1. Hukuk Dairesi 2016/10444 E. , 2019/4121 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ:ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
DAVA TÜRÜ: TAPU İPTALİ VE TESCİL-TENKİS
Taraflar arasında birleştirilerek görülen tapu iptali ve tescil, tenkis, mülkiyetin tespiti davası sonunda, yerel mahkemece asıl ve birleştirilen davaların reddine ilişkin olarak verilen karar asıl ve birleştirilen davacılar tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi ...’ın raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;
KARAR-
Asıl dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil, birleştirilen dava tapu iptali tescil-tenkis ve mülkiyetin tespiti isteklerine ilişkindir.Asıl ve birleştirilen davalarda davacılar, mirasbırakanları ...’in adına kayıtlı 190, 161, 177, 195, 202, 209, 239, 249 parsel sayılı taşınmazlarını ölünceye kadar bakma akdi ile davalı oğluna temlik ettiğini, yapılan işlemlerin mirastan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunu ileri sürerek asıl davada tüm taşınmazlar yönünden pay oranında tapu iptali ve tescile karar verilmesini, birleşen davada sadece 239 parsel sayılı taşınmaz yönünden pay oranında tapu iptali ve tescile, olmadığı takdirde tenkise,ayrıca söz konusu taşınmaz üzerinde bulunan çift daire dört bağımsız bölümden oluşan iki katlı bağımsız betonarme evin davacının kullandığı sağ taraftaki iki bağımsız bölüm ve tek katlı ahırın mülkiyetinin tespiti ile davacı adına tapuya kayıt ve tesciline karar verilmesini istemişler, birleştirilen davada davacı 25.02.2014 tarihli ıslah dilekçesi ile, 239 parsel haricindeki diğer taşınmazları da davaya dahil ettiklerini bildirmiştir.
Davalı, murisin tüm bakımı ile kendisinin ilgilendiğini belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, iddianın ispatlanamadığı gerekçesi ile asıl ve birleştirilen davaların reddine karar verilmiştir.Dosya içeriğinden ve toplanan delillerden, 1930 doğumlu mirasbırakan ...’in 12.07.2009 tarihinde öldüğü, geriye davacı oğulları ... ve ..., davalı oğlu ... ile dava dışı kızları ... ve ...’nin kaldıkları, murisin adına kayıtlı 177- 239-161-209-202-195-190 parsel sayılı taşınmazlarını 14.05.2002 tarihinde, 249 parsel sayılı taşınmazını ise 21.06.2002 tarihinde ölünceye kadar bakım akdi ile davalıya devrettiği, mirasbırakan adına kayıtlı 19 parça daha taşınmazı olduğu anlaşılmaktadır.Dosya içeriğine, toplanan delillere,hükmün dayandığı yasal ve hukuksal gerekçeye ve özellikle birleşen davada mülkiyetin tespiti ile davacı adına tesciline ilişkin istemin hukuki yarar yokluğu nedeniyle reddine karar verilmesinde bir isabetsizlik bulunmadığı anlaşılmakla birleşen davanın davacısının bu yöne değinen temyiz itirazları yerinde görülmediğinden reddi ile hükmün bu yönden ONANMASINA ( oy çokluğu ile)
Asıl ve birleşen davada davacıların diğer temyiz itirazlarının incelenmesine gelince,
Bilindiği üzere, uygulamada ve öğretide "muris muvazaası" olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nisbi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türüdür. Söz konusu muvazaada miras bırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir.
Bu durumda, yerleşmiş Yargıtay içtihatlarında ve 1.4.1974 tarihli 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de Türk Medeni Kanunu"nun (TMK) 706., Türk Borçlar Kanunu"nun (TBK) 237. (Borçlar Kanunu"nun (BK) 213.) ve Tapu Kanunu"nun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler.Hemen belirtmek gerekir ki; bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, mirasbırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alım gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.Öte yandan, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun (TBK) m. 611. maddesine göre ölünceye kadar bakıp gözetme sözleşmesi, taraflarına karşılıklı hak ve borçlar yükleyen bir akittir. (818 s. Borçlar Kanununun (BK) m. 511). Başka bir anlatımla ivazlı sözleşme türlerindendir. Bu sözleşme ile bakım alacaklısı, sözleşme konusu malın mülkiyetini bakım borçlusuna geçirme; bakım borçlusu da bakım alacaklısına yasanın öngördüğü anlamda ölünceye kadar bakıp gözetme yükümlülüğü altına girer. (TBK m. 614 (BK) m. 514)).Bakıp gözetme koşulu ile yapılan temliki işlemin geçerliliği için sözleşmenin düzenlendiği tarihte bakım alacaklısının özel bakım gereksinimi içerisinde bulunması zorunlu değildir. Bu gereksinmenin sözleşmeden sonra doğması ya da alacaklının ölümüne kadar çok kısa bir süre sürmüş bulunması da sözleşmenin geçerliliğine etkili olamaz.Kural olarak, bu tür sözleşmeye dayalı bir temlikin de muvazaa ile illetli olduğunun ileri sürülmesi her zaman mümkündür. En sade anlatımla muvazaa, irade ile beyan arasında kasten yaratılan aykırılık olarak tanımlanabilir. Böyle bir iddia karşısında, asıl olan tarafların akitteki gerçek ve müşterek amaçlarının saptanmasıdır. (TBK m. 19 (BK m. 18)). Şayet bakım alacaklısının temliki işlemde bakıp gözetilme koşulunun değil de, bir başka amacı gerçekleştirme iradesini taşıdığı belirlenirse (örneğin mirasçılarından mal kaçırma düşüncesinde ise), bu takdirde akdin ivazlı (bedel karşılığı) olduğundan söz edilemez; akitte bağış amacının üstün tutulduğu sonucuna varılır. Bu halde de Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu"nun 1.4.1974 gün ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı olayda, uygulama yeri bulur. Miras bırakanın, ölünceye kadar bakıp gözetme karşılığı yaptığı temlikin muvazaa ile illetli olup olmadığının belirlenebilmesi içinde, sözleşme tarihinde murisin yaşı, fiziki ve genel sağlık durumu, aile koşulları ve ilişkileri, elinde bulunan mal varlığının miktarı, temlik edilen malın, tüm mamelekine oranı, bunun makul karşılanabilecek bir sınırda kalıp kalmadığı gibi bilgi ve olguların göz önünde tutulması gerekir.Somut olaya gelince; mirasbırakan adına kayıtlı dava dışı taşınmazların dava tarihindeki değerleri toplamı 155.707.88 TL, çekişme konusu davalıya devredilen taşınmazların dava tarihindeki değerleri toplamı ise; 274.242.8 TL olup,yukarıda değinilen ilkeler ve olgular gözetildiğinde, davalıya yapılan temlikler bakımından makul sınırın aşıldığı, mirasbırakanın çekişmeli taşınmazlardan bir kısmını devrederek bakımını sağlayabilecek iken, adına kayıtlı taşınmazlarından çok değerli olanları devrettiği, bu nedenle temliklerin mirasçılardan mal kaçırma amaçlı olarak yapıldığının kabulü gerekmektedir.
Kabule göre de, bilindiği üzere; 6100 Sayılı HMK’nın 186. maddesinde “Mahkeme, tahkikatın bitiminden sonra, sözlü yargılama ve hüküm için tayin olacak gün ve saatte mahkemede hazır bulunmalarını sağlamak amacıyla iki tarafı davet eder. Taraflara çıkartılacak olan davetiyede, belirlenen gün ve saatte mahkemede hazır bulunmadıkları takdirde yokluklarında hüküm verileceği hususu bildirilir. Sözlü yargılamada mahkeme, taraflara son sözlerini sorar ve hükmünü verir” düzenlemesi yer almıştır.Eldeki davada, 19.02.2016 tarihli duruşmada, davacı vekilinin eksik harcı ikmal ettiklerini belirterek, bilirkişi raporuna itirazlarının değerlendirilmesini istediği, müstemir yetkili hakimin izinli olması ve dosyaya geçici yetkili olarak bakılması nedeni ile bilirkişi raporlarına itirazların değerlendirilmesi hususunda dosyanın incelemeye alınmasına ve duruşmanın 16.03.2016 tarihine bırakılmasına karar verildiği, 16.03.2016 tarihli celsede ise, asıl ve birleşen dosyada davacı vekillerinin davanın kabulüne karar verilmesini istediklerini beyan ettikleri, mahkemece, tahkikatın bittiği bildirilerek sözlü yargılama aşamasına geçilmeden davanın reddine karar verildiği anlaşılmaktadır.Hal böyle olunca, yukarıda değinilen ilke ve olgular gözetilmek sureti ile muris muvazaası iddiası yönünden davanın kabulüne karar verilmesi ve 6100 sayılı HMK"nin 186/1. maddesi hükmü doğrultusunda sözlü yargılama için gün tayin edilerek taraflara meşruhatlı davetiye gönderilmesi, belirlenen günde hazır olan taraf veya taraflara son söz hakkı verilmesi, ondan sonra karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ve noksan inceleme ile yetinilerek yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir.Asıl ve birleştirilen davada davacıların belirtilen hususlara yönelik temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK"un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 26/06/2019 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.
KARŞI OY-
Asıl dava, tapu iptali tescil, birleşen dava tapu iptali tescil,olmadığı takdirde tenkis ve muhdesatın aidiyetinin tespiti isteklerine ilişkindir.Mahkemece iptal tescil isteğinin iddianın kanıtlanamadığı gerekçesiyle muhdesatın aidiyetinin tespiti isteğinin de hukuki yarar yokluğundan reddine karar verilmiştir.Öncelikle belirtmek gerekir ki, usul hukukunda hukuki yarar, mahkemeden hukuksal koruma istemi ile bir davanın açılabilmesi için davacının bu davayı açmakta (veya mahkemeden hukuksal korunma istemekle) bir çıkarının olması gerektiğine ilişkin ilke anlamına gelir. Davacının dava açmakla hukuk kuralları tarafından haklı bulunan (korunan) bir yararı olmalı, haklarını elde edebilmesi için mahkeme kararına ihtiyaç bulunmalı ve davacı mahkemeyi gereksiz yere uğraştırmamalıdır. Öte yandan bu yararın "hukuki ve meşru", "doğrudan ve kişisel", "doğmuş ve güncel" olması zorunludur. Nitekim 6100 sayılı HMK"nun 114 maddesinin 4. fıkrası ile hukuki yarar dava şartı olarak düzenlenmiştir.Öte yandan TMK"nun 684 maddesine göre bir şeye malik olan kimse, o şeyin bütünleyici parçalarına da malik olur.Bütünleyici parça, yerel adetlere göre asıl şeyin temel unsuru olan ve o şey yok edilmedikçe, zarara uğratılmadıkça ondan ayrılmasına olanak bulunmayan parçadır.TMK"nun 722. maddesine göre de "bir kimse kendi arazisindeki yapıda başkasının malzemesini ya da başkasının arazisindeki yapıda kendisinin veya bir başkasının malzemesini kullanırsa, bu malzeme arazinin bütünleyici parçası olur.
Ancak, sahibinin rızası olmaksızın kullanılmış olan malzemenin sökülmesi aşırı zarara yol açmayacaksa, malzeme sahibi, gideri yapıyı yaptırana ait olmak üzere bunların sökülüp kendisine verilmesini isteyebilir. Aynı koşullar altında arazinin maliki de, rızası olmaksızın, yapılan yapıda kullanılan malzemenin, gideri yapıyı yaptırana ait olmak üzere sökülüp kaldırılmasını isteyebilir.Yine TMK"nun 723. maddesine göre malzeme sökülüp alınmazsa arazi maliki, malzeme sahibine uygun bir tazminat ödemekle yükümlüdür. Yapıyı yaptıran malzeme sahibi iyiniyetli değilse, hakimin hükmedeceği miktar bu malzemenin arazi maliki için taşıdığı en az değeri geçmeyebilir. Bu açıklamalar karşısında birleşen davada muhdesatın davacıya ait olduğunun tespit edilmesi halinde davacının arazi sahibinden tazminat isteme hakkı olduğu gözetildiğinde davacının muhdesatın aidiyetinin tespitini istemekte hukuki yararı olduğu açıktır.Diğer bozma nedenlerine katılmakla birlikte birleşen davada davacının muhdesatın aidiyetinin tespiti yönündeki isteğinin de incelenmesi düşüncesinde olduğumuzdan sayın çoğunluğunun bu yöndeki görüşüne katılamıyoruz.