanın hukuksal niteliğini) ikrar etmiş, ancak ikrarına "paranın davalıya ödendiği" şekinde bir vakıa eklemiştir. Eklenen bu vakıa ile ikrar edilen vakıanın hükümsüz kaldığı, yani borcun sona erdiği iddia edilmiştir. Yukarıda açıklandığı üzere burada bağlantısız bileşik ikrar söz konusu olup ikrar eden davacı, 85.100,00 TL"lik ödeme yönünden borcun sona erdiğini ispat yükü altına girmiştir.
02/05/2011 tarihli 8.000,00 TL bedelli, "borç" açıklamasını taşıyan dekont ile yapılan ödeme yönünden; ödeme tarihi itibari ile yürürlükte bulunan 818 sayılı Borçlar Kanunu"nun 457 ve devamı maddelerinde düzenlenmiş olan havale, hukuksal niteliği itibari ile bir ödeme vasıtasıdır. Diğer bir deyişle, havalenin mevcut bir borcun ödenmesi amacıyla yapıldığı yolunda yasal karine mevcuttur. Yasal karinenin tersini ileri süren havaleci bu iddiasını kanıtlamakla yükümlüdür (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 12/03/2003 gün, 2003/3-118 esas, 2003/158 karar sayılı ilamı). Somut olayda havale işlemi gerçekleştirilirken "borç" şerhi düşülmekle, yasal karinenin aksi havaleci (davalı alacaklı) tarafından ispatlanmış olup bu havalenin borcun ödenmesi amacıyla değil, borç verilmesi amacıyla yapıldığı kabul edilmelidir. Şu halde; 8.000,00 TL bedelli ödeme yönünden borcun sona erdiğini kanıtlama yükümlülüğü de davacı borçludadır.
Üzerinde "borç" şeklinde açıklama bulunmayan yahut bu anlama gelecek bir şerh ihtiva etmeyen (yukarıda belirtilen iki dekont dışındaki) dekontlar ile yapılan ödemeler yönünden; davalı takip alacaklısının, gönderilme nedeni belirtilmeyen havaleyi, davacıya borç olarak verilmek üzere gönderdiğine ilişkin iddiası, davacı tarafından kabul edilmemiş; aksine ödemelerin dava ve ıslah dilekçelerinde belirtildiği üzere; hayatın olağan akışı içerisinde birlikte yaşayan kişiler arasında yapılan harcamalar olduğu savunulmuştur. Böylece davacı, takibe konu paranın kendisine gönderildiğini (maddi vakıayı) ikrar etmiş, ancak bunun davalı tarafından ileri sürülen nedenle (borç olarak) değil, başka bir nedenle gönderildiğini savunmak suretiyle, vakıanın hukuksal niteliğinin ileri sürülenden farklı olduğunu bildirmiştir. Bu durumda; basit ve bileşik ikrarın söz konusu olmadığı açıktır. Zira her ikisinin de temel koşulu; ileri sürülen maddi vakıanın ve onun hukuki vasfının birlikte kabul edilmiş olmasıdır. Buradaki ikrarın vasıflı ikrar niteliğinde olduğu hususunda kuşku bulunmamaktadır. Vasıflı ikrarın bölünemeyeceği, yani vasıflı ikrarda bulunanın ispat külfeti altına girmeyeceği yukarıda açıklanmıştır. Davacının bu nitelikteki dekontlarla ilgili ikrarı, vasıflı ikrar (gerekçeli inkar) niteliğinde olduğundan ispat külfeti vakıayı ileri süren davalı takip alacaklısındadır. Öte yandan, yukarıda havale kurumu ile ilgili açıklanan yasal karine yönünden yapılacak değerlendirmede de ispat yükünün davalı alacaklıda (havalecide) olduğunda duraksama bulunmamaktadır. Eş söyleyişle davalı havaleci, havalenin mevcut bir borcun ödenmesinden başka bir amaca (davacıya borç verilmesi amacına) yönelik bulunduğunu kanıtlama yükümü altındadır.
Mahkemece, ispat külfetinin yanlış değerlendirilerek ve buna göre sonuca ulaşılmış olması doğru değildir. Yukarıda açıklanan hususlar ışığında, ispat külfeti kendisine düşen taraftan, ispata yarar delillerinin sorulması, usulünce toplanması ve oluşacak sonuca göre hüküm kurulması gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile karar verilmiş olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden hükmün bozulması gerekmiştir.
Öte yandan; takip talebi ekinde sunulan 01/08/2011 tarih 10.350,00 TL bedelli, 01/08/2011 tarih 11.250,00 TL bedelli, 28/11/2011 tarih 28.000,00 TL bedelli, 02/08/2011 tarih 11.945,00 TL bedelli olmak üzere toplam 61.545,00 TL bedelli dekontlar, davacıya (takip borçlusuna) ait hesaptan, davalıya (takip alacaklısına) ait hesaba gönderilen ve davalının hesabına "artı (+)" olarak giriş yapan paralara ilişkin olup bu ödemeler yönünden mahkemece herhangi bir değerlendirme yapılmamış olması da bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ: Temyiz edilen kararın, yukarıda gösterilen nedenlerle BOZULMASINA, bozma nedenine göre davacının diğer temyiz itirazlarının bu aşamada incelenmesine yer olmadığına ve davacı yararına takdir olunan 1.480,00 TL duruşma avukatlık ücretinin davalıya yükletilmesine, peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 19/04/2017 gününde oybirliğiyle karar verildi.