Abaküs Yazılım
Hukuk Genel Kurulu
Esas No: 2017/1833
Karar No: 2019/1333
Karar Tarihi: 10.12.2019

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2017/1833 Esas 2019/1333 Karar Sayılı İlamı

Hukuk Genel Kurulu         2017/1833 E.  ,  2019/1333 K.

    "İçtihat Metni"

    MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi


    Taraflar arasındaki “manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Ankara 16. Asliye Hukuk Mahkemesince davalılar ... ve ... yönünden davanın reddine, davalılar ... sahibi... Gazetecilik San. ve Tic. Ltd. Şti adına ... ile ... yönünden davanın kısmen kabulüne dair verilen 26.04.2011 tarihli ve 2010/320 E., 2011/151 K. sayılı kararın davacı, davalılar ... sahibi... Gazetecilik San. ve Tic. Ltd. Şti adına ... ile ... vekillerince temyizi üzerine, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 09.04.2012 tarihli ve 2011/12520 E., 2012/5935 K. sayılı kararı ile;
    “…Dava, basın yoluyla kişilik haklarına saldırı nedeniyle uğranılan manevi zararın ödetilmesi istemine ilişkindir. Yerel mahkemece istemin bir bölümü kabul edilmiş; karar, davacı ve davalılar tarafından temyiz olunmuştur.
    1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı kanıtlarla yasaya uygun gerektirici nedenlere, özellikle delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik görülmemesine göre davacının, davalılar ... ve ..."ya yönelik temyiz itirazları reddedilmelidir.
    2-Davalılar... Gazetecilik A.Ş ve ..."ün temyiz itirazlarına gelince;
    Davacı, davalı şirkete ait Yeni Şafak isimli gazetenin 19.07.2009 tarihli sayısında davalı ..."ün hazırladığı ve diğer davalılar ... ve ..."nın görüşlerine de yer verilen "Hayat söndüren operasyonun mimarı" başlıklı haberde kendisine yönelik ağır hakaret ve isnatlarda bulunulduğunu, yazıda kullanılan ifadelerle şüpheli bir ortam yaratılarak kişiliğinin ve geçmişinin hedef alındığını, derin ilişkileri bulunan bir kişi olarak gösterildiğini, "Hayata Dönüş Operasyonu" nun bazı cezaevlerinde Devlet hakimiyeti ve insan haklarının sağlanması için yapılan Milli Güvenlik Kurulu tavsiyesi ve alınan Hükümet kararı doğrultusunda gerçekleştirildiğini, tüm uygulamaların yasal çerçeve içerisinde kaldığını, yazıda Anayasanın basına tanıdığı eleştiri hakkı sınırlarının aşıldığını belirterek, davalıların manevi tazminatla sorumlu tutulmalarını istemiştir.
    Davalılar, yazıların basın özgürlüğü çerçevesinde, haber verme sınırları içerisinde görünen gerçekliğe uygun bulunduğunu, davacının kişilik haklarını rencide etmeye yönelik olmadığını belirterek davanın reddedilmesi gerektiğini savunmuşlardır.
    Yerel mahkemece; yazıda geçen "HSYK yı kilitleyen ..."un geçmişinden kanlı sayfalar çıktı, Ertosun Hayata Dönüş Operasyonu ile 32 kişinin hayatını söndürdü..." şeklindeki ifadelerin dile getiriliş biçimi itibariyle, davacıyı cinayet işlemeye teşvik eden, bu işi organize eden bir kişi olarak gösterdiğini, bu durumun davacının kişilik haklarına saldırı teşkil eder nitelikte olduğu gerekçesiyle davalılar... gazetecilik A.Ş ve haberi yapan ... yönünden istemin bir bölümü kabul edilmiş, diğer davalılar ... ve ..."nın kullandıkları ifadelerin eleştiri sınırları içerisinde kaldığı, davacının kişilik haklarına saldırı teşkil etmediği gerekçesiyle bu davalılar yönünden istemin reddine karar verilmiştir.
    Basın özgürlüğü, Anayasanın 28. maddesi ile 5187 sayılı Basın Yasasının 1. ve 3. maddelerinde düzenlenmiştir. Bu düzenlemelerde basının özgürce yayın yapmasının güvence altına alındığı görülmektedir. Basına sağlanan güvencenin amacı; toplumun sağlıklı, mutlu ve güvenlik içinde yaşayabilmesini gerçekleştirmektir. Bu durum da halkın dünyada ve özellikle içinde yaşadığı toplumda meydana gelen ve toplumu ilgilendiren konularda bilgi sahibi olması ile olanaklıdır. Basın, olayları izleme, araştırma, değerlendirme, yayma ve böylece kişileri bilgilendirme, öğretme, aydınlatma ve yönlendirmede yetkili ve aynı zamanda sorumludur. Basının bu nedenle ayrı bir konumu bulunmaktadır. Bunun içindir ki, bu tür davaların çözüme kavuşturulmasında ayrı ölçütlerin koşul olarak aranması, genel durumlardaki hukuka aykırılık teşkil eden eylemlerin değerlendirilmesinden farklı bir yöntemin izlenmesi gerekmektedir. Basın dışı bir olaydaki davranış biçiminin hukuka aykırılık oluşturduğunun kabul edildiği durumlarda, basın yoluyla yapılan bir yayındaki olay hukuka aykırılık oluşturmayabilir.
    Ne var ki basın özgürlüğü sınırsız olmayıp, yayınlarında Anayasanın Temel Hak ve Özgürlükler bölümü ile Türk Medeni Kanununun 24 ve 25. maddesinde yer alan ve yine özel yasalarla güvence altına alınmış bulunan kişilik haklarına saldırıda bulunulmaması da yasal ve hukuki bir zorunluluktur.
    Basın özgürlüğü ile kişilik değerlerinin karşı karşıya geldiği durumlarda; hukuk düzeninin çatışan iki değeri aynı zamanda koruma altına alması düşünülemez. Bu iki değerden birinin diğerine üstün tutulması gerektiği, bunun sonucunda da, daha az üstün olan yararın daha çok üstün tutulması gereken yarar karşısında o olayda ve o an için korumasız kalmasının uygunluğu kabul edilecektir. Bunun için temel ölçüt kamu yararıdır. Gerek yazılı ve gerekse görsel basın bu işlevini yerine getirirken, özellikle yayının gerçek olmasını, kamu yararı bulunmasını, toplumsal ilginin varlığını, konunun güncelliğini gözetmeli, haberi verirken özle biçim arasındaki dengeyi de korumalıdır. Yine basın, objektif sınırlar içinde kalmak suretiyle yayın yapmalıdır. O anda ve görünürde var olup da sonradan gerçek olmadığı anlaşılan olayların yayınından da basın sorumlu tutulmamalıdır.
    Dava konusu haberin içeriği bir bütün olarak değerlendirildiğinde; HSYK da kararname görüşmeleri sırasında özel yetkili hâkim ve savcıların görev yerlerinin değiştirilmesi istemine yönelik farklı bir kararname teklifi ile gündeme gelen davacının, Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürlüğü görevini ifa ettiği sırada, cezaevleri ile ilgili alınan bir kısım kararların uygulanması sonucunda kamuoyunda " Hayata Dönüş Operasyonu" adı ile bilinen uygulamaların, Ergenekon davası olarak bilinen davadaki iddialar nedeni ile tekrar gündeme geldiği, bu dönemde ceza evlerinde çıkan olaylara karşı yapılan uygulamaların dönemin TBMM insan hakları komisyonu üyesi olan ve ceza evlerindeki eylemlerin can kaybı olmadan sona erdirilmesi için oluşturulduğu belirtilen arabulucu heyetinde yer alan ... ve TTB 2. Başkanı olarak görev yaptığı belirtilen ..."nın görüşlerine de yer verilmek suretiyle eleştiri sınırları aşılmadan haber yapıldığı anlaşılmaktadır. Şu durumda, yazı güncel bir konuya ilişkin olup; konunun kamuoyuna yansıyış biçimi göz önünde tutulduğunda, düşünsel bağlılığın korunduğu da kabul edilmelidir. Açıklanan nedenler karşısında, çatışan yararlar dengesinin davacı aleyhine bozulmadığı ve davalılar yönünden de hukuka uygunluk nedeninin gerçekleştiği benimsenmelidir.
    Yerel mahkemece açıklanan yönler gözetilerek, istemin tümden reddedilmesi gerekirken, yerinde olmayan yazılı gerekçeyle, davalıların manevi tazminat ile sorumlu tutulmuş olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir…”
    gerekçesi ile bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.


    HUKUK GENEL KURULU KARARI

    Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
    Dava, basın yoluyla kişilik haklarına saldırı nedeniyle manevi tazminat istemine ilişkindir.
    Davacı vekili; davalı şirkete ait ...’nin 19.07.2009 tarihli sayısında davalı ...’ün hazırladığı ve diğer davalılar ... ve ...’nın görüşlerine de yer verilen "Hayat Söndüren Operasyonun Mimarı" başlıklı haberin, müvekkili hakkında ağır hakaret ve isnatlar içerdiğini, müvekkilinin derin devlet görevlisi, ajanı, görevini kötüye kullanan, çeteleri idare eden, yönlendiren ve onlara öldürme talimatı veren, adam öldürten, hapishanelerdeki infazlarda etkin rol oynayan, Ergenekon sanıklarını koruyan, onları yargılayan savcı ve hâkimlerin görevden alınması için çaba harcayan ve kararnameyi kilitleyen kişi olarak gösterildiğini, dava konusu haberin doğrudan müvekkilini hedef alarak kişilik hakları ile meslekî saygınlık ve itibarını rencide ettiğini, basın özgürlüğü sınırlarının aşıldığını, bu yazının kararname hazırlanırken yazılmasındaki amacın müvekkili ve diğer HSYK üyeleri aleyhine kamuoyunda ve basında baskı oluşturmak suretiyle, yasaların verdiği yetki çerçevesinde doğru olanın yapılmasını engelleyerek Adalet Bakanlığı tarafından hazırlanan kararname taslağının aynen geçmesini sağlamak olduğunu, müvekkilinin yedi yılı aşkın süre hâkimlik yaptıktan sonra adalet müfettişi ve başmüfettişi olarak görev yaptığını, meslek yaşamı boyunca mesleğinin şeref ve onuruyla şahsi onur ve saygınlığını daima koruduğunu, başarılı hizmetleri sonucu 16.11.1998 tarihinde Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğüne atandığını, bu görev dönemindeki çalışmalarında gösterdiği üstün başarıdan dolayı 2933 sayılı Madalya ve Nişanlar Kanunu gereğince Adalet Bakanının teklifi, Bakanlar Kurulunun onayı ve Cumhurbaşkanının tevcihi üzerine 17.06.2003 tarih ve 2003/3972 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı uyarınca “Devlet Üstün Hizmet Madalyası” ile ödüllendirildiğini, müvekkilinin sınırlı sayıda kişiye verilen bu madalyayı yargı teşkilâtında ilk alan kişi olduğunu, bulunduğu tüm görevlerde başarılı olan müvekkilinin Yargıtay üyeliğine seçildiğini, daha sonra HSYK üyeliğine aday olan müvekkilinin Yargıtayda yapılan seçim sonucu ilk aday olarak belirlendiğini ve Cumhurbaşkanınca HSYK asıl üyeliğine seçildiğini, hâlen bu görevini sürdürdüğünü ancak Yargıtaydaki görev ve kadrosunu muhafaza ettiğini, önemli bir görev ifa eden müvekkili saygın bir yere sahip olduğundan hakkında açıklamada bulunulurken özenli hareket edilmesi gerektiğini, on yıl önce vuku bulan...’ın öldürülmesi olayı ile ilgili olarak yazılanların haksız fiil oluşturduğu mahkeme kararı ile belirlenmesine rağmen, bu konunun davalılar tarafından tekrar gündeme getirilmesinin saldırının boyutları ile kasıt ve kusurun yoğunluğunu tüm açıklığıyla gösterdiğini, davalıların HSYK’nın kararname çalışmalarını yaptığı bir dönemde hiçbir ilgisi ve güncelliği olmamasına karşın gerçek dışı olduğunu bildikleri konuları gündeme taşımalarının müvekkilinde giderimi olanaksız stres, üzüntü ve manevi yıkım oluşturduğunu, dava konusu haberdeki iddiaların müvekkilinin saygınlığına gölge düşürmek, hâkim ve savcıların özlük haklarıyla ilgili alınmış kararları kamuoyu nezdinde tartışılır hâle getirmek, halkın kin ve nefret duygularını müvekkiline yöneltmek amacıyla dile getirildiğini, müvekkilinin kişilik haklarına saldırı teşkil eden 19.07.2009 tarihli haberden dolayı davalıların 5187 sayılı Basın Kanunu’nun 13. maddesi gereğince müştereken ve müteselsilen sorumlu olduklarını ileri sürerek 45.000TL manevî tazminatın, 19.7.2009 tarihinden itibaren yasal faiziyle birlikte davalılar... Gazetecilik San. ve Tic. Ltd. Sti. ile ..."den müştereken ve müteselsilen tahsiline; bunun 15.000TL"sinin belirtilen tarihten itibaren yasal faiziyle davalılar Prof. Dr. ..., Diyalog Gazetecilik San. ve Tic. Ltd. Şti. ve ... birlikte sorumlu tutularak müştereken ve müteselsilen tahsiline; 15.000TL"nin ise anılan tarihten itibaren yasal faiziyle davalılar Dr. ..., Diyalog Gazetecilik San. ve Tic. Ltd. Şti. ve ... ile birlikte sorumlu tutularak müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini istemiştir.
    Davalılar ... sahibi... Gazetecilik San. ve Tic. Ltd. Şti adına ... ile davalı ... vekili; davaya konu haberde davacının kişilik haklarına herhangi bir saldırının söz konusu olmadığını, hakaret, iftira niteliği taşıyan ve gerçeğe aykırı beyanlarda bulunulmadığını, gazetede yayımlanan haberin o tarihte gündemde olan olay ve iddialara ilişkin olduğunu, davacının adının geçmişte çok sayıda tutuklu ve hükümlünün hayatını kaybettiği cezaevlerine yönelik "hayata dönüş" operasyonu ile gündeme geldiğinin, bu operasyonun Türkiye tarihinin tartışmalı sayfalarından birini oluşturduğunun ve konu ile ilgisi nedeni ile Ergenekon iddianamesine giren Sabancı suikastı sanıklarından..."ın cezaevindeki sır infazının da davacının sorumluluk döneminde gerçekleştiğinin aktarıldığını, söz konusu yazının tamamen basının haber verme özgürlüğü sınırları içinde kalınarak gerçeklik, güncellik, kamu yararı, toplumsal ilgi ve konu ile ifade arasındaki düşünsel bağ kuralları çerçevesinde yayımlandığını ve hukuka uygun olduğunu, yazıların üslubunda da hiçbir hakaret, aşağılayıcı tabir kullanılmadığını, bu nedenle kişisel hakkın saldırıya uğradığından bahsedilemeyeceğini, haberin kamu yararı niteliğini haiz olduğunu, davacı lehine tazminat şartlarının gerçekleşmediğini, ayrıca 5187 sayılı Basın Kanunu"nun 13. maddesi gereğince; davalıların dava konusu yayım nedeniyle sorumlu olmaları hâlinde verdikleri zarardan müştereken ve müteselsilen sorumlu olduklarını, bu durumda davacının talep ettiği tazminattan müvekkillerinin tamamen, diğer iki davalının ise kısmen sorumlu tutulmasının hukuka aykırı olduğunu, tazminata hükmedilmesi hâlinde sorumluluğu olan davalıların hepsinin hükmedilen tazminatın tamamından müştereken ve müteselsilen sorumlu olacaklarını belirterek, davanın reddini savunmuştur.
    Davalılar ... ve ... vekilleri davanın reddini savunmuşlardır.
    Mahkemece; davaya konu haberde "HSYK"yı kilitleyen ..."un geçmişinden kanlı sayfalar çıktı. Ertosun, hayata dönüş operasyonu ile 32 kişinin hayatını söndürdü..." şeklinde ifade kullanılarak çok sayıda kişinin ölümüyle sonuçlanan cezaevindeki olayda, davacının emri ile görevliler tarafından cezaevinde operasyon yapıldığı, davacının tutum ve davranışından dolayı tutuklu ve mahkûmlarla ölümle sonuçlanan olaylar gerçekleşmeden önce anlaşma sağlanmasının engellendiği, sonuçta çok sayıda kişinin ölümüne davacının sebebiyet verdiği yönünde kamuoyunda intiba uyandırıldığı, davacının HSYK üyeliği görevi sırasındaki tutumu ile çok önceden gerçekleşen cezaevindeki ölüm olayı arasında bağlantı kurulmasının habercilik ilkesi ile bağdaşmadığı, kullanılan ifadeler ile bu husus birlikte değerlendirildiğinde, haberde özle ifade arasındaki dengenin bozulduğu, bu nedenle haberin hukuka uygunluğunun ortadan kalktığı, eleştiri sınırının aşıldığı, davacının kişilik haklarına saldırı niteliğinde bulunduğu, Basın Kanunu gereğince gazete sahibi davalı şirket adına ... ve haberi kaleme alan ..."ün manevi tazminat sorumluluğunun bulunduğu, cezaevinde gerçekleşen ölüm olayı ile ilgili olarak beyanda bulunan davalılar ... ve ..."nın kullandıkları ifadelerin eleştiri sınırını aşmadığı, davacının kişilik haklarına saldırı niteliğinde ifade kullanmadıkları, bu nedenle davalılar ... ve ... hakkındaki manevi tazminat davasının reddine karar verilmesinin gerektiği, davacı 45.000TL manevi tazminat isteminde bulunmuş ise de tarafların mali ve sosyal durumları, paranın satın alma gücü, hukuka aykırılığın meydana geliş şekli, bunun davacıda yaratacağı elem ve üzüntünün derecesi nazara alındığında istenen tazminatın fazla olduğu gerekçesiyle 4.000TL manevi tazminatın, 09.07.2009 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalı ... sahibi... Gazetecilik San. ve Tic. Ltd. Şti adına ... ve haberi kaleme alan davalı ..."den müteselsilen tahsili ile davacıya verilmesine, fazlaya ilişkin talebin reddine karar verilmiştir.
    Davacı vekili ve davalılar ... sahibi... Gazetecilik San. ve Tic. Ltd. Şti adına ... ile davalı ... vekilinin temyizi üzerine karar Özel Dairece yukarıda başlık kısmında açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
    Yerel Mahkemece; önceki gerekçeler tekrar edilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.
    Direnme kararı davacı vekili ve davalılar ... sahibi... Gazetecilik San. ve Tic. Ltd. Şti adına ... ile davalı ... vekili tarafından temyiz edilmiştir.
    Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davalı ... tarafından yazılan ve ...’nin 19.07.2009 tarihli sayısında yayımlanan “HAYAT SÖNDÜREN operasyonun mimarı” başlıklı haberin, ifade özgürlüğü kapsamında korunması gereken eleştiri sınırlarını aşıp aşmadığı ve davacının kişilik haklarına saldırı teşkil edip etmediği, burada varılacak sonuca göre davalılar... Gazetecilik San. ve Tic. Ltd. Şti. ile ...’ün manevi tazminatla sorumlu tutulup tutulamayacağı noktasında toplanmaktadır.
    Uyuşmazlığın çözümü açısından öncelikle konuyla ilgili yasal düzenlemelerin irdelenmesinde yarar vardır.
    Manevi zarar, kişilik değerlerinde oluşan objektif eksilmedir. Duyulan acı, çekilen ızdırap manevi zarar değil, onun görüntüsü olarak ortaya çıkabilir. Acı ve elemin manevi zarar olarak nitelendirilmesi sonucu, tüzel kişileri ve bilinçsizleri; öte yandan, acılarını içlerinde gizleyenleri tazminat isteme haklarından yoksun bırakmamak için yasalar manevi tazminat verilebilecek bazı olguları özel olarak düzenlemiştir.
    Bunlar kişilik değerlerinin zedelenmesi (Türk Medeni Kanunu m. 24), isme saldırı (TMK m. 26), nişan bozulması (TMK m. 121), evlenmenin butlanı (TMK m. 158/2), boşanma (TMK m. 174/2) bedensel zarar ve ölüme neden olma (818 sayılı Borçlar Kanunu m. 47, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu m. 56) durumlarından biri ile kişilik haklarının zedelenmesi (818 sayılı BK m. 49, 6098 sayılı TBK m. 58) olarak sıralanabilir.
    TMK’nın 24. maddesi ile 818 sayılı BK’nın 49. maddesi diğer yasal düzenlemelere nazaran daha kapsamlıdır.
    TMK’nın 24. maddesinde;
    “Hukuka aykırı olarak kişilik hakkına saldırılan kimse, hakimden, saldırıda bulunanlara karşı korunmasını isteyebilir.
    Kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızası, daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar ya da kanunun verdiği yetkinin kullanılması sebeplerinden biriyle haklı kılınmadıkça, kişilik haklarına yapılan her saldırı hukuka aykırıdır.”
    düzenlemesi mevcuttur.
    Dava konusu yayımın yapıldığı ve davanın açıldığı tarihte yürürlükte bulunan 818 sayılı BK’nın 49. maddesinde ise;
    “Şahsiyet hakkı hukuka aykırı bir şekilde tecavüze uğrayan kişi, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat namıyla bir miktar para ödenmesini dava edebilir.
    Hakim, manevi tazminatın miktarını tayin ederken, tarafların sıfatını, işgal ettikleri makamı ve diğer sosyal ve ekonomik durumlarını da dikkate alır.
    Hakim, bu tazminatın ödenmesi yerine, diğer bir tazmin sureti ikame veya ilave edebileceği gibi tecavüzü kınayan bir karar vermekle yetinebilir ve bu kararın basın yolu ile ilanına da hükmedebilir.”
    hükümleri yer almaktadır.
    TMK’nın 24 ve BK’nın 49. maddelerinde belirlenen kişisel haklar, bedensel ve ruhsal tamlık ve yaşam ile nesep gibi insanın, insan olmasından güç alan varlıklar ya da kişinin adı, onuru ve sır alanı gibi dolaylı varlıklar olarak iki kesimlidir.
    Görüldüğü üzere BK"nın 49. maddesi gereğince kişilik hakları zarara uğrayanların manevi tazminat isteme hakları vardır.
    Bu genel açıklamalardan sonra uluslararası metinlerde ifade özgürlüğünün nasıl yer aldığının da incelenmesinde yarar bulunmaktadır:
    2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın (Anayasa) 90. maddesinin son fıkrası; “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.” hükmünü içermektedir. Bu durumda, mahkemelerce önlerine gelen uyuşmazlıklarda usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar ile iç hukukun birlikte yorumlanması ve uygulanması gerekmektedir.
    Hâl böyle olunca, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi"nde (AİHS/Sözleşme) konunun nasıl düzenlendiğinin ve Sözleşme"nin uygulanmasını sağlayan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM/Mahkeme) kararlarının incelenmesi yerinde olacaktır.
    AİHS’nın “İfade özgürlüğü” başlıklı 10. maddesinin 1. fıkrası; “Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar. Bu madde, devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine tabi tutmalarına engel değildir.” hükmünü içermekte olup hangi hâllerde ifade özgürlüğünün sınırlandırılabileceği de aynı maddenin 2. fıkrasında düzenlenmiştir.
    İfade özgürlüğü demokratik bir toplumun en önemli temellerinden birisi olup, toplumsal ilerlemenin ve her bireyin gelişiminin başlıca koşullarından birini teşkil etmektedir. AİHS"nın 10. maddesinin ikinci fıkrası saklı kalmak koşuluyla, ifade özgürlüğü yalnızca iyi karşılanan ya da zararsız veya önemsiz olduğu düşünülen değil, aynı zamanda kırıcı, hoş karşılanmayan ya da kaygı uyandıran “bilgiler” ya da “düşünceler” için de geçerlidir. Bunlar, çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleri olup, bunlar olmaksızın "demokratik toplum" olmaz (Handyside/Birleşik Krallık/Başvuru No: 5493/72, 07.12.1976/parag. 49).
    AİHS"nın 10. maddesinde benimsenen ifade özgürlüğü bu şekilde olmakla birlikte, yine de dar bir yorum gerektiren istisnalar içermektedir ve bu hakkı kısıtlama ihtiyacının ikna edici bir biçimde ortaya konması gerekmektedir (Pakdemirli/Türkiye kararı, Başvuru No: 35839/97, 22.02.2005).
    İfade özgürlüğü geniş bir şekilde yorumlanmakta ise de, sınırsız olmadığı da Sözleşme’nin 10. maddesinin 2. fıkrasında belirtilmiştir. Burada çözülmesi gereken temel sorun ifade özgürlüğü ile kişilik haklarına yönelik saldırı arasındaki sınırın hangi ölçütlere göre saptanacağıdır.
    AİHM önüne gelen uyuşmazlıklarda yapılan müdahalenin ifade özgürlüğünü ihlal edip etmediğini aşağıdaki kriterleri uygulayarak tespit etmektedir:
    1. Müdahalelerin yasayla öngörülmesi:
    AİHM, Sözleşme’nin 10. maddesinin 2. fıkrasında yer alan “yasayla öngörülme” ifadesinin, ilk olarak, itiraz konusunun iç hukukta bir dayanağı olması gerektiğini hatırlatır. Ancak söz konusu ifade hukuki normların ilgili kişinin erişiminde olmasını, sonuçlarının öngörülebilmesini ve hukukun üstünlüğü ilkesine uygun olmasını gerektiren kanun niteliğine de atıfta bulunmaktadır (Association Ekin/Fransa, Başvuru No: 39288/98; Ürper ve diğerleri/Türkiye kararı, Başvuru No: 14526/07, 14747/07, 15022/07, 15737/07, 36137/07, 47245/07, 50371/07, 50372/07 ve 54637/07, 20.10.2009).
    2. Müdahalelerin meşru bir amaç izleyip izlemediği:
    Sözleşme’nin 10/2. maddesine göre, “… bu özgürlüklerin kullanılması, yasayla öngörülen ve demokratik bir toplumda ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlâkın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin yayılmasının önlenmesi veya yargı erkinin yetki ve tarafsızlığının güvence altına alınması için gerekli olan bazı formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara tabi tutulabilir.”
    Görüldüğü üzere yasayla düzenlemek şartıyla ve “başkalarının şöhret ve haklarının korunması” amacıyla ifade özgürlüğünün sınırlandırılabileceği kabul edilmekte olup sınırlama haklı olsa bile, bu kez sınırlamanın orantılılığı gündeme gelecektir (bkz. sınırlamanın orantısızlığı konusunda Pakdemirli/Türkiye kararı). Kişilik hakkının korunması ile ifade özgürlüğü arasındaki dengeyi iyi sağlamak gerekmektedir. Özellikle siyasetçilerin ve devlet görevlilerinin kişilik hakları ve şöhretleri söz konusu olduğunda bu dengede ifade özgürlüğünün ağır bastığı konusunda kuşku bulunmamaktadır. Diğer bir deyişle, terazide bir yanda siyasetçilerin ve devlet görevlilerinin kişilik hakları, diğer yanda ifade özgürlüğü bulunduğu durumlarda, tercihin daha çok ifade özgürlüğünden yana kullanıldığı söylenebilir (Doğru, O./ Nalbant, A.: İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi Açıklama ve Önemli Kararlar, C. 2, Ankara 2013, s. 232).
    3. Müdahalelerin demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığı:
    AİHM ifade özgürlüğünün demokratik bir toplumun temel yapılarından birini oluşturduğu ve toplumun gelişimi ve bireyin kendini gerçekleştirmesinin temel koşullarından biri olduğunu hatırlatır (Lingens/Avusturya, Başvuru No: 9815/82, 08.07.1986). İfade özgürlüğü istisnalara tabi olsa da, bu istisnalar dar bir biçimde yorumlanmalı ve sınırlama nedeni ikna edici bir biçimde ortaya konmalıdır (Observer ve Guardian/Birleşik Krallık, A Serisi no: 216, Başvuru No: 13585/88, 26.11.1991).
    Nitekim aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 25.04.2018 tarihli ve 2017/4-1320 E., 2018/986 K.; 30.05.2018 tarihli ve 2017/4-1470 E., 2018/1144 K.; 16.04.2019 tarihli ve 2017/4-1414 E., 2019/464 K. sayılı kararlarında da benimsenmiştir.
    Basın özgürlüğü ise ifade özgürlüğünün en önemli unsurlarından birisidir. AİHM’nın basın ile ilgili kararlarında ifade özgürlüğünün demokratik bir toplumun esaslı temellerinden birisini oluşturduğuna değinildikten sonra basına tanınması gereken güvencelerin özel bir öneme sahip bulunduğu belirtilmektedir. Basın ve diğer medya organlarının ifade özgürlüğü, kamuoyuna yöneticilerin görüş ve davranışlarını tanıtmak ve yargılamak için en iyi araçlardan birisini sunmaktadır. Basına siyasal arenada ve kamunun ilgilendiği diğer alanlarda tartışma konusu olan bilgi ve görüşleri iletme görevi düşer. Basının bu görevi, kamuoyunun da bilgi ve görüşleri alma hakkı ile tanımlanır (Handyside, parag. 49, Centro Europa 7 S.R.L. And Dı Stefano/İtalya, Başvuru No: 38433/09, 131).
    O hâlde basın özgürlüğü bir yönüyle halkı ilgilendiren haber ve görüşleri iletme özgürlüğü, diğer yönüyle de halkın bu bilgi ve görüşleri alma hakkıdır. Mahkeme’ye göre basın ancak bu şekilde, kamuoyunun bilgi edinme hakkı bakımından yaşamsal önemi bulunan “halkın gözcülüğü” ya da “bekçisi” görevi yapabilir. Basın özgürlüğü söz konusu olduğunda, ulusal makamlara tanınan takdir yetkisi demokratik bir toplumun yararı dikkate alınarak sınırlandırılır (Édıtıons Plon/Fransa, Başvuru No: 58148/00, 44; Bladet Tromsø And Stensaas/Norveç, Başvuru No: 21980/93, 59).
    Burada şu hususun da ifade edilmesi gerekir ki, Sözleşme’nin 10. maddesi sadece ifade edilen haber ve fikirlerin içeriğini değil, aynı zamanda bunların nakledilme biçimlerini de korur. (Oberschlick/Avusturya, Başvuru No: 20834/92, 57). AİHM’nın yerleşik içtihadına göre; gazetecilik özgürlüğü ve mesleği, belirli ölçüde abartma, hatta kışkırtma unsurunu da içerir (Prager And Oberschlick/Avusturya, Başvuru No: 15974/90, 38).
    Basının başkalarının itibarını korumak gibi çizilmiş sınırları aşmaması gerekmekle birlikte kamunun menfaatinin bulunduğu diğer alanlarda olduğu gibi siyasi meselelerde de haber ve fikirleri iletmek yine basına düşen bir görevdir. Sadece basının bu tür haber ve fikirleri iletme görevi yoktur, halkın da bunları edinme hakkı da vardır (Sunday Times/Birleşik Krallık, parag. 30, başvuru no: 6538/74, 26.04.1979).
    Basın özgürlüğünün iç hukukumuzda nasıl yer aldığı konusuna gelince;
    Anayasa’nın “Basın hürriyeti” başlıklı 28. maddesi ile 5187 sayılı Basın Kanunu’nun 3. maddesi basın özgürlüğünü düzenlemiş ve bunun sınırlarını göstermiştir.
    5187 sayılı Kanun’un 3. maddesinde;
    “Basın özgürdür. Bu özgürlük; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir.
    Basın özgürlüğünün kullanılması ancak demokratik bir toplumun gereklerine uygun olarak; başkalarının şöhret ve haklarının, toplum sağlığının ve ahlâkının, millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği ve toprak bütünlüğünün korunması, Devlet sırlarının açıklanmasının veya suç işlenmesinin önlenmesi, yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanması amacıyla sınırlanabilir.”
    hükmü yer almaktadır.
    Bu hükümden de anlaşılacağı üzere; basın özgürlüğü, kişinin dünyada ve özellikle içinde yaşadığı toplumda meydana gelen ve toplumu ilgilendiren olay ve olgular hakkında bilgi sahibi olmasını sağlamayı amaçlar.
    Bunun gereği olarak basın; haber toplamak, fikir ve kanaatleri izleyerek bunları çözümlemek, yorumlamak, eleştirmek ve sonuçta kamuoyunu ilgilendiren konularda doğru ve gerçeğe uygun haber vermek hakkına sahip ve bununla görevlidir. Eş söyleyişle denetim, uyarma, eleştiri ve gerçekleri açıklama, basının doğal görevleridir.
    Basın özgürlüğü ile bağlantılı kavramlar olarak; Anayasa’da düşünce ve kanaat (m. 25), düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti (m. 26) ayrıntılı şekilde düzenlenmiştir. Demokratik yaşamın gelişmesinde, ulusal birliğin sağlanmasında, kamuoyunun sağlıklı bir biçimde oluşmasında, sosyal ve siyasal ilerlemede basının çok önemli bir fonksiyonunun bulunduğu açık ve kuşkudan uzaktır.
    Doğaldır ki basının bu ayrıcalıklı konumu ve hukuk düzeninin kendisine tanıdığı özgürlük, tüm özgürlükler gibi yine hukuk düzenince çizilen sınırlara tabidir. Basın, yaptığı yayımlarda gerek Anayasa’nın “Temel Haklar ve Ödevler” bölümünde yer alan ve gerekse de TMK"nın 24 ve 25. maddelerinde ve ayrıca özel yasalarda güvence altına alınmış olan, kişilik haklarına saygı göstermek, bunlara saldırı niteliği taşıyabilecek tutum ve davranışlardan kaçınmak zorundadır.
    Bu cümleden olarak basın, belirli bir kişinin fikrini tartışmak zorunda kaldığı durumlarda bile, objektif bilgi vermekle ve eleştirmekle yetinmeli, olayları tahrif etmek veya kuşkuları yaymak gibi hukukun izin vermeyeceği yollara baş ecilik San. ve Tic. Ltd. Şti adına ... ile ...’ün manevi tazminatla sorumlu tutulması gereklidir.
    Hâl böyle olunca; dava konusu haberde özle ifade arasındaki dengenin bozulduğunu, bu nedenle haberin hukuka uygunluğunun ortadan kalktığını, eleştiri sınırının aşıldığını, davacının kişilik haklarına saldırıda bulunulduğunu kabul eden direnme kararı yerindedir.
    Ne var ki hükmedilen tazminat miktarına ilişkin temyiz itirazları Özel Dairece incelenmemiş olduğundan, bu yöne ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerekir.
    SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle, direnme uygun bulunduğundan taraf vekillerinin hükmedilen tazminat miktarına ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 4. Hukuk Dairesine gönderilmesine, ancak karar düzeltme yolunun açık olması sebebiyle öncelikle mahkemesince bu işlemlerin yerine getirilmesine, karar düzeltme yoluna başvurulması hâlinde dosyanın Hukuk Genel Kuruluna, başvurulmaması hâlinde ise mahkemesince doğrudan 4. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu"nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu"nun 440. maddesi uyarınca, kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 10.12.2019 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.




    Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.

    Son Eklenen İçtihatlar   AYM Kararları   Danıştay Kararları   Uyuşmazlık M. Kararları   Ceza Genel Kurulu Kararları   1. Ceza Dairesi Kararları   2. Ceza Dairesi Kararları   3. Ceza Dairesi Kararları   4. Ceza Dairesi Kararları   5. Ceza Dairesi Kararları   6. Ceza Dairesi Kararları   7. Ceza Dairesi Kararları   8. Ceza Dairesi Kararları   9. Ceza Dairesi Kararları   10. Ceza Dairesi Kararları   11. Ceza Dairesi Kararları   12. Ceza Dairesi Kararları   13. Ceza Dairesi Kararları   14. Ceza Dairesi Kararları   15. Ceza Dairesi Kararları   16. Ceza Dairesi Kararları   17. Ceza Dairesi Kararları   18. Ceza Dairesi Kararları   19. Ceza Dairesi Kararları   20. Ceza Dairesi Kararları   21. Ceza Dairesi Kararları   22. Ceza Dairesi Kararları   23. Ceza Dairesi Kararları   Hukuk Genel Kurulu Kararları   1. Hukuk Dairesi Kararları   2. Hukuk Dairesi Kararları   3. Hukuk Dairesi Kararları   4. Hukuk Dairesi Kararları   5. Hukuk Dairesi Kararları   6. Hukuk Dairesi Kararları   7. Hukuk Dairesi Kararları   8. Hukuk Dairesi Kararları   9. Hukuk Dairesi Kararları   10. Hukuk Dairesi Kararları   11. Hukuk Dairesi Kararları   12. Hukuk Dairesi Kararları   13. Hukuk Dairesi Kararları   14. Hukuk Dairesi Kararları   15. Hukuk Dairesi Kararları   16. Hukuk Dairesi Kararları   17. Hukuk Dairesi Kararları   18. Hukuk Dairesi Kararları   19. Hukuk Dairesi Kararları   20. Hukuk Dairesi Kararları   21. Hukuk Dairesi Kararları   22. Hukuk Dairesi Kararları   23. Hukuk Dairesi Kararları   BAM Hukuk M. Kararları   Yerel Mah. Kararları  


    Avukat Web Sitesi