
Esas No: 2016/2089
Karar No: 2019/1366
Karar Tarihi: 17.12.2019
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2016/2089 Esas 2019/1366 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :İş Mahkemesi
Taraflar arasındaki “işçilik alacakları” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Van İş Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 08.05.2014 tarihli ve 2013/342 E., 2014/272 K. sayılı kararın temyizen incelenmesi taraf vekilleri tarafından istenilmesi üzerine Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin 23.11.2015 tarihli ve 2014/19072 E., 2015/31176 K. sayılı kararı ile;
“…Davacı isteminin özeti:
Davacı vekili, müvekkilinin iş sözleşmesinin davalı işverence haklı neden olmaksızın feshedildiğini beyanla kıdem, ihbar ve kötü niyet tazminatı ile fazla çalışma, hafta tatili, genel tatil alacaklarının davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı cevabının özeti:
Davalı vekili, davacı ile müvekkili arasında iş sözleşmesi ilişkisi olmadığını, davacının dava dışı şirket işçisi olduğunu beyanla davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
Mahkeme kararının özeti:
Mahkemece, toplanan delillere ve bilirkişi raporuna göre yazılı gerekçe ile davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Temyiz:
Karar süresi içinde davacı ve davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Gerekçe:
1-Dosyadaki yazılara toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, davacı ve davalının aşağıdaki bentlerin kapsamı dışındaki tüm temyiz itirazlarının reddine karar vermek gerekmiştir.
2-Taraflar arasında öncelikle çözümlenmesi gereken uyuşmazlık, kıdem tazminatı ve ihbar tazminatı alacaklarının belirsiz alacak davası türünde talep edilmesi için gerekli şartların varlığı noktasında toplanmaktadır.
01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu"nun 107. maddesiyle, mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu"nda yer almayan yeni bir dava türü olarak belirsiz alacak ve tespit davası kabul edilmiştir.
6100 sayılı Kanun"un 107. maddesine göre,
"(1) Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir.
(2) Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilir.
(3) Ayrıca, kısmi eda davasının açılabildiği hâllerde, tespit davası da açılabilir ve bu durumda hukuki yararın var olduğu kabul edilir."
Hükümet tasarısında yer almayan bu madde, Türkiye Büyük Millet Meclisi Adalet Komisyonu tarafından, esasen baştan miktar veya değeri tam tespit edilemeyen bir alacakla ilgili hak arama durumunda olan kişinin, hukuk sisteminde karşılaştığı güçlüklerin bertaraf edilerek hak arama özgürlüğü çerçevesinde mümkün olduğunca en geniş şekilde korunmasının sağlanması gerekçesi üzerinde durularak ihdas edilmiş ve nihayetinde kanunlaşmıştır.
Davanın belirsiz alacak davası türünde açılabilmesi için, davanın açıldığı tarih itibariyle uyuşmazlığa konu alacağın miktar veya değerinin tam ve kesin olarak davacı tarafça belirlenememesi gereklidir. Belirleyememe hali, davacının gerekli dikkat ve özeni göstermesine rağmen miktar veya değerin belirlenmesinin kendisinden gerçekten beklenilmemesi durumuna ya da objektif olarak imkansızlığa dayanmalıdır.
Madde gerekçesinde "Alacaklının bu tür bir dava açması için, dava açacağı miktar ya da değeri tam ve kesin olarak gerçekten belirlemesi mümkün olmamalı ya da bu objektif olarak imkânsız olmalıdır. Açılacak davanın miktarı biliniyor yahut tespit edilebiliyorsa, böyle bir dava açılamaz. Çünkü, her davada arandığı gibi, burada da hukukî yarar aranacaktır, böyle bir durumda hukukî yararın bulunduğundan söz edilemez. Özellikle, kısmî davaya ilişkin yeni hükümler de dikkate alınıp birlikte değerlendirildiğinde, baştan tespiti mümkün olan hâllerde bu yola başvurulması kabul edilemez." şeklindeki açıklamayla, alacağın belirli veya belirlenebilir nitelikte olması durumunda, belirsiz alacak davası açılarak bu davanın sağladığı imkanlardan yararlanmanın mümkün olmadığına işaret edilmiştir.
Alacağın hangi hallerde belirsiz, hangi hallerde belirli veya belirlenebilir olduğu hususunda kesin bir sınıflandırma yapılması mümkün olmayıp, her bir davaya konu alacak bakımından somut olayın özelliklerinin nazara alınarak sonuca gidilmesi gereklidir.
6100 sayılı Kanun"un 107/2. maddesinde, sorunun çözümünde yol gösterici mahiyette kriterlere yer verilmiştir. Anılan madde fıkrasında, karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacının, iddianın genişletilmesi yasağına tâbi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabileceği hüküm altına alınmış, madde gerekçesinde de "karşı tarafın verdiği bilgiler ve sunduğu delillerle ya da delillerin incelenmesi ve tahkikat işlemleri sonucu (örneği bilirkişi ya da keşif incelemesi sonucu)" belirlenebilme hali açıklanmıştır.
Davacının alacağının miktar veya değerini belirleyebilmesi için elinde bulunması gerekli bilgi ve belgelere sahip olmaması ve bu belgelere dava açma hazırlığı döneminde ulaşmasının da (gerçekten) mümkün olmaması ve dolayısıyla alacağın miktarının belirlenmesinin karşı tarafın elinde bulunan bilgi ve belgelerin sunulmasıyla mümkün hale geleceği durumlarda alacak belirsiz kabul edilmelidir.
Sırf taraflar arasında alacak miktarı bakımından uyuşmazlık bulunması, talep sonucunun belirlenmesinin davacıdan beklenemeyecek olması anlamına gelmez. Önemli olan objektif olarak talep sonucunun belirlenmesinin davacıdan beklenemeyecek olmasıdır (H. Pekcanıtez, Belirsiz Alacak Davası, Ankara 2011, s. 45; H. Pekcanıtez/O. Atalay/M. Özekes, Medeni Usul Hukuku, 14. Bası, Ankara 2013, s. 448). Sadece alacak miktarının taraflar arasında uyuşmazlık bulunması ya da tartışmalı olmasının belirsiz alacak davası açılması için yeterli sayılması halinde, neredeyse tüm davaların belirsiz alacak davası olarak kabulü gerekir ki, bu da kanunun amacına aykırıdır. Çünkü, zaten uyuşmazlık bulunduğu için dava açılmakta ve uyuşmazlık mahkeme önüne gelmektedir. Önemli olan davacının talebini belirli kılacak imkâna sahip olup olmadığıdır. Burada, alacağın belirlenebilir olması ile ispat edilebilirliğinin de ayrıca değerlendirilmesi gerektiği unutulmamalıdır. Davacının talep ettiği alacağı belirlenmesi objektif olarak mümkün, ancak belirleyebildiği alacağını ispat etmesi, kanunun öngördüğü şekilde ispatı (elindeki delillerle) mümkün değilse, burada da belirsiz alacak davası açılacağından söz edilemez. Çünkü, bir alacağın belirlenmesi ile onun ispatı ayrı şeylerdir. Davacı, talep konusu yaptığı alacağını çok net şekilde belirleyebilir; ancak her zaman onu ispat edecek durumda olmayabilir. Aksinin kabulü, her ispat güçlüğü olan alacağı belirsiz alacağa dönüştürmek gibi, hem kanunun amacına hem de genel ilkelere aykırı bir durumu ortaya çıkartabilir.
Alacağın miktarının belirlenebilmesinin, tahkikat aşamasında yapılacak delillerin incelenmesi, bilirkişi incelemesi veya keşif gibi sair işlemlerin yapılmasına bağlı olduğu durumlarda da belirsiz alacak davası açılabileceği kabul edilmelidir. Ne var ki, bir davada bilirkişi incelemesine gidilmesi belirsiz alacak davasının açılabilmesi için yeterli değildir. Bir davada bilirkişiye başvurulmasına rağmen davacı dava açarken alacak miktarını belirleyebiliyorsa, belirsiz alacak davası açılamaz (C. Simil, Belirsiz Alacak Davası, I. Bası, İstanbul 2013, s. 225).
Kategorik olarak, belirli bir tür davanın veya belirli kişilerin açtığı davaların baştan belirli veya belirsiz alacak davası olduğundan da söz edilemez. Belirsiz alacak davası, bu davaya ilişkin ölçütlerin somut olaya uygulanarak belirlenmesi gerekir.
Hakime alacak miktarının tayin ve tespitinde takdir yetkisi tanındığı hallerde (Örn: 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu md 50, 51,56), hakimin kullanacağı takdir yetkisi sonucu alacak belirli hale gelebileceğinden, davacının davanın açıldığı tarih itibariyle alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin imkansız olduğu kabul edilmelidir. Örneğin, iş hukuku uygulamasında, Yargıtayca, fazla çalışma, hafta tatili, ulusal bayram ve genel tatil ücreti alacaklarının yazılı belgelere ve işyeri kayıtlarına dayanmayıp, tanık anlatımlarına dayanması halinde, hesaba esas alınan süre ve alacağın miktarı nazara alınarak takdir edilecek uygun oranda hakkaniyet indirimi yapılması gerekliliği kabul edilmektedir. Bu halde, tanık anlatımlarına dayanılarak hesaplanan alacak miktarından hakimin takdir yetkisine bağlı olarak yapılacak indirim oranı baştan belirli olmadığından, alacak belirsiz kabul edilmelidir.
6100 sayılı Kanun ile birlikte, yukarıda belirtilen çerçevede belirsiz alacak davası açma imkanı tanınarak belirsiz alacaklar bakımından hak arama özgürlüğü genişletilmiş; bununla bağlantılı olarak da hukuki yarar bulunmadan kısmi dava açma imkanı sınırlandırılmakla birlikte, tamamen kaldırılmamıştır.
Zaman zaman, 6100 sayılı Kanun ile birlikte kabul edilen belirsiz alacak davası ile kısmi davaya ilişkin yeni düzenlemedeki sınırın tam olarak tespit edilemediği, birinin diğeri yerine kullanıldığı görülmektedir. Oysa bu iki davanın amacı ve niteliği ayrıdır. Alacak, belirli veya belirlenebilir ise, belirsiz alacak davası açılamaz; ancak şartları varsa kısmi dava açılması mümkündür.
Bu noktada şu da açıklığa kavuşturulmalıdır ki, şartları bulunmadığı halde dava dilekçesinde davanın belirsiz alacak davası olarak açıldığı durumda davacıya herhangi bir süre verilmeden hukuki yarar yokluğundan davanın reddi yoluna gidilmelidir. Çünkü, alacağın belirlenebilmesi mümkün iken, böyle bir davanın açılmasına Kanun izin vermemiştir. Böyle bir durumda, belirsiz alacak davası açmakta hukuki yarar yokluğundan dava reddedilmeli, ek bir süre verilmemelidir. Zira, burada talep açıktır, bu sebeple 6100 sayılı Kanun"un 119/1-ğ maddesinin uygulanarak süre verilmesi mümkün değildir; aslında açılmaması gerektiği halde belirsiz alacak davası açılmış olduğundan, bu konudaki eksiklik de süre verilerek tamamlanamayacağından, dava hukuki yarar yokluğundan reddedilmelidir. Buradaki hukuki yarar, sonradan tamamlanacak nitelikte bir hukuki yarar değildir. Çünkü, dava açıldığında o sırada mevcut olmayan hukuki yarar, bunun da açıkça mahkemece bilindiği bir durumda, tamamlanacak bir hukuki yarar değildir. Aksinin kabulü, aslında açık olan talep sonucunun süre verilerek davacı tarafından değiştirilmesi ve bulunmayan hukuki yararın sağlanması için davacıya ek imkan sağlanması anlamına gelecektir ki, buna usûl bakımından imkan yoktur, böyle bir durum taraflar arasındaki eşitlik ilkesine de aykırı olacaktır (H. Pekcanıtez/O. Atalay/M. Özekes, Medeni Usul Hukuku, 14. Bası, Ankara 2013, s. 454). Bunun yanında, şayet açılan davada asgari bir miktar gösterilmişse ve bunun alacağın bir bölümü olduğu anlaşılmakla birlikte, belirsiz alacak davası mı yoksa belirli alacak olmakla birlikte kısmi dava mı olduğu anlaşılamıyorsa, bu durumda 6100 sayılı Kanun"un 119/1-ğ maddesinin aradığı şekilde açıkça talep sonucu belirtilmemiş olacaktır. Talep, talep türü ve davanın niteliği açıkça anlaşılamıyorsa, talep muğlaksa, aynı Kanunun 119/2 maddesi gereğince, davacıya bir haftalık kesin süre verilerek talebinin belirsiz alacak davası mı, yoksa kısmi dava mı olduğunun belirtilmesi istenmelidir. Verilen bu süreden sonra, davacının talebini açıklamasına göre bir yol izlenmelidir. Eğer talep, davacı tarafından belirsiz alacak davası şeklinde açıklanmış olmakla birlikte, gerçekte belirsiz alacak davası şartlarını taşımıyorsa, o zaman yukarıdaki şekilde hareket edilmeli, hukuki yarar yokluğundan dava reddedilmelidir. Açıklamadan sonra talep belirsiz alacak davası şartlarını taşıyorsa, bu davanın sonuçlarına göre, talep kısmi davanın şartlarını taşıyorsa da kısmi davanın sonuçlarına göre dava yürütülerek karar verilmelidir (Dairemizin 31.12.2012 tarih 2012/30463 esas 2012/30091 karar sayılı kararı).
6100 sayılı Kanun"un 110. maddesinde düzenlenen, davacının aynı davalıya karşı birbirinden bağımsız birden fazla asli talebini aynı dava dilekçesinde ileri sürmesi olarak tanımlanan davaların yığılması (objektif dava birleşmesi) halinde, talep sayısı sayısı kadar dava bulunduğu kabul edildiğinden ve aynı Kanunun 297/2. maddesi uyarınca da her bir talep bakımından ayrı ayrı hüküm verilmesi gerektiğinden, bu durumda da dava dilekçesinde ileri sürülen taleplerin belirsiz alacak olup olmadığının her bir talep bakımından ayrı ayrı değerlendirilmesi gerekecektir.
Tüm bu açıklamalar sonucunda şunu belirtmek gerekir ki, iş hukukundan kaynaklanan alacaklar bakımından baştan belirli veya belirsiz alacak davası şeklinde belirleme yapmak kural olarak doğru ve mümkün değildir. Bu sebeple iş hukukunda da belirsiz alacak davasının açılabilmesi, bu davanın açılması için gerekli şartların varlığına bağlıdır. Eğer bu şartlar varsa, iş hukukunda da belirsiz alacak davası açılabilir, yoksa açılamaz.
Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında somut olayın özellikleri dikkate alınarak yapılan değerlendirmede; Davanın belirsiz alacak davası olarak açıldığı şüphesizdir. Fazla çalışma, hafta tatili ve genel tatil alacakları yönünden, davacı haftada kaç saat fazla çalışma yaptığını ve hangi günlerde çalıştığını belirleyebilmekte ise de hakimin hesaplanan miktarlardan hangi oranda takdiri indirim yapacağını bilebilecek durumda değildir. Bu sebeple fazla çalışma, hafta tatili ve genel tatil alacakları belirsiz alacak davasına konu edilebilir. Uyuşmazlık konusu kıdem, ihbar ve kötü niyet tazminatı alacakları bakımından, talep içeriğinden açıkça anlaşıldığı üzere, davacı çalışma süresini, en son ödenen ücreti, alması gerektiğini iddia ettiği aylık ücret miktarını belirleyebilmektedir. Tazminat hesaplamasına esas alınacak aylık ücrete ek para veya parayla ölçülebilen sosyal menfaatleri de belirleyebilecek durumdadır. Dava konusu edilen alacakların gerçekte belirlenebilir alacak olmaları ve belirsiz alacak davasına konu edilemeyecekleri anlaşılmakla, kıdem, ihbar ve kötü niyet tazminatı alacakları yönünden hukuki yarar yokluğundan davanın usulden reddi gerekirken yazılı şekilde esasa girilerek karar verilmesi hatalı olup, bozmayı gerektirmiştir.
3-Fazla çalışma ücretinin tanık ifadelerine göre belirlenmesi ve miktarın yüksek çıkması halinde işçinin çalışma süresi içerisine hastalık izin mazeret gibi nedenlerle fazla çalışma yapmadığı günler bulunduğu kabul edilerek Dairemizce takdiri indirim yapılması gerektiği istikrarlı uygulama halini almıştır. Yapılacak indirim, işçinin çalışma şekline ve işin düzenlenmesine ve hesaplanan fazla çalışma miktarına göre takdir edilmelidir.
Somut olayda mahkemece davacı işçinin fazla mesaisinden %70 takdiri indirim yapılması hakkın özünü etkilediğinden isabetli olmamıştır. Fazla mesainin tanık beyanlarına göre tespit edilmiş olması ve yapılan işin niteliği dikkate alınarak, işçinin hasta ve mazeretli olabileceği günler için mahkemece %30"dan az olmamak şartıyla daha ılımlı bir takdiri indirime gidilmesi uygun olacağından, hükmün bozulması gerekmiştir...”
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava; işçilik alacaklarının tahsili istemine ilişkindir.
Davacı vekili; müvekkilinin 01.10.1994-07.05.2013 tarihleri arasında davalı ... nezdinde alt işveren işçisi olarak çalıştığını, iş sözleşmesinin haklı neden olmaksızın feshedildiğini ileri sürerek, kıdem, ihbar ve kötüniyet tazminatları ile ödenmeyen fazla çalışma, hafta tatili, ulusal bayram ve genel tatil ücreti alacaklarının davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı vekili; taleplerin zamanaşımına uğradığını, davanın taraf sıfatı yokluğu nedeniyle reddinin gerektiğini, davacının müvekkili ile sözleşme ilişkisi bulunmadığını, tazminat şartları gerçekleşmediğinden davanın esastan da reddinin gerektiğini savunmuştur.
Mahkemece; bilirkişi raporu uyarınca hesaplanan miktarlara göre, fazla çalışma ücreti alacağından %70 oranında indirim yapılarak, dava ve ıslah tarihinden itibaren faiz işletilmek suretiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Taraf vekillerinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
Mahkemece; önceki gerekçelerle ve davadan feragate yetkili davacı vekilinin 24.02.2016 tarihli oturumda, önceki kararda direnilmesini, bozulan kararda hüküm altına alınan fazla çalışma ücretini ve uygulanan % 70 oranındaki hakkaniyet indirimini kabul ettiklerini, hüküm altına alınan alacakları tahsil ettiklerini, davanın kısmi dava olduğunu, dava dilekçesi dava değeri kısmında geçen “belirsiz alacak” ibaresinin diğer dava dilekçeleri formatından sehven kaldığını beyan ettiği, taleple bağlılık ve taraflarca hazırlama ilkesine davada, davadan tamamen/kısmen feragate yetkili davacı vekilinin bozma sonrası alınan 24.02.2016 tarihli oturumdaki beyanı karşısında talebin aşılamayacağı, kıdem, ihbar ve kötüniyet tazminatlarının belirsiz alacak davası konusu olamayacağından bu istemlerin hukuki yarar yokluğundan usulden reddi gerektiğine ilişkin bozma sebebi aksine; dava dilekçesinin talep sonucu kısmından anlaşıldığı üzere dava konusu alacak kalemlerinin ayrı ayrı tutarları ile birlikte belirtilerek fazlaya ilişkin hakların saklı tutulduğu, davanın kısmi dava olarak açıldığı, 21.04.2014 havale tarihli ıslah dilekçesi ile dava konusu bazı alacaklar arttırıldığı, dava dilekçesinin “dava değeri” kısmında geçen “500,00 TL (Belirsiz Alacak)” şeklindeki anlatımdan hareketle davanın belirsiz alacak davası olduğunun değerlendirilemeyeceği, mahkemenin, Özel Dairenin 23.11.2015 tarihli ve 2014/19075 E., 2015/31179 K. sayılı kararı ile onanan 08.05.2014 tarihli ve 2013/340 E., 2014/271 K. sayılı kararında da dava dilekçesinin dava değeri kısmında “500,00 TL (Belirsiz Alacak)” ifadesine yer verildiği, davanın kıdem ve ihbar tazminatları ile yıllık izin ücreti istemli olduğu ve söz konusu istemlere ilişkin ıslah dilekçesi de gözetilip karar verildiği, uygulamada tarafların veya vekillerin bilirkişi incelemesi gerektiren her dava konusunu “belirsiz alacak” olarak değerlendirdikleri, çoğu kez “belirsiz” sözcüğünü teknik/hukuki anlamda kullanmadıkları, özellikle davacı vekilinin 24.02.2016 tarihli oturumda “bozulan karar ile hüküm altına alınan alacakları tahsil ettikleri” şeklindeki beyanının ile usul ekonomisi ilkesinin gözetildiği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararını davalı vekili temyiz etmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, somut olayda;
1-Dava konusu kıdem, ihbar ve kötüniyet tazminatı alacaklarının belirsiz alacak olup olmadığı, burada varılacak sonuca göre davacının belirsiz alacak davası olarak eldeki davayı açmakta hukuki yararının bulunup bulunmadığı,
2-Mahkemece hüküm altına alınan fazla çalışma ücreti alacağından %70 oranında yapılan indirimin hakkın özünü etkileyip etkilemediği, burada varılacak sonuca göre %30’dan az olmamak şartıyla indirim yapılmasının gerekip gerekmediği noktalarında toplanmaktadır.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında işin esasının incelenmesinden önce, Özel Dairece tarafların sair temyiz itirazlarının reddi ile kıdem, ihbar ve kötüniyet tazminatları bakımından davanın belirsiz alacak davasına konu edilemeyeceği, fazla çalışma ücreti alacağından yapılan %70 oranındaki indirimin ise hakkın özünü etkilediğinden bahisle bozma kararı verildiği, mahkemece bozma kararı sonrasında yapılan yargılamada, davacı vekilinin fazla çalışma ücretinden %70 oranında yapılan indirimi kabul ettikleri, davanın kısmi dava olarak açıldığı, dava değeri kısmında geçen “belirsiz” ifadesinin sehven yazıldığına dair beyanları ile mahkemenin 2013/340 Esas sayılı dosyasının değerlendirilmesi suretiyle kurulan hükmün gerçekte yeni hüküm niteliğinde olup olmadığı, şu hâlde temyiz incelemesinin Hukuk Genel Kurulunca mı, yoksa Özel Dairece mi yapılması gerektiği hususu ön sorun olarak görüşülmüştür.
Bilindiği üzere direnme kararının varlığından söz edilebilmesi için mahkeme bozmadan esinlenerek yeni herhangi bir delil toplamadan önceki deliller çerçevesinde karar vermeli; gerekçesini önceki kararına göre genişletebilirse de değiştirmemelidir (6217 sayılı Kanun’un 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi).
Mahkemenin yeni bir bilgi, belge ve delile dayanarak veya bozmadan esinlenip gerekçesini değiştirerek veya daha önce üzerinde durmadığı bir hususu bozmada işaret olunan şekilde değerlendirerek dolayısıyla da ilk kararının gerekçesinde dayandığı hukuki olguyu değiştirerek karar vermiş olması hâlinde direnme kararının varlığından söz edilemez.
Somut olayda, mahkemece verilen ilk kararda bilirkişi raporu uyarınca hesaplanan miktarlara göre, fazla çalışma ücreti alacağından %70 oranında indirim yapılarak, dava ve ıslah tarihinden faiz işletilmek suretiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiş, Özel Daire tarafından dava konusu kıdem, ihbar ve kötüniyet tazminatı alacaklarının belirsiz alacak davasına konu edilemeyeceğinden anılan alacaklar yönünden hukuki yarar yokluğundan davanın reddi gerektiği ve hüküm altına alınan fazla çalışma ücreti alacağından %70 oranında yapılan indirimin hakkın özünü etkilediği, %30’dan az olmamak şartıyla indirime gidilmesinin uygun olacağı gerekçeleriyle bozma kararı verilmiştir. Mahkemece bozma sonrası yapılan yargılamada, 24.02.2016 tarihli oturumda, davacı vekili, fazla çalışma alacağından yapılan %70 oranındaki indirimi ve hüküm altına alınan fazla çalışma ücreti alacağını kabul ettiklerini, alacaklarını tahsil ettiklerini, davanın kısmi dava olarak açıldığını, dava dilekçesinin dava değeri kısmında geçen “belirsiz alacak” ibaresinin sehven kaldığını beyan etmiş, bozma sonrası dosya içerisine üzerinde havale tarihi bulunmayan Van 1. İş Mahkemesinin 2013/340 Esas sayılı dosyasının dava dilekçesi örneği, mahkeme kararı ve Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin 23.11.2015 tarihli ve 2014/19075 E., 2015/31179 K. sayılı kararı sunulmuştur.
Mahkemece; davacı vekilinin bozma sonrası yapılan yargılamada alınan beyanı ile emsal olarak sunulan dava dilekçesi örneği, mahkeme kararı ve Yargıtay ilamı da değerlendirilmek suretiyle direnme gerekçesi oluşturulmuştur.
Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında, mahkemece bozmadan esinlenerek yeni herhangi bir delil toplanmadan önceki deliller çerçevesinde karar verilmesi gerekirken bu husus gözetilmeksizin verilen karar, usul hukuku anlamında gerçek bir direnme kararı olmayıp yeni bir hüküm niteliğindedir.
Hâl böyle olunca kurulan bu yeni hükmün temyizen incelenmesi görevi Hukuk Genel Kuruluna değil, Özel Daireye aittir.
Bu nedenle yeni hükme yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosya Özel Daireye gönderilmelidir.
S O N U Ç: Yukarıda açıklanan nedenle davalı vekilinin yeni hükme yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 22. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 17.12.2019 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.
Bu alandan sadece bu kararla ilintili POST üretebilirsiniz. Bu karardan bağımsız tamamen kendinize özel POST üretmek için TIKLAYINIZ
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.