
Esas No: 2017/2358
Karar No: 2019/1372
Karar Tarihi: 17.12.2019
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2017/2358 Esas 2019/1372 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :İş Mahkemesi
Taraflar arasındaki “ödeme emirlerinin iptali” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İstanbul 22. İş Mahkemesince davanın kabulüne dair 24.02.2015 tarihli ve 2014/708 E., 2015/164 K. sayılı karar davalı ... vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 21.03.2016 tarihli ve 2015/14237 E., 2016/3698 K. sayılı kararı ile;
“...1-Dosyadaki yazılara, toplanan delillere ve hükmün dayandığı gerektirici sebeplere göre, davalı Kurum vekilinin sair temyiz itirazlarının reddi gerekir.
2-Davacı, dava dışı Limited Şirkette 18.06.2010 tarihinden itibaren ortak ve şirket müdürü olduğunu, 11.01.2011 tarihinde ortaklık ve müdürlükten ayrıldığını ödeme emrine konu prim borçlarının 2003 yılı 5. ay ile 2007 yılı 1. ay arası olup, prim borçlarından sorumlu olmadığını belirterek, ödeme emrinin iptalini istemiştir.
Davanın yasal dayanaklarından biri olan 506 sayılı Kanunun 80. maddesinin; 1. fıkrasına göre, “İşveren, bir ay içinde çalıştırdığı sigortalıların primlerine esas tutulacak kazançlar toplamı üzerinden bu Kanun gereğince hesaplanacak prim tutarlarını ücretlerinden kesmeye ve kendisine ait prim tutarlarını da bu miktara ekleyerek en geç ertesi ayın sonuna kadar Kuruma ödemeye mecburdur.” 13. fıkraya göre, “Sigorta primlerini haklı sebepleri olmaksızın, birinci fıkrada belirtilen süre içerisinde tahakkuk ve tediye etmeyen kamu kurum ve kuruluşların tahakkuk ve tediye ile görevli kamu görevlileri mesul muhasip, sayman ile tüzelkişiliği haiz diğer işverenlerin üst düzeydeki yönetici veya yetkilileri kuruma karşı, işverenleri ile birlikte müştereken ve müteselsilen sorumludurlar.” Bu madde; üst düzey yönetici ve yetkililerin sorumluluğu için sigorta primleriyle sınırlı olan, ayrıca prim borcunun doğduğu dönemde tahakkuk ve tediye konularında yetkili olmayı, buna karşın haklı neden olmaksızın bu yükümlülükleri yerine getirmemeyi koşul olarak getirmiştir. Anılan düzenleme kapsamında borcun tahakkuk ettiği dönemde üst düzey yönetici ve şirket müdürü olmadığı belirgin olan davacının 506 sayılı Yasanın 80. maddesi uyarınca borçtan dolayı dava dışı şirket ile birlikte müşterek ve müteselsil sorumluluğundan söz etmeye olanak yoktur.
Ayrıca 06.07.2004 tarihi öncesine yönelik prim borçlarının 6183 sayılı Kanunun 102. madde hükmü gereği 5 yıllık zamanaşımı süresine tabi olup anılan prim borçları yönünden zamanaşımının gerçekleştiği de belirgindir.
Ancak, Limited Şirket ortaklarının kamu borçlarından sorumluluğunu öngören yasal düzenlemelere bakıldığında, davanın yasal dayanaklarında biri de 6183 sayılı Yasanın 35. maddesidir.
6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’un 22.07.1998 gün ve 4369 sayılı Kanun’un 21. maddesiyle değişik 35. maddesi; “Limited şirket ortakları şirketten tahsil imkânı bulunmayan amme alacağından sermaye hisseleri oranında doğrudan doğruya sorumlu olurlar ve bu Kanun hükümleri gereğince takibe tabi tutulurlar.” hükmünü taşımakta iken; 04.06.2008 günlü Resmi Gazete’de yayımlanarak bazı maddeleri dışında aynı gün yürürlüğe giren 5766 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunda ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un 3. maddesiyle, 35. maddede yer alan, “şirketten tahsil imkanı bulunmayan” ibaresi "şirketten tamamen veya kısmen tahsil edilemeyen veya tahsil edilemeyeceği anlaşılan" şeklinde değiştirilmiş ve aynı maddeye; “Ortağın şirketteki sermaye payını devretmesi halinde, payı devreden ve devralan şahıslar devir öncesine ait amme alacaklarının ödenmesinden birinci fıkra hükmüne göre müteselsilen sorumlu tutulur.”
“Amme alacağının doğduğu ve ödenmesi gerektiği zamanlarda pay sahiplerinin farklı şahıslar olmaları halinde bu şahıslar, amme alacağının ödenmesinden birinci fıkra hükmüne göre müteselsilen sorumlu tutulur." Şeklinde iki fıkra eklenmiştir.
Ayrıca, 5766 sayılı Kanunun 1. maddesiyle 6183 sayılı Kanunun 3. maddesine eklenen;"Tahsil edilemeyen amme alacağı terimi: “Amme borçlusunun bu Kanun hükümlerine göre yapılan mal varlığı araştırması sonucunda haczi kabil herhangi bir mal varlığının bulunmaması, haczedilen mal varlığının satılarak paraya çevrilmesine rağmen, satış bedelinin amme alacağını karşılamaması gibi nedenlerle tahsil edilemeyen amme alacaklarını,”, “Tahsil edilemeyeceği anlaşılan amme alacağı terimi: “Amme borçlusunun haczedilen mal varlığına bu Kanun hükümlerine göre biçilen değerlerin amme alacağını karşılayamayacağının veya hakkında iflas kararı verilen amme borçlusundan aranılan amme alacağının iflas masasından tahsil edilemeyeceğinin anlaşılması gibi nedenlerle tahsil dairelerince yürütülen takip muamelelerinin herhangi bir aşamasında amme borçlusundan tahsil edilemeyeceği ortaya çıkan amme alacaklarını,”ifade eder, olarak açıklanmıştır.
5766 sayılı Kanunun geçici 1. maddesi de; “ Bu Kanunla 6183 sayılı Kanunda yapılan değişiklikler ve eklenen hükümlerin; hükümlerin, yürürlüğe girdiği tarih itibariyle tahsil edilmemiş bulunan amme alacakları hakkında da uygulanır." hükmünü taşımakta iken, Anayasa Mahkemesinin geçici 1. maddenin iptaline dair yapılan başvuru üzerine verdiği 2009/39E.; 2011/68 K. sayılı ve 28.04.2011 günlü kararı ile “5766 sayılı Kanun’da esas olarak bir kamu alacağı ile ilgili bireylerin sorumluluklarını arttıran ve müteselsil sorumluluk getiren düzenlemelerin, Kanunun geçici 1. maddesi ile yürürlük tarihi itibari ile tahsil edilmemiş alacaklara da uygulanması hukuk kurallarının geriye yürütülmesi anlamına gelmekte ve Anayasada yer alan hukuk devleti kapsamındaki hukuk güvenliği ilkesi ile bağdaşmamaktadır.” gerekçesi ile anılan düzenlemeyi iptal etmiştir.
Eldeki davada; davacının şirketten tahsili mümkün olmayacağı anlaşılan Kurum alacakları bakımından ortak olduğu dönemle ilgili olarak, sorumlu olması doğal ve yasal gerekliliktir. Fakat, mahkemece, davacının devralan ortak sıfatı ile devir tarihinden önce doğmuş olan prim borçlarından, işveren şirketten, tahsil edilememesi şartının gerçekleşmesi halinde, sorumlu olmayacağına dair kabul isabetli değildir.
Davacının ortaklığı devralmadan önceki şirket borçlarından sorumluluğu hususunda Anayasa Mahkemesinin 28.04.2011 tarihli kararı ile 5766 sayılı Yasanın geçici 1.maddesini iptal etmesi nedeniyle 6183 sayılı Yasanın geçici 1.maddesi ve her kanunun yürürlükte olduğu dönemde uygulanması gerektiğine ilişkin genel hukuk kuralı nedeniyle 6183 sayılı Yasanın 35. maddesine 04/06/2008 tarihinde 5766 sayılı Yasanın 3. maddesiyle eklenen fıkraların uygulanmasına olanak bulunmamaktadır. 6183 sayılı Yasanın 35. maddesinin yukarıda belirtilen ilk haline göre değerlendirilme yapıldığı takdirde ise, sorunun çözümünde 5766 sayılı Yasanın çıkarılış amacı ve Ticaret hukuku ile birlikte konu irdelenmelidir. 5766 sayılı Yasanın genel gerekçesinde; 6183 sayılı Kanun’un mevcut hükümlerinin uygulamasına ilişkin yargı kararları dikkate alınarak, uygulamaya açıklık getiren düzenlemelere yer verildiği, öngörülen değişiklikler ile 6183 sayılı Kanunun temel felsefesi korunarak, amme alacaklarının daha süratle tahsiline imkan verilmesinin amaçlandığı ifade edilmiştir. Bu bakımdan kamu borçlularının paylarını devretmeleri halinde devreden ve devralan ortakların sorumluluğunun açıkça belirlenmesi amacıyla yasal değişikliklerin yapıldığı anlaşılmakta olup Ticaret hukukunda limited şirket ortaklarının tüm işlemlerinde basiretli davranma ve özen yükümü de dikkate alındığında Limited şirketteki diğer ortağın hissesini devralan ortağın, o hissedarın devir anına kadar mevcut şirket borçlarından yükümlü bulunduğunu bilmesinin en az ticari muamelelerde bir tüccarın göstermesi gereken basiretli davranışlar olarak sayılması gerektiğinden, böyle bir basireti göstermemiş olan ortağın bu davranışının sonucuna katlanmak zorunda olduğu, dolayısıyla limited şirketteki payı devralan ortağın, devirden önceki dönemle ilgili şirket borçlarından sorumlu tutulması gerektiği kabul edilmelidir. Hatta, şayet, devir olgusunun, sırf kamu borçlarından kurtulmak amacıyla yapıldığına dair somut emareler var ise devreden ortağında bu kanuna karşı hile nedeniyle sorumlu tutulması kanunun amacına uygun olacaktır. Zaten, sonraki yasal düzenlemelerde de devralan ve devreden ortağın Kuruma karşı müteselsilen sorumlu olacağı esası getirtilmiş ve bu konuda yapılan yasal düzenleme ile devralan ortağın sorumluluğu bir adım daha ileri götürülmüş ve müteselsil sorumluluk esası getirtilerek bu konu açıklığa kavuşturulmuştur.
Yukarıda açıklanan maddi ve hukuki olgular göz önünde bulundurulmaksızın, davacının devralan ortak sıfatı ile 2004/7 ile 2007/1. Aylar arasındaki borçlardan payı oranında sorumlu olduğu gözetilmeksizin, hatalı değerlendirme ile yazılı şekilde hüküm kurulması, usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O hâlde, davalı vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır ..."
gerekçesiyle oy çokluğu ile bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, ödeme emirlerinin iptali istemine ilişkindir.
Davacı vekili; dava dışı Irmak Restoran İnş. Tur. Tic. Ltd. Şti."nin borcundan dolayı davalı Kurum tarafından müvekkiline gönderilen 2013/045311 ve 2013/045312 takip nolu ödeme emirlerinde bulunması zorunlu olan düzenleme tarihinin bulunmadığını, müvekkilinin 23.06.2010 (18.06.2010) tarihinde devir aldığı dava dışı şirketin %75 hissesini 17.01.2011 (11.01.2011) tarihinde devrettiğini, dolayısıyla müvekkilinin 2003-2007 yılları arasındaki prim borçlarından sorumlu olmadığını ayrıca borcun zamanaşımına uğradığını, gecikme zammının da fahiş olduğunu belirterek dava konusu ödeme emirlerinin iptaline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı ... vekili; ödeme emirlerinde gerek prim borçlarının tahakkuk ettiği, gerekse prim borçlarının hesaplandığı (ödeme emrinin düzenlendiği) tarihin belirtildiğini, 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu"nun 89 ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsili Usulü Hakkında Kanun"un 35. maddesi gereğince davacının dava dışı şirketteki hissesini devretmesinin, ortak olduğu dönem içerisindeki sorumluluk ve yükümlülüklerini ortadan kaldırmayacağını, prim borçlarından davacının sorumlu olduğunu, prim alacağının zamanaşımına uğramadığını, gecikme zammının fahiş olduğu iddiasının yasal dayanaktan yoksun olduğunu ve gerekirse gecikme zammının hesaplanması için bilirkişi incelemesine başvurulabileceğini savunarak davanın reddi ile davacının %10 haksız çıkma tazminatına mahkûm edilmesine karar verilmesini talep etmiştir.
Yerel Mahkemece; 506 sayılı Sosyal sigortalar Kanunu"nun 80. maddesinin 12. fıkrasının tüzel kişiliğin üst düzey yöneticilerinin sorumluluğunu sigorta primleri ile sınırlandırdığı, bu nedenle prim dışındaki kurum alacaklarının tahsili için 506 sayılı Kanun"un 80. maddesinin 12. fıkrasına dayanılarak tüzel kişiliğin üst düzey yöneticileri hakkında takip yapılamayacağı, ayrıca 6183 sayılı Kanun"un 25.05.1995 tarihli ve 4108 sayılı Kanun"un 11. maddesiyle değişik mükerrer 35. maddesine göre kurumun işveren tüzel kişilerden olan prim ve diğer alacaklarının bu anlamda idari para cezalarına ilişkin alacağının işveren tüzel kişilerin mal varlığından kısmen veya tamamen tahsil edilememesi ya da tahsil edilemeyeceğinin anlaşılması hâlinde kanuni temsilcilerin kuruma karşı mal varlıkları ile sorumlu tutulduğu, sigorta primleri dışındaki kurum alacakları nedeniyle şartları varsa 6183 sayılı Kanun"un mükerrer 35. maddesi gereğince tüzel kişiliğin üst düzey yöneticilerinin sorumluluğuna gidilebileceği, davacının İstanbul 19. Noterliğince düzenlenen 18.06.2010 tarihli hisse devir ve temlik sözleşmesi ile Mehmet Alıcı"dan hisse devraldığı ve bu hisselerini İstanbul 19. Noterliğince düzenlenen 11.01.2011 tarihli devir ve temlik sözleşmesi ile Osman Balıç"a devrettiği, dolayısıyla takibe konu ödeme emirlerindeki borçlardan sorumlu olmadığı gerekçesiyle davanın kabulü ile davaya konu 2013/045311 ve 2013/045312 takip nolu ödeme emirlerinin davacı yönünden iptaline karar verilmiştir.
Davalı ... vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle oy çokluğu ile bozulmuştur.
Yerel Mahkemece önceki gerekçelere ek olarak; 04.06.2008 tarihli ve 5766 sayılı Kanun"la 35. maddede yapılan değişiklik ile “Ortağın şirketteki sermaye payını devretmesi halinde, payı devreden ve devralan şahıslar devir öncesine ait amme alacaklarının ödenmesinden birinci fıkra hükmüne göre müteselsilen sorumlu tutulur” denilmiş ise de aynı Yasa ile değiştirilen mükerrer 35. maddedeki “Amme alacağının doğduğu ve ödenmesi gerektiği zamanlarda kanuni temsilci veya teşekkülü idare edenlerin farklı şahıslar olmaları halinde bu şahıslar, amme alacağının ödenmesinden müteselsilen sorumlu tutulur” hükmünün Anayasa Mahkemesinin 19.03.2015 tarihli ve 2014/144 E., 2015/29 K. sayılı kararı ile iptal edildiği, Kurumun alacağını tahsil için yeterli imkâna sahip olduğu, sorumluluk alanının genişletilmesini öngören yasal düzenleme geçmişe yürütülerek davacının sorumlu tutulamayacağı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararı davalı ... vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davacının 18.06.2010 tarihinden itibaren ortağı ve müdürü olduğu, 11.01.2011 tarihinde de ortaklık ve müdürlüğünden ayrıldığı dava dışı Irmak Restoran İnş. Tur. Tic. Ltd. Şti."nin ödeme emirlerine konu 2004/7 ile 2007/1. ayları arasındaki borçlarından o tarihte yürürlükte bulunan 6183 sayılı Kanun"un 35. maddesi kapsamında payı oranında devralan ortak sıfatı ile sorumlu olup olmadığı, Ticaret hukukundaki limited şirket ortaklarının tüm işlemlerinde basiretli davranma ve özen yükümü de dikkate alındığında davacının, hissesini devreden hissedarın devir anına kadar mevcut şirket borçlarından yükümlü bulunduğunu bilmesinin ticari muamelelerde bir tacirin göstermesi gereken basiretli davranış olarak sayılmasının gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, yerel mahkeme kararında ve direnme gerekçelerinde açıklanan gerektirici nedenlere göre, yerel mahkemenin yazılı şekilde karar vermesinde bir isabetsizlik bulunmamaktadır.
Bu nedenle usul ve yasaya uygun direnme kararının onanması gerekmiştir.
SONUÇ: Davalı ... vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının yukarıda açıklanan nedenlerle ONANMASINA, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 17.12.2019 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.
Bu alandan sadece bu kararla ilintili POST üretebilirsiniz. Bu karardan bağımsız tamamen kendinize özel POST üretmek için TIKLAYINIZ
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.