Abaküs Yazılım
Hukuk Genel Kurulu
Esas No: 2017/1395
Karar No: 2019/1324
Karar Tarihi: 10.12.2019

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2017/1395 Esas 2019/1324 Karar Sayılı İlamı

Hukuk Genel Kurulu         2017/1395 E.  ,  2019/1324 K.

    "İçtihat Metni"

    MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

    Taraflar arasındaki birleştirilerek görülen “manevi tazminat” davalarından dolayı yapılan yargılama sonunda, Antalya 3. Asliye Hukuk Mahkemesince asıl davanın kısmen kabulüne, birleşen davanın reddine dair verilen 17.04.2012 tarihli ve 2010/430 E., 2012/129 K. sayılı karar, davalı-birleşen dava davacısı vekilinin temyizi üzerine, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 12.12.2013 tarihli ve 2013/1328 E., 2013/19754 K. sayılı kararı ile;
    “…1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı kanıtlarla yasaya uygun gerektirici nedenlere, özellikle delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik görülmemesine göre davalının, birleşen davaya yönelik temyiz itirazları reddedilmelidir.
    2-Davalının, asıl davaya yönelik temyiz itirazlarına gelince;
    Asıl ve birleşen dava, kişilik haklarına saldırı nedeniyle manevi tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece, asıl davanın kısmen kabulüne, birleşen davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davalı-birleşen davanın davacısı tarafından temyiz edilmiştir.
    Asıl davanın davacısı, davalı tarafından, öğretim üyelerine gönderilen maillerde kullanılan bir kısım ifadeler nedeniyle manevi tazminat isteminde bulunmuştur.
    Davalı, davanın reddedilmesi gerektiğini savunmuştur.
    Mahkeme, 22/05/2010 tarihli mailde ve 10/07/2010 tarihli mailde yer alan bir kısım ifadelerde davalının davacıya hakaret ettiğini belirterek, asıl davanın kısmen kabulüne karar vermiştir.
    Davalının maillerde kullandığı ifadeler, yakışıksız olmakla birlikte, eleştiri niteliğindedir ve değer yargısını içermektedir. Kullanılan sözler kişilik haklarına saldırı niteliğinde kabul edilemez. Mahkemece bu husus gözetilerek istemin tümden reddedilmesi gerekirken, yerinde olmayan gerekçeyle davalının sorumlu tutulmuş olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir...”
    gerekçesi ile bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.


    HUKUK GENEL KURULU KARARI

    Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
    Asıl ve birleşen dava, kişilik haklarına saldırı nedeniyle manevi tazminat istemine ilişkindir.
    Davacı-birleşen davada davalı vekili; müvekkilinin Akdeniz Üniversitesinde öğretim üyesi ve aynı zamanda Akdeniz Üniversitesi Öğretim Üyeleri Derneği Başkanı olduğunu, üçyüz"ün üzerinde üyesi olan derneğin amaçları arasında üniversiteyi ve toplumu ilgilendiren konularda gerekli çalışmaları yapmak, Üniversitenin ve üyelerin haklarını, onurunu koruyup savunmanın bulunduğunu, Diyanet İşleri Başkanlığı çalışanı iken Üniversiteye yardımcı doçent doktor unvanı ile katılan davalı hakkında basında çeşitli haberler çıktığını ve yazılar yazıldığını, davalının Amerika Birleşik Devletleri Kentucky Üniversitesi Astronomi Bölümünde tamamladığını açıkladığı ve Diyanet İşleri Başkanlığına ibraz ettiği doktora tezinin sahte olduğunun ileri sürüldüğünü, buna ilişkin olarak müvekkilinin yaptığı açıklama karşısında davalının hemen hemen tüm öğretim üye ve görevlileri ile ilgili ilgisiz birçok kişiye gönderdiği elektronik posta iletisinde müvekkilini küçük düşüren, aşağılayan, sanki ülke zararına çalışan bir hain yerine koyan, kısacası kişilik haklarını oldukça ciddi bir biçimde zedeleyen hakaretlerde bulunduğunu, müvekkili için tarafsızlığını tamamen kaybetmiş, şüphe götürmez şekilde belirli çevrelerin sözcülüğünü yapan, iftiracı, yalancı, etik dışı davranan, bilimsel tarafsızlık ilkesine sadık kalmayan, konumunu kötüye kullanan, kişileri hakir gören ve haksız yere suç isnat eden, etik kurallarını ihlal eden, taraflı, kokuşmuş, daima at gözlüğüyle tek pencereden bakan, objektiflikten ve bilimsellikten uzak, köhneleşmiş kökleri dışarıda olan ithamlarını kullandığını, bu ağır itham ve hakaretleri aleni bir biçimde dışa vurduğunu, bu durumun müvekkili konumunda olan bir kişi için ağır bir kişilik hakkı ihlâli olduğunu ileri sürerek davanın kabulü ile 10.000TL manevi tazminatın yasal faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
    Davalı-birleşen davada davacı vekili; taraflar arasındaki gerginliğin 25.04.2010 tarihli Cumhuriyet Gazetesinin birinci sayfasında verilen “Sahte doktora ile tüm kapıları açtı” şeklindeki manşet haberden sonra başladığını, bu haberin içeriğinin doğru olmadığını, haberin amacının davalı müvekkilini ve daha çok birlikte çalıştığı insanları yıpratmaya yönelik olduğunu, mahkemeden alınan tekzip metninin davacıya gönderildiğini, buna rağmen davacının müvekkili hakkında asılsız isnatlarına devam ettiğini, öte yandan Akdeniz Üniversitesi Etik Kurulunun 07.10.2010 tarihli kararında müvekkilinin doktora tezi ve diğer akademik çalışmalarında yayın etiği ile ilgili bir sorun görülmediğine karar verildiğini belirterek davanın reddini savunmuş; birleşen davada ise, davacı-birleşen davada davalının anılan söylemleri nedeniyle öğretim görevlisi arkadaşları içerisinde küçük düştüğünü ileri sürerek 10.000TL manevi tazminatın yasal faiziyle davacı-birleşen dava davalısından tahsiline karar verilmesini istemiştir.
    Mahkemece; davacı tarafından yapılan yazılı açıklamada basına yansıyan sahte doktora iddiası konusunda davacının dernek tüzüğünün kendisine vermiş olduğu görevi yerine getirerek bu olayın araştırılmasının istenildiği, sahte doktora iddiasının davacıya ait olmadığı ancak davalının gerek 22.05.2010 tarihli elektronik postasında belirttiği "iftira sahibi" beyanı, gerekse 10 Temmuz 2010 tarihli elektronik postasında “tarafsızlığını tamamen kaybetmiş şüphe götürmez şekilde belirli çevrelerin sözcülüğünü yapan Akdeniz Üniversitesi Öğretim Üyeleri Derneği Başkanı bir iftiracıdır.” ifadesi ile devamında davranışlarının etik ihlâli olduğu beyanı ve son paragrafında “taraflı, kokuşmuş, daima at gözlüğüyle tek pencereden bakan, objektiflik ve bilimsellikten uzak, köhneleşmiş, kökleri dışarıda olan” ifadeleriyle davacıya hakaret ettiği, bu hakaretin davacı üzerinde travmaya neden olduğu gerekçesiyle asıl davanın kısmen kabulüne, birleşen davanın reddine karar verilmiştir.
    Davalı-birleşen davada davacı vekilinin temyizi üzerine karar Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
    Mahkemece; davalının gönderdiği özellikle 08.07.2010 (10.07.2010) tarihli elektronik postada "Cumhuriyet Gazetesi"nin hakkımdaki asılsız ve iftira haberlerin doğru olup olmadığının araştırmaya tenezzül bile etmeden siz değerli öğretim üyelerine gerçekmiş gibi aktaran tarafsızlığını tamamen kaybetmiş, şüphe götürmez şekilde belirli çevrelerin sözcülüğünü yapan Akdeniz Üniversitesi Öğretim Üyeleri Derneği Başkanı Sayın ... bir iftiracıdır" ibaresi ile aynı elektronik postada bu ibareye bağlı olarak "taraflı, kokuşmuş, daima at gözlüğü ile tek pencereden bakan, objektiflikten ve bilimsellikten uzak, köhneleşmiş, kökleri dışarıda olan yönetim anlayışının ve bu düşünceyi rehber edinen kişilerin sizleri temsil etmemesi edememesi gerektiğine inanıyorum" şeklindeki yazıların özellikle ‘bir iftiracıdır’ şeklindeki ibare ve sonrasındaki beyanların bir bütün hâlinde 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 125. maddesindeki hakaret suçunu oluşturduğu, bu ibarelerin eleştiri mahiyetinde olduğunun kabulünün ve Yargıtay bozma ilamındaki gerekçeye katılmanın mümkün olmadığı, eylemlerin TCK’nın 125. maddesindeki hakaret suçu kapsamında kişilik haklarına saldırı niteliğinde olduğu gerekçesiyle ve önceki karardaki gerekçeler tekrar edilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.
    Direnme kararını asıl davada davalı vekili temyiz etmiştir.
    Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; asıl davada, davalının davacı için kullandığı ifadeler bir bütün olarak değerlendirildiğinde, davacının kişilik haklarına saldırının bulunup bulunmadığı; diğer bir deyişle, davacı yararına manevi tazminat koşullarının oluşup oluşmadığı noktasında toplanmaktadır.
    Uyuşmazlığın çözümü açısından öncelikle konuyla ilgili yasal düzenlemelerin irdelenmesinde yarar vardır.
    Manevi zarar, kişilik değerlerinde oluşan objektif eksilmedir. Duyulan acı, çekilen ızdırap manevi zarar değil, onun görüntüsü olarak ortaya çıkabilir. Acı ve elemin manevi zarar olarak nitelendirilmesi sonucu, tüzel kişileri ve bilinçsizleri; öte yandan, acılarını içlerinde gizleyenleri tazminat isteme haklarından yoksun bırakmamak için yasalar manevi tazminat verilebilecek bazı olguları özel olarak düzenlemiştir.
    Bunlar kişilik değerlerinin zedelenmesi (Türk Medeni Kanunu m. 24), isme saldırı (TMK m. 26), nişan bozulması (TMK m. 121), evlenmenin butlanı (TMK m. 158/2), boşanma (TMK m. 174/2) bedensel zarar ve ölüme neden olma (818 sayılı Borçlar Kanunu m. 47, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu m. 56) durumlarından biri ile kişilik haklarının zedelenmesi (818 sayılı BK m. 49, 6098 sayılı TBK m. 58) olarak sıralanabilir.
    TMK’nın 24. maddesi ile 818 sayılı BK’nın 49. maddesi diğer yasal düzenlemelere nazaran daha kapsamlıdır.
    TMK’nın 24. maddesinde;
    “Hukuka aykırı olarak kişilik hakkına saldırılan kimse, hakimden, saldırıda bulunanlara karşı korunmasını isteyebilir.
    Kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızası, daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar ya da kanunun verdiği yetkinin kullanılması sebeplerinden biriyle haklı kılınmadıkça, kişilik haklarına yapılan her saldırı hukuka aykırıdır.”
    düzenlemesi mevcuttur.
    Olay tarihinde yürürlükte bulunan mülga 818 sayılı BK’nin 49. maddesinde ise;
    “Şahsiyet hakkı hukuka aykırı bir şekilde tecavüze uğrayan kişi, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat namıyla bir miktar para ödenmesini dava edebilir.
    Hakim, manevi tazminatın miktarını tayin ederken, tarafların sıfatını, işgal ettikleri makamı ve diğer sosyal ve ekonomik durumlarını da dikkate alır.
    Hakim, bu tazminatın ödenmesi yerine, diğer bir tazmin sureti ikame veya ilave edebileceği gibi tecavüzü kınayan bir karar vermekle yetinebilir ve bu kararın basın yolu ile ilanına da hükmedebilir.”
    hükmü yer almaktadır.
    TMK’nın 24 ve BK’nın 49. maddelerinde belirlenen kişisel haklar, bedensel ve ruhsal tamlık ve yaşam ile nesep gibi insanın, insan olmasından güç alan varlıklar ya da kişinin adı, onuru ve sır alanı gibi dolaylı varlıklar olarak iki kesimlidir.
    Görüldüğü üzere BK"nın 49. maddesi gereğince kişilik hakları zarara uğrayanların manevi tazminat isteme hakları vardır.
    2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 90. maddesinin son fıkrası; “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.” hükmünü içermektedir. Bu durumda, mahkemelerce önlerine gelen uyuşmazlıklarda usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar ile iç hukukun birlikte yorumlanması ve uygulanması gerekmektedir.
    Hemen belirtelim ki, Türkiye’nin taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi"nde (AİHS/Sözleşme) konunun nasıl düzenlendiğinin ve Sözleşme"nin uygulanmasını sağlayan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarında ifade özgürlüğünün nasıl yer aldığının incelenmesi yerinde olacaktır.
    AİHS’nin “İfade özgürlüğü” başlıklı 10. maddesinin 1. fıkrası; “Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar. Bu madde, devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine tabi tutmalarına engel değildir.” hükmünü içermekte olup hangi hâllerde ifade özgürlüğünün sınırlandırılabileceği de aynı maddenin 2. fıkrasında düzenlenmiştir.
    İfade özgürlüğü demokratik bir toplumun en önemli temellerinden birisi olup, toplumsal ilerlemenin ve her bireyin gelişiminin başlıca koşullarından birini teşkil etmektedir. AİHS"nin 10. maddesinin 2. fıkrası saklı kalmak koşuluyla, ifade özgürlüğü yalnızca iyi karşılanan ya da zararsız veya önemsiz olduğu düşünülen değil, aynı zamanda kırıcı, hoş karşılanmayan ya da kaygı uyandıran “bilgiler” ya da “düşünceler” için de geçerlidir. Bunlar, çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleri olup, bunlar olmaksızın "demokratik toplum" olmaz (Handyside/Birleşik Krallık/Başvuru No: 5493/72, 07.12.1976/parag. 49). AİHS"nin 10. maddesinde benimsenen ifade özgürlüğü bu şekilde olmakla birlikte, yine de dar bir yorum gerektiren istisnalar içermektedir ve bu hakkı kısıtlama ihtiyacının ikna edici bir biçimde ortaya konması gerekmektedir (Pakdemirli/Türkiye kararı, Başvuru No: 35839/97, 22.02.2005).
    İfade özgürlüğü geniş bir şekilde yorumlanmakta ise de, sınırsız olmadığı da Sözleşme’nin 10. maddesinin 2. fıkrasında belirtilmiştir. Burada çözülmesi gereken temel sorun ifade özgürlüğü ile kişilik haklarına yönelik saldırı arasındaki sınırın hangi ölçütlere göre saptanacağıdır.
    AİHM önüne gelen uyuşmazlıklarda yapılan müdahalenin ifade özgürlüğünü ihlal edip etmediğini aşağıdaki kriterleri uygulayarak tespit etmektedir:
    1. Müdahalelerin yasayla öngörülmesi:
    AİHM, Sözleşme’nin 10. maddesinin 2. fıkrasında yer alan “yasayla öngörülme” ifadesinin, ilk olarak, itiraz konusunun iç hukukta bir dayanağı olması gerektiğini hatırlatır. Ancak söz konusu ifade hukuki normların ilgili kişinin erişiminde olmasını, sonuçlarının öngörülebilmesini ve hukukun üstünlüğü ilkesine uygun olmasını gerektiren kanun niteliğine de atıfta bulunmaktadır (Association Ekin/Fransa, Başvuru No: 39288/98; Ürper ve diğerleri/Türkiye kararı, Başvuru No: 14526/07, 14747/07, 15022/07, 15737/07, 36137/07, 47245/07, 50371/07, 50372/07 ve 54637/07, 20.10.2009).
    2. Müdahalelerin meşru bir amaç izleyip izlemediği:
    Sözleşme’nin 10/2. maddesine göre, “…bu özgürlüklerin kullanılması, yasayla öngörülen ve demokratik bir toplumda ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlâkın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin yayılmasının önlenmesi veya yargı erkinin yetki ve tarafsızlığının güvence altına alınması için gerekli olan bazı formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara tabi tutulabilir.”
    Görüldüğü üzere yasayla düzenlemek şartıyla ve “başkalarının şöhret ve haklarının korunması” amacıyla ifade özgürlüğünün sınırlandırılabileceği kabul edilmekte olup sınırlama haklı olsa bile, bu kez sınırlamanın orantılılığı gündeme gelecektir (bkz. sınırlamanın orantısızlığı konusunda Pakdemirli/Türkiye kararı). Kişilik hakkının korunması ile ifade özgürlüğü arasındaki dengeyi iyi sağlamak gerekmektedir. Özellikle siyasetçilerin ve devlet görevlilerinin kişilik hakları ve şöhretleri söz konusu olduğunda bu dengede ifade özgürlüğünün ağır bastığı konusunda kuşku bulunmamaktadır. Diğer bir deyişle, terazide bir yanda siyasetçilerin ve devlet görevlilerinin kişilik hakları, diğer yanda ifade özgürlüğü bulunduğu durumlarda, tercihin daha çok ifade özgürlüğünden yana kullanıldığı söylenebilir (Doğru, O./ Nalbant, A.: İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi Açıklama ve Önemli Kararlar, C. 2, Ankara 2013, s. 232).
    3. Müdahalelerin demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığı:
    AİHM ifade özgürlüğünün demokratik bir toplumun temel yapılarından birini oluşturduğu ve toplumun gelişimi ve bireyin kendini gerçekleştirmesinin temel koşullarından biri olduğunu hatırlatır (Lingens/Avusturya, Başvuru No: 9815/82, 08.07.1986). İfade özgürlüğü istisnalara tabi olsa da, bu istisnalar dar bir biçimde yorumlanmalı ve sınırlama nedeni ikna edici bir biçimde ortaya konmalıdır (Observer ve Guardian/Birleşik Krallık, A Serisi no: 216, Başvuru No: 13585/88, 26.11.1991).
    Nitekim aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 09.04.2019 tarihli ve 2017/4-1687 E., 2019/427 K. sayılı kararında da benimsenmiştir.
    Tüm bu açıklamalar ve yasal düzenlemeler ışığında somut olay incelendiğinde;
    Akdeniz Üniversitesi öğretim üyesi ve aynı zamanda Akdeniz Üniversitesi Öğretim Üyeleri Derneği başkanı olan davacının, davalı hakkında Amerika Birleşik Devletleri Kentucky Üniversitesi Astronomi Bölümünde tamamladığını açıkladığı ve Diyanet İşleri Başkanlığına ibraz ettiği doktora tezinin sahte olduğuna ilişkin basında çıkan haberler karşısında, dernek başkanı olarak görevi gereği dernek üyelerine gönderdiği yazıda “Üniversitemizin Fen Edebiyat Fakültesi Fizik Bölümüne yeni katılan ve "NASA"dan Doktoralı" olarak lanse edilen Yrd. Doç. ..."nın ABD"den aldığı doktorasının sahte olduğu, kendisine bütün kapıları açan anahtarın da Cumhurbaşkanına yakınlığı olduğu iddiası haberlerde geniş olarak yer aldı ve akademi camiasından tepkiler çekti. Derneğimiz olayı yakından izlemekle olup gerekli girişimlerde de bulunacaktır.” şeklinde açıklama yaptığı, bunun üzerine davalının göndermiş olduğu, dosya içerisinde örneği bulunan, elektronik postalarda davacı ile ilgili olarak "...Cumhuriyet Gazetesi’nin hakkımdaki asılsız iftira ve haberlerin, doğru olup olmadığını araştırmaya tenezzül bile etmeden siz değerli öğretim üyelerine gerçekmiş gibi aktaran, tarafsızlığını tamamen kaybetmiş, şüphe götürmez şekilde belirli çevrelerin sözcülüğünü yapan, Akdeniz Üniversitesi Öğretim Üyeleri Derneği Başkanı Sayın ... bir iftiracıdır. ONURLU BİR ŞEKİLDE kendisini derhal istifa etmeye davet ediyorum. Hakkımdaki iftira ve hakaretlerin yalan ve iftira olduğu mahkemelerce kendisinin yüzüne çarpılmıştır. Sn Dedeoğlu"nun, Akdeniz Üniversitesi Öğretim Üyeleri Derneği Başkanı olarak bu davranışının en hafif tabirle ETİK DIŞI olduğu tescillenmiştir. Kendisi hakkında mahkemelere suç duyurusunda bulunulmuştur. Ayrıca Üniversitemizin yetkili kurullarınca da durumun değerlendirilmesi ve gerekli cezanın kendisine verilmesi gerektiğini düşünüyor ve bilimsel tarafsızlık ilkesine sadık kalmamak, konumunu kötüye kullanmak, kişileri hakir görmek ve haksız yere iftira etmek suretiyle küçük düşürmek gibi fiiller başta olmak üzere ETİK İHLAL suç duyurusunda bulunuyorum. ... Taraflı, kokuşmuş, daima at gözlüğüyle tek pencereden bakan, objektiflikten ve bilimsellikten uzak, köhneleşmiş kökleri dışarıda olan yönetim anlayışının ve bu düşünceyi rehber edinen kişilerin sizleri temsil etmemesi, edememesi gerektiğine inanıyorum." ifadelerini kullandığı anlaşılmaktadır.
    Tarafların karşılıklı olarak birbirleri hakkında yaptıkları açıklamalar, kullanılan sözler bir bütün hâlinde değerlendirildiğinde; Akdeniz Üniversitesi Öğretim Üyeleri Derneği başkanı olarak görev yapan davacının görevinin gereği olarak dernek üyelerine, davalı hakkında olumlu-olumsuz fikir beyanı içermeyen, basına yansıyan haberlerin takipçisi olunacağına ilişkin yaptığı açıklama karşısında, davalının “iftiracıdır” şeklindeki sözleriyle tepkiye maruz kaldığı, davacının söz konusu tepkiye sebep olabilecek herhangi bir hukuka aykırı davranışının bulunmadığı, davalının eyleminin görevini yerine getiren davacının toplum içerisinde küçük düşmesine, itibarının ve otoritesinin sarsılmasına neden olduğu, ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilemeyeceği ve davacının kişilik haklarına saldırı teşkil ettiği kabul edilmelidir.
    Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; davalı tarafından davacıya yönelik olarak kullanılan sözler arasında suç teşkil eden bir ifadenin bulunmadığı, dava konusu ifadelerin yer aldığı elektronik posta bir bütün olarak değerlendirildiğinde eleştiri niteliğinde olduğu, kullanılan ifadelerin bir kısmının yakışıksız olmakla birlikte eleştiri sınırları içinde olup bir kısmının ise değer yargısı içerdiği, dolayısıyla dava konusu ifadelerin kişilik haklarına saldırı niteliğinde olmadığı, bu nedenle direnme kararının bozulması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüş Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
    Hâl böyle olunca, asıl davada davalının sözlerinin davacının kişilik haklarına saldırı niteliğinde olduğunu, davacı yönünden manevi tazminat koşullarının gerçekleştiğini kabul eden direnme kararı sonucu itibariyle yerindedir.
    Ne var ki, Özel Dairece tazminat miktarı yönünden bir inceleme yapılmadığından bu yöne ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerekir.
    SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle, direnme kararı yerinde olup asıl davada davalı vekilinin hükmedilen miktara yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 4. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE, HUMK’nın 440/III-1. maddesi gereğince karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 10.12.2019 tarihinde oy çokluğu ile ikinci görüşmede kesin olarak karar verildi.




    KARŞI OY


    Dava, kişilik hakları ihlali iddiasına dayalı manevi tazminat istemine ilişkindir.
    Mahkemece verilen davanın kısmen kabulüne dair karar Özel Dairece istemin tümden reddedilmesi gerektiği gerekçesi ile bozulmuş, verilen direnme kararının temyizi üzerine Hukuk Genel Kurulunda yapılan inceleme sonunda sayın çoğunlukça direnme kararı uygun bulunmuş olup, bu görüşe katılmıyoruz.
    Davacı Akdeniz Üniversitesi öğretim üyesi ve aynı zamanda Akdeniz Üniversitesi Öğretim Üyeleri Derneği başkanıdır. Aynı Üniversitede olay tarihinden kısa bir süre önce göreve başlayan davalı ile ilgili olarak Cumhuriyet Gazetesinin 25/04/2010 tarihli sayısında çıkan “Sahte doktora ile tüm kapıları açtı” başlıklı haber ve sonraki üç gün devam eden benzer haberler üzerine, Dernek başkanı olarak Dernek faaliyetleri konusunda yapmış olduğu ve Dernek üyelerine gönderdiği bir buçuk sayfalık yazılı açıklamanın son paragrafında davalı ile ilgili olarak; “Üniversitemizin Fen Edebiyat Fakültesi Fizik Bölümüne yeni katılan ve “Nasa’dan Doktoralı” olarak lanse edilen Yrd. Doç. ...’nın ABD’den aldığı doktorasının sahte olduğu, kendisine bütün kapıları açan anahtarın da Cumhurbaşkanına yakınlığı olduğu iddiası haberlerde geniş olarak yer aldı ve akademi camiasından tepkiler çekti. Derneğimiz olayı yakından izlemekte olup, gerekli girişimlerde bulunacaktır.” şeklindeki bir açıklamaya yer verdiği, bunun üzerine davalının da Dernek üyelerine gönderdiği e-mail’de davacı ile ilgili olarak “…Cumhuriyet Gazetesi’nin hakkımdaki asılsız iftira ve haberlerin, doğru olup olmadığını araştırmaya tenezzül bile etmeden siz değerli öğretim üyelerine gerçekmiş gibi aktaran, tarafsızlığını tamamen kaybetmiş, şüphe götürmez şekilde belirli çevrelerin sözcülüğünü yapan, Akdeniz Üniversitesi Öğretim Üyeleri Derneği Başkanı sayın ... bir iftiracıdır. ONURLU BİR ŞEKİLDE kendisini derhal istifa etmeye davet ediyorum. Hakkımdaki iftira ve hakaretlerin yalan ve iftira olduğu mahkemelerce kendisinin yüzüne çarpılmıştır (Ek-1 ve Ek-2 tekzip metni). Sn Dedeoğlu’nun, Akdeniz Üniversitesi Öğretim Üyeleri Derneği Başkanı olarak bu davranışının en hafif tabirle ETİK DIŞI olduğu tescillenmiştir. Kendisi hakkında mahkemelere suç duyurusunda bulunulmuştur. Ayrıca Üniversitemizin yetkili kurullarınca da durumun değerlendirilmesi ve gerekli cezanın kendisine verilmesi gerektiğini düşünüyor ve bilimsel tarafsızlık ilkesine sadık kalmamak, konumunu kötüye kullanmak, kişileri hakir görmek ve haksız yere iftira etmek suretiyle küçük düşürmek gibi fiiller başta olmak üzere ETİK İHLAL suç duyurusunda bulunuyorum. …Taraflı, kokuşmuş, daima at gözlüğüyle tek pencereden bakan, objektiflikten ve bilimsellikten uzak, köhneleşmiş kökleri dışarıda olan yönetim anlayışının ve bu düşünceyi rehber edinen kişilerin sizleri temsil etmemesi, edememesi gerektiğine inanıyorum.” şeklindeki ifadelere yer vermek suretiyle davacının kişilik haklarını ihlal ettiği iddiası davanın konusunu oluşturmaktadır.
    Mahkemece verilen davanın kısmen kabulüne ilişkin karar Özel Dairece “… ifadeler, yakışıksız olmakla birlikte eleştiri niteliğindedir ve değer yargısı içermektedir. Kullanılan sözler kişilik haklarına saldırı niteliğinde kabul edilemez. Mahkemece bu husus gözetilerek istemin tümden reddedilmesi gerekirken yerinde olmayan gerekçeyle davalının sorumlu tutulmuş olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir.” gerekçesiyle bozulmuş, verilen direnme kararı ise sayın çoğunlukça uygun bulunmuştur.
    Dava konusu olayda kişilik hakkı ihlali olup olmadığı hususunun Türk Medeni Kanununun 24., olay tarihinde yürürlükte bulunan 818 sayılı Borçlar Kanununun 49. ve ifade özgürlüğünün düzenlendiği Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin (AİHS) 10. maddesi kapsamında değerlendirilmesi gerekmektedir.
    AİHS’nin “İfade özgürlüğü” başlıklı 10. maddesi “Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir…..” şeklinde olup, bu özgürlüğün hangi hâllerde sınırlandırılabileceği de aynı maddenin ikinci fıkrasında düzenlenmiştir. Buna göre ifade özgürlüğünün sınırlarından birini de “başkalarının şöhret ve haklarının korunması ” oluşturmaktadır.
    İfade özgürlüğü demokratik bir toplumun en önemli temellerinden biri olup, toplumsal ilerlemenin ve her bireyin gelişiminin başlıca koşullarından birini teşkil etmektedir. AİHS’nin 10. maddesinin ikinci fıkrası saklı kalmak koşuluyla, ifade özgürlüğü yalnızca iyi karşılanan ya da zararsız veya önemsiz olduğu düşünülen değil, aynı zamanda kırıcı, hoş karşılanmayan ya da kaygı uyandıran “bilgiler” ya da “düşünceler” için de geçerlidir. Bunlar, çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleri olup, bunlar olmaksızın “demokratik toplum” olmaz (Handyside/Birleşik Krallık, Başvuru No:5493/72, 07.12.1976, parag 49).
    AİHS’nin 10. maddesinde benimsenen ifade özgürlüğü bu şekilde olmakla birlikte, yine de dar bir yorum gerektiren istisnalar içermektedir ve bu hakkı kısıtlama ihtiyacının ikna edici bir biçimde ortaya konulması gerekmektedir (Pakdemirli/Türkiye Kararı, Başvuru No: 35839/97, 22 Şubat 2005).
    Kamu görevlilerinin eleştirilmesi hususunda ise Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kamu görevlilerinin siyasetçilere oranla daha sıkı bir koruma altına alındığını birçok kez kabul etmiştir. Bu hâlde korunan temel değer ilgili kamu görevlisinin bizatihi kişiliği ya da şöhreti olmayıp, o kişinin yerine getirdiği kamusal göreve kamunun duyduğu güvenin demokratik bir toplumdaki önemidir. Ancak, kamu görevlilerinin görevlerini yerine getirirken hoşgörü göstermeleri gereken eleştiri sınırının diğer insanlara göre daha geniş olması gerektiği, AİHM’nin yerleşmiş kararlarındandır.
    Diğer bir husus ise değer yargısı, olgu isnadı ayrımıdır.
    Gerçeklerin var olduğu gösterilebilirken, değer yargılarının gerçekliğinin kanıtlanması mümkün değildir.… Bir değer yargısının gerçekliğini kanıtlama konusunda bir gereksinimi yerine getirmek imkânsızdır ve 10. maddenin garanti ettiği hakkın temel bir parçası olan görüş sahibi olma özgürlüğünün bizatihi kendisini ihlal eder (Jerusalem/Avusturya, 27 Şubat 2001).
    Davalı, Dernek başkanı sıfatıyla kendisi hakkında açıklama yapan ve bunu tüm dernek üyelerine gönderen davacının açıklamasına karışlık olarak dava konusu ifadelerin yer aldığı e-mail’i Dernek üyelerine göndermiştir. Davalı tarafından davacıya yönelik olarak kullanılan ifadeler içinde suç teşkil eden bir ifade bulunmamaktadır. Dava konusu ifadelerin yer aldığı e-mail bir bütün olarak değerlendirildiğinde eleştiri niteliğindedir. Kullanılan ifadelerin bir kısmı yakışıksız olmakla birlikte eleştiri sınırları içinde olup, bir kısmı ise değer yargısı içermektedir. Dolayısıyla dava konusu ifadeler kişilik haklarına saldırı niteliğinde değildir.
    Bu nedenlerle Özel Daire bozma kararı yerinde olup, direnme kararının bozma kararında belirtilen gerekçeler ile bozulması gerektiği düşüncesinde olduğumuzdan, direnme kararını uygun bulan sayın çoğunluğun bu görüşüne katılmıyoruz.



    Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.

    Son Eklenen İçtihatlar   AYM Kararları   Danıştay Kararları   Uyuşmazlık M. Kararları   Ceza Genel Kurulu Kararları   1. Ceza Dairesi Kararları   2. Ceza Dairesi Kararları   3. Ceza Dairesi Kararları   4. Ceza Dairesi Kararları   5. Ceza Dairesi Kararları   6. Ceza Dairesi Kararları   7. Ceza Dairesi Kararları   8. Ceza Dairesi Kararları   9. Ceza Dairesi Kararları   10. Ceza Dairesi Kararları   11. Ceza Dairesi Kararları   12. Ceza Dairesi Kararları   13. Ceza Dairesi Kararları   14. Ceza Dairesi Kararları   15. Ceza Dairesi Kararları   16. Ceza Dairesi Kararları   17. Ceza Dairesi Kararları   18. Ceza Dairesi Kararları   19. Ceza Dairesi Kararları   20. Ceza Dairesi Kararları   21. Ceza Dairesi Kararları   22. Ceza Dairesi Kararları   23. Ceza Dairesi Kararları   Hukuk Genel Kurulu Kararları   1. Hukuk Dairesi Kararları   2. Hukuk Dairesi Kararları   3. Hukuk Dairesi Kararları   4. Hukuk Dairesi Kararları   5. Hukuk Dairesi Kararları   6. Hukuk Dairesi Kararları   7. Hukuk Dairesi Kararları   8. Hukuk Dairesi Kararları   9. Hukuk Dairesi Kararları   10. Hukuk Dairesi Kararları   11. Hukuk Dairesi Kararları   12. Hukuk Dairesi Kararları   13. Hukuk Dairesi Kararları   14. Hukuk Dairesi Kararları   15. Hukuk Dairesi Kararları   16. Hukuk Dairesi Kararları   17. Hukuk Dairesi Kararları   18. Hukuk Dairesi Kararları   19. Hukuk Dairesi Kararları   20. Hukuk Dairesi Kararları   21. Hukuk Dairesi Kararları   22. Hukuk Dairesi Kararları   23. Hukuk Dairesi Kararları   BAM Hukuk M. Kararları   Yerel Mah. Kararları  


    Avukat Web Sitesi