Mahkemesi
|
:
|
Ankara 25.Asliye Hukuk Mahkemesi
|
Günü
|
:
|
02.02.2005
|
Sayısı
|
:
|
518-16
|
|
:
|
|
|
:
|
|
Taraflar arasındaki “tazminat “ davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara 25.Asliye Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 01.10.2002 gün ve 2002/200 E. 2002/605 K. sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 4.Hukuk Dairesinin 28.10.2003 gün ve 2003/2103 E. 12410 K. sayılı ilamı ile,
(...Davacı, yapılan yayının hukuka aykırı olması nedeniyle kişilik haklarının saldırıya uğradığı savı ile manevi tazminat isteminde bulunmuştur.
Davalılar yayının, Basın Yasasının tanıdığı sınırlar dışına çıkılmadan, özle biçim arasındaki denge korunarak verildiğini bu nedenle davanın reddedilmesi gerektiğini savunmuşlardır.
Mahkemece, istem reddedilmiş, karar davacı tarafından temyiz edilmiştir.
Dava, yayın yoluyla kişilik haklarının saldırıya uğradığı savına dayanmaktadır. Diğer bir anlatımla dava, yapılan yayında yer alan açıklamaların kişilik değerlerine saldırı içerdiği ve böylece hukuka aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
Böyle bir uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasında, genel durumlardaki hukuka aykırılık teşkil eden eylemlerden farklı bir yöntemin izlenmesi ve ayrı ölçütlerin koşul olarak aranması gerekmektedir.
Bunun nedeni, Anayasanın 28.maddesindeki basının özgür olduğu güvencesine ve bu ilkeyi güçlendiren 5680 sayılı Basın Yasasının 1.maddesindeki düzenlemedir. Bu düzenlemede basının özgürce yayın yapmasının güvence altına alındığı görülmektedir. Basına sağlanan güvencenin nedeni; toplumun sağlıklı, mutlu ve güven içinde yaşayabilmesi içindir. Bunun için de kişinin, dünyada ve özellikle içinde yaşadığı toplumda meydana gelen ve toplumu ilgilendiren konularda bilgi sahibi olması ile olanaklıdır. Diğer bir anlatımla basın, olayları izleme, araştırma, değerlendirme, yayma ve böylece kişileri bilgilendirme, öğretme, aydınlatma, yönlendirme yetki ve sorumluluğuna sahiptir. Bunun içindir ki basının yayın yaparken, yaptığı yayından dolayı hukuka aykırılık teşkil edecek olan eylemi, genel olaylardaki hukuka aykırı olan eylemden farklılıklar taşır. İşte bu farklılık ve ayrık durum gözetilerek yapılan yayının hukuka aykırılık veya uygunluk sınırı belirlenmelidir. Basın dışı bir olaydaki davranış biçiminin hukuka aykırılık oluşturduğu kabul edildiği durumlarda, basın yoluyla yapılan bir yayındaki olay hukuka aykırılık oluşturmayabilir. İşte basının bu nedenle ayrı bir konumu bulunmaktadır.
Ne var ki basının bu ayrıcalık taşıyan konumu ve özgürlüğü, tüm özgürlüklerde olduğu gibi sınırsız değildir. Bundan dolayıdır ki, yayınlarında kişilik haklarına saygı göstermesi ve gerek Anayasanın Temel Hak ve Özgürlükler bölümünde yer alan ve gerekse MK.nun 24 ve 24/a maddesinde ve yine özel yasalarda güvence altına alınmış bulunan kişilik haklarına saldırıda bulunmaması da yasal ve hukuki bir zorunluluk ve gerekliliktir.
Açıklanan bu yasal düzenlemelerden ve yargısal uygulamalardan da anlaşılacağı üzere, basının özgürlüğü ile kişilerin, kişilik değerlerinin karşı karşıya geldiği, diğer bir anlatımla, hukuk düzenince koruma altına alınan yararların birbirine karşı çatışma içinde bulundukları biçiminde bir görünümün var olduğu kanısı uyanmaktadır.
Halbuki hukuk düzeninin, çatışan iki değeri aynı zamanda koruma altına alması düşünülemez. Aksi halde hukukun kendisi, kendi kuralları ile çatışmış olur. Aslında, yapılan düzenleme, hukukun diğer temel kavramları ile birlikte incelendiğinde, iki yararın aynı anda ve aynı olayda birbiri ile çatışmadıkları, somut olaydaki olgular itibariyle koruma altına alınmış bulunan bu iki değerden birinin diğerine üstün tutulması gerektiği anlaşılacaktır. Bunun sonucunda da, daha az üstün olan yarar, daha çok üstün tutulması gereken yarar karşısında, o olayda ve o an için hukuk düzenince korumasız kalmasının uygunluğu kabul edilecektir.
Bunun için temel ölçüt, kamu yararıdır. Diğer bir anlatımla yayın, salt toplumun yararı gözetilerek yapılmalıdır. Toplumun çıkarı dışında hiçbir kişisel çıkar, gerçeklerin yanlış olarak sunulmasına neden olmamalıdır. Haber olduğu biçimi ile verilmeli ve kişisel katkı yer almamalıdır. Gerek yazılı ve gerekse görsel basının bu işlevini yerine getirirken, özellikle yayının gerçek olmasını, yayında kamu yararı bulunmasını, toplumsal ilginin varlığını, konunun güncelliğini ve haber verilirken özle biçim arasındaki dengeyi de korumalıdır. Bu ilke ve kurallar gözetilmeden yapılan yayın hukuka aykırılığı oluşturur ve böylece kişilik hakları saldırıya uğramış olur. Aksi bir yayının ise, gerek Anayasa ve Basın Yasası ve gerekse basının genel işlevi karşısında hukuka uygun olduğu, kişilik değerlerine saldırı teşkil etmediği kabul edilmelidir.
Yine basın, objektif sınırlar içinde kalmak suretiyle yayın yapmalıdır. O an için o olay veya konu ile ilgili olan, görünen bilinen herşeyi araştırmak, incelemek ve olayları olduğu biçimi ile yayınlamalıdır. Bu işlevi ile gerek yazılı ve gerekse görsel basın, somut gerçeği değil, o anda belirlenen ve var olan ve orta düzeydeki kişilerce de yayının yapıldığı biçimi ile kabul edilen olguları yayınlamalıdır. O anda ve görünürde var olup da sonradan, gerçek olmadığı anlaşılan olayların ve olguların yayınından basın sorumlu tutulmamalıdır.
Davaya konu edilen yayınlar incelendiğinde:
30/12/2001 günlü Sabah Gazetesinde yayınlanan “Temizel kafası 7 yılımızı yaktı" başlıklı haberde "...sektörü hoyratça budamaya kalktı. Suçlu-suçsuz tüm banka sahiplerini, kredi alan muteber iş adamlarını DGM önüne çıkarmak için çabaladı... Usulsüz suç duyurularıyla kendini bazen savcı, "hırsız", "vurguncu" gibi terimlerle bazen yargıç yerine koydu... Türkiye çözümü artık Temizel"in "hoyrat" yöntemleriyle değil, akılcı, yapıcı yöntemlerle aramaya başlıyor... krizler nedeniyle para piyasalarının deyimiyle "sabıkalı" bir isim... Temizel"in hoyratlığıyla tüm sektör zora girdi..." şeklinde davacıya yönelik nitelemelerde bulunulmuştur.
31/12/2001 günlü Sabah Gazetesi"nde yayınlanan "Temizel kafasında üç çarpıcı örnek Vatandaşa kök söktürdü" başlıklı haberde "Evinde yün örüp satan Ayşe teyzeyi esnaf saydı, vergi levhanı duvara asacaksın dedi. Ortalık ayağa kalktı... camlarından bazen taksiciler, vergiye evet Temizel"e hayır pankartı açtı... Bankacılıktan anlamadığı için... Temizel inandığı ilkeler doğrultusunda tavizsiz davrandı mı ? Bu soruya aşağıda örneklerle yanıt verelim ve kestirmeden yargımızı da söyleyelim; Hayır. Temizel göreve geldikten iki ay sonra 27 Ekim günü Etibank ve Bank Kapital"e el konuluyor. Çok değil 50 gün sonra masasına bir başka dosya daha konuluyor. Buna göre Toprakbank, Kıbrıs"ta kurulu off-shore bankasına 352 milyon dolar depo yapıyor... bankanın sermayesi de erimiş durumda. Denetim firması şu yorumu rapora iliştirmeyi unutmuyor: Kullandırılan krediler, zamanında geri ödenmiyor ve ödenmesi de güç görünüyor. Ama bankaya el konmuyor. Bir yıl sonra aynı banka BBDK"nın yeni yönetimi tarafından sistem dışına çıkartılıyor. Tek başına bu olay bile Temizel"in hangi kriterlere göre hareket ettiğini anlatmıyor mu ?" şeklinde davacı eleştirilmiştir.
31/12/2001 günlü Sabah Gazetesi"nde yayınlanan "Bilgisayar ihalesi" başlıklı haberde ise "Gerçeği dile getirmişsiniz. Temizel, Gelirler Genel Müdürlüğü"nde görevli iken Türkiye"nin en büyük bilgisayar ihalesini geri teknoloji olmasına rağmen Almanlara vermiştir ve devlet çok büyük zarara uğratılmıştır. Araştırılsa gerçekler açığa çıkacak. Temizel, bakanlıktan ayrılırken eski otomobille şov yapacağına Almanya"daki servetini açıklasın" biçiminde davacıyı hedef alan cümleler yer almıştır.
Davaya konu yayınlarda davacıya yönelik nitelemeler ve yukarıda açıklanan ilkeler birlikte değerlendirildiğinde, dava konusu her üç yayında da eleştiri sınırlarının aşıldığı ve davacının kişilik haklarına saldırıldığının kabulü gerekir. Yerel mahkemece bu yön gözetilerek, takdir edilecek miktarda manevi tazminata hükmedilmek gerekirken, davanın reddedilmiş olması bozmayı gerektirmişti...)
Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN: Davacı vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre,Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken,önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile,direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı H.U.M.K.nun 429. Maddesi gereğince BOZULMASINA,istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, karar düzeltme yolu açık olmak üzere 14.12.2005 gününde oyçokluğu ile karar verildi.