10. Hukuk Dairesi 2019/3356 E. , 2020/1989 K.
"İçtihat Metni"Mahkemesi : İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 33. Hukuk Dairesi
Dava, hizmet tespiti istemine ilişkindir.
İlk Derece Mahkemesince, hükümde belirtilen gerekçelerle davanın kabulüne dair verilen karara karşı davalı Kurum vekili tarafından istinaf yoluna başvurulması üzerine, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 33. Hukuk Dairesince davalı Kurum vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.
İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 33. Hukuk Dairesince verilen kararın, davalı Kurum vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hâkimi ... tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.
I-İSTEM
Davacı, 01.07.1993-30.12.1993 tarihleri arasındaki hizmetinin tespitine karar verilmesini talep etmiştir.
II-CEVAP
Davalı kurum vekili, davanın reddini savunmuş, diğer davalı cevap dilekçesi sunmamıştır.
III-MAHKEME KARARI
A-İLK DERECE MAHKEME KARARI
İlk derece Mahkemesi tarafından, “davanın kabulüne” karar verilmiştir.
Davalı Kurum vekili, davanın reddi gerektiğini belirterek istinaf kanun yoluna başvurmuştur.
B-BAM KARARI
İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 33. Hukuk Dairesi, İlk Derece Mahkemesi kararının usul ve esas yönünden hukuka uygun bulunduğundan davalı Kurum vekilinin istinaf başvurusunu 6100 sayılı Yasanın 353/1-b-1 maddesi gereğince esastan reddine karar vermiştir.
IV-TEMYİZ KANUN YOLUNA BAŞVURU VE NEDENLERİ:
Davalı Kurum vekili, istinaf gerekçeleriyle kararın bozulmasını istemiştir.
V-İLGİLİ HUKUK KURALLARI VE İNCELEME:
Hukuk Muhakemeleri Kanunu"nun 297. maddesinde "Hüküm sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, mümkünse sıra numarası altında açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir", hükmü öngörülmüştür. Hükümlerin çelişkiden uzak ve infaza elverişli olması kamu düzeniyle ilgilidir.
Tarafların dava yönünden, hukuk düzenince hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri ve Yargıtay’ın hukuka uygunluk denetimini yapabilmesi için, ortada, usulüne uygun şekilde oluşturulmuş; hükmün hangi nedenle o içerik ve kapsamda verildiğini ayrıntılarıyla gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıktaki bir gerekçe bölümünün ve buna uyumlu hüküm fıkralarının bulunması zorunludur.
Dava dosyası incelendiğinde, davacının 01.07.1993-30.12.1993 tarihleri arasında çalıştığını belirterek hizmet tespitini istemiş, mahkemece, kabul hükmü kurulduğu halde, 01.10.1993-15.12.1993 tarihleri arasında çalıştığının tespitine karar verildiği, 01.07.1993-01.10.1993 tarihleri arasına ilişkin davacı talebi hakkında olumlu olumsuz bir karar verilmeyerek, kendi içinde çelişki oluşturacak şekilde hüküm kurulmuş olması, usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
O halde, davalı Kurum vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve Bölge Adliye Mahkemesinin istinaf başvurusunun esastan reddine ilişkin kararının kaldırılarak, İlk Derece Mahkemesince verilen hüküm sair yönler incelenmeksizin bozulmalıdır.
SONUÇ : İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 33. Hukuk Dairesi kararının, HMK"nın 373/1 maddesi gereğince kaldırılarak temyiz edilen ilk derece mahkemesi hükmünün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, dosyanın kararı veren İlk Derece Mahkemesine ve kararın bir örneğinin Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, Başkan ... ile Üye ..."ın muhalefetine karşı, Üyeler ..., ... ve ..."ün oyları ve oyçokluğuyla 04/03/2020 gününde karar verildi.
(M)
KARŞI OY
Daire çoğunluğu ile aramızdaki uyuşmazlık, mahkeme hükmünün kendi içinde çelişkili olup olmadığı ve bun nedenle usul bozması yapılıp yapılamayacağı noktasındadır.
Mahkeme kararı kanunda açıkça belirtilmiş unsurları ihtiva etmeli ve belli bir şekle uygun olarak yazılmalıdır. Kararda bulunması gereken hususlar HMK 297. maddede ayrıntılı olarak tek tek sayılarak gösterilmiştir. Bunun sebebi, kararın açık ve gerekçeli olması, infazı kabil olması ve hukuki dinlenilme hakkının yerine getirilmesidir. 298. maddeye göre de gerekçeli karar, tefhim edilen hüküm sonucuna aykırı olamayacaktır.
Kararda yazılması gereken en önemli unsurlardan birisi de hüküm sonucudur. Zira hüküm sonucu, davacının somut talepleri hakkında infaz edilebilecek ve kesin hükme konu olabilecek şekilde kaleme alınmalıdır. Madde 297/2 “Hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir”
10.04.1992 tarih, 1991/7 E. - 1992/4 karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının konusu, kısa karar ile gerekçeli kararın aynı olması gerektiği hususundadır. Sonradan yazılan gerekçeli kararın kısa karara uygun olması gerekir. İçtihadı birleştirme kararı, HMK m. 298/2"de, “gerekçeli karar, tefhim edilen hüküm sonucuna aykırı olamaz” şeklinde kanun maddesi haline gelmiştir. Tefhim edilen kısa karardan farklı olarak gerekçeli karar yazılamaz ise de somut olayda bu içtihadı birleştirme kararının uygulanma yeri yoktur.
Usul bozması mutlaka usul kanununda bir hükme istinaden yapılmalıdır. Mahkemece kurulan hüküm HMK 294 vd. maddelere uygun olarak verildikten sonra gerekçenin çelişkiler içermesi veya hüküm fıkrasının kendi içinde çelişkili olması nedeniyle usul bozması kanunda öngörülmemiştir.
Hüküm yeterince açık değilse veya icrasında tereddüt uyandırıyor yahut birbirine aykırı fıkralar içeriyorsa, icrası tamamlanıncaya kadar taraflardan her biri hükmün açıklanmasını veya tereddüt ya da aykırılığın giderilmesini isteyebilir (HMK 305/1).
Bir hüküm, davada veya karşılık davada ileri sürülen taleplerden, sadece hükme bağlanmış olanlar hakkında kesin hüküm teşkil eder (HMK 303/2). Taraflarca talep edilen ancak mahkemece hükme bağlanmayan hususlar kesin hüküm oluşturmayacaktır.
Kısa karar ile gerekçeli karar aynı ancak mevcut hüküm ile bunun gerekçesi arasında çelişki bulunması, başka deyişle, hâkim tarafından temyiz olunan karara uygun gerekçe oluşturulmaması halinde izlenecek yol ne olmalıdır? Bu hususu ikiye ayırarak incelemek gerekir.
Birinci durum, temyiz olunan hüküm esas yönünden kanuna uygun olup da bu kararı yeterince açıklayan gerekçe oluşturulmaması veya hükümle gerekçenin birbiri ile çelişmesi halidir. Bu konu HMK m. 370/2 maddesinde açıklığa kavuşturulmuştur. “Temyiz olunan kararın, esas yönünden kanuna uygun olup da kanunun olaya uygulanmasında hata edilmiş olmasından dolayı bozulması gerektiği ve kanuna uymayan husus hakkında yeniden yargılama yapılmasına ihtiyaç duyulmadığı takdirde Yargıtay, kararı düzelterek onayabilir. Esas yönünden kanuna uygun olmayan kararlar ile hâkimin takdir yetkisi kapsamında karara bağladığı edalar hakkında bu fıkra hükmü uygulanmaz.” Madde hükmüne göre mahkemece verilen karar doğru ancak gerekçede yanlışlıklar varsa Yargıtayca bu kararın gerekçesi düzeltilerek yani doğru gerekçe belirtilerek onanabilir. Kararın usulden bozulmasına gerek yoktur.
İkinci durum, temyiz olunan karar esas yönünden kanuna aykırı olduğu gibi buna oluşturulan gerekçe ile de arasında çelişki olması halidir. Bu durumda, madde 370/2 hükmünden, esas yönünden kanuna uygun olmayan kararlar hakkında düzelterek onama kararı verilemeyeceği, bozma kararı verilmesi gerektiği sonucu çıkmaktadır. Bu hüküm dışında kanunlarda meseleye ışık tutan başka hüküm olmadığı gibi yukarıda sözü edilen içtihadı birleştirme kararı ise bu hali kapsamamaktadır.
Temyiz olunan hüküm kanuna aykırı olduğu gibi buna uygun gerekçe oluşturulmamışsa, yani sonuç olarak Yargıtayca bozulması gereken hüküm ile de çelişen bir gerekçe oluşturulmuş ise bunların tamamı bozma kapsamı içinde değerlendirilecektir. Kanuna aykırı olarak verilen bir hükme, kanuna uygun bir gerekçe yazılamayacağı gibi bozma kararı hem hükmün hem de gerekçenin yanlışlığına ilişkin olabilir. Aksi halde yerel mahkeme kanuna aykırı hükmüne uygun bir gerekçe oluşturmaya zorlandıktan sonra bu sefer hükmün kanuna aykırı olması nedeniyle bozulması gerekecektir. Yani karar önce usulden bozulup sonra esas yönünden bozulacaktır.
Hükmün kendi içinde birbirine aykırı fıkralar içermesi hali üzerinde de durmak gerekir. Hüküm fıkraları birbiri ile çelişkili ise, örneğin davanın kabulü denildikten sonra kısmen kabul şeklinde kabul kararı verilmesi halindeki durum, HMK 305. madde kapsamında değerlendirilmelidir. Taraflardan her biri hükmün açıklanmasını ya da aykırılığın giderilmesini mahkemeden isteyebilir.
Somut olayımızda, davacı sigortalılık süresinin tespiti ve prime esas kazançlarının da tespitini talep etmiş, Bölge Adliye mahkemece davanın kabulüne denilerek sigortalılık süresinin kabulüne karar verilmiş ancak prime esas kazanç yönünden davacının ve işverenin istinaf talebi olmaması nedeniyle karar verilmemiştir. Prime esas kazanç yönünden hüküm kurulmaması HMK 303/2 maddesi uyarınca kesin hüküm teşkil etmeyeceği gibi kararı temyiz eden fer’i müdahil Kurum lehine de yargılama gideri oluşturulamayacaktır.
Usul mevzuatımızda, hükmün kendi içerisinde çelişkili olması durumunda sırf bu nedenle usul bozması yapılması gerektiği yönünde düzenleme olmadığı, davanın esasına girilerek hüküm yanlış ise esas yönünden bozma kararı verilebileceği düşüncesinde olduğumdan sayın çoğunluğun görüşüne katılmıyoruz.