Esas No: 2021/11877
Karar No: 2022/3317
Karar Tarihi: 09.03.2022
Yargıtay 10. Hukuk Dairesi 2021/11877 Esas 2022/3317 Karar Sayılı İlamı
10. Hukuk Dairesi 2021/11877 E. , 2022/3317 K."İçtihat Metni"
Mahkemesi : ... Bölge Adliye Mahkemesi 12. Hukuk Dairesi
İlk DereceMahkemesi: ... 1. İş Mahkemesi
Dava, rücuan tazminat istemine ilişkindir.
İlk Derece Mahkemesince, hükümde belirtilen gerekçelerle davanın kabulüne dair verilen karara karşı taraf vekillerince istinaf yoluna başvurulması üzerine, ... Bölge Adliye Mahkemesi 12. Hukuk Dairesince, taraf vekillerinin istinaf isteminin esastan reddine dair karar verilmiştir.
... Bölge Adliye Mahkemesi 12. Hukuk Dairesince verilen kararın, taraf vekillerince temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteklerinin süresinde olduğu anlaşıldıktan sonra Tetkik Hâkimi ... tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tesbit edildi.
I-İSTEM
Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; sigortalı ...'nun davalıya ait iş yerinde çalışırken 29/06/2017 tarihinde iş kazası geçirmesi sonucu vefat ettiğini, sigortalının iş kazası geçirmesinde davalı işverenin kusurlu olduğunu ve sigortalının vefat etmesi nedeni ile davacı kurumca sigortalının hak sahibi kızı ...'na 154.775,15 TL, eşi ...'na 489.528,97 TL peşin sermaye değerli gelir bağlandığını ve 531,00 TL cenaze masrafı yapıldığını belirterek iş kazası sonucu vefat eden sigortalı ...'nun hak sahiplerine bağlanan gelir ile yapılan masrafları yönünden rücu alacağının tespiti ile şimdilik 64.450,00 TL peşin değerli gelirin onay tarihi olan 22/03/2018 tarihinden itibaren, 50,00 TL cenaze masrafının sarf tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsilini talep etmiştir.
II-CEVAP
Davalı vekili vermiş olduğu cevap dilekçesinde özetle; davanın zamanaşımına uğradığını, iş kazasının meydana gelmesinde davalının kusuru bulunmadığını belirterek haksız açılan davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
III-MAHKEME KARARI
A-İLK DERECE MAHKEME KARARI
İlk derece mahkemesi, "Dava, 29/06/2017 tarihli iş kazası nedeniyle ölen sigortalının yakınlarına bağlanan gelirler ile cenaze giderlerinden oluşan sosyal sigorta yardımlarının, davalı işverenlerden rücuan tahsili istemine ilişkindir.
Davanın yasal dayanağı 5510 sayılı Kanunun 21/1. 21/4 ve 76/4. maddesidir.
......
Sosyal Güvenlik Kurumu Rehberlik ve Teftiş Başkanlığınca düzenlenen raporda, sigortalı ...'nun 29/06/2017 tarihinde geçirmiş olduğu kazanın iş kazası olduğu, kazanın meydana gelmesinde işverenin % 100 oranında kusurlu olduğu belirtilmiştir.
... 4. Asliye Ceza Mahkemesinin 2018/164 Esas sayılı ceza yargılamasında alınan 25/01/2017 tarihli kusur bilirkişiler kurulu raporunda; şüpheli ...'nun asli kusurlu, Maktul ...'nun tali kusurlu olduğu belirtilmiştir.
Yapılan araştırma da vefat eden sigortalının hak sahipleri tarafından işveren aleyhine açılmış tazminat dosyasının bulunmadığı anlaşılmıştır.
Davacı ve davalı tarafın sunmuş olduğu tüm deliller toplandıktan sonra dosya kazanın meydana geldiği iş kolu olan maden ve iş güvenliği alanında uzman üçlü bilirkişiye teslim edilerek bilirkişi raporu aldırılmıştır. Bilirkişilerce düzenlenen 03/01/2019 tarihli kusur bilirkişi raporunda, işveren TTK'nın % 90, mekanizasyon ustası ...'nun %10 oranında kusurlu olduğu belirtilmiştir.
SGK raporu ile mahkememizce alınan ilk kusur raporu arasında kusur oranlarının birbirinden farklı olması ve davacı ile davalı tarafın alınan bilirkişi raporuna itiraz etmesi üzerine raporlar arasındaki çelişki ve taraf itirazları giderilmek üzere dosya yeniden kazanın meydana geldiği iş kolu olan maden ve iş güvenliği alanında uzman farklı üçlü bilirkişi kuruluna teslim edilerek bilirkişi raporu aldırılmıştır. Bilirkişilerce düzenlenen 26/02/2019 tarihli kusur bilirkişi raporunda, kazanın meydana gelmesinde işveren TTK'nın %90, ajüstör ...'nun %10 oranında kusurlu olduğu belirtilmiştir.
Kazanın meydana geliş şekli ve işverenin aldığı ve alması gerektiği önlemler dikkate alındığında somut olayın özelliği ile uyumlu olduğu, hakkaniyet ilkesi ile iş güvenliğine ilişkin ilkeleri esas aldığı ve 03/01/2019- 26/02/2019 tarihli kusur bilirkişi heyeti raporlarının birbiri ile uyumlu olduğu görülmekle işverenin % 90 kusurlu, 3.kişi ...'nun %10 kusurlu olduğu yönündeki rapora itibar edilmiş ve bu kusur oranı üzerinden dosya hesap bilirkişisine tevdi edilerek 14/05/2019 tarihli hesap raporu dosya arasına alınmıştır. Alınan hesap raporunda sigortalının hak sahiplerinin işverenden isteyebileceği gerçek zarar miktarının hak sahibi kızı ... için 196.513,42 TL, eşi ...'na 457.552,29 TL olduğu belirtilmiştir.
Dava dilekçesi, cevap dilekçesi, kurum kayıtları, yazı cevapları, alınan kusura dair bilirkişi raporları, işçi tarafından iş kazası nedeniyle işverenden alınabilecek miktara ilişkin belgeler, hesap raporu ve tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde; sigortalı ...'nun davalı TTK'ya ait işyerinde çalışırken 29/06/2017 tarihinde geçirdiği iş kazası sonucu vefat ettiği, gerçekleşen iş kazası dolayısı ile sigortalının hak sahiplerine davalı SGK tarafından gelir bağlandığı ve cenaze masrafında bulunulduğu, kazanın meydana gelmesinde davalı TTK'nın %90, 3. Kişi ...'nun %10 kusurlu olduğu, ve 3. kişinin sorumluluğunun varlığı halinde, davalı işverenin müteselsilen sorumlu olacağı tutar, 1. fıkra gereğince kendi kusur payı gözetilerek sorumlu tutulacağı miktarın (gelirin ilk peşin sermaye değeri X işverenin kusur oranı), üçüncü kişinin 4. fıkraya göre sorumlu olacağı tutar (gelirin ilk peşin sermaye değerinin yarısı X üçüncü kişinin kusur oranı) ile toplamı kadar olmalı kuralı gözetilerek yapılan hesaplama ile gerçek zarar hesabının karşılaştırılmasında hak sahibi ...'nun işverenden isteyebileceği zarar miktarının daha az olması nedeni ile gerçek zarar hesabının kusur karşılığı olmak üzere davacıSGK nın davalıdan hak sahibi ...'na bağlanan gelirden kaynaklı isteyebileceği alacağının 457.552,29 TL, hak sahibi ...'nun işverenden isteyebileceği zarar miktarının daha fazla olması nedeni hak sahibi ...'na bağlanan gelirin ilk peşin sermaye değerinin %90 ı ile bağlanan gelirin ilk peşin sermaye değerinin yarısının %10 u toplamı olmak üzere hak sahibi ...'na bağlanan gelirden kaynaklı isteyebileceği alacağının 147.036,40 TL ve yapılan cenaze masrafından kaynaklı isteyebileceği alacağının 531,00 TL olduğu anlaşılmakla birlikte taleple bağlı kalınarak hak sahiplerine bağlanan gelirin ilk peşin sermaye değerinden kaynaklı alacak olarak 64.450,00 TL'nin gelirin 22/03/2018 onay tarihinden itibaren, kurum tarafından yapılan cenaze masrafından kaynaklı alacak olarak 50,00 TL'nin sarf tarihinden itibaren yasal faiziyle davalıdan alınarak davacıya verilmesine...” gerekçeleriyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
B-BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
Bölge Adliye Mahkemesince, usul ve esas yönünden hukuka uygun olduğu anlaşılan hükme yönelik taraf vekillerinin istinaf başvurusunun 6100 sayılı HMK 'nın 353/1-b-1. maddesi gereğince ayrı ayrı esastan reddine dair karar verilmiştir.
Davacı vekili istinaf dilekçesinde özetle;
Sigortalının davalıya ait işyerinde geçirmiş olduğu iş kazası sonucu vefat etmesi nedeniyle kurumca sigortalının hak sahiplerine bağlanan gelir ve yapılan masrafların tahsili nedeniyle açmış olduğu rücu davası sonucunda mahkemece olaya ve hukuka uygun olmayan kusur ve hesap raporları ile bağlı kalarak karar verildiğini, mahkeme kararını hatalı bulduklarını, kararının kaldırılarak davanın talepleri gibi davalı işverenin iş kazasının oluşumunda %100 oranında kusurlu olduğunun kabul edilerek kabulüne karar verilmesini talep ettiklerini,
-Davanın yargılaması sırasında alınan kusur raporunun, 5510 sayılı yasanın 21.maddesine, İş Kanunun 77.maddesine, 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanununa, Maden ve Taş Ocakları İşletmelerinde ve Tünel Yapımında Alınacak İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Önlemlerine ilişkin Tüzüğe uygun olarak hazırlanmadığını, Yargıtay’ın bu konudaki yerleşmiş görüşüne göre 5510 sayılı yasanın 21.maddesine göre açılan rücu davalarında alınan kusur raporlarının bağlayıcılığının, ancak 5510 sayılı yasanın 21.maddesi çerçevesinde düzenlenmesi halinde mümkün olduğunu, bu yönüyle raporların kurumu bağlamasının yasal mevzuat ve Yargıtay’ın yerleşmiş içtihatları doğrultusunda mümkün olmadığını, anılan yasal mevzuat hükümlerine göre düzenlenmeyen ve olayın iş güvenliği mevzuatı açısından değerlendirilmesinin yapılmadığı kusur raporuna mahkemece itibar edilmemesi gerektiğini,
-Hükme esas alınan kusur raporunda kazanın %90 oranında işveren kusuru ile meydana geldiği belirtildiğini, mekanizasyon ustası ...'ya ise % 10 oranında kusur izafe edildiğini, sigortalının vefatı ile sonuçlanan iş kazası, davalının işçi sağlığı ve iş güvenliği kurallarına uymamasının, işyerinde gerekli denetim ve gözetimi yapmaması sebebiyle meydana geldiğini, davalı işveren TTK Genel Müdürlüğü olayda %100 kusurlu olduğunu, bu nedenle kusur incelemesi ve değerlendirilmesi açısından yöntemince düzenlenmeyen, yanılgıya dayalı raporun hükme esas alınmaması gerektiğini, işyerinde iş güvenliği önlemlerini alma, bu önlemlere uyulmasını sağlamak için gerekli eğitim ve denetim faaliyetinde bulunma yetki ve sorumluluğu işverenlere ait olduğundan bu kapsamda olayın oluşuna göre tüm kusurun davalı işverende olduğu tartışmasız olduğunu,
-Davalı işveren üzerine düşen yükümlülükleri yerine getirmediğini, yasal mevzuat ve tüzük hükümlerine aykırı hareket ettiğini, kusur raporlarında iş kazasının oluşumuna etken kusur oranlarının saptanmasına yönelik incelemede; ihlal edilen mevzuat hükümlerinin, zararlı sonuçların önlenmesi için koşulların taraflara yüklediği özen ve dikkat yükümüyle aykırı davranışın doğurduğu sonuçların ayrıntılı olarak irdelendiğini, kusur, aidiyet ve oranları gerekçeleriyle ortaya konulmadığını, bu yönüyle kusur raporunun yasal mevzuata ve Yargıtay İçtihatlarına aykırı olduğunu,
-İşçi sağlığı ve iş güvenliği açısından tamamen emniyetsiz bir ortamda çalıştırılan ve iş güvenliği sadece kendi dikkat ve özenine bırakılan sigortalının olayda kusurusuz olduğunu, sigortalı işçinin sağlığı ve iş güvenliği yönünden yeterince eğitmeyen, işyerinde işin güvenli yürütümü için gerekli denetim ve gözetim sorumluluğunu yerine getirmeyen, sigortalının iş güvenliğini tehlikeye atacak şekilde çalışmasına göz yuman, bu konuda yeterli ve tüzüğe uygun kontrol mekanizmalarını kurmayan, işin yürütümünü uzman bir sorumlu ya da mühendis gözetiminde yürütmeyen davalı işveren bu sorumluluklarını yerine getirmeyerek kazaya neden olduğunu, eğer davalı işveren bu sorumluluklarını yerine getirip gerekli denetimleri ve uyarıları yapıp, gerekli önlemler alması halinde kazanın meydana gelmeyeceğinin ortada olduğunu, tüm bu nedenlerle eksik incelemeye, yasal mevzuata ve Yargıtay İçtihatlarına aykırı rapora mahkemece itibar edilmemesi gerektiğini,
-Gerçek zarar hesaplamasında zarar ve tazminata doğrudan etkili olan işçinin net gelirinin bakiye ömrü iş görebilirlik çağı iş göremezlik ve karşılık kusur oranları destek görenlerin gelirden alacakları pay oranları eşin evlenme olasılığı gibi tüm verilerin hiçbir kuşku ve duraksamaya yer vermeyecek şekilde öncelikle belirlenmesi gerektiğini, gerçek zarar hesabının özü itibariyle varsayımlara dayalı bir hesap olduğunu, gerçeğe en yakın verilerin kullanılmasının esas olduğunu,
-Vefat eden sigortalının eşinin evlenme olasılığının yüksek olarak hesaplandığını, evlenme olasılığı bulunmadığını, bu sebeple indirim yapılmasını kabul etmediklerini, raporun indirim yapılmadan hesaplanması gerektiğini belirterek istinaf talebinde bulunmuştur.
Davalı vekili istinaf dilekçesinde özetle;
-Olayda işverene kusur verilmesinin usul ve yasaya aykırı olduğunu,
-Kusur bilirkişi raporunun hüküm kurmaya elverişli olmadığını, bilirkişi raporları arasında çelişki bulunduğunu, olayda işverene kusur verilmesinin usul ve yasaya aykırı olduğunu, bilirkişi raporunda denetim ve nezaret görevinin gerektiği şekilde yapılmadığının belirtilerek işverene kusur verildiğini, ancak bu tespitin yerinde olduğunu, teknik savunma raporunda belirttikleri üzere vefat eden işçi ... gerekli eğitimleri aldığını ve kurslardan geçtiğini, yer altı koşullarında çift zincirli konveyörden gelebilecek tehlikeleri tahmin edip yapmış olduğu işe özen göstererek biraz daha dikkatli çalışmış olsa bu kaza meydana gelmeyeceğini,
-Faizin olay tarihinden başlatılması halinde zararın olay tarihi itibariyle sermayeleştirilmesinin (iskonto edilmesi ) gerektiğini,
-Fiili gün ortalaması tespitinde sadece fiilen çalışılan günlerin esas alındığını, izinli ya da istirahatli geçen ve tatil olan günlerin de fiili gün ortalaması tespitinde dikkate alınmasının hatalı olduğunu,
-Davacının 50-60 yaş arası yılın tamamını düzenli olarak asgari ücretli işte çalışarak geçireceği varsayımının ülke gerçeklerine uygun olmadığını, genç nüfusun yoğunluğu ve işsizlik oranının her yıl azalmayıp, hızla arttığı bir ortamda 50-60 yaşındaki kişinin düzenli, sabit bir işte ücretli olarak çalışabileceğinin kabulünün ve bu dönem için bu şekilde hesap yapılmasının hatalı olduğunu,
-Geleceğe yönelik varsayımsal olarak hesap yapılmasının hatalı olduğunu, nitekim davacının emeklilik nedeniyle kurumdan ayrıldığında kendisine SGK'ca yaşlılık aylığı bağlanacağını, davacının bu tarihten sonra çalışması varsayımının kabule şayan olmadığını,
-Bilirkişi hesap raporundaki destekten yoksunluk zararının kapsamının değerlendirilmesinin yanlış olduğunu,
-Destekten yoksunluk zararının eğer yardımcı ölmeseydi, yardımı görenin gelecekte faydalanacağı yardım tespit edilmek suretiyle oluşacağını, davacının hal ve mevkiine uygun yaşama tarzının ihlalinin dava açmaya sebep teşkil edeceğini, davacıya ölenin sağlığında yapılan yardım bir paraysa o zaman davacının aylık veya yıllık kazancının bulunmasının kolay olduğunu, ancak böyle belirli bir miktar söz konusu değilse o zaman tazminata esas olan zararın farazi ve itibari olarak tayin olacağını, buradaki karinenin ise ölene ait gelirin kendisi ile yardım görenler arasındaki halin icaplarına göre paylaştırılması olduğunu, bunun belirlenmesinin davacının hayat tarzını araştırılmasına, yakınlarının derecesinin tespitine bağlı olduğunu, mahkemenin öncelikle bu tespitte bulunması gerektiğini, davacının destekten yoksunluk zararını ön görebilsin. Zararın hesabında dikkat edilecek hususlardan birinin fiili ve farazi desteğin gelirinin tespit olduğunu, Farazi desteğin gelirinin tespitindeki ölçünün desteğin içinde bulunduğu geniş ortamın iktisadi ve sosyal durumunun ve kişisel yeteneklerinin kendisine verebileceği gelişme olanaklarının göz önünde bulundurulması gerektiğini, hesap raporundaki tespitin bu dedikleri kriterleri göz önüne almayıp yalnızca murisin eve tek katkısı olan, hatta evin geçimini yalnızca kendisinin üstlendiğine bağlı bir hesaplama olduğunu,
-Sağ kalan eşin evlenme olasılığının hatalı tespit edildiğini, raporda davacı tarafın yaşı ve çocuk sayısı değerlendirildiğinde evlenme şansı indiriminin %22 olacağının kabul edildiğini, söz konusu evlenme olasılığının bilirkişice hatalı değerlendirildiğini, kabul etmenin mümkün olmadığını,
-Raporda kullanılan sağ kalan eşin yeniden evlenme olasılığı tablosu güncel olmadığını ve günümüz koşulları ile de uyumlu olmadığını, evlenme olasılık tablosunun yanında Yargıtay kararlarında da açıklandığı üzere “yaş-çocuk durumu, sağ kalan eşin sağlığı-fiziki görünüşü, aile bağları, sosyal ve ekonomik koşullar, oturduğu yerin gelenekleri, evlenme isteği, yaşadığı çevre ve bu çevrenin evlenme konusundaki düşünceleri, ekonomik durumu, meslek sahibi olup olmaması...” gibi durumların araştırılmış olması gerektiğini, raporda ise bu tabloya bağlı kalınmış subjektif durumların araştırılmadığını,
-Davacı tarafın evlenme olasılığının doğru tespit edilerek bu olasılığa göre tazminattan indirim yapılması gerektiğini, hesap raporuna itirazları dikkate alınmadan hüküm kurulmasının usul ve yasaya aykırı olduğunu belirterek istinaf talebinde bulunmuştur.
IV-TEMYİZ KANUN YOLUNA BAŞVURU VE NEDENLERİ:
Taraf vekilleri istinaf dilekçe içeriklerini tekrarla kararın temyizen bozulmasını talep etmişlerdir.
V-İLGİLİ HUKUK KURALLARI VE İNCELEME:
Davacı Kurum, 29.06.2017 tarihinde meydana gelen iş kazasında vefat eden sigortalının hak sahiplerine bağlanan gelir ve cenaze yardımı nedeniyle oluşan kurum zararının tahsili istemli eldeki davayı açmış olup, davanın yasal dayanağı 5510 sayılı Kanununun 21.maddesidir.
5510 sayılı Kanun'un “İş Kazası ve Meslek Hastalığı İle Hastalık Bakımından İşverenin ve Üçüncü Kişilerin Sorumluluğu” başlıklı 21. maddesine göre; İş kazası ve meslek hastalığı, işverenin kastı veya sigortalıların sağlığını koruma ve iş güvenliği mevzuatına aykırı bir hareketi sonucu meydana gelmişse, Kurumca sigortalıya veya hak sahiplerine bu Kanun gereğince yapılan veya ileride yapılması gereken ödemeler ile bağlanan gelirin başladığı tarihteki ilk peşin sermaye değeri toplamı, sigortalı veya hak sahiplerinin işverenden isteyebilecekleri tutarlarla sınırlı olmak üzere, Kurumca işverene ödettirilir. Anılan madde ile işveren davalının, Kurumun rücu alacağından sorumluluğu ancak kusurunun varlığı halinde mümkündür.
Kusurun belirlenmesinde ise; zararlandırıcı sigorta olayının ne şekilde oluştuğunun, dosya içeriğindeki tüm deliller takdir olunarak belirlenmesi ve kabul edilen maddi olgular doğrultusunda, konusunda uzman sayılacak kişilerden oluşturulacak bilirkişi heyetinden, aynı olay nedeni ile daha önce açılmış ve kesinleşmiş tazminat ve ceza davaları varsa, tazminat davasında verilen kararın güçlü delil oluşturduğu hususu ile ceza davasında belirlenen maddi olguların bağlayıcı olacağı hususu da gözetilmek suretiyle sigortalı ile davalının ve varsa dava dışı kişilerin kusur oran ve aidiyetleri konusunda rapor alınması gereklidir.
Kusur raporlarının, 5510 sayılı Kanun'un 21. Maddesi ile birlikte iş kazası tarihinde yürürlükte bulunan 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanununa uygun olarak düzenlenmesi gerekir. Anılan Kanunlarda; İşverenler işyerlerinde iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanması için gerekli her türlü önlemi almak, araç ve gereçleri noksansız bulundurmak, işçiler de iş sağlığı ve güvenliği konusunda alınan her türlü önleme uymakla yükümlüdürler. İşverenler, işyerinde alınan iş sağlığı ve güvenliği önlemlerine uyulup uyulmadığını denetlemek, işçileri karşı karşıya bulundukları mesleki riskler, alınması gerekli tedbirler, yasal hak ve sorumlulukları konusunda bilgilendirmek ve gerekli iş sağlığı ve güvenliği eğitimini vermek zorundadırlar, denilmekte, böylece, işçiyi gözetim ödevi ve insan yaşamının üstün değer olarak korunması gereğinden hareketle; salt mevzuatta öngörülen önlemlerle yetinilmeyip, bilimsel ve teknolojik gelişimin ulaştığı aşama uyarınca alınması gereken önlemlerin de işveren tarafından alınmasını zorunlu kılmaktadır;
Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) ile Dünya Sağlık Örgütü'nün (WHO) ortak Komisyonunda işçi sağlığının esasları: Bütün işkollarında işçinin fiziksel, ruhsal ve sosyo-ekonomik bakımdan sağlığını en üst düzeye çıkarmak ve bunun devamını sağlamak; çalışma şartları ve kullanılan zararlı maddeler nedeni ile işçi sağlığının bozulmasını engellemek; her işçiyi kendi fiziksel ve ruhsal yapısına uygun işte çalıştırmak; özet olarak işin işçiye ve işçinin işe uyumunu sağlamak olarak tanımlanmaktadır. Belirlenen amaçlara ulaşmak, dolayısıyla iş kazalarını ve meslek hastalıklarını önlemek temel sorumluluktur. (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 08.11.2006 gün ve E: 2006/10-696, K: 2006/704 sayılı kararı).
6331 sayılı Kanunun "Risklerden korunma ilkeleri" başlıklı 5. maddesinde, İşverenin yükümlülüklerinin yerine getirilmesinde; "a)Risklerden kaçınmak. b)Kaçınılması mümkün olmayan riskleri analiz etmek. c)Risklerle kaynağında mücadele etmek. ç) İşin kişilere uygun hale getirilmesi için işyerlerinin tasarımı ile iş ekipmanı, çalışma şekli ve üretim metotlarının seçiminde özen göstermek, özellikle tekdüze çalışma ve üretim temposunun sağlık ve güvenliğe olumsuz etkilerini önlemek, önlenemiyor ise en aza indirmek. d)Teknik gelişmelere uyum sağlamak. e)Tehlikeli olanı, tehlikesiz veya daha az tehlikeli olanla değiştirmek. f)Teknoloji, iş organizasyonu, çalışma şartları, sosyal ilişkiler ve çalışma ortamı ile ilgili faktörlerin etkilerini kapsayan tutarlı ve genel bir önleme politikası geliştirmek. g) Toplu korunma tedbirlerine, kişisel korunma tedbirlerine göre öncelik vermek. ğ) Çalışanlara uygun talimatlar vermek." ilkelerinin göz önünde bulundurulması gerektiği belirtilirken,
Anılan Kanunun "Çalışanların yükümlülükleri" başlıklı 19. maddesinde, "Çalışanların, iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili aldıkları eğitim ve işverenin bu konudaki talimatları doğrultusunda, kendilerinin ve hareketlerinden veya yaptıkları işten etkilenen diğer çalışanların sağlık ve güvenliklerini tehlikeye düşürmemekle yükümlü oldukları ve çalışanların işveren tarafından verilen eğitim ve talimatlar doğrultusunda; a) İşyerindeki makine, cihaz, araç, gereç, tehlikeli madde, taşıma ekipmanı ve diğer üretim araçlarını kurallara uygun şekilde kullanmak, bunların güvenlik donanımlarını doğru olarak kullanmak, keyfi olarak çıkarmamak ve değiştirmemek. b) Kendilerine sağlanan kişisel koruyucu donanımı doğru kullanmak ve korumak. c) İşyerindeki makine, cihaz, araç, gereç, tesis ve binalarda sağlık ve güvenlik yönünden ciddi ve yakın bir tehlike ile karşılaştıklarında ve koruma tedbirlerinde bir eksiklik gördüklerinde, işverene veya çalışan temsilcisine derhal haber vermek. ç) Teftişe yetkili makam tarafından işyerinde tespit edilen noksanlık ve mevzuata aykırılıkların giderilmesi konusunda, işveren ve çalışan temsilcisi ile iş birliği yapmak. d) Kendi görev alanında, iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanması için işveren ve çalışan temsilcisi ile iş birliği yapmak" yükümlülüğü bulunduğu belirtilmiştir.
5510 sayılı Kanunun 21. maddesinin 1. fıkrasında, iş kazası ve meslek hastalığı, işverenin kastı veya sigortalıların sağlığını koruma ve iş güvenliği mevzuatına aykırı bir davranışı sonucu meydana gelmişse, Kurumca sigortalıya veya hak sahiplerine bu Kanun gereğince yapılan veya ileride yapılması gereken ödemeler ile bağlanan gelirin başladığı tarihteki ilk peşin sermaye değeri toplamının, sigortalı veya hak sahiplerinin işverenden isteyebilecekleri tutarlarla sınırlı olmak üzere, Kurumca işverene ödettirileceği, 4. fıkrasında, iş kazası, meslek hastalığı ve hastalık, üçüncü bir kişinin kusuru nedeniyle gerçekleşmişse, sigortalıya ve hak sahiplerine yapılan veya ileride yapılması gereken ödemeler ile bağlanan gelirin başladığı tarihteki ilk peşin sermaye değerinin yarısının, zarara sebep olan üçüncü kişilere ve şayet kusuru varsa bunları çalıştıranlara rücû edileceği belirtilmiştir. Anlaşılacağı üzere 1. fıkrada işverenin, 4. fıkrada üçüncü kişinin rücu alacağından sorumlulukları düzenlenmiş olup bunlara dayanılarak açılan rücuan tazminat davalarında işveren ile üçüncü kişi arasında müteselsil borçluluk ilişkisi bulunduğundan konuya ilişkin olarak 818 sayılı Borçlar Kanununun irdelenmesi de gerekmektedir.
Söz konusu Kanunun 141 – 148. maddelerinde müteselsil borçlara yer verilmiş olup 141. maddede, alacaklıya karşı, her biri borcun tümünden sorumlu olma yükümü altına girdiklerini beyan eden birden çok borçlu arasında teselsül bulunduğu, böyle bir beyanın yokluğunda teselsülün ancak kanunun belirlediği durumlarda olacağı, 142. maddede, alacaklının, müteselsil borçluların tümünden veya birinden borcun tamamen veya kısmen ödenmesini istemekte serbest olduğu, borç tamamen ödeninceye dek borçluların tümünün sorumluluklarının devam edeceği, 145. maddede, yaptığı ödeme veya takas ile borcun tamamını veya bir kısmını sona erdirmiş olan müteselsil borçlulardan birinin, sona eren borç oranında diğer borçluları borçtan kurtarmış olacağı, 146. maddede, borcun niteliğinden aksi anlaşılmadıkça, müteselsil borçlulardan her birinin alacaklıya yapılan ödemeden birbirine eşit birer payı üzerine almak zorunda olduğu ve payından çok ödeme yapanın, fazla tutar yönünden diğer borçlulara rücu hakkının bulunduğu, 147. maddede, rücu hakkından yararlanan müteselsil borçlulardan her birinin, ödediği tutar oranında alacaklının haklarına halef olacağı bildirilmiştir. Diğer taraftan Kanunun haksız eylem yönünden müteselsil sorumluluğa ilişkin 50. maddesinde, birden çok kimseler birlikte bir zarara sebebiyet verdikleri takdirde, önayak olan (kışkırtan) ile asıl gerçekleştiren ve yardımcı olanların, ayırım gözetilmeksizin müteselsilen sorumlu olacakları, hakimin, bunların birbiri aleyhinde rücu hakları olup olmadığını takdir ve gerektiğinde bu rücunun kapsamının derecesini saptayacağı belirtilmiş, çeşitli nedenlerin birleşmesi bakımından müteselsil sorumluluğa dair 51. maddesinde, birden çok kimseler çeşitli nedenlere (haksız eylem, sözleşme, kanun) dayanarak sorumlu oldukları takdirde haklarında, birlikte bir zarara sebebiyet veren kimselere ilişkin hükümlere göre işlem yapılacağı, kural olarak haksız bir eylemi ile zarara sebebiyet vermiş olan kimsenin en önce, tarafından hata gerçekleşmemiş ve üzerine borç alınmamış olmasına karşın yasal olarak sorumlu olan kimsenin de en sonra, zarar ile yükümlü tutulacağı açıklanmıştır.
Müteselsil borç, birden çok borçlunun alacaklıya karşı borcun tümünden sorumlu olduğu, alacaklının tamamen veya kısmen edayı her bir borçludan isteyebildiği, eda tamamen yerine getirilinceye dek borçluların sorumluluklarının süregeldiği, her borçlunun iç ilişkideki payına bakılmaksızın borcun tamamını ifa etmekle yükümlü olduğu, borçlulardan birinin borcu ödemesi durumunda diğerlerinin de alacaklıya karşı borçtan kurtulduğu, borcun, her bir borçlu yönünden tali değil asli nitelik taşıdığı, alacaklı karşısında birden çok borç ve borçlunun bulunduğu borç ilişkisidir. Bu ilişkide ifa, asıl alacağı ortadan kaldırmayıp alacak hakkı, ödeme yapmak suretiyle rücu hakkını kazanan borçluya geçtiğinden, anılan borçlu, alacaklının halefi olarak diğerlerine rücu edebilmektedir. Bununla birlikte, rücua konu olan borcun müteselsil niteliği bulunmadığından, sorumluluktan kurtulmak için her borçlunun borcun tümü yerine, kendine düşen payını ödemesi yeterli olmaktadır ki burada kanundan doğan halefiyet söz konusudur. Kuşkusuz, ödeme yapan borçlu ile alacaklının öncesinde, halefiyeti ortadan kaldırıcı sözleşme yapmak yetkileri de bulunmaktadır. Öğreti ve yargı kararlarında, borçların aynı sebepten doğması durumuna “tam teselsül” denilmekte ve değinilen 50. maddenin bunu karşıladığı ifade edilmekte, borçların farklı nedenlerden (kanun, sözleşme, haksız eylem) doğması halinde ise “eksik teselsül”ün varlığından söz edilerek 51. maddenin de bunu tanımladığı kabul edilmektedir. 50. maddede, aynı zarardan dolayı birden çok kişinin birlikte müteselsilen sorumlu tutulmaları, birden çok kişinin ortak kusurlarıyla zarara birlikte sebebiyet vermiş olmaları koşuluna bağlanmıştır. 51. maddede ise, müteselsil sorumluluk, ortak kusur yerine farklı hukuksal nedenlere bağlanmıştır ve bunlar kanun, sözleşme veya haksız eylemdir. Birden çok kişi, kanun, sözleşme veya haksız eylem nedeniyle aynı zarar için, zarara uğrayana karşı sorumlu iseler, bunlar arasında, bir zarara ortaklaşa sebep olanlar hakkındaki dönmeye (rücu) ilişkin kurallar uygulanmakta, kural olarak ilk önce, haksız eylemiyle zarara yol açan sorumlu tutulmakta, en son olarak da kusuru olmaksızın ve sözleşme gereği sorumluluğu olmadığı halde kanun hükmü gereğince sorumlu tutulan kişiye başvurulmaktadır. Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 09.10.2013 gün ve 2013/9-1559 Esas - 2013/1461 Karar, 15.05.2015 gün ve 2013/17-2267 Esas - 2015/1352 Karar, 19.06.2015 gün ve 2013/10-2281 Esas - 2015/1727 Karar, 24.06.2015 gün ve 2014/13-19 Esas - 2015/1743 Karar sayılı ilamlarında aynı görüşlere yer verilmiştir.
Önemle vurgulanmalıdır ki 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununda eksik ve tam teselsül ayırımına son verilmiş, 61. maddede, birden çok kişi birlikte bir zarara sebebiyet verdikleri veya aynı zarardan çeşitli sebeplerden dolayı sorumlu oldukları takdirde, haklarında müteselsil sorumluluğa ilişkin hükümlerin uygulanacağı, 62. maddede, tazminatın aynı zarardan sorumlu müteselsil borçlular arasında paylaştırılmasında, bütün durum ve koşullar, özellikle onlardan her birine yüklenebilecek kusurun ağırlığı ve yarattıkları tehlikenin yoğunluğunun göz önünde tutulacağı, tazminatın kendi payına düşeninden fazlasını ödeyen kişinin, bu fazla ödemesi için, diğer müteselsil sorumlulara karşı rücu hakkına sahip ve zarar görenin haklarına halef olacağı bildirilmiştir.
Eldeki davada,davalı işverenin ...TİM Asma -... Üretim İşletme Müdürlüğüne ait 3. ocakta priç ayakta saat 12.45 de kazalının taşıyıcı makinada oluk kısaltma işleminde yardımcı olduğu sırada makinedeki oluk şeklindeki metal sacın aniden yukarı kalkması sonucunda makine ile tavan arasına kafasının sıkışması sonucu vefat etmesiyle meydana gelen iş kazasında öncelikle kaza ile ilgili düzenlenen 12.02.2018 tarihli Kurum müfettiş raporunda davalı işverenin %100 kusurlu bulunduğu yönünde değerlendirme yapıldığı,alınan her iki kusur raporunda da davalı işverenin %90,dava dışı mekanizasyon ustası ...’nun %10,kazalının ise kusursuz olduğu nun belirlendiği,öte yandan akıbeti, dosya içinden anlaşılamayan kazaya ilişkin ... 4. Asliye Ceza Mahkemesinin E.2018/164 esasa kayden vardiya mühendisi ...,ocak şefi ... ...,iş güvenliği servis mühendisi ... ve mekanizasyon ustası ... hakkında taksirle ölüme sebebiyet verme suçundan açılan ceza davası dosyası üzerinden alınan kusur raporunda ise mekanizasyon ustası ...’nun asli kusurlu,kazalının tali kusurlu olduğu belirlendiği anlaşılmakla,Mahkemece ceza dosyasının akıbeti ile varsa maddi tazminat dosyasının sonucu araştırılarak ilgili dosyalar celbedilmeli, tüm bu dosyalardan alınan kusur raporları ile birlikte müfettiş raporunda belirlenen kusur oranları da gözetilmek suretiyle tüm raporlarda belirlenen kusur oranları arasındaki çelişkiyi giderecek şekilde ve davacının talebinin teselsül hükümlerine dayandığı hususu gözetilmek suretiyle olayın gerçekleştiği iş kolunda iş güvenliği bakımından uzman kişilerden oluşan bilirkişi heyetinden bu çerçevede yeniden uygun bir kusur raporu alınmalı, varılacak sonuca göre karar verilmelidir.
O hâlde, taraf vekillerinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve ... Bölge Adliye Mahkemesi 12. Hukuk Dairesinin taraf vekillerinin istinaf başvurusunun reddine ilişkin ilişkin kararının kaldırılarak İlk Derece Mahkemesince verilen hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ
... Bölge Adliye Mahkemesi 12. Hukuk Dairesi kararının HMK’nın 373/1 maddesi gereği kaldırılarak temyiz edilen ilk derece mahkemesi hükmünün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde ilgilisine iadesine, dosyanın kararı veren İlk derece Mahkemesine gönderilmesi ile kararın bir örneğinin Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, 09.03.2022 gününde oybirliğiyle karar verildi.