Esas No: 2015/2372
Karar No: 2019/1420
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2015/2372 Esas 2019/1420 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :İş Mahkemesi
Taraflar arasındaki “Kurum işleminin iptali ve tespit” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Trabzon İş Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 19.02.2013 tarihli ve 2012/454 E., 2013/146 K. sayılı karar davalı ... vekili tarafından temyiz edilmekle Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin 31.03.2014 tarihli ve 2013/5930 E., 2014/6444 K. sayılı kararı ile:
"…Davacı, yaşlılık aylığını iptal eden Kurum işleminin iptali ile kesildikten sonra ödenmeyen aylıkların ödenmesi ve Kuruma borçlu olmadığının tespitine karar verilmesini istemiştir.
Mahkemece, ilamında belirtilen gerekçelerle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Dosyadaki kayıt ve belgelerden, davacının 5147 gün 506 sayılı Kanun kapsamındaki hizmeti ne göre 01.05.2005 tarihinden geçerli olmak üzere 506 sayılı Kanunun geçici 81. maddesi gereğince yaşlılık aylığı bağlandığı, Kurumca sonradan yapılan incelemede davacının yaşlılık aylığının bağlanması sırasında dikkate alınan 1984 yılındaki 30 gün, 1996 yılındaki 85 gün ve, 1997 yılındaki 180 gün olmak üzere toplam 295 gün çalışmanın, davacı ile isim benzerliği olan başka bir kişiye ait olduğunun anlaşılması üzerine başlangıçta yaşlılık aylığının şartlarını taşımadığı gerekçesiyle davacının aylığının başlangıç tarihi itibari ile kesildiği ve ödenen aylıkların geri istenildiği anlaşılmıştır.
Konuya ilişkin 5510 sayılı Yasa öncesi mevzuata bakıldığında, 506 sayılı Yasanın "Yersiz ve yanlış ödemelerin tahsili" ni düzenleyen 121. maddesinde yersiz ödeme halinde iade yükümünün kapsamını belirleyen bir düzenleme bulunmadığı gibi, anılan Yasa içeriğinde konuyu düzenleyen başka bir düzenlemenin de yer almadığı görülmektedir. 5510 sayılı Yasanın 96. maddesi ile 506 sayılı Yasada yer almayan yeni bir düzenleme getirilmiş, sebepsiz zenginleşmenin kasıtlı kusurlu davranıştan veya Kurumun hatalı işleminden kaynaklanmasına bağlı olarak istirdadı mümkün ödeme miktarları belirlenmiştir. Kapsam belirlendikten sonra, ilgilinin Kurumdan alacağı yoksa geri alma işleminin genel hükümlere göre yapılacağı öngörülmüştür. 5510 sayılı Yasanın geçici maddelerinde ise, yersiz ödemelerin tahsili konusunda önceki hükümlerin uygulanması gereğini öngören herhangi bir kural yer almamaktadır.
Dava konusu olayda, davacıya yaşlılık aylığı bağlanması esnasında, hizmet süresi hesaplanırken davacı ile aynı ismi taşıyan başka bir kişinin 295 günlük çalışmasının davacıya mal edilmesinde davacının etkisi olmadığı, başka kişiye ait olup da davacıya mal edilen hizmetin eksiltilmesinden sonra davacının toplam 4852 gün primi ödenmiş sigortalılık süresinin olduğu, şartları oluşmadığı halde davacıya yaşlılık aylığı bağlandığından Kurumca yapılan yaşlılık aylığının iptali ile yersiz ödenen aylıkların iadesine dair işlem doğrudur.
Mahkemece istemin reddine karar verilmesi gerekirken bu maddi ve hukuki olgular gözetilmeksizin yazılı şekilde hüküm kurulmuş olması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O hâlde, davalı Kurum vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır…"
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, tahsis talep tarihi itibariyle yaşlılık aylığına hak kazandığının tespiti istemine ilişkindir.
Davacı vekili; müvekkilinin 2005 yılı Mart ayında emekli olduğunu, emekli olduktan yedi yıl sonra Kurum tarafından gönderilen 21.05.2012 tarihli yazıda 1997 yılına dair 180 günlük hizmetin başka bir sigortalıya ait olduğu gerekçesiyle iptal edildiğini ve buna istinaden müvekkilinin yaşlılık aylığına hak kazanması için 58 gün eksik hizmeti olması nedeniyle yaşlılık aylığının bağlandığı tarihten itibaren iptal edildiğini ve ödenen aylıkların yersiz ödeme kaydedilerek borç çıkarıldığını, müvekkilinin emekli olmak için yaptığı başvuru aşamasında hizmet cetvelinde gözüken bazı çalışmaların kendine ait olmadığını dile getirdiğini ve Kurum tarafından bazı çalışmaların silindiğini, müvekkili bu aşamada Kurum tarafından doğru bilgilendirilseydi eksik olan 58 gün hizmetinde tamamlanacağını, aradan yedi yıl gibi uzun bir süre geçtikten sonra 58 günlük eksik çalışmayı neden göstererek Kurumun yaşlılık aylığını iptal ederek borç tahakkuku yapmasının iyi niyet kurallarına aykırı olduğunu ve sosyal devlet ilkesiyle bağdaşmadığını ileri sürerek Kurum işleminin iptalini ve yaşlılık aylığının bağlandığı tarih itibariyle geçerli olduğunun tespitini talep etmiştir.
Davalı ... (SGK) vekili; davacının hizmet cetvelinde 1983-1996-1997 yıllarına dair mevcut bazı çalışmaların başka bir kişiye ait olduğunun tespit edildiğini ve 58 günlük eksiklik nedeni ile yaşlılık aylığının da başlangıç tarihi itibariyle iptal edilerek ödenen aylıkların borç kaydedildiğini, borç kaydedilen aylıkların istenmesinde 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu"nun 96. maddesinin b fıkrası gereğince beş yıllık zamanaşımının dikkate alındığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece; davalı Kurumun çalışanlarının hizmet cetvellerini doğru tutmak zorunda olduğu, davacıdan kaynaklanmayan, tamamen Kurum çalışanlarının hatasından kaynaklanan bir nedenle yedi yıl gibi insan hayatında önemli bir zaman dilimi kabul edilecek bir sürede Kurumun kendisine tahsis ettiği aylığı alan ve buna güvenen davacı ve bakmakla yükümlü olduğu aile bireylerinde psikolojik travma etkisini gösterecek biçimde aylığın iptal edilmesinin ve yapılan ödemelerin geri istenmesinin sosyal devlet ilkesi ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu"nun (TMK) 2. maddesinde düzenlenen dürüstlük kurallarıyla bağdaşmadığı, davalı Kurumun vatandaşı zamanında bilgilendirmek ve uyarmak görevinin bulunduğu, Kurum görevini yerine getirseydi davacının eksik günlerini tamamlamak için çalışacağı ve ondan sonra tahsis talebinde bulunabileceğini, davalı Kurumun Anayasa"dan kaynaklanan uyarı ve bilgilendirme görevini yerine getirmeden kendi personelinin hatasından kaynaklanan zararı, bu işlemlerde dahili olmayan davacıdan talep edemeyeceği, davacı tarafından Kurumca bildirilen eksik gün sayısı olan 56 güne isabet eden priminin karşılığının da davanın devamı sırasında ödendiği gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Davalı ... vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
Yerel mahkemece; önceki gerekçeler tekrar edilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararı davalı ... vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; Kurumun 21.05.2012 tarihli işlem ile davacının hizmet süresi hesabında başka bir kişiye ait olduğu belirlenen 295 günlük çalışmayı iptal etmesinden sonra 01.03.2005 tarihinde yaşlılık aylığı bağlanan davacının primi ödenmiş sigortalı süresinin 56 gün eksik olması nedeniyle yaşlılık aylığını baştan itibaren iptal etmesinin ve ödenen aylıkları borç kaydetmesi işleminin hukuka uygun olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
Uyuşmazlığın çözümü yönünden öncelikle dürüstlük kuralı ve iyi niyete ilişkin hususların açıklanması için bu konuda yer alan yasal düzenlemelerin incelenmesinde yarar bulunmaktadır.
4721 sayılı TMK"nın “Dürüst davranma” başlıklı 2. maddesinde;
“Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır. Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz.” hükmüne yer verilmiştir.
Buna göre;
Dürüstlük kuralı, herkesin uyması gerekli olan genel ve objektif bir davranış kuralıdır. Genel olarak dürüstlük kuralı kişilerin tarafı oldukları hukuki ilişkilerde dürüst, namuslu, ahlâklı ve diğer kişilerde yaratılan güvenle tutarlı şekilde davranmalarını ifade eder. Buna göre belirli bir hukuki ilişkide dürüstlük kuralına uygun davranış; toplumdaki dürüst, namuslu ve orta zekâlı bir kişinin, genel ahlâk, doğruluk ve karşılıklı güven esaslarına uygun davranış biçimidir. Dürüstlük kuralına uygun bu davranışın belirlenmesinde, toplumda geçerli olan genel ahlâk kuralları, günün adet ve uygulamaları, davranışın söz konusu olduğu hukuki ilişkilerin içerik ve amaçları da dikkate alınacaktır (Dural, M./Sarı, S.: Türk Özel Hukuku 6. Baskı, İstanbul 2011, s. 226-227).
Diğer bir anlatımla dürüst davranma “bir hak sahibinin hakkını kullanırken veya bir borçlunun borcunu yerine getirirken iyi ve doğru hareket etmesi yani dürüst, namuslu, makul, fiilinin neticesini bilen, orta zekalı her insanın benzer hadiselerde takip edecek olduğu yolda hareket etmesi” anlamındadır.
TMK’nın 2. maddesinde, hukuk düzeninin kişilere tanıdığı bütün hakların kullanılmasında göz önünde tutulması ve uyulması gereken iki genel ilkeye yer verilmektedir: Dürüstlük kuralı ve hakkın kötüye kullanılması yasağı. Hukuk düzeni, kişilere tanıdığı her bir hakkın kapsamı ile bunların kullanılmasının şartlarını ve şeklini ilgili hak yönünden özel olarak düzenlemiştir. Ancak, hayatın sonsuz ihtimallerinin önceden öngörülmesinin ve bunların en küçük ayrıntılara kadar düzenlenmesinin imkânsızlığı karşısında, bütün hakların kullanılmasında dikkate alınacak genel bir sınırlama koyma ihtiyacı duyulmuştur. Dürüstlük kuralı ve hakkın kötüye kullanılması yasağı, bu açıdan uyulması gerekecek genel kurallar olarak karşımıza çıkmaktadır (Dural / Sarı, s. 225).
TMK’nın 2. maddesinde, hakların dürüstlük kuralına uygun kullanılması gerektiği ifade edilmiş, ardından hakların açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeninin korumayacağı belirtilmiştir. Bu ifade şeklinden yola çıkarak; bir hakkın kullanılmasında dürüstlük kuralına uyulmamasının müeyyidesinin, bu hakkın açıkça kötüye kullanılmış sayılması ve hukuken korunmaması olduğu kabul edilebilir (Dural / Sarı, s. 225).
Bir hakkın dürüstlük kuralına aykırı olarak kullanılması suretiyle başkasına bir zarar verilmesi hakkın kötüye kullanımını oluşturur. TMK’nın 2/I. maddesi herkesin haklarını, toplumda geçerli doğruluk, dürüstlük ve iş ilişkilerinin gerektirdiği karşılıklı güven anlayışına uygun olarak kullanmasını emreder. Hakkın kullanımı ölçütünü TMK"ye göre dürüstlük kuralları verir. Bunun yanında ayrıca hak sahibinin başkasını ızrar kastıyla hareket etmiş olup olmadığını araştırmaya gerek yoktur. Önemli olan başkasına zarar vermek kastı değil, hakkın dürüstlük kurallarına aykırı olarak kullanılması sonucunda başkasının zarar görmüş olmasıdır.
Bunun yanında aynı Kanun’un “İyiniyet” başlıklı 3. maddesinde de:
“Kanunun iyi niyete hukukî bir sonuç bağladığı durumlarda, asıl olan iyi niyetin varlığıdır. Ancak, durumun gereklerine göre kendisinden beklenen özeni göstermeyen kimse iyi niyet iddiasında bulunamaz.” düzenlemesi yer almaktadır.
İyi niyet kavramına, Medeni Kanun ve Borçlar Kanunu"nun değişik maddelerinde yer verilmiş olmakla beraber, bu hükümlerin hiçbirinde iyi niyetin tam bir tanımı yapılmış değildir. Ancak TMK’nın 3 ve 1024. maddeleri başta olmak üzere, yasal hükümlerin içeriğinden hareketle, iyi niyetin genel bir tanımının yapılması mümkündür. Buna göre iyi niyet, bir hakkın kazanılması veya bir hukuki sonucun doğması yönünden mevcut bir engeli, bir eksikliği veya benzeri bir olguyu bilmemek ve hâlin gerektirdiği özen gösterilse dahi bilecek durumda olmamaktır. İyi niyetin tersi olan kavramı kötü niyet oluşturur. Kötü niyet de, bir hakkın kazanılması veya bir hukuki sonucun doğması yönünden mevcut bir engeli, bir eksikliği veya benzeri bir olguyu bilmek veya hâlin gerektirdiği özen gösterildiğinde bilebilecek durumda olmak şeklinde tanımlanabilir.
Bu tanımlar ve tanımların dayandığı kanun hükümleri dikkate alındığında, iyi niyet ve kötü niyet; belirli bir olay veya olguya ilişkin olarak, bir kişinin bilgisine ve inancına yönelik yapılan bir değerlendirmeyi ifade etmektedir. Bu değerlendirme sonucuna göre bir kişinin belirli bir durum karşısında iyi niyetli veya kötü niyetli olduğundan söz edilmektedir. Bu açıdan, iyi niyet kişiye özel olup, subjektif bir nitelik taşır. Bununla beraber, günlük hayatta ve bazı kararlarda iyi niyetli olma, kötü niyetli olma bir davranış şekli olarak ele alınmakta; kişilerin iyi niyetli veya kötü niyetli hareket ettiğinden bahsedilmektedir. Bu şekilde kullanımın, Medeni Kanunda iyi niyet ve kötü niyet kavramlarına verilen anlama uygun olduğunu kabul etmek mümkün değildir. Bununla beraber bu tarz bir kullanımda, yürürlükten kalkan 743 sayılı Medeni Kanun"un “herkes haklarını kullanmakta ve borçlarını ifada hüsniniyet kaidelerine riayetle mükelleftir” şeklindeki 2. maddesinin de etkisi vardır. Halbuki hakların kullanılması ve borçların ifasında geçerli davranış kuralları, herkes yönünden uygulanacağından, objektif bir nitelik taşımaktadır. Bu gerçeği göz önünde bulunduran TMK"nın 2. maddesinde herkesin “haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorunda” olduğu belirtilmiş, söz konusu davranış kurallarını, dürüstlük kuralı kavramı ile ifade etmiştir. Her ne kadar farklı kavramlar olsalar da, dürüstlük kuralı ve iyi niyetin temelinde namuslu, doğru ve dürüst davranma kuralı yer alır (Dural/ Sarı, s. 218-219).
Ancak TMK’nın 2. maddesinde yer alan dürüstlük kuralı, aynı Kanun"un 3. maddesinde düzenlenen iyi niyet ile birebir aynı niteliği de taşımamaktadır.
TMK"nın 3. maddesinde düzenlenen iyi niyet “hakların kazanılması” ile ilgili olduğu hâlde, Kanun"nun 2. maddesinde yer alan dürüst davranma “hakların kullanılması” ve “borçların yerine getirilmesinde” söz konusu olur.
İyi niyet, Kanun"un 3. maddesinde ifade edildiği üzere hakların kazanılmasında kazanmaya engel bir durumu bilmemek ve bilmesi gerekmemektir. İyi niyette objektif olarak haksız bir davranış vardır, fakat haksızlık yaptığı bilinci bulunmadığı için hukuk düzeni, bu iyi niyeti korumaktadır. Bu sebeple kanunda belirtilen hâllerde hak kazanan şahsın olumsuz durumu, elverişsiz durumu kaldırılmakta, bertaraf edilmekte, onun hakkı kazanması sağlanmaktadır. Yanlış bir durum doğduğu hâlde, Kanun"un 2. maddesinde ifadesini bulan güvenin korunması düşüncesi ile iyi niyetin korunması gerekmektedir. Başka bir deyişle, iyi niyetin korunması, temelindeki dürüstlük kuralı gereği olan güvenin korunmasına dayalıdır. Mesela emin sıfatı ile zilyetten bir menkulün mülkiyetinin kazanılmasında, devredenin tasarruf yetkisine sahip olmadığını bilmeme (yani iyi niyetli olma) başka deyişle tasarruf yetkisinin varlığına güvenme korunmaktadır. İşte bu güveni koruma, dürüstlük kuralı temeline dayanmaktadır. Ancak işaret etmek gerekir ki, bu yakınlık iki kurum arasında dürüstlük kuralı ile iyi niyet arasında mevcut farklılığı ortadan kaldırmaz. Dürüstlük kuralı ahlâki temele dayalı, orta vasıfta, makul ve dürüst bir insanın davranışını göstermektedir. İyi niyet ise sadece bir hakkın veya hukuki durumun kazanılmasına engel olabilecek bir durumu bilmemek ve bilmesi gerekmemektir (Akyol, Ş.: Dürüstlük Kuralı ve Hakkın Kötüye Kullanılması Yasağı, İstanbul 1995, s. 10-11).
Objektif iyi niyet olarak da tanımlanan ve dürüstlük kuralını düzenleyen TMK’nın 2. maddesi, bütün hakların kullanılmasında dürüstlük kuralı çerçevesinde hareket edileceğini ve bir kimsenin başkasını zararlandırmak ya da güç duruma sokmak amacıyla haklarını kötüye kullanmasını Kanun"un korumayacağını belirtmiştir. Aynı maddenin ikinci fıkrasında düzenlenen, hakkın kötüye kullanılması yasağı kuralının amacı, hâkime özel ve istisnai hâllerde (adalete uygun düşecek şekilde) hüküm verme olanağını sağlamaktadır.
Dürüstlük kuralı, bir kimseden dürüst bir insan olarak beklenen davranışı ifade eder. Bir davranışın bu nitelikte olup olmadığı, toplumda geçerli ahlâk ölçülerine gelenek ve göreneklere, karşılıklı uygulana gelen teamüllere ve hakları sağlayan ilişkilerin amacına göre tayin edilir.
Diğer yandan, hakkın kötüye kullanılıp kullanılmadığı belirlenirken; o kişinin hakkın kullanılmasında geçerli ve haklı bir yararının varlığı, hakkın kullanılmasının sağlayacağı yarar ile başkalarına vereceği zarar arasında aşırı oransızlığın olmaması, bir kimsenin kendi ahlâka aykırı davranışına dayanmaması ve uyandırılan güvene aykırı davranışta bulunmaması gibi ölçütler hakkın kötüye kullanılıp kullanılmadığını belirler (Oğuzman, M. K.: Medeni Hukuk-Temel Kavramlar, 5. B, İstanbul 1985, s. 154 vd).
Bütün hakların kullanılmasında ve borçların ifasında uyulması gereken dürüstlük kuralı ve hakların genel sınırlarını oluşturan hakkın kötüye kullanılması yasağı, kamu düzeni ihtiyaç ve gerekleri nedeniyle konulmuş kurallardır. Bu nedenle, Kanunun 2. maddesinin her iki fıkrası da emredici niteliktedir. Tarafların aralarındaki ilişkide dürüstlük kuralının ve hakkın kötüye kullanılması yasağının uygulanmayacağının kararlaştırmaları mümkün değildir. Dürüstlük kuralına veya hakkın kötüye kullanılması yasağına aykırı bir davranış, doğrudan hakkın mevcudiyetini ortadan kaldırdığından bir itiraz teşkil eder. Bu nedenle, dava dosyasındaki bilgi ve belgelerden hâkim, dürüstlük kuralına aykırı, hakkın kötüye kullanılması oluşturan davranışı tespit ediyorsa, ilgili tarafından ileri sürülmemiş olsa bile, kendiliğinden (resen) bunu dikkate almalıdır (Dural / Sarı, s. 243-244, YİBK 14.02.1951 tarihli ve 17/1, HGK, 21.10.1983 tarihli ve 1981/1-30 E., 1983/1000 K.).
Kurumun sigortalının yaşlılık aylığını bağladıktan sonra aradan yedi yıl gibi uzun bir sürenin geçmesinden sonra yaptığı iptal işlemi güven teorisine de aykırı olup olmadığının da tartışılması gerekmektedir. Güven kavramı, temelinde, dürüstlük, samimiyet kavramlarını barındıran ekonomik, sosyal ve kültürel bir kavramdır. Hukuk, uyuşmazlıkların çözümünü zaman zaman güven kavramında ve taraflar arasındaki kaynağını dürüstlük kuralından alan güven ilişkisinde bulmaktadır.
Dürüstlük kuralı ve iyi niyeti açıkladıktan sonra somut olay bakımından güven teorisine de değinmek gerekmektedir. Güven teorisi, her iki tarafın menfaatleri arasında denge kurmayı amaçlar ve kaynağını dürüstlük kuralından alır. Kendine özgü mahiyet arz eden güven sorumluluğu bir kişinin veya kuruluşun davranışlarıyla başkalarında yarattığı haklı beklentiler nedeniyle oluşan güven ilişkisinden kaynaklanır. Temeli Alman Borçlar Kanunu’nda yer alan, borçlar hukuku mevzuatımızda düzenlemesi bulunmamakla birlikte gerek Türk hukukunda gerekse İsviçre hukukunda kendisine uygulama yeri bulan bu teori bir kimsenin kendi yarattığı dış görünüşün meydana getirdiği sonuçlara kendisinin katlanmasının gerekliliği, aksi yönde bir düşüncenin iyi niyet kurallarına aykırılık teşkil edeceği kabulüne dayanır. Bu kapsamda yorum sırasında güven teorisinin uygulanması TMK"nın 2. maddesinde düzenlenen dürüstlük ilkesinin gereğidir. Kanunun getirdiği güvenin korunmasına ilişkin hükümler yanında, tarafların sözlü veya yazılı davranışları bu güven ortamını sağlayabilir. Sağlanan güvenin, güven sorumluluğu kapsamında, hukuken korunması gerekir. Güven sorumluluğunda taraflar birbirlerinden bekledikleri güveni boşa çıkarmamalıdır. Bu itibarla güven teorisi hukuki güven, istikrar ve hakkaniyet düşüncesini esas alır. Hukukun bir amacı da kişilerin gerek birbirleriyle gerekse devletle olan ilişkilerde güven ve sürekliliği sağlamaktır. Yasaya aykırı sakat bir işlemin uzun bir süre sonra geri alınması adalet, hakkaniyet, kamu düzeni ve istikrar ilkelerine dolayısıyla hukuka aykırı olur. Topluma ve kişiye hizmetle yükümlü bir hukuk devleti kişiye haksızlık yapmamak ve kendisinin yararlandığı bir süreden kişiyi de yararlandırmak zorundadır.
Tüm bu bilgiler ışığında somut olay değerlendirildiğinde, davacı sigortalının 31.05.2005 tarihli tahsis talebi üzerine 01.06.2005 tarihi itibariyle 506 sayılı Kanun kapsamında bağlanan yaşlılık aylığının Kurumun 21.05.2012 tarihli işlemi ile kesildiği anlaşılmaktadır. Kurumun aylık kesme işleminin dayanağı ise davacının hizmetleri ile kendisiyle aynı isimde olan başka bir sigortalının hizmetlerinin karıştırılmasıdır. 295 günlük sigortalı hizmetin davacıya ait olmadığının anlaşılması üzerine, Kurum davacının tahsis talep tarihinde 56 gün eksiklik nedeniyle prim gün şartını sağlamadığı gerekçesiyle yaşlılık aylığını iptal etmiştir. Öncelikle belirtilmesi gereken nokta, somut olayda, davacının yaşlılık aylığının bağlanması esnasında 56 günlük hizmetin kendi sigortalılık süresine dâhil edilmesinde Kurumu yanıltıcı bir belge veya bilgi vermesi söz konusu değildir. Davacı Kurum kayıtlarına güvenerek emekli olmuş ve güven ilişkisi uzun bir süre devam etmiştir. Tahsis talep tarihinde iyi niyetli olan ve dürüstlük kuralına uygun şekilde davranan sigortalının yaşlılık aylığının bağlanmasından itibaren yaklaşık yedi yıllık sürenin geçmesinden sonra eksik prim gün sayısı nedeniyle yaşlılık aylığının kesilmesi hukuka uygun değildir. Devletin, iyi niyetli vatandaşın sosyal güvenlik hakkını koruması önemli bir güvencedir. Ayrıca Kurumun her sigortalının gerçek çalışmasını olması gereken şekilde hizmet cetveline yansıtma görevi olup, isim benzerliği nedeniyle hizmetlerin karıştırılmasının tamamen Kurum hatasından kaynaklandığı göz önüne alındığında Kurum işleminin gerekçesinin hukuka uygun olduğunu kabul etmek mümkün değildir. Dava konusu bu işlemin meydana gelmesinde davacının katkısı olmadığı gibi hizmetlerin karıştırıldığına dair bilgisi de bulunmamaktadır. Neticede Kurum, sigortalının prim gün sayısı şartını sağladığı gerekçesiyle yaşlılık aylığı bağlayarak, davacının işlemin doğruluğuna güvenmesini sağlamıştır.
Öte yandan incelenmesi gereken bir diğer nokta ise ölçülülük ilkesidir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Anayasa Mahkemesi tarafından dava konusunda olduğu gibi sosyal güvenlik ödemelerine dair inceleme yapılırken mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirme yapılmaktadır. Kurum tarafından sosyal güvenlik hakkına (mülkiyet hakkına) yapılan müdahalenin haklı olup olmadığı yönünden yapılan değerlendirmede kullanılan kıstaslardan biri de ölçülülük ilkesidir. Anayasa Mahkemesi 07.11.2019 tarihli ve 2016/7192 başvuru numaralı kararında "...Kamu makamlarınca başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahaleyle gerçekleştirmek istenen amaç ile bu amacı gerçekleştirmek için kullanılan araçlar arasında makul bir ölçülülük ilişkisinin olup olmadığı değerlendirilmelidir. Ölçülülük ilkesi elverişlilik, gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır... Orantılılık ilkesi gereği kişilerin mülkiyet hakkının sınırlandırılması hâlinde elde edilmek istenen kamu yararı ile bireyin hakları arasında adil bir dengenin kurulması gerekmektedir. Bu adil denge, başvurucunun şahsi olarak aşırı bir yüke katlandığının tespit edilmesi durumunda bozulmuş olacaktır. Müdahalenin orantılılığını değerlendirirken Anayasa Mahkemesi bir taraftan ulaşılmak istenen meşru amacın önemini, diğer taraftan da müdahalenin niteliğini, başvurucunun ve kamu otoritelerinin davranışlarını gözönünde bulundurarak başvurucuya yüklenen külfeti dikkate alacaktır...Orantılılık ilkesi değerlendirilirken dikkate alınması gereken hususlardan biri de kamu makamlarının tutum ve davranışlarıdır. Bu bağlamda idarenin iyi yönetim ilkesine uygun hareket etme yükümlülüğü bulunmaktadır. iyi yönetim ilkesi, kamu yararı kapsamında bir mevzu söz konusu olduğunda kamu makamlarının uygun zamanda, uygun yöntemle ve her şeyden önce tutarlı olarak hareket etmelerini gerektirir. Bu bağlamda idarelerin kendi hatalarının sonuçlarını gidermeleri ve bireylere yüklememeleri gerekir... İdarenin hatalı işleminden kaynaklanan mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin ölçülü olup olmadığının tespitinde idarenin hatalı işlemi karşısındaki tutumunun yanında işlemin fark edilmesinde geçen süre, hatalı işlem nedeniyle ödenen paranın tahsil edilmesindeki yöntem, alacağa kanuni faiz gibi yaptırımların öngörülüp öngörülmediği önem arz etmektedir..." şeklinde açıklama yaparak ölçülülük ilkesini açıklamıştır. Bu nedenle somut olayda da, sigortalının prim gün ödeme şartındaki 56 gün eksiklik nedeniyle 2005 yılında bağlanan yaşlılık aylığının 2012 yılında Kurum tarafından kesilmesine dair işlemin sigortalının kusurunun bulunmadığı da göz önüne alındığında makul ölçülülük ilkesini aştığı görülmektedir.
Sonuç olarak, sigortalının prim gün ödeme şartındaki 56 gün eksiklik nedeniyle yaşlılık aylığının bağlandığı tarih itibariyle iptal edilip borç tahakkuku yapılması işleminin özellikle Kurumun kendi hatasından kaynaklandığı ve aradan yedi yıl gibi bir uzun sürenin geçtiği de değerlendirildiğinde vazgeçilmez haklar kapsamında bulunan sosyal güvenlik hakkını zedelediği anlaşılmakta olup davanın kabulüne dair direnme kararı yerindedir.
Hâl böyle olunca direnme kararının yukarıdaki belirtilen ilave gerekçe ve nedenlerle onanmasına karar verilmesi gerekmiştir.
SONUÇ: Davalı ... vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının yukarıda açıklanan ilave gerekçelerle ONANMASINA, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 19.12.2019 tarihinde yapılan ikinci görüşmede oy çokluğu ile kesin olarak karar verildi.
Bu alandan sadece bu kararla ilintili POST üretebilirsiniz. Bu karardan bağımsız tamamen kendinize özel POST üretmek için TIKLAYINIZ
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.