Esas No: 2016/1031
Karar No: 2019/1401
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2016/1031 Esas 2019/1401 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :İş Mahkemesi
Taraflar arasındaki “işçilik alacağı” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Kayseri 2. İş Mahkemesince karşı davanın kabulü ile asıl davanın kısmen kabulüne dair verilen 10.04.2014 tarihli ve 2013/44 E., 2014/164 K. sayılı kararın taraf vekillerince temyizi üzerine Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin 16.09.2015 tarihli ve 2014/14475 E., 2015/25167 K. sayılı kararı ile;
“...Davacı -karşı davalı vekili, davanın belirsiz alacak davası olduğunu belirterek ve müvekkili işçinin iş sözleşmesini haklı olarak feshettiğini ileri sürerek kıdem tazminatı, yıllık izin, ücret alacağı ile milli bayram , fazla mesai alacaklarının tahsilini istemiştir.
Davalı-karşı davacı vekili, davacının devamlı olarak iki arkadaşı ile birlikte çalıştıkları bölümdeki ürünleri satın almadan yediklerinin tespit edildiğini, davacıyı korkutmak amacıyla tutanak düzenlendiğini, davacının bu tutanakları imzalamadığını, bir kaç gün sonrada davalıdan izin almaksızın ve mazeret bildirmeksizin işe gelmemeye başladığını, iş akdini ihbar önellerine riayet etmeksizin fesih eden davacıya ihbar tazminatına ilişkin dava açma zaruretinin hasıl olduğunu, davacı tarafça açılan davanın reddine ve açtıkları karşı davanın kabulüne karar verilmesini talep etmiştir.
Mahkemece, toplanan deliller ve bilirkişi raporuna dayanılarak, asıl davanın kısmen kabulüne, karşı davanın kabulüne karar verilmiştir.
Kararı, taraflar süresinde temyiz etmiştir.
1-Dosyadaki yazılara toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, tarafların aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.
2-Taraflar arasında öncelikle çözümlenmesi gereken uyuşmazlık, davanın belirsiz alacak davası türünde açılabilmesi için gerekli şartları taşıyıp taşımadığı noktasında toplanmaktadır.
01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu"nun 107. maddesiyle, mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu"nda yer almayan yeni bir dava türü olarak belirsiz alacak ve tespit davası kabul edilmiştir.
6100 sayılı Kanun"un 107. maddesine göre,
"(1) Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir.
(2) Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilir.
(3) Ayrıca, kısmi eda davasının açılabildiği hâllerde, tespit davası da açılabilir ve bu durumda hukuki yararın var olduğu kabul edilir."
Hükümet tasarısında yer almayan bu madde, Türkiye Büyük Millet Meclisi Adalet Komisyonu tarafından, esasen baştan miktar veya değeri tam tespit edilemeyen bir alacakla ilgili hak arama durumunda olan kişinin, hukuk sisteminde karşılaştığı güçlüklerin bertaraf edilerek hak arama özgürlüğü çerçevesinde mümkün olduğunca en geniş şekilde korunmasının sağlanması gerekçesi üzerinde durularak ihdas edilmiş ve nihayetinde kanunlaşmıştır.
Davanın belirsiz alacak davası türünde açılabilmesi için, davanın açıldığı tarih itibariyle uyuşmazlığa konu alacağın miktar veya değerinin tam ve kesin olarak davacı tarafça belirlenememesi gereklidir. Belirleyememe hali, davacının gerekli dikkat ve özeni göstermesine rağmen miktar veya değerin belirlenmesinin kendisinden gerçekten beklenilmemesi durumuna ya da objektif olarak imkansızlığa dayanmalıdır.
Madde gerekçesinde "Alacaklının bu tür bir dava açması için, dava açacağı miktar ya da değeri tam ve kesin olarak gerçekten belirlemesi mümkün olmamalı ya da bu objektif olarak imkânsız olmalıdır. Açılacak davanın miktarı biliniyor yahut tespit edilebiliyorsa, böyle bir dava açılamaz. Çünkü, her davada arandığı gibi, burada da hukukî yarar aranacaktır, böyle bir durumda hukukî yararın bulunduğundan söz edilemez. Özellikle, kısmî davaya ilişkin yeni hükümler de dikkate alınıp birlikte değerlendirildiğinde, baştan tespiti mümkün olan hâllerde bu yola başvurulması kabul edilemez." şeklindeki açıklamayla, alacağın belirli veya belirlenebilir nitelikte olması durumunda, belirsiz alacak davası açılarak bu davanın sağladığı imkanlardan yararlanmanın mümkün olmadığına işaret edilmiştir.
Alacağın hangi hallerde belirsiz, hangi hallerde belirli veya belirlenebilir olduğu hususunda kesin bir sınıflandırma yapılması mümkün olmayıp, her bir davaya konu alacak bakımından somut olayın özelliklerinin nazara alınarak sonuca gidilmesi gereklidir.
6100 sayılı Kanun"un 107/2. maddesinde, sorunun çözümünde yol gösterici mahiyette kriterlere yer verilmiştir. Anılan madde fıkrasında, karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacının, iddianın genişletilmesi yasağına tâbi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabileceği hüküm altına alınmış, madde gerekçesinde de "karşı tarafın verdiği bilgiler ve sunduğu delillerle ya da delillerin incelenmesi ve tahkikat işlemleri sonucu (örneği bilirkişi ya da keşif incelemesi sonucu)" belirlenebilme hali açıklanmıştır.
Davacının alacağının miktar veya değerini belirleyebilmesi için elinde bulunması gerekli bilgi ve belgelere sahip olmaması ve bu belgelere dava açma hazırlığı döneminde ulaşmasının da (gerçekten) mümkün olmaması ve dolayısıyla alacağın miktarının belirlenmesinin karşı tarafın elinde bulunan bilgi ve belgelerin sunulmasıyla mümkün hale geleceği durumlarda alacak belirsiz kabul edilmelidir.
Sırf taraflar arasında alacak miktarı bakımından uyuşmazlık bulunması, talep sonucunun belirlenmesinin davacıdan beklenemeyecek olması anlamına gelmez. Önemli olan objektif olarak talep sonucunun belirlenmesinin davacıdan beklenemeyecek olmasıdır (H. Pekcanıtez, Belirsiz Alacak Davası, Ankara 2011, s. 45; H. Pekcanıtez/O. Atalay/M. Özekes, Medeni Usul Hukuku, 14. Bası, Ankara 2013, s. 448). Sadece alacak miktarının taraflar arasında uyuşmazlık bulunması ya da tartışmalı olmasının belirsiz alacak davası açılması için yeterli sayılması halinde, neredeyse tüm davaların belirsiz alacak davası olarak kabulü gerekir ki, bu da kanunun amacına aykırıdır. Çünkü, zaten uyuşmazlık bulunduğu için dava açılmakta ve uyuşmazlık mahkeme önüne gelmektedir. Önemli olan davacının talebini belirli kılacak imkâna sahip olup olmadığıdır. Burada, alacağın belirlenebilir olması ile ispat edilebilirliğinin de ayrıca değerlendirilmesi gerektiği unutulmamalıdır. Davacının talep ettiği alacağı belirlenmesi objektif olarak mümkün, ancak belirlyebildiği alacağını ispat etmesi, kanunun öngördüğü şekilde ispatı (elindeki delillerle) mümkün değilse, burada da belirsiz alacak davası açılacağından söz edilemez. Çünkü, bir alacağın belirlenmesi ile onun ispatı ayrı şeylerdir. Davacı, talep konusu yaptığı alacağını çok net şekilde belirleyebilir; ancak her zaman onu ispat edecek durumda olmayabilir. Aksinin kabulü, her ispat güçlüğü olan alacağı belirsiz alacağa dönüştürmek gibi, hem kanunun amacına hem de genel ilkelere aykırı bir durumu ortaya çıkartabilir.
Alacağın miktarının belirlenebilmesinin, tahkikat aşamasında yapılacak delillerin incelenmesi, bilirkişi incelemesi veya keşif gibi sair işlemlerin yapılmasına bağlı olduğu durumlarda da belirsiz alacak davası açılabileceği kabul edilmelidir. Ne var ki, bir davada bilirkişi incelemesine gidilmesi belirsiz alacak davasının açılabilmesi için yeterli değildir. Bir davada bilirkişiye başvurulmasına rağmen davacı dava açarken alacak miktarını belirleyebiliyorsa, belirsiz alacak davası açılamaz (C. Simil, Belirsiz Alacak Davası, I. Bası, İstanbul 2013, s. 225).
Kategorik olarak, belirli bir tür davanın veya belirli kişilerin açtığı davaların baştan belirli veya belirsiz alacak davası olduğundan da söz edilemez. Belirsiz alacak davası, bu davaya ilişkin ölçütlerin somut olaya uygulanarak belirlenmesi gerekir.
Hakime alacak miktarının tayin ve tespitinde takdir yetkisi tanındığı hallerde (Örn: 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu md 50, 51, 56) hakimin kullanacağı takdir yetkisi sonucu alacak belirli hale gelebileceğinden, davacının davanın açıldığı tarih itibariyle alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin imkansız olduğu kabul edilmelidir. Örneğin, iş hukuku uygulamasında, Yargıtayca, fazla çalışma, hafta tatili, ulusal bayram ve genel tatil ücreti alacaklarının yazılı belgelere ve işyeri kayıtlarına dayanmayıp, tanık anlatımlarına dayanması halinde, hesaba esas alınan süre ve alacağın miktarı nazara alınarak takdir edilecek uygun oranda hakkaniyet indirimi yapılması gerekliliği kabul edilmektedir. Bu halde, tanık anlatımlarına dayanılarak hesaplanan alacak miktarından hakimin takdir yetkisine bağlı olarak yapılacak indirim oranı baştan belirli olmadığından, alacak belirsiz kabul edilmelidir.
6100 sayılı Kanun ile birlikte, yukarıda belirtilen çerçevede belirsiz alacak davası açma imkanı tanınarak belirsiz alacaklar bakımından hak arama özgürlüğü genişletilmiş; bununla bağlantılı olarak da hukuki yarar bulunmadan kısmi dava açma imkanı sınırlandırılmakla birlikte, tamamen kaldırılmamıştır.
Zaman zaman, 6100 sayılı Kanun ile birlikte kabul edilen belirsiz alacak davası ile kısmi davaya ilişkin yeni düzenlemedeki sınırın tam olarak tespit edilemediği, birinin diğeri yerine kullanıldığı görülmektedir. Oysa bu iki davanın amacı ve niteliği ayrıdır. Alacak, belirli veya belirlenebilir ise, belirsiz alacak davası açılamaz; ancak şartları varsa kısmi dava açılması mümkündür.
Kanunun kısmi dava açma imkanını sınırlamakla birlikte tamamen ortadan kaldırmadığı da gözetildiğinde, belirli alacaklar için, belirsiz alacak davası açılamasa da, şartları oluştuğunda ve hukuki yarar bulunduğunda kısmi dava açılması mümkündür. Aksi halde, sadece ya belirsiz alacak davası açma veya belirli tam alacak davası açma şeklinde iki imkandan söz edilebilir ki, o zaman da kısmi davaya ilişkin 6100 sayılı Kanunun 109. maddesindeki hükmün fiilen uygulanması söz konusu olamayacaktır. Çünkü, belirsiz alacak davasında zaten belirsiz alacak davasının sağladığı imkanlardan yararlanarak dava açılabilecek; şayet alacak belirli ise de, o zaman sadece tam eda davası açılabilecektir. Oysa kanun koyucunun abesle iştigal etmeyeceği prensibi gereği, anılan maddeyle kısmi davaya ilişkin düzenleme yapıldığı düşünülerek ve Kanundaki sınırlamalara dikkat edilerek kısmi dava açılabilecektir.
Bu noktada şu da açıklığa kavuşturulmalıdır ki, şartları bulunmadığı halde dava dilekçesinde davanın belirsiz alacak davası olarak açıldığı durumda davacıya herhangi bir süre verilmeden hukuki yarar yokluğundan davanın reddi yoluna gidilmelidir. Çünkü, alacağın belirlenebilmesi mümkün iken, böyle bir davanın açılmasına Kanun izin vermemiştir. Böyle bir durumda, belirsiz alacak davası açmakta hukuki yarar yokluğundan dava reddedilmeli, ek bir süre verilmemelidir. Zira, burada talep açıktır, bu sebeple 6100 sayılı Kanunun 119/1-ğ maddesinin uygulanarak süre verilmesi mümkün değildir; aslında açılmaması gerektiği halde belirsiz alacak davası açılmış olduğundan, bu konudaki eksiklik de süre verilerek tamamlanamayacağından, dava hukuki yarar yokluğundan reddedilmelidir. Buradaki hukuki yarar, sonradan tamamlanacak nitelikte bir hukuki yarar değildir. Çünkü, dava açıldığında o sırada mevcut olmayan hukuki yarar, bunun da açıkça mahkemece bilindiği bir durumda, tamamlanacak bir hukuki yarar değildir. Aksinin kabulü, aslında açık olan talep sonucunun süre verilerek davacı tarafından değiştirilmesi ve bulunmayan hukuki yararın sağlanması için davacıya ek imkan sağlanması anlamına gelecektir ki, buna usûl bakımından imkan yoktur, böyle bir durum taraflar arasındaki eşitlik ilkesine de aykırı olacaktır (H. Pekcanıtez/O. Atalay/M. Özekes, Medeni Usul Hukuku, 14. Bası, Ankara 2013, s. 454). Bunun yanında, şayet açılan davada asgari bir miktar gösterilmişse ve bunun alacağın bir bölümü olduğu anlaşılmakla birlikte, belirsiz alacak davası mı yoksa belirli alacak olmakla birlikte kısmi dava mı olduğu anlaşılamıyorsa, bu durumda 6100 sayılı Kanunun 119/1-ğ maddesinin aradığı şekilde açıkça talep sonucu belirtilmemiş olacaktır. Talep, talep türü ve davanın niteliği açıkça anlaşılamıyorsa, talep muğlaksa, aynı Kanunun 119/2 maddesi gereğince, davacıya bir haftalık kesin süre verilerek talebinin belirsiz alacak davası mı, yoksa kısmi dava mı olduğunun belirtilmesi istenmelidir. Verilen bu süreden sonra, davacının talebini açıklamasına göre bir yol izlenmelidir. Eğer talep, davacı tarafından belirsiz alacak davası şeklinde açıklanmış olmakla birlikte, gerçekte belirsiz alacak davası şartlarını taşımıyorsa, o zaman yukarıdaki şekilde hareket edilmeli, hukuki yarar yokluğundan dava reddedilmelidir. Açıklamadan sonra talep belirsiz alacak davası şartlarını taşıyorsa, bu davanın sonuçlarına göre, talep kısmi davanın şartlarını taşıyorsa da kısmi davanın sonuçlarına göre dava yürütülerek karar verilmelidir (Dairemizin 31.12.2012 tarih 2012/30463 esas 2012/30091 karar sayılı kararı).
6100 sayılı Kanunun 110. maddesinde düzenlenen, davacının aynı davalıya karşı birbirinden bağımsız birden fazla asli talebini aynı dava dilekçesinde ileri sürmesi olarak tanımlanan davaların yığılması (objektif dava birleşmesi) halinde, talep sayısı kadar dava bulunduğu kabul edildiğinden ve aynı Kanunun 297/2. maddesi uyarınca da her bir talep bakımından ayrı ayrı hüküm verilmesi gerektiğinden, bu durumda da dava dilekçesinde ileri sürülen taleplerin belirsiz alacak olup olmadığının her bir talep bakımından ayrı ayrı değerlendirilmesi gerekecektir.
Tüm bu açıklamalar sonucunda şunu belirtmek gerekir ki, iş hukukundan kaynaklanan alacaklar bakımından baştan belirli veya belirsiz alacak davası şeklinde belirleme yapmak kural olarak doğru ve mümkün değildir. Bu sebeple iş hukukunda da belirsiz alacak davasının açılabilmesi, bu davanın açılması için gerekli şartların varlığına bağlıdır. Eğer bu şartlar varsa, iş hukukunda da belirsiz alacak davası açılabilir, yoksa açılamaz (C. Simil, Belirsiz Alacak Davası, I. Bası, İstanbul 2013, s. 414). Keza aynı şey kısmî dava için söz konusudur.
Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında eldeki davaya konu somut olayın özellikleri dikkate alınarak belirsiz alacak davası yönünden yapılan değerlendirmede;
Davanın belirsiz alacak davası olarak açıldığı şüphesizdir. Uyuşmazlık konusu yıllık izin ve ücret alacağı bakımından, talep içeriğinden açıkça anlaşıldığı üzere, davacı çalışma süresini, en son ödenen ücreti, alması gerektiğini iddia ettiği aylık ücret miktarını belirleyebilmektedir. Tazminat hesaplamasına esas alınacak aylık ücrete ek para veya parayla ölçülebilen sosyal menfaatleri de belirleyebilecek durumdadır. Bu halde dava konusu talepler belirsiz alacak davasına konu edilemez. Dava konusu edilen alacakların gerçekte belirli bir alacak olması ve belirsiz alacak davasına konu edilemeyeceği anlaşılmakla, hukuki yarar yokluğundan yıllık izin ve ücret alacağı taleplerinin reddi gerekirken yazılı şekilde esasa girilerek karar verilmesi hatalı olup, bozmayı gerektirmiştir.
2- Kabule göre de, yapılan yargılama sonunda davacının fazla mesai ücretine hükmedilmesine göre tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde davacının iş sözleşmesini fazla mesai ücretlerinin ödenmediğinden bahisle haklı nedenle feshettiği anlaşılmış olup, mahkemece davacının kıdem tazminatı talebinin kabulüne, fesih haklı olduğundan karşı dava yönünden ihbar tazminatı talebinin reddine karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme yazılı şekilde hüküm kurulması hatalı olmuştur...”
gerekçesiyle oy çokluğu ile bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, işçilik alacaklarının tahsili istemine ilişkindir.
Davacı-karşı davalı vekili; davalı iş yerinde 10.05.2011-16.01.2013 tarihleri arasında ve asgari ücretle çalıştığını, yıllık izinlerinin kullandırılmadığını, son ayın ücretinin ödenmediğini belirterek yıllık izin ve ücret alacakları ile bir kısım işçilik alacaklarının davalıdan tahsili istemli belirsiz alacak davası açmıştır.
Davalı-karşı davacı vekili; davacının, iddia edildiği gibi 10.05.2011 tarihinde değil 02.10.2011 tarihinde müvekkili şirkete ait işyerinde çalışmaya başladığını, yıllık izinlerini kullandığını belirterek haksız davanın reddi ile birlikte ihbar tazminatına ilişkin haklı davalarının kabulüne karar verilmesini istemiştir.
Mahkemece; davacı işçinin fazla çalışma, ulusal bayram ve genel tatil, yıllık izin ücreti ile ücret alacaklarına ilişkin taleplerinin kabulüne yine asıl davada talep edilen kıdem tazminatı isteminin reddine, karşı dava ile talep edilen ihbar tazminatı isteminin ise kabulüne karar verilmiştir.
Taraf vekillerinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
Mahkemece; Özel Dairenin sehven 2 yazılan 3 nolu bozma kararına uyulmuş, (2) nolu bozma sebebi yönünden ise; belirsiz alacak davasına ilişkin genel açıklamalarda bulunularak yıllık izin ve ücret alacağının belirlenebilir olmadığı gerekçesiyle önceki kararda direnilmiş, direnme kararı davalı-karşı davacı vekilince temyiz edilmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, somut olayda dava konusu yıllık izin ve ücret alacaklarının belirsiz alacak olup olmadığı, buradan varılacak sonuca göre davacının belirsiz alacak davası olarak eldeki davayı açmakta hukuki yararının bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır.
Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında işin esasına geçilmeden önce, direnme kararını temyiz eden davalı-karşı davacı aleyhine hükmedilen ve mahkeme ile Özel Daire arasında uyuşmazlık konusu olan 521,92TL ücret, 456,68TL yıllık izin ücreti alacağı toplam tutarının (978,60TL) direnme karar tarihi 24.12.2015’de geçerli olan 2.080,00TL temyiz edilebilirlik sınırının altında kalıp kalmadığı, buna göre davalı-karşı davacı vekilinin temyiz isteminin miktar itibariyle reddi ile bozmanın uyulan kısımları yönünden temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın Özel Daireye gönderilmesinin gerekip gerekmediği, ön sorun olarak tartışılıp değerlendirilmiştir.
I-Davalı-karşı davacı vekilinin direnme kararına yönelik temyiz isteminin miktar itibariyle reddi gerekip gerekmediği yönünden;
01.10.2011 tarihinde 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK) yürürlüğe girmiş, anılan Kanunun 450"nci maddesiyle de 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ek ve değişiklikleriyle birlikte tümüyle yürürlükten kaldırılmıştır. Bununla birlikte yasa koyucu uygulamada bir takım sorunların ortaya çıkmasını engellemek için Hukuk Muhakemeleri Kanunu"nda geçiş hükümlerini ayrıca düzenlemiştir.
Bu bağlamda 6100 sayılı HMK’nın geçici 3. maddesi;
“Bölge Adliye Mahkemelerinin, 26/9/2004 tarihli ve 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun’un geçici 2 nci maddesi uyarınca Resmî Gazetede ilan edilecek göreve başlama tarihine kadar, 1086 sayılı Kanun’un temyize ilişkin yürürlükteki hükümlerinin uygulanmasına devam olunur.
(2) Bölge adliye mahkemelerinin göreve başlama tarihinden önce verilen kararlar hakkında, kesinleşinceye kadar 1086 sayılı Kanunun 26/9/2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki 427 ila 454. madde hükümlerinin uygulanmasına devam olunur. Bu kararlara ilişkin dosyalar bölge adliye mahkemelerine gönderilemez.
(3) Bu Kanunda bölge adliye mahkemelerine görev verilen hallerde bu mahkemelerin göreve başlama tarihine kadar 1086 sayılı Kanunun bu Kanuna aykırı olmayan hükümleri uygulanır.” hükmünü içermektedir.
Yukarıdaki madde metninden bölge adliye mahkemelerinin göreve başlama tarihinden önce verilen kararlar hakkında kesinleşinceye kadar 1086 sayılı Kanunun 26.09.2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki 427 ila 454. madde hükümlerinin uygulanmasına devam olunacağı açıkça anlaşılmaktadır.
Bilindiği üzere 21.07.2004 tarihli ve 25529 sayılı Resmî Gazete"de yayımlanarak öngördüğü istisnalar dışındaki hükümleri yayım tarihinde yürürlüğe giren 14.07.2004 tarihli ve 5219 sayılı “Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” yürürlük tarihinden sonra yerel mahkemelerce verilen hükümler yönünden 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu"nun 427 nci maddesindeki temyiz (kesinlik) sınırını bir milyar TL olarak değiştirmiştir. 5219 ve 5236 sayılı Kanunlara göre katsayı artışı uygulanarak bu sınırlar arttırılmıştır.
Direnme kararının verildiği 24.12.2015 tarihinde bu miktar 2.080,00TL’dir.
16.07.1981 tarihli ve 2494 sayılı Kanunun geçici maddesi ile temyiz ve karar düzeltme sınırlarına ilişkin değişikliklerin, Kanunun yürürlüğe girmesinden sonra verilecek nihai kararlara yönelik temyiz ve karar düzeltme istemleri hakkında uygulanacağı belirtilmiş; dolayısıyla dava hangi tarihte açılmış olursa olsun, temyiz ve karar düzeltme sınırlarının saptanmasında hakkında bu yollara başvurulan hükmün verildiği tarihteki yasal durumun esas alınacağı kabul edilmiştir.
Bir mahkeme kararının temyiz edilip edilemeyeceği belirlenirken temyiz hakkının doğduğu (kararın verildiği) tarihteki hukuksal durum esas alınmalı; karar tarihinde yürürlükte bulunan kanun hükmü temyiz sınırı yönünden hangi düzenlemeyi içeriyor ise, ona bağlı kalınmalıdır. Buradaki “karar” teriminin, yerel mahkemenin Özel Daire bozmasına karşı verdiği direnme kararını da kapsayacağında duraksama bulunmamaktadır.
Yeri gelmişken eldeki davada temyize konu alacak miktarının ne olduğunun açıklanmasında yarar vardır:
Davacı vekili, yıllık izinlerinin kullandırılmadığını ve 2013 yılının Ocak ayına ait ödenmeyan 16 günlük ücret alacağının bulunduğunu ileri sürerek bir kısım işçilik alacakları yanında yıllık izin ve ücret alacaklarının davalı işverenden tahsilini talep etmiştir.
Mahkemece bilirkişi raporu doğrultusunda davacının yıllık ücretli izin alacağının brüt 456,68TL, ücret alacağının brüt 521,92TL olduğu belirtilerek anılı alacaklar hüküm altına alınmıştır.
Taraf vekillerinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece sair temyiz itirazlarının reddine karar verildikten sonra 2 numaralı bozma sebebinde, yıllık izin ve ücret alacaklarının belirlenebilir alacak olması nedeniyle belirsiz alacak davasına konu olamayacağı belirtilerek bu alacaklar yönünden davanın hukuki yarar yokluğundan reddinin gerektiği, sehven 2 yazılan 3 numaralı bozma sebebinde ise, davacının iş sözleşmesini fazla çalışma ücretleri ödenmediğinden haklı nedenle feshettiği bu nedenle kıdem tazminatı talebinin kabulü ile fesih haklı olduğundan karşı dava yönünden ihbar tazminatı talebinin reddine karar verilmesi gerektiğinden bahisle bozulmuş, mahkemece kıdem ve ihbar tazminatı yönünden bozma kararına uyulmuş ancak yıllık izin ve ücret alacaklarına ilişkin 2 numaralı bozma sebebi yönünden önceki kararda direnilmiştir.
Bu durumda direnme kararını temyiz eden davalı-karşı davacı aleyhine hükmedilen ve uyuşmazlık konusu olan yıllık izin ücreti ile ücret alacaklarının miktarı toplam brüt 978,60TL olup açık biçimde direnme kararının verildiği 24.12.2015 tarihinde geçerli olan 2.080,00TL tutarındaki temyiz edilebilirlik sınırının altında olduğundan, anılan karara karşı temyiz yasa yoluna gidilmesi miktar itibariyle mümkün değildir.
Şu hâlde davalı-karşı davacı vekilinin direnme kararına yönelik temyiz isteminin miktar itibari ile reddine karar verilmelidir.
II-Davalı-karşı davacı vekilinin bozma kararının uyulan kısımlarına ilişkin temyiz istemi yönünden;
Yukarıda da belirtildiği üzere mahkemece yıllık izin ücreti ve ücret alacağı yönünden bozma kararına direnilmiş buna karşılık kıdem ve ihbar tazminatı yönünden ise uyulmuştur.
Davalı- karşı davacı vekilinin temyiz dilekçesi incelendiğinde direnme konusu uyuşmazlık ile ilgili temyiz itirazları yanında uyularak verilen yeni hükme yönelik temyiz itirazlarının da bulunduğu görülmekle, bu kısımlara yönelik temyiz yönünden Hukuk Genel Kurulunca bir inceleme yapılması mümkün olmayıp, uyularak verilen bu yeni hükme yönelik temyiz itirazlarının Özel Dairece incelenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, davalı-karşı davacı vekilinin mahkeme ile Özel Daire arasında uyuşmazlık konusu olan yıllık izin ve ücret alacakları yanında uyulan kısımlara ilişkin de temyizinin bulunduğu, temyize konu bütün alacakların toplam tutarının temyiz kesinlik sınırı altında kalmadığı, bu nedenle temiz isteminin reddine karar verilemeyeceği, Hukuk Genel Kurulunca inceleme yapılması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüş Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
SONUÇ: Yukarıda (I) numaralı bentte açıklanan nedenle davalı-karşı davacı vekilinin direnme kararına yönelik temyiz isteminin miktardan REDDİNE,
Yukarıda (II) numaralı bentte açıklanan nedenlerle uyulan kısımlar yönünden davalı-karşı davacı vekilinin yeni hükme yönelik olan temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 22. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 19.12.2019 tarihinde oy çokluğu ile kesin olarak karar verildi.
KARŞI OY
Temyiz kesinlik sınırının düzenlendiği HUMK 427. maddeye göre alacağın tamamının dava edilmiş olması hâlinde, hükümde asıl istemin kabul edilmeyen kısmı maddedeki kesinlik sınırı olarak gösterilen miktarın üstünde ise hükmün temyiz edilmesi mümkündür. Bu durumda davalı için kesinlik sınırı aleyhine hükmedilen miktara göre, davacı için ise hükümde reddine karar verilen talepleri toplamına göre belirlenmelidir.
Madde kesinlik sınırını alacağın tamamının dava edilmesi hâlinde kabul veya reddine karar verilen miktarlara göre belirlediğinden bu kalemlerden bir kısmının temyiz edilmemiş olması hâlinde dahi hükmün kesin olup olmadığı temyiz edilen kısma bakılarak değil, hükmün tamamındaki kabul veya reddedilen kısma bakılarak belirlenecektir. Çünkü madde kesinlik sınırının temyiz dilekçesindeki miktarlara göre değil hükümdeki miktarlara göre belirleneceğini düzenlemiştîr.
Temyiz edilen kısma bakılmayıp hükme bakılacak olmasının kısmi direnmelerdeki sonucu ise, kesinlik sınırının; Hukuk Genel Kurulu"nun inceleyeceği kısım için ayrı, Özel Dairenin inceleyeceği kısım için ayrı belirlenmeyip, her ikisi için toplamı esas alınarak belirlenecek olmasıdır.
Hukuk Genel Kurulu"nun 01.02.2012 T. 2011/13-625 E. 2012/27 K. sayılı kararında da belirtildiği üzere; dosya daha önce temyiz incelemesinden geçmiş ve bir kısım talepler yönünden temyiz edilmeyerek veya temyiz itirazları reddedilerek usuli kazanılmış hak doğmuş veya kısmi kesinleşme olmuş ise bu kalemler yeni hükümde yer almış olsa bile temyizinde hukuki yarar olmadığından bu miktarlar hariç tutularak kesinlik sınırı belirlenmelidir.
Yukarıda yapılan açıklama ve sözü edilen kuralla birlikte somut olay değerlendirildiğinde; mahkemece verilen hüküm, özel daire tarafından yıllık izin ve ücret alacağı taleplerinin belirsiz alacak davasına konu edilemeyeceği için hukuki yarar yokluğundan reddi gerektiği, kıdem tazminatı talebinin kabulü gerektiği, ihbar tazminatı talebinin reddi gerektiği belirterek bozulmuştur. Mahkemece yıllık izin ve ücret alacağına ilişkin olarak kısmi direnme kararı verilmiş, diğer bozma nedenine ise uyulmak suretiyle kıdem tazminatına hükmedilmiş, ihbar tazminatı talebi ise reddedilmiştir.
Hüküm; davalı tarafından kısmi direnmeye konu yıllık izin ve ücret alacağı yönünden temyiz edildiği gibi bozma kararına uyularak verilen kıdem tazminatı yönünden de temyiz edilmiştir.
İncelemenin Hukuk Genel Kurulunca yapılacağı yıllık izin ve ücret alacağı yönünden davalı aleyhine hükmedilen miktarın toplamı 978,60TL, incelemenin Özel Dairece yapılacağı kıdem tazminatı yönünden davalı aleyhine hükmedilen miktar ise 1.260,78TL"dır. Davalı yönünden temyiz kesinlik sınırı için esas alınması gereken miktar bunların toplamı olan 2.239,38TL olmaktadır. Bu miktar 2015 yılı için temyiz kesinlik sınırı olan 2.080,00TL"nin üstünde olduğundan hüküm kesin olmayıp temyiz incelemesi yapılması gerektiği hâlde, sadece incelemenin Hukuk Genel Kurulunca yapılacağı direnmeye konu miktar esas alınmak suretiyle hükmün kesin olduğu yönünde oluşan değerli çoğunluk görüşüne katılamıyoruz.
Bu alandan sadece bu kararla ilintili POST üretebilirsiniz. Bu karardan bağımsız tamamen kendinize özel POST üretmek için TIKLAYINIZ
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.