Abaküs Yazılım
10. Hukuk Dairesi
Esas No: 2012/2580
Karar No: 2012/3756

Yargıtay 10. Hukuk Dairesi 2012/2580 Esas 2012/3756 Karar Sayılı İlamı

10. Hukuk Dairesi         2012/2580 E.  ,  2012/3756 K.

    "İçtihat Metni"

    Mahkemesi :İş Mahkemesi
    Dava, muris ... adına hizmet tespiti ve davacıya ölüm aylığı bağlanması istemine ilişkindir.
    Mahkeme, bozma ilamına uyduktan sonra yaptığı yargılama sonucu ölüm aylığı bağlanmasına ilişkin istemin reddine karar vermiştir.
    Hükmün, davacının avukatı tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hâkimi ... tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.
    Yargıtay Hukuk Genel Kurulu"nun 28.09.2011 tarih ve ... sayılı ilamında benimsendiği üzere; uyuşmazlık, muris adına açılan hizmet tespitine ilişkin dava sonucunda tespitine karar verilen süre ile ölüm aylığı prim gün sayısına ulaşılması halinde, ölüm aylığının başlangıç tarihinin belirlenmesinde, hizmet tespitine ilişkin kararın kesinleştiği tarihin mi yoksa murisin ölüm tarihinin mi esas alınacağı noktasında toplanmaktadır.
    Davanın, yasal dayanağını oluşturan 506 sayılı Kanunun 65 ve devamı maddeleri uyarınca; sigortalının iş kazası veya meslek hastalığı dışında bir nedenle ölmüş olması halinde hak sahibi kimselere aylık bağlanabilmesi, maddede sayılan koşulların oluşmasına; sigortalının ölüm tarihinde en az beş yıldan beri sigortalılığı bulunmasına ve maddede belirtilen gün sayısınca malullük, yaşlılık, ölüm sigortaları primi ödenmiş olmasına bağlıdır.
    Sadece hak sahibi niteliğini taşımak ölüm sigortasından aylık bağlanması için yeterli değildir. Bu niteliğe ek olarak birtakım koşulların gerçekleşmesi gereklidir. Bu koşullardan bir kesimi doğrudan doğruya hak sahibi kişiler ile ilgili iken, diğer kesimi ise sigortalıya ilişkindir.
    Belirtilmelidir ki, ölüm olgusu, ölenin 506 sayılı Kanun kapsamında sigortalı sayılması koşulu, belirli bir süre sigortalı olmaya ilişkin koşul ve belli gün sayısında prim ödenmesine ilişkin koşul sigortalıya ilişkin koşullardandır.
    Sigortalının ölüm tarihi veya ölüm aylığı talep tarihinde sigortalının prim gün sayısının ölüm aylığı tahsisi için yeterli olmadığı, ancak sigortalının bir kısım bildirim dışı çalışmalarının bulunduğu hallerde hak sahiplerinin, muris sigortalının, gerçekte çalışmış olduğu halde bildirilmediği için, eksik kalan prim gün sayısının tamamlanması amacıyla bildirimsiz çalışmalarının tespiti talebi ile hizmet tespitine ilişkin dava açmaları hususu gündeme gelecektir.
    Bu nedenle uyuşmazlığın çözümü için öncelikle hizmet tespiti davasının ve bu dava sonucunda verilen kararın hukuksal niteliğinin belirlenmesinde, zorunluluk bulunmaktadır.
    Bilindiği üzere, mahkemeden istedikleri hukuki korunmaya göre davalar; eda davaları, tespit davaları ve inşai davalar olarak adlandırılmaktadır.
    Eda davalarında bir şeyin yapılması, bir şeyin verilmesi veya bir şey yapılmaması istenmekte iken inşai (yenilik doğuran) davalar ile var olan bir hukuki durumun değiştirilmesi, kaldırılması veya yeni bir hukuki durumun yaratılması istenir. İnşai (yenilik doğurucu) davanın kabulü ile yeni bir hukuki durum yaratılır ve hukuksal sonuç genellikle bir yargı kararı ile doğar.
    Tespit davaları ise bir hukuki ilişkinin var olup olmadığının tespitine ilişkin davalar olup, konusunu hukuki ilişkiler oluşturur. Bu dava türü ile bir hukuksal ilişkinin varlığı veya yokluğu saptanmaktadır. Bu davalarda davacının amacı ve dolayısıyla talep sonucu, bir hukuki ilişkinin varlığının ya da yokluğunun veyahut içeriğinin belirlenmesidir.
    Tespit davasında sadece tespit hükmü verilebilir ve tespit hükmü kesin hüküm ve kesin delil teşkil eder.
    Tespit davasında verilen karar ile hukuki ilişkinin varlığı veya yokluğu kesin olarak tespit edilir; diğer bir anlatım ile, davalının varlığını inkar ettiği ilişkinin var olduğu veya yokluğunu inkar ettiği hukuki ilişkinin yok olduğu kesin olarak hükme bağlanır.
    Bir tespit davasının kabule şayan olabilmesi için, bu davanın konusunu oluşturan hukuki ilişkinin var olup olmadığının mahkemece hemen tespit edilmesinde davacının menfaatinin bulunması gerekir.
    Tespit davasında, eda davasından ve inşai davadan farklı olarak, davacının böyle bir menfaatinin bulunduğu varsayılmaz. Bu davada davacı, kendisi için söz konusu olan tehlikeli veya tereddütlü durumun ortaya çıkaracağı zararın ancak tespit davası ile giderilebileceğini kanıtlamalıdır. Çünkü tespit davası, hukuki bir durum ya da hak henüz inkar ya da ihlal edilmeden, yani herhangi bir zarar doğmadan açılabildiğinden, menfaatin doğmuş ve güncel olması gereğinin bir istisnası olarak ortaya çıkmıştır. Hukuki ilişkinin derhal tespitinde menfaatin varlığının tespiti için, öncelikle, davacının bir hakkı veya hukuki durumu güncel ve ciddi bir tehlike ile tehdit edilmelidir. Bu tehdit çoğunlukla davalının davranışları ile ortaya çıkar. Tehdidin davacı için bir tehlike oluşturabilmesi, bu tehdit nedeniyle, davacının hukuki durumunun tereddüt içinde olmasına ve bu hususun, davacıya zarar verebilecek nitelikte bulunmasına bağlıdır.
    Bilindiği üzere, 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda tespit davası açıkça düzenlenmemiş; içtihatlarla kabul edilmiştir. Yine, bazı özel kanun hükümlerinde de tespit davasına açıkça yer verilmiştir.
    Bu özel kanun hükümleri içinde Mülga 506 sayılı Kanunun 79 ve 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Kanunun 86. maddeleri de yer almaktadır. Her iki özel kanun hükmü ile sigortalıların hizmetlerinin tespitine ilişkin olarak dava açılabileceği açıkça ve özel olarak düzenlenmiştir.
    Anılan hükümlere göre, yönetmelikle tespit edilen belgeleri işveren tarafından verilmeyen veya çalıştıkları Kurumca tespit edilemeyen sigortalılar, hizmet akdi ile çalıştıklarının tespiti için dava açabilirler. Tespit davalarına ilişkin genel koşulların bu davalarda da aranacağı kuşkusuzdur. Dahası, sigortalının bu davalar bakımından hukuksal yararı, bizzat yasa koyucu tarafından açıkça kanun hükmü ile saptanmış ve anılan maddelerde tespit davası hukuksal bir yol olarak açıkça kabul edilmiştir.
    Öte yandan, 506 sayılı Kanunun 6. maddesi uyarınca çalıştırılanlar, işe alınmalarıyla kendiliğinden sigortalı olurlar; çalıştırılanların bu niteliği kazanmaları için herhangi bir işlemin gerçekleştirilmiş bulunmasında zorunluluk yoktur. Ne var ki bazı sigortalılık haklarının doğumu, belli gün sayıda prim ödemesi koşuluna bağlıdır. Şayet işveren 506 sayılı Kanunun 79. maddesinde belirtilen belgeleri belirlenen usul ve esaslar çerçevesinde düzenlemez ve Kuruma göndermezse, sigortalının prim gün sayısının etkili bulunduğu sosyal sigorta yardımlarından yararlanamama olasılığı bulunmaktadır. 506 sayılı Kanunun 79. maddesi bu duruma karşı bir önlem olarak sigortalıya prim gün sayılarının belli edilmesi amacına yönelik olmak üzere eski hizmetlerini mahkeme yolu ile tespit ettirme imkanı tanımaktadır. Böylece sigortalı, mahkemeden alacağı ilamda belirtilen aylık kazanç toplamları ile prim ödeme gün sayılarını sosyal sigorta haklarının doğumunda ve hesaplanmalarında saydırma olanağı bulmakta ve anılan belgelerin zamanında verilmesi halinde nasıl bir halde olacaksa böyle bir hukuksal duruma kavuşmaktadır. Bu tür davalar hukukça, bir olumlu tespit davasıdır; yoksa, inşai (yenilik yaratıcı) dava değildir. Zira mahkeme esasen var olan hukuksal durumu ortaya çıkarmaktadır
    Yukarıda yapılan açıklamaların ışığında olumlu hizmet tespiti davaları ve kararlarının niteliği değerlendirildiğinde; hizmet tespiti davalarında aslında geçmişte var olan ancak kayıtlara girmemiş hizmetlerin tespiti istenmektedir. Yargılama sonunda verilen tespit kararı ile çalıştırılanların işe alınmalarıyla kendiliğinden doğan ve gerçekte var olan hizmet akdi ilişkisinin varlığının tespitine karar verilmekte, yeni bir hukuksal durum yaratılmamaktadır.
    Öte yandan, tespitine karar verilen süreler hizmetin geçtiği yıla maledilerek, Kurum kayıtlarına yine hizmetin ait olduğu yıl itibariyle geçecektir. Verilecek tespit hükmü ile varolmayan bir hizmet akdinin kurulması söz konusu olmayıp, varolan ancak kayıtlara geçmemiş bir çalışma ait olduğu yılda kayıtlara usulüne uygun olarak bildirilmiş gibi işlem görecek, kayıtlara geçmemiş süre ile çalışma tarihindeki durum saptanarak hukuksallaştırılacaktır. Zira hizmet akdine dayalı olarak 506 sayılı Kanun kapsamındaki çalışmaların hukuksal sonuçları, çalışmanın geçtiği anda doğmuştur. Bu nedenle hizmet akdi ile çalışmanın sigortalılık hakları yönünden doğurduğu sonuçlar hizmet tespiti davasının kesinleştiği tarihte değil, hizmet akdi ile çalışma anı itibariyle doğmaktadır.
    Bu değerlendirmenin doğal sonucu olarak, hizmet akdi ile tespitine karar verilen süreler, tespit kararının kesinleşme tarihine bakılmaksızın, sigortalı veya hak sahibinin ölüm aylığı talebi açısından tespitine karar verilen çalışmanın gerçekleştiği tarih itibariyle sigorta hukuku açısından sonuçlarını doğurmaktadır. Aksinin kabulü, sigortalının görev veya yetkisinde olmayan prim belgelerinin Kuruma verilmesi veyakurumun denetim yükümünün ihlalinin sigortalı aleyhine sonuç doğurmasına neden olacaktır.
    Bu kapsamda, sigortalının hak sahiplerine ölüm sigortası kolundan aylık bağlanabilmesi için aranan ölüm aylığı prim gün sayısına, hizmet tespitine ilişkin dava sonucunda tespitine karar verilen süre ile ulaşılması halinde hizmetin ait olduğu yılda geçtiğinin kabulü ile sigortalının ölüm tarihi itibariyle ölüm aylığına hak kazanıp kazanmadığı belirlenerek aylık başlangıç tarihi yönünden sigortalının ölüm tarihi esas alınmalıdır.
    Somut olayda da, sigortalının ölüm tarihi (06.08.1999) itibariyle prim günü sayısı hak sahibi davacıya ölüm sigortası kolundan ölüm aylığı bağlanması için yeterli değil iken, murisi sigortalının hizmetlerinin tespitine ilişkin kararın kesinleşmesi ile birlikte tespit edilen gün sayısı, ait olduğu yıla mal edileceğinden, bu prim günü sayısı ölüm tarihi itibariyle ölüm aylığının bağlanması için yeterli hale gelmiş olup, yazılı talep tarihi olan 14.12.2007 tarihini takibeden aybaşı olan 01.01.2008 tarihinden itibaren davacıya ölüm aylığı bağlanması gerektiğinin tespiti kararı verilmesi gerekirken, yazılı şekilde karar verilmiş olması, usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
    O halde, davacının avukatının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
    SONUÇ:Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde davacıya iadesine, 05.03.2012 gününde oybirliğiyle karar verildi.



    Son Eklenen İçtihatlar   AYM Kararları   Danıştay Kararları   Uyuşmazlık M. Kararları   Ceza Genel Kurulu Kararları   1. Ceza Dairesi Kararları   2. Ceza Dairesi Kararları   3. Ceza Dairesi Kararları   4. Ceza Dairesi Kararları   5. Ceza Dairesi Kararları   6. Ceza Dairesi Kararları   7. Ceza Dairesi Kararları   8. Ceza Dairesi Kararları   9. Ceza Dairesi Kararları   10. Ceza Dairesi Kararları   11. Ceza Dairesi Kararları   12. Ceza Dairesi Kararları   13. Ceza Dairesi Kararları   14. Ceza Dairesi Kararları   15. Ceza Dairesi Kararları   16. Ceza Dairesi Kararları   17. Ceza Dairesi Kararları   18. Ceza Dairesi Kararları   19. Ceza Dairesi Kararları   20. Ceza Dairesi Kararları   21. Ceza Dairesi Kararları   22. Ceza Dairesi Kararları   23. Ceza Dairesi Kararları   Hukuk Genel Kurulu Kararları   1. Hukuk Dairesi Kararları   2. Hukuk Dairesi Kararları   3. Hukuk Dairesi Kararları   4. Hukuk Dairesi Kararları   5. Hukuk Dairesi Kararları   6. Hukuk Dairesi Kararları   7. Hukuk Dairesi Kararları   8. Hukuk Dairesi Kararları   9. Hukuk Dairesi Kararları   10. Hukuk Dairesi Kararları   11. Hukuk Dairesi Kararları   12. Hukuk Dairesi Kararları   13. Hukuk Dairesi Kararları   14. Hukuk Dairesi Kararları   15. Hukuk Dairesi Kararları   16. Hukuk Dairesi Kararları   17. Hukuk Dairesi Kararları   18. Hukuk Dairesi Kararları   19. Hukuk Dairesi Kararları   20. Hukuk Dairesi Kararları   21. Hukuk Dairesi Kararları   22. Hukuk Dairesi Kararları   23. Hukuk Dairesi Kararları   BAM Hukuk M. Kararları   Yerel Mah. Kararları  


    Avukat Web Sitesi