"İçtihat Metni"
Dikkatsizlik ve tedbirsizlikle ölüme neden olmak suçundan sanık ..... ....."ın TCK.nın 455/1-son, 647 sayılı Yasanın 4. maddesi uyarınca sonuçta 681.571.152. TL ağır para cezası ile cezalandırılmasına, katılanın özel hukuka ilişkin haklarının saklı tutulmasına, vekalet ücreti ve yargılama giderlerinin sanıktan tahsiline ilişkin, Ankara 15. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 26.11.2002 gün ve 659-869 sayılı hüküm, katılanlar vekilinin temyizi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 2. Ceza Dairesince 01.02.2005 gün ve 19880-743 sayı ile;
"Olay sırasında ölenin yanında bulunan kızı katılan ....."in soruşturma ve kovuşturma evrelerindeki değişmeyen ışıklı cihazların yayalara yeşil yandığı sırada ölen annesi ile birlikte yolun sağından soluna geçmek istediklerinde yaya yolunun tam ortasında araçlara kırmızı ışık yandığı halde sanığın süratli bir şekilde gelip annesine çarptığı şeklindeki anlatımlarına ve aracın ölene çarptığı yol içindeki kaza tesbit tutanağında trafik görevlilerince tesbit edilen çarpmanın meydana geldiği noktaya göre; sanığa, kırmızı ışığın yandığının oluşa ve dosya içeriğine daha uygun olmasına karşın; yasal ve yeterli gerekçe gösterilmeden, yalnızca katılan ....."in ölenin çocuğu olması nedeniyle bu şekilde ifade vermesinin doğal olduğundan dolayı, anlatımı kabul edilmeyerek, sanığa yeşil ışığın yandığına ve 1/8 oranında kusurlu olduğuna ilişkin Adli Tıp Kurumu Raporunun 1.bölümüne itibar edilerek sanık hakkında oluşa uygun olmayan bir kabul ile yazılı şekilde hüküm kurulması" isabetsizliğinden bozulmuştur.
Yerel Mahkemece 08.07.2005 gün ve 332-670 sayı ile;
Ölenin kızı ...."in anlatımı dışında yayalara yeşil ışık araçlara da kırmızı ışık yandığına dair sanığın savunması ile bu savunmayı doğrulayan eşi ..... ......"ın beyanını ortadan kaldıracak başkaca kesin ve inandırıcı kanıt elde edilemediği gibi;
Bozmadaki gerekçe benimsendiği takdirde sanığın araçlara kırmızı ışıkta geçiş yaptığına dair bir tarafta kendisinin ve eşinin beyanı diğer tarafta da ölenin kızı ..... ......"ın birbiri ile çelişen ve yarışan beyanları karşısında şüpheli durum ortaya çıkacağından bu şüpheden de sanığın yararlanması gerekeceğinden eski hükümde ısrar etmek zarureti doğmuştur.
Bu nedenlerle, Adli Tıp Trafik İhtisas Dairesinin raporunun birinci bölümünde belirtildiği üzere, sanığın olay sırasında ışık kontrollü yaya geçidine geldiğinde meskun mahal şartlarına uygun hızla seyir edip mahal şartlarına uygun hızla yaya geçidinin bulunduğu yeri dikkate alarak bu hızını azaltması gerekirken, olay mahallinde hız kurallarına uymamak suretiyle kazanın oluşunda 1/8 oranında kusurlu olduğu sonucuna varılmıştır.
Suç tarihinden sonra yürürlüğe giren 5237 sayılı Yasanın 85/1 maddesinde sanığın eyleminin karşılığı 3 yıldan 6 yıla kadar hapis cezası olarak düzenlenmiş, bu cezadan kusur oranına göre herhangi bir indirim öngörülmemiştir, sonuç ceza itibariyle lehe yasa 765 sayılı Yasa olduğundan, bu yasa hükümleri uygulanmıştır." gerekçeleriyle ilk hükümde direnilmiştir.
Bu hükmün de katılanlar vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya, Yargıtay C.Başsavcılığının "bozma" istekli 10.10.2005 gün ve 162008 sayılı tebliğnamesi ile Birinci Başkanlığa gönderilmekle, Ceza Genel Kurulunca okundu, gereği konuşulup düşünüldü.
CEZA GENEL KURULU KARARI
Sanığın dikkatsizlik ve tedbirsizlikle ölüme neden olmak suçundan 765 sayılı TCK"nın 455/1-son ve 647 sayılı Yasanın 4. maddeleri uyarınca sonuçta 567 Yeni Türk Lirası adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verilen somut olayda çözümlenmesi gereken sorunlar;
1-Sonuç olarak hükmolunan 567 Yeni Türk Lirası adli para cezasına ilişkin mahkûmiyetin temyiz yeteneğinin bulunup, bulunmadığı,
2- Hükme esas alınan kusur oranının, olayın oluşuna uyup uymadığı,
Noktalarında toplanmaktadır.
Yargıtay İç Yönetmeliğinin 27. maddesi uyarınca hükmün temyiz yeteneğine sahip olup olmadığı hususu öncelikle ele alınıp incelenmiş,
Sanık hakkında hükmolunan, 567 Yeni Türk Lirası adli para cezası miktar itibariyle, 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkındaki Kanun"un 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 1412 sayılı CMUK"nun 305. maddesi uyarınca kesin ise de, ayrıntıları Yargıtay Ceza Genel Kurulu"nun 22.11.2005 gün ve 140/143 sayılı kararlarında vurgulandığı üzere, kesinlik sınırını başkaca hiçbir hak kısıtlaması sonucunu doğurmayan, para cezasına ilişkin veya para cezası öngörülmüş hükümlerle sınırlı olarak yorumlamanın yasanın ruhuna ve uluslararası sözleşmelerle getirilen ilkelere daha uygun olacağı diğer yönden, 5252 sayılı Yasanın, "Lehe olan hükümlerin uygulanmasında usul" başlıklı 9. maddesinin 3. fıkrasındaki, "Lehe olan hüküm, önceki ve sonraki kanunların ilgili bütün hükümleri olaya uygulanarak, ortaya çıkan sonuçların birbirleriyle karşılaştırılması suretiyle belirlenir." hükmü uyarınca suç tarihinde yürürlükte bulunan ve lehe Yasa olması nedeniyle sanık hakkında uygulanan 647 sayılı Yasanın 4. maddesinde açıkça; "Uygulamada asıl mahkûmiyet, bu madde hükümlerine göre çevrilen para cezası veya tedbirdir. Bu hükmün uygulanması, kanun yollarına başvurmada engel teşkil etmez." hükmüne yer verilmiş bulunması, sanık hakkında hükmolunan sonuç 567 Yeni Türk Lirası adli para cezasının, 540 Yeni Türk Lirasının, 647 sayılı Yasanın 4. maddesi uyarınca günlüğü 9 Yeni Türk Lirasından adli para cezasına çevrilen 3 ay hapis cezasından kaynaklandığının anlaşılması karşısında, hükmün temyiz yeteneğinin bulunduğuna oy çokluğuyla karar verilerek diğer uyuşmazlık konularının incelenmesine geçilmiştir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan Kurul Üyesi O. Koçak; "647 sayılı Yasanın 4/4. fıkrası "Uygulamada asıl mahkûmiyet, bu madde hükümlerine göre çevrilen para cezası veya tedbirdir. Bu hükmün uygulanması, kanun yollarına başvurmada engel teşkil etmez" şeklinde düzenlendiği halde 647 sayılı Yasanın yürürlükten kalkması ile yerine geçen 5237 sayılı Yasanın 50/5. fıkrası "Uygulamada asıl mahkûmiyet, bu madde hükümlerine göre çevrilen adli para cezası veya tedbirdir." Şeklinde düzenlenmiş ve 647 sayılı Yasanın 4/4. fıkrası ikinci cümlede yer alan "Bu hükmün uygulanması, kanun yollarına başvurmada engel teşkil etmez" ibaresine yeni düzenlemede özellikle yer verilmemiştir. Nitekim bu cümle 647 sayılı Yasanın 4.fıkrasının ilk düzenlemesinde de yer almıyordu. Ancak Yargıtay bu tür kararların temyizi kabil olmadığına karar verdiği için daha sonra Adalet Bakanlığına Yazılı Emir talepleri çoğalınca 7.12.1988 gün 3506 sayılı Yasa ile bu cümle ilave edilerek hükümler temyizi kabil hale getirilmiştir. Bu ilave yapılmadığı müddetçe para cezalarına çevrilen hükümlerin temyizi kabil değildir. Aksine görüş yasakoyucunun iradesine aykırı bir hareket olur. Olayımızda verilen ceza 2 milyarın altında olup, temyiz sınırı da 21.7.2004 gün ve 5219 sayılı Yasanın 3/b fıkrası ile değiştirilen 1412 sayılı CMUK 305. madde de mahkûmiyetler için 2 milyar, beraat kararları için 10 milyar TL olduğundan, bu madde de halen 5320 sayılı Yasanın 8. maddesi uyarınca yürürlükte olduğu da dikkate alınarak direnme tarihi olan 8.7.2005 tarihinde hükmün temyizi kabil olmadığı düşüncesindeyim.
Sayın Çoğunluk önceki kararda sanığın temyiz hakkı olduğu ve 647 sayılı Yasanın 4. maddesinin uygulanması nedeniyle hükmün temyizi kabil olduğuna karar vermiş ise de kanaatimizce bu husus doğru değildir. Zira yıllarca usul hükümlerinin yürürlüğe girdiği andan itibaren uygulanacağı ve geriye yürümeyeceği Yargıtay"ın yerleşmiş kararlarındandır. 647 sayılı Yasanın 4/4. fıkrası ikinci cümlesinde yer alan "Bu hükmün uygulanması, kanun yollarına başvurmada engel teşkil etmez" cümlesi de bir usul kuralıdır. Ceza Muhakemesi Kanunu yerine 647 sayılı Yasada yer alması bu özelliğini değiştirmez. Nitekim yeni TCK 50. maddede de bu cümleye yer verilmemiştir. İzah edilen nedenlerle hükmün temyizi kabil olmadığı görüşündeyim."
Diğer altı kurul üyesi ise; 647 sayılı Yasanın 4. maddesindeki "Bu hükmün uygulanması, kanun yollarına başvurmada engel teşkil etmez." hükmünün, infaz yasasında düzenlenmiş bulunmasına rağmen usul hükmü olduğu, lehe Yasa olması nedeniyle 647 sayılı Yasanın 4. maddesi uygulanmış ise de, uygulanan bölümün maddi ceza hukukuna ilişkin olduğu, usul yasalarının derhal uygulanması gerektiği yönündeki kabul ve 1412 sayılı Yasanın, istisnai bir takım hükümleri dışındaki tüm düzenlemelerinin 1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5320 sayılı Yasanın 18. maddesi ile yürürlükten kaldırılmış olması, 1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı TCK, 5271 sayılı CMK ve 5275 sayılı CGTİK"da önceki düzenlemeye benzer bir hükme yer verilmemiş olması karşısında, hükmün temyiz yeteneğinin bulunmadığı,
Görüşüyle, temyiz isteminin reddi yönünde oy kullanmışlardır.
İkinci uyuşmazlık konusunu değerlendirmeye geçmeden önce incelenen dosyada;
Yerel Mahkemece, direnme hükmünün verildiği 08.07.2005 tarihli oturumda, sanıktan bozma kararına karşı diyecekleri sorulduktan sonra, katılanlar vekili ve sanık müdafiine söz verilip, en son söz sanığa verilmeyerek ve başkaca bir işlem yapılmadan yargılamaya son verildiği görülmektedir.
CMUK"nın 251. maddesi uyarınca "....en son söz sanığındır." Maddenin son fıkrasında ise, "sanık namına müdafii tarafından müdafaada bulunulsa dahi müdafaaya ilave edecek bir şeyi olup olmadığı sanığa sorulur." hükmü yer almaktadır. Bu hüküm gereğince katılmış olduğu takdirde duruşma mutlaka son söz sanığa verilerek bitecektir. Direnme hükmünün verilmesinden sonra 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Yasasının 216/3. maddesinde de hükümden önce son sözün sanığa verileceği kuralı getirilmiştir. Ceza Genel Kurulunun yerleşik kararlarında da vurgulandığı üzere, savunma hakkı ile yakından ilgili bulunan bu usul kuralı buyurucu nitelikte olup uyulmaması yasaya mutlak aykırılık oluşturmaktadır. Ceza yargılamasında sanığın en önemli hakkı savunma hakkı olup, bu hak hiç bir şekilde kısıtlanamaz.
İlk defa hüküm kurulurken "son sözün sanığa verilmesi" kuralı, bozmadan sonra başlayan yargılamada da kamu davasının kesintisizlik ve süreklilik ilkesinin doğal sonucu olarak aynen geçerlidir. Çünkü, dava sonuçlanmamış yargılama devam etmektedir. Bu nedenle, "en son söz"ün sanığa verilmemesi CMUK"nun 216. maddesine aykırıdır.
Bu itibarla diğer yönleri incelenmeyen direnme hükmünün öncelikle saptanan bu usuli yanılgı nedeniyle bozulmasına karar verilmelidir
SONUÇ: Açıklanan nedenlerle;
1- Yerel Mahkeme direnme hükmünün diğer yönleri incelenmeksizin öncelikle saptanan bu usuli yanılgı nedeniyle BOZULMASINA,
2- Dosyanın yerine gönderilmek üzere Yargıtay C.Başsavcılığına tevdiine, 13.12.2005 tarihinde yapılan müzakerede, önsorun yönünden oyçokluğuyla, bozma nedeni yönünden ise oybirliğiyle tebliğnamedeki isteme sonucu itibariyle uygun olarak karar verildi.