Esas No: 2021/13320
Karar No: 2022/3322
Karar Tarihi: 09.03.2022
Yargıtay 10. Hukuk Dairesi 2021/13320 Esas 2022/3322 Karar Sayılı İlamı
10. Hukuk Dairesi 2021/13320 E. , 2022/3322 K."İçtihat Metni"
Mahkemesi : ... Bölge Adliye Mahkemesi 11. Hukuk Dairesi
İlk DereceMahkemesi : Cihanbeyli Asliye Hukuk (İş) Mahkemesi
Dava, rücuan tazminat istemine ilişkindir.
İlk Derece Mahkemesince, hükümde belirtilen gerekçelerle davanın kabulüne dair verilen karara karşı; davalılar vekili tarafından istinaf yoluna başvurulması üzerine, ... Bölge Adliye Mahkemesi 11. Hukuk Dairesince istinaf taleplerinin esastan reddine karar verilmiştir.
... Bölge Adliye Mahkemesi 11. Hukuk Dairesince verilen kararın, davalılar vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine temyiz isteklerinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi ... tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.
I-İSTEM
Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; Kurum sigortalısı ...'nın davalı şirketin işçisi olarak çalıştığı sırada 13/10/2011 tarihinde geçirdiği iş kazası neticesinde vefat ettiğini, diğer davalı ...'in de davalı şirketin sorumlu müdürü olduğunu, Cihanbeyli Asliye Ceza Mahkemesinin 2012/17 Esas ve 2013/223 Karar sayılı kararı ile ...'in asli kusurlu bulunarak cezalandırılmasına karar verildiğini, sigortalının hak sahiplerine 93.236,22 TL peşin sermaye değerli gelir bağlandığını, sigortalı için 9.613,16 TL tedavi gideri ödendiğini belirterek Kurum zararının şimdilik 51.424,69 TL'sinin peşin sermaye değerli gelir bakımından 46.618,11 TL'nin tahsis onay tarihinden ve tedavi gideri bakımından 4.806,58 TL'nin ödeme tarihinden itibaren yasal faiziyle birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davacı vekili, 09/10/2017 tarihli dilekçesi ile ıslah talebini sunmuştur.
II-CEVAP
Davalılar vekili cevap dilekçesinde özetle; işçinin müvekkili şirkete ait işyerinde yükleme işçisi olarak 23/09/2011 tarihinde çalışmaya başladığını, yaklaşık 4 yıl boyunca farklı dönemlerde müvekkiline ait işyerinde aynı işi yaptığını, işçiye çalışmaya başlamadan önce gerekli bilgilendirmelerin yapıldığını, işçiye elektrik kablosundan, yükleme bandından ve mekanik tesisattan uzak durması gerektiğini, makinelerin ve diğer teçhizatın kullanımının teknik bilgi gerektirdiği hususlarında bilgilendirmeler yapıldığını, ancak işçinin kaza tarihinde elektrik şalterini açarak yükleme bandına ait kabloları çekmeye başladığını, havanın yağışlı olmasından dolayı elektrik çarpması sonucu işçinin yaralandığını, işçinin kendi görev alanı dışına çıkması sonucu kendi kusuru sebebi ile yaralandığını, müvekkil şirketin işçilerin güvenliği için gerekli tüm tedbirleri aldığını, işçilerini sık sık teçhizatından uzak durmaları konusunda uyardığını, dava konusu edilen kazada müvekkili işveren şirketin herhangi bir kastı, kusuru veya sigortalının sağlığını koruma ve iş güvenliği mevzuatına aykırı bir hareketinin söz olmadığını belirterek davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
III-MAHKEME KARARI
A-İLK DERECE MAHKEME KARARI
İlk Derece Mahkemesince,"...sigortalı müteveffa ...'nın 23.09.2011 tarihinde davalı şirkette sigortalı olarak işe başladığı, 23.10.2011 tarihli iş kazası sonucu vefat ettiği, iş kazasının müteveffanın tuz dolu çuvalların kamyona yüklenilmesi için kullanılan yükleme bandının fişini prize taktığı sırada metal gövde üzerindeki fazdan metal gövdeye elektrik kaçağı olması nedeniyle sigortalının elektrik akımına maruz kalması şeklinde oluştuğu, Cihanbeyli Asliye Ceza Mahkemesinin 2012/17 esas 2013/223 karar sayılı kararıyla davalı ... hakkında taksirle yaralama suçundan mahkumiyet kararı verildiği, 03/11/2014 tarihinde kararın düzeltilerek onandığı ve kesinleştiği, mahkememizce alınan 08/10/2019 tarihli rapora göre ...'in tam kusurlu olduğu rapor edilmiş, alınan kusur raporu olayın oluş şekline uygun kabul edilmiştir. Meydana gelen kazanın 5510 sayılı Yasanın 13. maddesinde sayılan iş kazalarından olduğu, davalı şirketin işveren sıfatıyla davalı ...'in ise şirketi temsile yetkili olması nedeniyle aynı kanunun 12. maddesindeki işveren vekili sıfatıyla 5510 sayılı Yasanın 21/1 ve 76/4 maddeleri gereği müştereken ve müteselsilen sorumlu oldukları, davacının hak sahiplerine 93.236,22 TL peşin sermaye değerli gelir bağladığı, sigortalıya da 9.913,15 TL tedavi masrafı yaptığı anlaşıldığından davanın kabulüne karar verilerek buna ilişkin mahkememizce aşağıdaki şekilde hüküm tesis edilmiştir." gerekçesiyle,
"Davanın kabulü ile,
1-93.236,22 TL'nin tahsis onay tarihi olan 16/06/2012 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte, 9.913,15 TL'nin ise ödeme tarihlerinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsili ile davacıya verilmesine," karar verilmiştir.
Davalılar vekili istinaf dilekçesinde özetle; ...'in işveren vekili olmadığını, şirketin ortağı olduğunu, müştereken ve müteselsilen sorumlu tutulmasının doğru olmadığını, müvekkiline atfedilebilecek bir kusur bulunmadığını, işçinin tüm uyarılara ve talimatlara karşı gelerek hareket ettiğini ve kusurlu olduğunu, kaldırma kararında belirtilen hususların yerine getirilmediğini belirterek kararın kaldırılmasını talep etmiştir.
B-BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ KARARI
“... sigortalı ...'nın tuz fabrikası işyerinde 13/10/2011 tarihinde kamyona tuz torbalarının yüklenmesi için seyyar konveyör bandını çalıştırmak üzere 30 metre uzunluğunda elektrik kablosunu ıslak ve çamurlu zemine sererek fişi prize takması ve akım sonucunda vefat etmesi şeklinde gerçekleşen iş kazası hakkında alınan ve birbirini doğrulayan kusur raporları ile işverenin %100 oranında kusurlu olduğunun belirlendiği, davalı ...'in de davalı şirketin müdürü olması sebebiyle 5510 sayılı Kanunun 12. maddesi gereğince işveren vekili olduğu, bu kapsamda tespit edilen kusur durumu dikkate alınarak yargısal içtihatlara uygun şekilde belirlenen Kurum zararı ile sorumluları hakkında sonuca varıldığı göz önünde bulundurularak...” gerekçesiyle, davalılar vekilinin istinaf başvurularının HMK'nın 353/1-b.1 maddesi gereğince esastan reddine dair karar verilmiştir.
Davalılar vekili, istinaf talep içeriklerini tekrarla kararın temyizen bozulmasını talep etmişlerdir.
IV-İLGİLİ HUKUK KURALLARI VE İNCELEME:
Davacı Kurum, 13.10.2011 tarihinde meydana gelen iş kazası sonucunda vefat eden sigortalının hak sahiplerine bağlanan gelir ve yapılan tedavi giderleri nedeniyle oluşan Kurum zararının davalılardan tahsilini talep etmiş olup, davanın yasal dayanağı 5510 sayılı Kanununun 21/1 ve 21/4. maddeleridir.
5510 sayılı Kanunun 21/1. maddede işverenin, 21/4. maddede üçüncü kişinin rücu alacağından sorumlulukları düzenlenmiş olup bu maddelere göre açılan rücuan tazminat davalarında işveren ile üçüncü kişi arasında müteselsil borçluluk ilişkisi bulunduğundan konuya ilişkin olarak 818 sayılı Borçlar Kanununun irdelenmesi de gerekmektedir.
Söz konusu Kanunun 141–148. maddelerinde müteselsil borçlara yer verilmiş olup 141. maddede, alacaklıya karşı, her biri borcun tümünden sorumlu olma yükümü altına girdiklerini beyan eden birden çok borçlu arasında teselsül bulunduğu, böyle bir beyanın yokluğunda teselsülün ancak kanunun belirlediği durumlarda olacağı, 142. maddede, alacaklının, müteselsil borçluların tümünden veya birinden borcun tamamen veya kısmen ödenmesini istemekte serbest olduğu, borç tamamen ödeninceye dek borçluların tümünün sorumluluklarının devam edeceği, 145. maddede, yaptığı ödeme veya takas ile borcun tamamını veya bir kısmını sona erdirmiş olan müteselsil borçlulardan birinin, sona eren borç oranında diğer borçluları borçtan kurtarmış olacağı, 146. maddede, borcun niteliğinden aksi anlaşılmadıkça, müteselsil borçlulardan her birinin alacaklıya yapılan ödemeden birbirine eşit birer payı üzerine almak zorunda olduğu ve payından çok ödeme yapanın, fazla tutar yönünden diğer borçlulara rücu hakkının bulunduğu, 147. maddede, rücu hakkından yararlanan müteselsil borçlulardan her birinin, ödediği tutar oranında alacaklının haklarına halef olacağı bildirilmiştir. Diğer taraftan Kanunun haksız eylem yönünden müteselsil sorumluluğa ilişkin 50. maddesinde, birden çok kimseler birlikte bir zarara sebebiyet verdikleri takdirde, önayak olan (kışkırtan) ile asıl gerçekleştiren ve yardımcı olanların, ayırım gözetilmeksizin müteselsilen sorumlu olacakları, hakimin, bunların birbiri aleyhinde rücu hakları olup olmadığını takdir ve gerektiğinde bu rücunun kapsamının derecesini saptayacağı belirtilmiş, çeşitli nedenlerin birleşmesi bakımından müteselsil sorumluluğa dair 51. maddesinde, birden çok kimseler çeşitli nedenlere (haksız eylem, sözleşme, kanun) dayanarak sorumlu oldukları takdirde haklarında, birlikte bir zarara sebebiyet veren kimselere ilişkin hükümlere göre işlem yapılacağı, kural olarak haksız bir eylemi ile zarara sebebiyet vermiş olan kimsenin en önce, tarafından hata gerçekleşmemiş ve üzerine borç alınmamış olmasına karşın yasal olarak sorumlu olan kimsenin de en sonra, zarar ile yükümlü tutulacağı açıklanmıştır.
Müteselsil borç, birden çok borçlunun alacaklıya karşı borcun tümünden sorumlu olduğu, alacaklının tamamen veya kısmen edayı her bir borçludan isteyebildiği, eda tamamen yerine getirilinceye dek borçluların sorumluluklarının süregeldiği, her borçlunun iç ilişkideki payına bakılmaksızın borcun tamamını ifa etmekle yükümlü olduğu, borçlulardan birinin borcu ödemesi durumunda diğerlerinin de alacaklıya karşı borçtan kurtulduğu, borcun, her bir borçlu yönünden tali değil asli nitelik taşıdığı, alacaklı karşısında birden çok borç ve borçlunun bulunduğu borç ilişkisidir. Bu ilişkide ifa, asıl alacağı ortadan kaldırmayıp alacak hakkı, ödeme yapmak suretiyle rücu hakkını kazanan borçluya geçtiğinden, anılan borçlu, alacaklının halefi olarak diğerlerine rücu edebilmektedir. Bununla birlikte, rücua konu olan borcun müteselsil niteliği bulunmadığından, sorumluluktan kurtulmak için her borçlunun borcun tümü yerine, kendine düşen payını ödemesi yeterli olmaktadır ki burada kanundan doğan halefiyet söz konusudur. Kuşkusuz, ödeme yapan borçlu ile alacaklının öncesinde, halefiyeti ortadan kaldırıcı sözleşme yapmak yetkileri de bulunmaktadır. Öğreti ve yargı kararlarında, borçların aynı sebepten doğması durumuna “tam teselsül” denilmekte ve değinilen 50. maddenin bunu karşıladığı ifade edilmekte, borçların farklı nedenlerden (kanun, sözleşme, haksız eylem) doğması halinde ise “eksik teselsül”ün varlığından söz edilerek 51. maddenin de bunu tanımladığı kabul edilmektedir. 50. maddede, aynı zarardan dolayı birden çok kişinin birlikte müteselsilen sorumlu tutulmaları, birden çok kişinin ortak kusurlarıyla zarara birlikte sebebiyet vermiş olmaları koşuluna bağlanmıştır. 51. maddede ise, müteselsil sorumluluk, ortak kusur yerine farklı hukuksal nedenlere bağlanmıştır ve bunlar kanun, sözleşme veya haksız eylemdir. Birden çok kişi, kanun, sözleşme veya haksız eylem nedeniyle aynı zarar için, zarara uğrayana karşı sorumlu iseler, bunlar arasında, bir zarara ortaklaşa sebep olanlar hakkındaki dönmeye (rücu) ilişkin kurallar uygulanmakta, kural olarak ilk önce, haksız eylemiyle zarara yol açan sorumlu tutulmakta, en son olarak da kusuru olmaksızın ve sözleşme gereği sorumluluğu olmadığı halde kanun hükmü gereğince sorumlu tutulan kişiye başvurulmaktadır. Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 09.10.2013 gün ve 2013/9-1559 Esas - 2013/1461 Karar, 15.05.2015 gün ve 2013/17-2267 Esas - 2015/1352 Karar, 19.06.2015 gün ve 2013/10-2281 Esas - 2015/1727 Karar, 24.06.2015 gün ve 2014/13-19 Esas - 2015/1743 Karar sayılı ilamlarında aynı görüşlere yer verilmiştir.
Önemle vurgulanmalıdır ki 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununda eksik ve tam teselsül ayırımına son verilmiş, 61. maddede, birden çok kişi birlikte bir zarara sebebiyet verdikleri veya aynı zarardan çeşitli sebeplerden dolayı sorumlu oldukları takdirde, haklarında müteselsil sorumluluğa ilişkin hükümlerin uygulanacağı, 62. maddede, tazminatın aynı zarardan sorumlu müteselsil borçlular arasında paylaştırılmasında, bütün durum ve koşullar, özellikle onlardan her birine yüklenebilecek kusurun ağırlığı ve yarattıkları tehlikenin yoğunluğunun göz önünde tutulacağı, tazminatın kendi payına düşeninden fazlasını ödeyen kişinin, bu fazla ödemesi için, diğer müteselsil sorumlulara karşı rücu hakkına sahip ve zarar görenin haklarına halef olacağı bildirilmiştir.
İşveren veya üçüncü kişiye karşı açılan davalarda 5510 sayılı Kanunun 21. maddesine göre rücu alacağından sorumluluk belirlenirken kural olarak, işveren yönünden 1. fıkraya göre gelirin başladığı tarihteki ilk peşin sermaye değeri ile yargılamada yöntemince hesaplanacak gerçek (maddi) zarar karşılaştırması yapılıp düşük (az) olan tutar esas alınmalı, üçüncü kişi bakımından 4. fıkra gereğince gerçek zarar gözetilmeksizin gelirin ilk peşin sermaye değerinin yarısı benimsenmeli ve bunlara kusur oranları uygulanmalı ise de işveren ve üçüncü kişinin birlikte taraf olarak yer aldığı, başka anlatımla aynı anda 1. ve 4. fıkralara dayalı uyuşmazlıklarda, fıkralarda yer alan hükümlerin nasıl anlaşılması ve giderek ne şekilde uygulama yapılması gerektiği önem arz etmektedir.
Sigortalının iş kazası veya meslek hastalığına uğramasına birden çok kişinin birlikte kusurlarıyla neden olmaları durumunda, anılan 50. ve 51. maddeler (6098 sayılı Kanunun 61. ve 62. maddeleri) gereğince teselsül hükümleri kapsamında bu kişilerin birlikte sorumlulukları vardır ve 146. maddeye (6098 sayılı Kanunun 62. maddesine) göre, kendi payından fazlasını ödeyenin diğer müteselsil borçlulara karşı rücu hakkı saklı kalmak kaydıyla, her bir borçlu yönünden kusurlarına karşılık gelen miktar ayrılmaksızın teselsül kurallarına göre sorumluluklarına karar verilmelidir. İş kazası veya meslek hastalığına birlikte sebebiyet veren sorumluların işveren ve üçüncü kişi olması durumunda ise, işverenin müteselsilen sorumlu olacağı tutar, 1. fıkra gereğince kendi kusur payı gözetilerek sorumlu tutulacağı miktarın (gelirin ilk peşin sermaye değeri X işverenin kusur oranı), üçüncü kişinin 4. fıkraya göre sorumlu olacağı tutar (gelirin ilk peşin sermaye değerinin yarısı X üçüncü kişinin kusur oranı) ile toplamı kadar olmalı, kanun koyucunun getirdiği “gelirin ilk peşin sermaye değerinin yarısı” sınırlaması karşısında üçüncü kişinin müteselsilen sorumlu tutulacağı miktarın ise, gelirin ilk peşin sermaye değerinin yarısı ile işveren de dahil olmak üzere tüm davalıların kusurları toplamının çarpımı sonucu elde edilecek tutar kadar olması gerekmektedir. Bu yaklaşım ve uygulama, işvereni, iç ilişkide üçüncü kişiye rücu edemeyeceği miktarı Kuruma ödemek zorunda bırakmadığından da hakkaniyete uygundur. Diğer yandan, iş kazası nedeniyle yapılan masraf ve ödemeler yönünden işveren ve üçüncü kişilerin sorumluluğu toplam kusur oranı ile sınırlıdır.
Eldeki davada, sigortalı ...'nın, tuz fabrikası işyerinde 13/10/2011 tarihinde kamyona tuz torbalarının yüklenmesi için seyyar konveyör bandını çalıştırmak üzere 30 metre uzunluğunda elektrik kablosunu ıslak ve çamurlu zemine sererek fişi prize takması ve akım sonucunda vefat etmesi şeklinde gerçekleşen zararlandırıcı sigorta olayının meydana gelmesinde;karara esas alınan kusur raporunda davalı ...’in %100 kusurlu bulunmuş, ve davalı şirketin işveren,davalı ...’in ise şirkete temsile yetkili olduğundan bahisle bu kusur oranına göre davalıların müştereken ve müteselsilen kurum zararından sorumlu olacaklarına yönelik mahkemece hüküm tesis edilmiştir. Somut olayda; ceza dosyası kapsamında, davalı ...’in alınan kusur raporunda asli kusurlu,kazalının tali kusurlu olduğunun belirlenerek ...’in Adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verildiği,kararın 12. Ceza Dairesinin 03.11.2014 tarihli düzeltilerek onama kararı ile kesinleşmiş olduğu anlaşılmaktadır.
Somut bilgiler çerçevesinde, mahkemece yapılacak iş; davalı ...’in davalı işveren vekili mi üçüncü kişi mi olduğu yöntemince araştırılarak belirlenmeli,yapılan araştırma sonucuna göre davalıların 5510 sayılı Yasanın 21/1. ve 21/4. maddesi kapsamında sorumlulukları değerlendirilmeli, davalı ...’in ceza davasında kesinleşmiş adli para cezasına mahkum edildiği, aynı dosya kapsamında alınan kusur raporunda kazalının da tali kusurlu olduğu hususu da gözetilmek suretiyle ,işçi sağlığı ve iş güvenliği ile iş kazasının vuku bulduğu iş kolunda uzman başka bir bilirkişi heyetinden; kusur oran ve aidiyeti konusunda yeniden rapor alınarak, oluşması halinde çelişki de giderilerek; hasıl olacak sonuca göre hüküm kurulmalıdır.
Öte yandan, yapılacak değerlendirme sonrasında, davalı ...’in taraf sıfatı üçüncü kişi olarak belirlendiği taktirde; izah edilenler doğrultusunda, davalıların sorumluluk miktarları, 5510 sayılı Kanun’un 21/1. ve 4. bendi uyarınca hesaplama yapılarak, varılacak sonuca göre hüküm kurulmalıdır.
Mahkemece, açıklanan maddi ve hukuki ilkeler gözetilerek, bir karar verilmesi gerekirken, eksik araştırma ve inceleme ile yazılı şekilde karar verilmiş olması, usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
O hâlde, davalılar vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve ... Bölge Adliye Mahkemesi 11. Hukuk Dairesinin istinaf başvurusunun esastan reddine ilişkin kararının kaldırılarak, İlk Derece Mahkemesince verilen hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ: ... Bölge Adliye Mahkemesi 11. Hukuk Dairesi kararının, HMK'nın 373/1 maddesi gereğince kaldırılarak temyiz edilen ilk derece mahkemesi hükmünün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde temyiz eden ilgiliye iadesine, dosyanın kararı veren İlk Derece Mahkemesine ve kararın bir örneğinin Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, 09.03.2022 gününde oy birliğiyle karar verildi.