Esas No: 2017/1678
Karar No: 2018/7876
Karar Tarihi: 05.11.2018
Yargıtay 21. Hukuk Dairesi 2017/1678 Esas 2018/7876 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ : Bölge Adliye Mahkemesi 7. Hukuk Dairesi
İLK DERECE
MAHKEMESİ : 1. İş Mahkemesi
K A R A R
A)Davacı İstemi;
Davacı vekili dava dilekçesinde, müvekkilinin davalı belediyeye ait işyerinde çalışmakta iken 09/11/2008 tarihinde geçirdiği iş kazası sonucu sakatlandığını, kazandan sonra uğradığı maluliyeti nedeniyle sürekli iş göremez duruma düştüğünü ve maddi kayba uğradığını, bildirerek belirsiz alacak davası olarak 1.000,00 TL maddi tazminat ve 50.000,00 TL manevi tazminata hükmedilmesini talep ve dava etmiştir.
Talep artırım dilekçesiyle maddi tazminat istemini 75.093,64 TL’ye artırmıştır.
B)Davalı Cevabı;
Davalı vekili cevap dilekçesinde; davacının ... belediyesinde işçi olarak çalışmakta iken iş kazası geçirdiğini, emeklilik yaşı dolunca da emekli olduğunu ve sonradan geçirdiği kaza nedeniyle tazminat davası açtığını, davacı tarafından dava dilekçesinde sunduğu iddiaları kabul etmediklerini, davacı taraf dilekçesinde davacının malullüğü nedeniyle günlük işlerini tam olarak yapamadığını, emeklilik yaşı gelir gelmez hemen emekli olduğunu beyan ettiğini, oysa ki davacı işçi geçirdiği kazanın ardından emekli tarihine kadar eski görevine devam ettiğini, bu süre zarfında da davacı görevini aksatmadan işine devam ettiğini bu yönüyle davacının iddialarının gerçegi yansıtmadığını, tüm bu nedenlerle davayı kabul etmediklerini bildirerek davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
C)İlk Derece Mahkemesi Gerekçesi:
“Dosya kapsamına toplanan deliller ve alınan davacı tanıklarının beyanları doğrultusunda dosya kusur oranlarının tespiti yönünden talimatla 3 kişilik ehil bilirkişi kuruluna tevdii edilmiş; dosyadaki SGK"nın kusur oranlarına yönelik raporu da incelenerek İş Güvenliği ve Sosyal Güvenlik Uzmanlarından oluşan bilirkişi heyetinin 09/03/2016 tarihli kurul raporunda işverenin iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili denetim ve gözetime yönelik önlemlerini almamış olması, çalışanlarına kişisel koruyucu ekipmanları sağlamadığı gerekçesiyle % 70 oranında kusurlu bulunduğu, kazazede işçinin ise çalışırken emniyet kurallarına riayet etmemesi ve dikkatsiz davranması nedeniyle %30 oranında kusurlu bulunduğu belirtilmiştir. Mahkememizce alınan heyet kusur raporu hüküm kurmaya elverişli, yeterli ve raporda yapılan değerlendirmelerin isabetli olduğu kanaatine varılmıştır.
Tespit edilen kusur oranları ve kurum yazı cevapları doğrultusunda tazminat miktarı hususunda dosya ehil bilirkişiye tevdii edilmiş, davacıya SGK"ca bağlanan ilk peşin değerli gelir miktarı da kurumdan sorulmuş, tanzim edilen 08/06/2016 tarihli hesap raporunda; davacının söz konusu iş kazası nedeniyle geçici tam iş göremezlikten 6.164,89 TL; sürekli kısmi iş göremezlikten dolayı ise 68.928,75 TL olmak üzere toplam 75.093,64 TL maddi zararının bulunduğunun beyan edildiği görülmüş, açıklayıcı ve tutarlı bilirkişi raporu mahkememizce hüküm kurmaya elverişli olarak kabul edilmiştir.
Davacı vekilinin 09/06/2016 tarihli harç tamamlama dilekçesinde maddi tazminata ilişkin taleplerini 75.093,64 TL"ye yükselterek taleplerini belirli hale getirmiş olduklarını belirttiği ve dilekçesini harçlandırmış olduğu görülmüş ve dilekçe davalı taraf tebliğ edilmiştir.
Davacının talep ettiği manevi tazminat yönünden dosyamız değerlendirildiğinde; iş kazasının oluş biçimi, davacının kaza tarihindeki yaşı, iş kazasının meydana gelmesinde taraflara yüklenen kusur oranları, dosya kapsamına alınan davacının sosyo ekonomik durumuna ilişkin sorgulama ekran çıktıları, iş kazasının meydana geldiği tarihteki paranın satın alma gücü ve özellikle davacının iş kazası nedeniyle uğradığı maluliyet oranı ile kazanın gerçekleştiği tarih ile mahkememizin karar tarihi arasındaki uzunluk hep birlikte değerlendirilerek; davacı lehine 40.000,00 TL manevi tazminata hükmedilmesinin Yargıtay yerleşik içtihatlarına, dosya içeriğine ve hak ve nesafet kurallarına uygun olacağı anlaşılmış olup, davacının manevi tazminat talebine ilişkin davasının kısmen kabulü ile manevi tazminat ve maddi tazminat alacaklarının haksız fiil mahiyeti taşıyan iş kazası tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsili ile davacıya verilmesi gerektiği kanaatine varılmış ve aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.” şeklinde belirtilmiştir.
D )İlk Derece Mahkemesi Kararı :
“Davacının Maddi tazminata ilişkin davasının KABULÜ ile; 6.164,89 TL geçici iş göremezlik ve 68.928,75 TL sürekli iş göremezlik kaybından doğan toplam 75.093,64 TL maddi tazminatın iş kazası tarihi olan 09/11/2008 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsili ile davacıya ödenmesine,
Davacının Manevi tazminata ilişkin davasının KISMEN KABULÜ ile ; takdir edilen 40.000,00 TL manevi tazminatın iş kazası tarihi olan 09/11/2008 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahisil ile davacıya ödenmesine, fazlaya ilişkin talebin reddine,” şeklindedir. ,
E) İstinaf Başvurusu
İlk Derece Mahkemesinin 01/11/2016 tarihli kısa kararında yasa yolunun 2 hafta olarak gösterilirken, 10/11/2016 tarihinde yazılan gerekçeli kararda ise yasa yolunun 8 gün olarak değiştirildiği davalı vekilinin 02/11/2016 tarihli süre tutum dilekçesi ile istinaf başvurusunda bulunduğu, gerekçeli kararın 23/12/2016 tarihinde tebliği üzerine 2 haftalık süre içerisinde 04/01/2017 tarihinde istinaf başvurusunun gerekçelerini açıklayan dilekçeyi ibraz ettiği anlaşılmıştır.
F)Bölge Adliye Mahkemesi Gerekçesi;
"Davalı vekilinin gerekçeli kararın tebliğinden sonra kanun yoluna başvurma nedenlerini belirteceklerini bildirir dilekçeyi 02.11.2016 tarihinde sunduğu, dilekçede gerekçeli kararın tebliğinden sonra gerekçeli temyiz sebeplerinin bildirileceğinin belirtildiği, davalı vekiline 23.12.2016 tarihinde gerekçeli kararın tebliğ edilmesine rağmen yasal 8 günlük sürenin sonunda 04.01.2017 tarihinde gerekçeli kanun yoluna başvurma nedenlerini gösterir dilekçenin sunulduğu bir başka ifade ile; gerekçeli istinaf başvuru dilekçesinin
süresinde sunulmadığı, bu itibarla yasal süreden sonra sunulan gerekçeli istinaf başvuru dilekçesine değer verilemeyeceği,kararın tefhiminden sonra süresinde sunulan istinaf başvru dilekçesinde ise yukarıda belirtildiği gibi, istinaf yolu sebepleri ve gerekçeleri belirtilmediğinden HMK’nun 355. maddesi uyarınca kamu düzenine bir aykırılık da tespit edilemediği anlaşıldığından davalı vekilinin istinaf başvuru talebinin reddine karar verilmesi gerekmiş, açıklanan sebeplerle aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.”
G)Bölge Adliye Mahkemesi Kararı;
İlk derece mahkemesinin kararının yasal ve hukuksal gerekçeleri ile dayanağı maddi delillere ve özellikle bu delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmadığından 6100 sayılı HMK"nun madde 353/1-b.1 hükmü gereğince İstinaf Başvurusunun Esastan Reddine,
H)Taraf Vekillerinin Temyiz Nedenleri;
Davalı Vekili temyiz dilekçesinde özetle: gerekçeli istinaf dilekçesinin süresinde verilmiş olması nedeniyle Bölge Adliye Mahkemesince verilen kararın yerinde olmadığını, manevi tazminatın fahiş olduğunu kararın bozulmasını talep etmiştir.
I) Delillerin Değerlendirilmesi ve Gerekçe;
Dava, sigortalının iş kazasından sürekli iş göremezliğe uğraması nedeniyle maddi ve manevi zararlarının giderilmesi istemine ilişkindir.
Mahkemece; davacının maddi tazminat istemini kabulü ile; 6.164,89 TL geçici iş göremezlik ve 68.928,75 TL sürekli iş göremezlik kaybından doğan toplam 75.093,64 TL maddi tazminat ile 40.000,00 TL manevi tazminatın iş kazası tarihi olan 09/11/2008 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsili ile davacıya ödenmesine, fazlaya ilişkin talebin reddine karar verilmiştir.
Somut olayda öncelikle çözüme kavuşturulması gereken konu uygulanması gereken istinaf süresi ile davalı vekilinin gerekçeli istinaf dilekçesini süresinde sunup sunmadığı noktasıdır.
Bilindiği üzere karar tarihinde yürürlükte bulunan 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunun 8/2.maddesine “İstinaf yoluna başvurma süresi, karar yüze karşı verilmişse nihaî kararın taraflara tefhimi, yokluklarında verilmiş ise tebliği tarihinden itibaren sekiz gündür”. Aynı Kanunun 15. maddesine göre ise bu Kanunda açıklık bulunmıyan hallerde Hukuk Muhakemeleri Kanunun hükümleri uygulanıcağına işaret edilmiştir.
01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı HMK’nın 321.maddesinin 2.fıkrasına göre ise kararın tefhimi için hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte açıklanamadığı ve bu nedenle zorunlu olarak hüküm özetinin tefhim edildiği hallerde, gerekçeli kararın en geç bir ay içinde yazılarak tebliğe çıkartılması gerekir. Bu hüküm doğrultusunda, hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte tefhim edilmediği hallerde gerekçeli kararın taraflara tebliği zorunludur (Anayasa Mahkemesi Başkanlığı’nın (İkinci Bölüm) 20.03.2014 gün ve 2012/1034 Başvuru sayılı kararı da aynı yöndedir).
Mahkemece, taraflara tefhim edilen kısa kararda (hüküm özeti) hükmün tüm unsurları yer almakla birlikte kararın gerekçesinin tefhim edilememesi halinde temyiz süresi gerekçeli kararın tebliğinden itibaren başlar. Ancak, hüküm tüm unsurları ve gerekçesi ile birlikte tefhim edilmiş ise artık hükmün HMK’nın 321/2 maddesine göre usulüne uygun ve eksiksiz bir biçimde tefhim edildiği kabul edilir ve temyiz süresi tefhim tarihinden itibaren başlar. 5521 sayılı Kanun‘un 8.maddesinde yer alan ve temyiz süresinin başlangıcına esas alınan tefhim kavramının “hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte açıklandığı hal“ olarak anlaşılması zorunludur.
Tarafların, gerekçeli karar tebliğ edilmeden önce, temyiz süre tutum dilekçesi veye gerekçeli temyiz dilekçesi sunmak suretiyle kararı temyiz ettikleri hallerde dahi, kararın gerekçesini dikkate alarak yeni temyiz gerekçelerine dayanmaları mümkün olduğundan, bu gibi hallerde bile gerekçeli kararın taraflara tebliği gerekir.
Davanın tümden kabul veya tümden reddedildiği hallerde, reddedilen bir talebi bulunmadığından davacının veya davacı yararına kurulan bir hüküm bulunmadığından davalının kararı temyizde ilke olarak hukuki yararı bulunmadığı kabul edilmekte ise de tarafların kararın gerekçesini temyiz etme hakları bulunduğundan gerekçeli karar taraflara tebliğ edilmelidir.
O halde, somut olayda her ne kadar kısa karar 01/11/2016 tarihli celsede davacı ve davalı vekiline tefhim edilmiş ise de; kararın tüm unsurları ile beraber tefhim edilmediği ve istinaf kanun yolu süresinin kararın tebliğinden itibaren işleyeceği açıktır.
Öte yandan kısa kararda işaret olunan yasa yolu süresi o tarihte geçerli olan 8 günlük yasa yolundan farklı olarak 2 hafta olarak gösterilmiş, gerekçeli kararda ise bu süre kısaltılarak yasa yolu süresi 8 gün olarak değiştirilmiştir.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 19/09/2018 tarih ve 2018/9-584 E- 2018/1332 K sayılı ilamında da belirtildiği üzere;
1982 Anayasasının “Hak arama hürriyeti” başlıklı 36’ncı maddesi uyarınca, “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”Ayrıca Anayasanın 90’ıncı maddesinin son fıkrasında usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmaların kanun hükmünde olduğu, bunlar hakkında anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamayacağı, temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümlerinin esas alınacağı ifade edilmiştir.
Bu bağlamda ülkemizin de taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin (AİHS) 6’ncı maddesinde adil yargılanma hakkı ayrıntılı yer almış olup, gerek Anayasa gerekse AİHS düzenlemelerine koşut olarak da 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 27’nci maddesinde hukuki dinlenilme hakkı düzenlenmiştir.
HMK"nın 27’nci maddesi uyarınca;
"(1) Davanın tarafları, müdahiller ve yargılamanın diğer ilgilileri, kendi hakları ile bağlantılı olarak hukuki dinlenilme hakkına sahiptirler.
(2) Bu hak;
a) Yargılama ile ilgili olarak bilgi sahibi olunmasını,
b) Açıklama ve ispat hakkını,
c) Mahkemenin, açıklamaları dikkate alarak değerlendirmesini ve kararların somut ve açık olarak gerekçelendirilmesini, içerir".
Hukuki dinlenilme hakkı çoğunlukla "iddia ve savunma hakkı" olarak bilinmektedir. Ancak bu hak iddia ve savunma hakkı kavramına göre daha geniş ve üst bir kavramdır.
Hakkın temel unsurları maddede tek tek belirtilmiş, böylece uygulamada bu temel yargısal hak konusundaki tereddütlerin önüne geçilmesi amaçlanmıştır.
Bunlardan ilki “bilgilenme hakkı” dır. Bu çerçevede, öncelikle tarafların gerek yargı organlarınca gerek karşı tarafça yapılan işlemler konusunda bilgilendirilmeleri zorunludur. Kişinin kendisinden habersiz yargılama yapılarak karar verilmesi, kural olarak mümkün değildir. Hak sahibinin kendisi ile ilgili yargılama ve yargılamanın içeriği hakkında tam bir şekilde bilgi sahibi olması sağlanmalıdır. Tarafın bilgi sahibi olmadığı işlemler, belge ve bilgiler yargılamada esas alınamaz. Bilgilenmenin şekli bakımından, hukuki dinlenilme hakkına uygun davranılmalı, ilgilinin bilgilenmesi şeklen değil, gerçek anlamda sağlanmaya çalışılmalıdır.
Bu hakkın ikinci unsuru, “açıklama ve ispat hakkı”dır. Taraflar, yargılamayla ilgili açıklamada bulunma, bu çerçevede iddia ve savunmalarını ileri sürme ve ispat etme hakkına sahiptirler. Her iki taraf da bu haktan eşit şekilde yararlanırlar. Bu durum "silahların eşitliği ilkesi" olarak da ifade edilmektedir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) adil yargılanma hakkını düzenleyen 6’ncı maddesinin birinci bendinin ilk cümlesinde yer alan silahların eşitliği ilkesi, yine AİHS’ne göre, mahkeme önünde sahip olunan hak ve vecibeler bakımından taraflar arasında tam bir eşitliğin bulunması ve bu dengenin bütün yargılama boyunca korunmasıdır. Başka bir deyişle, silahların eşitliği ilkesi, davanın taraflarından birini diğeri karşısında avantajsız bir duruma düşürmeyecek şekilde her iki tarafın deliller de dâhil olmak üzere, iddia ve savunmasını ortaya koymak için makul bir olanağa sahip olması, tarafların denge içinde olması demektir. Söz konusu ilke tarafların usulüne uygun olarak mahkemenin önüne gelmelerini sağlayan tebligat işlemi açısından da önemlidir. Çünkü ancak hukuka uygun bir usulde gerçekleşen tebligat üzerine, durumdan haberdar olan taraflar iddia ve savunmalarını eşit şekilde yapabileceklerdir.
Hukuki dinlenilme hakkının üçüncü unsuru, “tarafların iddia ve savunmalarını yargı organlarının tam olarak dikkate alıp değerlendirmesi”dir. Bu değerlendirmenin de karar gerekçesinde yapılması gerekir (6100 sayılı HMK’nın gerekçesi m. 32). Yargılama bakımından, sadece bir tarafın dinlenip diğerinin dinlenmemesi, tek yönlü karar verilmesi demektir. Yargılamada yer alan taraflar yargılamanın objesi değil, süjesidir. Hukukî dinlenilme hakkı doğru karar verilmesinin garantisidir; bu nedenle, haksızlığa karşı koyabilme imkânı tanır. Bu hak, hukuk devletinin, insan onurunun korunması ve eşitlik ilkesinin, hak arama özgürlüğünün, adil yargılanma hakkının bir gereğidir.
Hukuki dinlenilme hakkı kapsamında üzerinde durulması gereken bir diğer husus ise davanın taraf ya da taraflarının, mahkemece yapılan işlemler neticesinde kabul edilebilir meşru (makul) bir beklenti içerisinde olup olamayacakları noktasıdır. Bu hususla ilgili olarak Anayasa Mahkemesi bir kararında “…Bir mahkemeye başvuru hakkının yasal birtakım şartlara tabi tutulması kabul edilebilir olsa da mahkemeler usul kurallarını uygularken bir yandan adil yargılanma hakkını ihlal edebilecek aşırı şekilcilikten, diğer yandan da yasalar tarafından düzenlenen usul kurallarının ortadan kaldırılması sonucunu doğurabilecek aşırı esneklikten kaçınmalıdır (.../..., B. No: 35787/03, 26/7/2007, § 29)…iflas hukukuyla ilgili bir davaya bakan Asliye Ticaret Mahkemesinin kısa kararında kanun yolu süresini belirtmediği gibi gerekçeli kararında da süreyi yanlış gösterdiği, asliye ticaret mahkemesi kararlarına karşı genel olarak on beş günlük bir temyiz süresinin öngörüldüğü, somut olayda olduğu gibi temyiz süresinin on gün olduğuna ilişkin ayrıksı bir durumun söz konusu olduğu davada, sürenin taraflara doğru bir şekilde belirtilmesinin daha da önem arz ettiği, bu açıdan başvurucunun gerekçeli kararda belirtilen süreye güvenerek hareket etmesinin makul görülebileceği, Mahkemenin kanun yolunu ve süresini taraflara doğru gösterme yükümlülüğü dikkate alındığında temyiz süresinin on gün olduğunu kabul ederek dilekçenin reddine karar veren Yargıtay Dairesinin değerlendirmesinin mevzuat hükümleri çerçevesinde ve öngörülebilirlik sınırları içinde olduğunun kabul edilemeyeceği, yapılan yorumun başvurucunun temyiz hakkını kullanmayı imkânsız kılacak ölçüde ve aşırı şekilci bir yaklaşımla elde edildiği, bu açıdan kararın başvurucunun mahkemeye erişim hakkını zedelediği sonucuna ulaşılmıştır.”(Anayasa Mahkemesinin 09.06.2016 tarih ve B.no:2014/819 sayılı kararı, para.51, R.G. Tarih ve Sayısı:29.06.2016-29757).
Bütün bu açıklamalar doğrultusunda, davalı vekilinin gerekçeli kararın kendisine tebliği tarihinden itibaren kısa kararda belirtilen süre içerisinde gerekçeli istinaf sebeplerini sunma hakkı bulunduğu gözetilerek, istinaf incelemesinde 04/01/2017 tarihinde sunulan bu dilekçedeki sebepler incelenerek bir karar verilmesi gerekirken,; yukarıda işaret olduğu şekilde istinaf incelemesi yapan Bölge Adliye Mahkemesi tarafından “ gerekçeli istinaf başvuru dilekçesinin süresinde sunulmadığı, bu itibarla yasal süreden sonra sunulan gerekçeli istinaf başvuru dilekçesine değer verilemeyeceği ve yerel mahkeme kararında da kamu düzenine bir aykırılık” bulunmadığı gerekçesiyle istinaf incelemesinin sonuçlandırılması usul ve yasaya aykırı olmuştur.
Bölge Adliye Mahkemesince yapılacak iş, davalı vekilinin kısa kararda belirtilen yasa yolu süresi içerisinde sunduğu gerekçeli istinaf sebeplerini de değerlendirmek suretiyle bir karar vermekten ibarettir.
O halde, davalı vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve Bölge Adliye Mahkemesince verilen hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ: Temyiz olunan Bölge Adliye Mahkemesi kararının, yukarıda yazılı sebeplerden dolayı 6100 sayılı HMK’nun 373/1. maddesi uyarınca BOZULMASINA, dosyanın davalı vekilinin gerekçeli istinaf dilekçesi incelenmek üzere Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, temyiz harcının istek halinde davalı tarafa iadesine 05/11/2018 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.
KARŞI OY
Miktar veya değeri temyiz kesinlik sınırını geçmeyen davalara ilişkin nihai kararlar 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu"nun 362/1-(a) maddesi uyarınca temyiz edilemez. Kesinlik sınırı kamu düzeni ile ilgilidir.
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu"nun 362/2. maddesinde; ""Birinci fıkranın (a) bendindeki kararlarda alacağın bir kısmının dava edilmiş olması durumunda, kırk bin Türk Liralık kesinlik sınırı alacağın tamamına göre belirlenir. Alacağın tamamının dava edilmiş olması hâlinde, kararda asıl talebinin kabul edilmeyen bölümü kırk bin Türk Lirasını geçmeyen tarafın temyiz hakkı yoktur. Ancak, karşı taraf temyiz yoluna başvurduğu takdirde, diğer taraf da düzenleyeceği cevap dilekçesiyle kararı temyiz edebilir."" denilmektedir.
Bölge Adliye Mahkemesince verilen kararlar için kesinlik sınırı, karar tarihi 20.07.2016-01.12.2016 tarihleri arasındaki ilamlar için 25000 TL, 02.12.2016-31.12.2016 tarihleri arasında 40000 TL, 01.01.2017-31.12.2017 tarihleri arasında 41530 TL ve 01.01.2018 tarihinden sonra verilen kararlar için 47530 TL" dir.
Dava dilekçesi değerlendirildiğinde; Temyiz konusu karar manevi tazminata ilişkin kesinlik sınırı altında kaldığından temyiz talebinin kesinlik nedeniyle reddine karar verilmesi görüşünde olduğumuzdan Sayın çoğunluk görüşüne katılamıyoruz.