Esas No: 2016/1167
Karar No: 2019/1298
Karar Tarihi: 05.12.2019
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2016/1167 Esas 2019/1298 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :İş Mahkemesi
Taraflar arasındaki “işçilik alacağı” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Kayseri 2. İş Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 20.05.2014 tarihli ve 2013/516 E., 2014/266 K. sayılı kararın temyizen incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin 05.11.2015 tarihli ve 2014/18911 E., 2015/30253 K. sayılı kararı ile;
“…Davacı İsteminin Özeti:
Davacı vekili, davanın belirsiz alacak davası olduğunu belirterek, ücret alacaklarının ödenmemesi sebebi ile iş sözleşmesini haklı sebeple feshettiğini ileri sürerek, kıdem tazminatı ile izin, fazla mesai, genel tatil ve eksik ücret alacaklarını istemiştir.
Davalı Cevabının Özeti:
Davalı vekili, davacının haksız şekilde işyerini terk ettiğini, tutanak tutulduğunu, ihtarname gönderildiğini, mazeret sunmadığını her hangi bir hak ve alacağı bulunmadığını savunarak davanın reddini istemiştir.
Mahkeme Kararının Özeti:
Mahkemece, toplanan deliller ve bilirkişi raporuna dayanılarak, davacının iş sözleşmesini fesihte haklı olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Temyiz:
Kararı davalı temyiz etmiştir.
Gerekçe:
1-Dosyadaki yazılara toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre davalının aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.
2-Taraflar arasında öncelikle çözümlenmesi gereken uyuşmazlık, davanın belirsiz alacak davası türünde açılabilmesi için gerekli şartları taşıyıp taşımadığı noktasında toplanmaktadır.
01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu"nun 107. maddesiyle, mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu"nda yer almayan yeni bir dava türü olarak belirsiz alacak ve tespit davası kabul edilmiştir.
6100 sayılı Kanunun 107. maddesine göre,
"(1) Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir.
(2) Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilir.
(3) Ayrıca, kısmi eda davasının açılabildiği hâllerde, tespit davası da açılabilir ve bu durumda hukuki yararın var olduğu kabul edilir."
Hükümet tasarısında yer almayan bu madde, Türkiye Büyük Millet Meclisi Adalet Komisyonu tarafından, esasen baştan miktar veya değeri tam tespit edilemeyen bir alacakla ilgili hak arama durumunda olan kişinin, hukuk sisteminde karşılaştığı güçlüklerin bertaraf edilerek hak arama özgürlüğü çerçevesinde mümkün olduğunca en geniş şekilde korunmasının sağlanması gerekçesi üzerinde durularak ihdas edilmiş ve nihayetinde kanunlaşmıştır.
Davanın belirsiz alacak davası türünde açılabilmesi için, davanın açıldığı tarih itibariyle uyuşmazlığa konu alacağın miktar veya değerinin tam ve kesin olarak davacı tarafca belirlenememesi gereklidir. Belirleyememe hali, davacının gerekli dikkat ve özeni göstermesine rağmen miktar veya değerin belirlenmesinin kendisinden gerçekten beklenilmemesi durumuna ya da objektif olarak imkansızlığa dayanmalıdır.
Madde gerekçesinde "Alacaklının bu tür bir dava açması için, dava açacağı miktar ya da değeri tam ve kesin olarak gerçekten belirlemesi mümkün olmamalı ya da bu objektif olarak imkânsız olmalıdır. Açılacak davanın miktarı biliniyor yahut tespit edilebiliyorsa, böyle bir dava açılamaz. Çünkü, her davada arandığı gibi, burada da hukukî yarar aranacaktır, böyle bir durumda hukukî yararın bulunduğundan söz edilemez. Özellikle, kısmî davaya ilişkin yeni hükümler de dikkate alınıp birlikte değerlendirildiğinde, baştan tespiti mümkün olan hâllerde bu yola başvurulması kabul edilemez." şeklindeki açıklamayla, alacağın belirli veya belirlenebilir nitelikte olması durumunda, belirsiz alacak davası açılarak bu davanın sağladığı imkanlardan yararlanmanın mümkün olmadığına işaret edilmiştir.
Alacağın hangi hallerde belirsiz, hangi hallerde belirli veya belirlenebilir olduğu hususunda kesin bir sınıflandırma yapılması mümkün olmayıp, her bir davaya konu alacak bakımından somut olayın özelliklerinin nazara alınarak sonuca gidilmesi gereklidir.
6100 sayılı Kanun"un 107/2. maddesinde, sorunun çözümünde yol gösterici mahiyette kriterlere yer verilmiştir. Anılan madde fıkrasında, karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacının, iddianın genişletilmesi yasağına tâbi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabileceği hüküm altına alınmış, madde gerekçesinde de "karşı tarafın verdiği bilgiler ve sunduğu delillerle ya da delillerin incelenmesi ve tahkikat işlemleri sonucu (örneği bilirkişi ya da keşif incelemesi sonucu)" belirlenebilme hali açıklanmıştır.
Davacının alacağının miktar veya değerini belirleyebilmesi için elinde bulunması gerekli bilgi ve belgelere sahip olmaması ve bu belgelere dava açma hazırlığı döneminde ulaşmasının da (gerçekten) mümkün olmaması ve dolayısıyla alacağın miktarının belirlenmesinin karşı tarafın elinde bulunan bilgi ve belgelerin sunulmasıyla mümkün hale geleceği durumlarda alacak belirsiz kabul edilmelidir.
Sırf taraflar arasında alacak miktarı bakımından uyuşmazlık bulunması, talep sonucunun belirlenmesinin davacıdan beklenemeyecek olması anlamına gelmez. Önemli olan objektif olarak talep sonucunun belirlenmesinin davacıdan beklenemeyecek olmasıdır (H. Pekcanıtez, Belirsiz Alacak Davası, Ankara 2011, s. 45; H. Pekcanıtez/O. Atalay/M. Özekes, Medeni Usul Hukuku, 14. Bası, Ankara 2013, s. 448). Sadece alacak miktarının taraflar arasında uyuşmazlık bulunması ya da tartışmalı olmasının belirsiz alacak davası açılması için yeterli sayılması halinde, neredeyse tüm davaların belirsiz alacak davası olarak kabulü gerekir ki, bu da kanunun amacına aykırıdır. Çünkü, zaten uyuşmazlık bulunduğu için dava açılmakta ve uyuşmazlık mahkeme önüne gelmektedir. Önemli olan davacının talebini belirli kılacak imkâna sahip olup olmadığıdır. Burada, alacağın belirlenebilir olması ile ispat edilebilirliğinin de ayrıca değerlendirilmesi gerektiği unutulmamalıdır. Davacının talep ettiği alacağı belirlenmesi objektif olarak mümkün, ancak belirlyebildiği alacağını ispat etmesi, kanunun öngördüğü şekilde ispatı (elindeki delillerle) mümkün değilse, burada da belirsiz alacak davası açılacağından söz edilemez. Çünkü, bir alacağın belirlenmesi ile onun ispatı ayrı şeylerdir. Davacı, talep konusu yaptığı alacağını çok net şekilde belirleyebilir; ancak her zaman onu ispat edecek durumda olmayabilir. Aksinin kabulü, her ispat güçlüğü olan alacağı belirsiz alacağa dönüştürmek gibi, hem kanunun amacına hem de genel ilkelere aykırı bir durumu ortaya çıkartabilir.
Alacağın miktarının belirlenebilmesinin, tahkikat aşamasında yapılacak delillerin incelenmesi, bilirkişi incelemesi veya keşif gibi sair işlemlerin yapılmasına bağlı olduğu durumlarda da belirsiz alacak davası açılabileceği kabul edilmelidir. Ne var ki, bir davada bilirkişi incelemesine gidilmesi belirsiz alacak davasının açılabilmesi için yeterli değildir. Bir davada bilirkişiye başvurulmasına rağmen davacı dava açarken alacak miktarını belirleyebiliyorsa, belirsiz alacak davası açılamaz (C. Simil, Belirsiz Alacak Davası, I. Bası, İstanbul 2013, s. 225).
Kategorik olarak, belirli bir tür davanın veya belirli kişilerin açtığı davaların baştan belirli veya belirsiz alacak davası olduğundan da söz edilemez. Belirsiz alacak davası, bu davaya ilişkin ölçütlerin somut olaya uygulanarak belirlenmesi gerekir.
Hakime alacak miktarının tayin ve tespitinde takdir yetkisi tanındığı hallerde (Örn: 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu md 50, 51,56), hakimin kullanacağı takdir yetkisi sonucu alacak belirli hale gelebileceğinden, davacının davanın açıldığı tarih itibariyle alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin imkansız olduğu kabul edilmelidir. Örneğin, iş hukuku uygulamasında, Yargıtayca, fazla çalışma, hafta tatili, ulusal bayram ve genel tatil ücreti alacaklarının yazılı belgelere ve işyeri kayıtlarına dayanmayıp, tanık anlatımlarına dayanması halinde, hesaba esas alınan süre ve alacağın miktarı nazara alınarak takdir edilecek uygun oranda hakkaniyet indirimi yapılması gerekliliği kabul edilmektedir. Bu halde, tanık anlatımlarına dayanılarak hesaplanan alacak miktarından hakimin takdir yetkisine bağlı olarak yapılacak indirim oranı baştan belirli olmadığından, alacak belirsiz kabul edilmelidir.
6100 sayılı Kanun ile birlikte, yukarıda belirtilen çerçevede belirsiz alacak davası açma imkanı tanınarak belirsiz alacaklar bakımından hak arama özgürlüğü genişletilmiş; bununla bağlantılı olarak da hukuki yarar bulunmadan kısmi dava açma imkanı sınırlandırılmakla birlikte, tamamen kaldırılmamıştır.
Zaman zaman, 6100 sayılı Kanun ile birlikte kabul edilen belirsiz alacak davası ile kısmi davaya ilişkin yeni düzenlemedeki sınırın tam olarak tespit edilemediği, birinin diğeri yerine kullanıldığı görülmektedir. Oysa bu iki davanın amacı ve niteliği ayrıdır. Alacak, belirli veya belirlenebilir ise, belirsiz alacak davası açılamaz; ancak şartları varsa kısmi dava açılması mümkündür.
Kanunun kısmi dava açma imkanını sınırlamakla birlikte tamamen ortadan kaldırmadığı da gözetildiğinde, belirli alacaklar için, belirsiz alacak davası açılamasa da, şartları oluştuğunda ve hukuki yarar bulunduğunda kısmi dava açılması mümkündür. Aksi halde, sadece ya belirsiz alacak davası açma veya belirli tam alacak davası açma şeklinde iki imkandan söz edilebilir ki, o zaman da kısmi davaya ilişkin 6100 sayılı Kanunun 109. maddesindeki hükmün fiilen uygulanması söz konusu olamayacaktır. Çünkü, belirsiz alacak davasında zaten belirsiz alacak davasının sağladığı imkanlardan yararlanarak dava açılabilecek; şayet alacak belirli ise de, o zaman sadece tam eda davası açılabilecektir. Oysa kanun koyucunun abesle iştigal etmeyeceği prensibi gereği, anılan maddeyle kısmi davaya ilişkin düzenleme yapıldığı düşünülerek ve Kanundaki sınırlamalara dikkat edilerek kısmi dava açılabilecektir.
Bu noktada şu da açıklığa kavuşturulmalıdır ki, şartları bulunmadığı halde dava dilekçesinde davanın belirsiz alacak davası olarak açıldığı durumda davacıya herhangi bir süre verilmeden hukuki yarar yokluğundan davanın reddi yoluna gidilmelidir. Çünkü, alacağın belirlenebilmesi mümkün iken, böyle bir davanın açılmasına Kanun izin vermemiştir. Böyle bir durumda, belirsiz alacak davası açmakta hukuki yarar yokluğundan dava reddedilmeli, ek bir süre verilmemelidir. Zira, burada talep açıktır, bu sebeple 6100 sayılı Kanun"un 119/1-ğ. maddesinin uygulanarak süre verilmesi mümkün değildir; aslında açılmaması gerektiği halde belirsiz alacak davası açılmış olduğundan, bu konudaki eksiklik de süre verilerek tamamlanamayacağından, dava hukuki yarar yokluğundan reddedilmelidir. Buradaki hukuki yarar, sonradan tamamlanacak nitelikte bir hukuki yarar değildir. Çünkü, dava açıldığında o sırada mevcut olmayan hukuki yarar, bunun da açıkça mahkemece bilindiği bir durumda, tamamlanacak bir hukuki yarar değildir. Aksinin kabulü, aslında açık olan talep sonucunun süre verilerek davacı tarafından değiştirilmesi ve bulunmayan hukuki yararın sağlanması için davacıya ek imkan sağlanması anlamına gelecektir ki, buna usûl bakımından imkan yoktur, böyle bir durum taraflar arasındaki eşitlik ilkesine de aykırı olacaktır (H. Pekcanıtez/O. Atalay/M. Özekes, Medeni Usul Hukuku, 14. Bası, Ankara 2013, s. 454). Bunun yanında, şayet açılan davada asgari bir miktar gösterilmişse ve bunun alacağın bir bölümü olduğu anlaşılmakla birlikte, belirsiz alacak davası mı yoksa belirli alacak olmakla birlikte kısmi dava mı olduğu anlaşılamıyorsa, bu durumda 6100 sayılı Kanun"un 119/1-ğ. maddesinin aradığı şekilde açıkça talep sonucu belirtilmemiş olacaktır. Talep, talep türü ve davanın niteliği açıkça anlaşılamıyorsa, talep muğlaksa, aynı Kanunun 119/2. maddesi gereğince, davacıya bir haftalık kesin süre verilerek talebinin belirsiz alacak davası mı, yoksa kısmi dava mı olduğunun belirtilmesi istenmelidir. Verilen bu süreden sonra, davacının talebini açıklamasına göre bir yol izlenmelidir. Eğer talep, davacı tarafından belirsiz alacak davası şeklinde açıklanmış olmakla birlikte, gerçekte belirsiz alacak davası şartlarını taşımıyorsa, o zaman yukarıdaki şekilde hareket edilmeli, hukuki yarar yokluğundan dava reddedilmelidir. Açıklamadan sonra talep belirsiz alacak davası şartlarını taşıyorsa, bu davanın sonuçlarına göre, talep kısmi davanın şartlarını taşıyorsa da kısmi davanın sonuçlarına göre dava yürütülerek karar verilmelidir (Dairemizin 31.12.2012 tarih 2012/30463 esas 2012/30091 karar sayılı kararı).
6100 sayılı Kanun"un 110. maddesinde düzenlenen, davacının aynı davalıya karşı birbirinden bağımsız birden fazla asli talebini aynı dava dilekçesinde ileri sürmesi olarak tanımlanan davaların yığılması (objektif dava birleşmesi) halinde, talep sayısı sayısı kadar dava bulunduğu kabul edildiğinden ve aynı Kanunun 297/2. maddesi uyarınca da her bir talep bakımından ayrı ayrı hüküm verilmesi gerektiğinden, bu durumda da dava dilekçesinde ileri sürülen taleplerin belirsiz alacak olup olmadığının her bir talep bakımından ayrı ayrı değerlendirilmesi gerekecektir.
Tüm bu açıklamalar sonucunda şunu belirtmek gerekir ki, iş hukukundan kaynaklanan alacaklar bakımından baştan belirli veya belirsiz alacak davası şeklinde belirleme yapmak kural olarak doğru ve mümkün değildir. Bu sebeple iş hukukunda da belirsiz alacak davasının açılabilmesi, bu davanın açılması için gerekli şartların varlığına bağlıdır. Eğer bu şartlar varsa, iş hukukunda da belirsiz alacak davası açılabilir, yoksa açılamaz (C. Simil, Belirsiz Alacak Davası, I. Bası, İstanbul 2013, s. 414). Keza aynı şey kısmî dava için söz konusudur.
Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında eldeki davaya konu somut olayın özellikleri dikkate alınarak belirsiz alacak davası yönünden yapılan değerlendirmede;
Davanın belirsiz alacak davası olarak açıldığı şüphesizdir. Uyuşmazlık konusu kıdem tazminatı ile izin alacağı bakımından, talep içeriğinden açıkça anlaşıldığı üzere, davacı çalışma süresini, en son ödenen ücreti, alması gerektiğini iddia ettiği aylık ücret miktarını, kullanmadığı izin süresini belirleyebilmektedir. Tazminat hesaplamasına esas alınacak aylık ücrete ek para veya parayla ölçülebilen sosyal menfaatleri de belirleyebilecek durumdadır. Bu halde kıdem tazminatı ile izin alacağı belirsiz alacak değildir. Dava konusu edilen alacakların gerçekte belirlenebilir alacak olmaları ve belirsiz alacak davasına konu edilemeyecekleri anlaşılmakla, hukuki yarar yokluğundan davanın usulden reddi gerekirken yazılı şekilde esasa girilerek karar verilmesi hatalı olup, bozmayı gerektirmiştir.
3-Taraflar arasındaki uyuşmazlık, davacı işçinin fazla çalışma yapıp yapmadığı noktasında toplanmaktadır.
Somut uyuşmazlıkta, hükme esas alınan bilirkişi raporunda ; tanık beyanlarına itibar edilerek asansör bakım montaj elemanı olarak çalışan davacının haftada ondokuz saat fazla çalışma yaptığı hesaplanmış ve mahkemece bu alacağa ilişkin talepleri hüküm altına alınmıştır. Ancak, Dairemizce incelenen 2015/15868 esas ve 2015 30227 karar sayılı dosyada davacı ile birlikte iş sözleşmesini fesheden ve aynı işi yapan işçinin haftalık onbuçuk saat fazla çalışma yaptığı kabul edillmiştir. Dairemiz emsal kararı, yapılan işin niteliği ve tüm dosya kapsamı birlikte dikkate alındığında, davacının haftalık onbuçuk saat fazla çalışma yaptığının kabulü dosya içeriğine daha uygun düşecektir. Mahkemece bu kabul doğrultusunda fazla çalışma alacağı hesaplanmalı ve hesaplanan miktardan uygun bir indirim yapıldıktan sonra alacak hüküm altına alınmalıdır...”
gerekçesiyle oy çokluğu ile bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava; işçilik alacaklarının tahsili istemine ilişkindir.
Davacı vekili; müvekkilinin davalı işyerinde asansör montaj, tamir ve bakım işçisi olarak 06.05.2013 tarihine kadar çalıştığını, iş sözleşmesini fazla çalışma ve tatil ücretlerinin ödenmemesi sebebiyle haklı nedenle feshettiğini, son ayın 5 günlük çalışmasından doğan ücret alacağının ödenmediğini, en son aldığı ücretin 1.000,00TL olduğunu, müvekkilinin işe girdiği günden itibaren haftanın altı günü 08:00- 18:00 saatleri arasında asansör montajı yapıp haftanın 4 günü ise rutin olarak 18:00 ve 21.00 saatleri arasında apartmanlarda asansör bakımına gittiğini, yıllık izin kullanmadığını ve karşılığı ücretlerin ödenmediğini belirterek tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda arttırılmak üzere kıdem tazminatı ile ücret, fazla çalışma, genel tatil ve yıllık izin ücreti alacaklarının davalıdan tahsili için belirsiz alacak davası açmıştır.
Davalı vekili; davacının kıdem tazminatına hak kazanamadığını, Kayseri Çalışma ve İş Kurumu Genel Müdürlüğüne müracaatı üzerine Kurum tarafından yapılan inceleme neticesinde tespit edilen 460,00TL tutarındaki yıllık izin ücreti alacağının 21.06.2013 tarihinde tarafına ödendiğini, asgari ücretle çalıştığını, sigortasının tam ve eksiksiz olarak yatırıldığını, başkaca herhangi bir hak ve alacağının bulunmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece; davacının fazla çalışma ücretlerinin ödenmemesi sebebiyle iş sözleşmesini haklı nedenle feshettiği, tanık beyanlarından haftada 19 saat fazla çalışma yaptığı, resmi tatil günlerinde çalıştığı ancak dini bayramlarda çalışma yapmadığı anlaşılan davacının anılı alacaklara hak kazandığı, yıllık izinlerin kullandırıldığının işverence usulüne uygun dosyaya sunulmuş belgelerle ispat edilemediği ancak davacıya bir miktar ödeme yapıldığından bu miktarın mahsubuyla bakiye izin alacağının hüküm altına alınmasının gerektiği gerekçesiyle dava kısmen kabul edilmiştir.
Davalı vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
Mahkemece; belirsiz alacak davasına ilişkin genel açıklamalar yapılarak kıdem tazminatı ile yıllık ücretli izin alacağının belirsiz alacak davasına konu edilebileceği yine Özel Daire bozma kararında emsal dosya işaret edilerek 10,5 saat fazla çalışma kabulünün yerinde olacağı belirtilmişse de Kayseri 3. İş Mahkemesinin 2013/526 Esas sayılı dosyasındaki hesaplamaların da tanık beyanlarına göre yapıldığı ve bu dosyanın dahi bozma ile neticelendiği dolayısıyla eldeki davada fazla çalışma saati yönünden kabulün ve hesaplamaların dosya içeriğine uygun olduğu, zira davalı tanığının beyanlarının davacı tanık beyanları ile örtüştüğü burada zamanda önce olanın, hakta önce olacağı kuralının işletilemeyeceği gerekçesiyle önceki kararda direnilmiş, direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda,
I) Kıdem tazminatı ve yıllık izin ücreti alacaklarının belirsiz alacak olup olmadığı, burada varılacak sonuca göre davacının belirsiz alacak davası olarak eldeki davayı açmakta hukuki yararının bulunup bulunmadığı,
II) Özel Dairece bir başka dosyada incelenen, davacı işçi ile aynı işi yapan ve birlikte iş sözleşmesini feshettiği anlaşılan işçi için kabul edilen haftalık 10,5 saat fazla çalışma süresinin, eldeki dava yönünden emsal alınıp alınamayacağı noktalarında toplanmaktadır.
I) Dava konusu kıdem tazminatı ile yıllık izin ücreti alacaklarının belirsiz alacak olup olmadığına ilişkin uyuşmazlık yönünden;
Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle belirsiz alacak davasının hukuki niteliğinden bahsetmekte yarar bulunmaktadır.
01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu"nun (HMK) 107. maddesiyle mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu"nda yer almayan yeni bir dava türü olarak belirsiz alacak ve tespit davası kabul edilmiştir.
6100 sayılı Kanun"un 107. maddesinde yer alan,
"1-Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir.
2-Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilir.
3-Ayrıca, kısmi eda davasının açılabildiği hâllerde, tespit davası da açılabilir ve bu durumda hukuki yararın var olduğu kabul edilir." şeklindeki hüküm ile belirsiz alacak davası düzenlenmiştir.
Hükümet tasarısında yer almayan bu madde, Türkiye Büyük Millet Meclisi Adalet Komisyonu tarafından esasen baştan miktar veya değeri tam tespit edilemeyen bir alacakla ilgili hak arama durumunda olan kişinin, hukuk sisteminde karşılaştığı güçlüklerin bertaraf edilerek hak arama özgürlüğü çerçevesinde mümkün olduğunca en geniş şekilde korunmasının sağlanması gerekçesi ile ihdas edilmiş ve kanunlaşmıştır.
Davanın belirsiz alacak davası türünde açılabilmesi için, davanın açıldığı tarih itibariyle uyuşmazlığa konu alacağın miktar veya değerinin tam ve kesin olarak davacı tarafça belirlenememesi gereklidir. Belirleyememe hâli, davacının gerekli dikkat ve özeni göstermesine rağmen, miktar veya değerin belirlenmesinin kendisinden gerçekten beklenilmemesi durumuna ya da objektif olarak imkânsızlığa dayanmalıdır.
Madde gerekçesinde; "Bu davanın kabul edilmesinin artık salt hukukî korumanın ötesine geçilerek “etkin hukukî koruma”nın gündeme gelmiş olmasının da bunu gerektirdiği belirtildiği gibi, hak arama durumunda olan kişi, talepte bulunacağı hukukî ilişkiyi, muhatabını ve bu ilişkiden dolayı talep edeceği miktarı asgarî olarak bilmesine ve tespit edebilmesine rağmen, alacağının tamamını tam olarak tespit edemeyebilecektir. Belirsiz alacak ve tespit davalarına ilişkin hükümlerin mukayeseli hukukta da yer aldığı dikkate alınarak, davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklının, hukukî ilişki ile asgarî bir miktar ya da değer belirterek belirsiz alacak davası açabilmesi kabul edilmiştir. Alacaklının bu tür bir dava açması için, dava açacağı miktar ya da değeri tam ve kesin olarak gerçekten belirlemesi mümkün olmamalı ya da bu objektif olarak imkânsız olmalıdır. Belirsiz alacak veya tespit davası açıldıktan sonra, yargılamanın ilerleyen aşamalarında, karşı tarafın verdiği bilgiler ve sunduğu delillerle ya da delillerin incelenmesi ve tahkikat işlemleri sonucu (örneğin, bilirkişi ya da keşif incelemesi sonrası), baştan belirsiz olan alacak belirli hâle gelmişse, davacının, iddianın genişletilmesi yasağına tâbi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilmesi benimsenmiştir. Miktarı belirsiz alacaklarda zamanaşımının dolmasına çok kısa sürenin varolduğu hâllerde yalnızca tespit yahut kısmi eda ile birlikte tespit davasının açılabileceği genel olarak kabul edilmektedir. Alacaklı, yalnızca eda davası veya yalnızca tespit davası yahut kısmi eda ile birlikte külli tespit davası açabilme seçeneklerine sahiptir. Hak arama özgürlüğünün (Any.m.36, İHAS.m.6) özünde varolan bu seçenekler, yasa veya içtihat yoluyla yasaklanamaz. Esasen tam veya kısmi olmasına bakılmaksızın her eda davasının temelinde bir külli tespit unsuru vardır. Başka deyimle eda hükmünde tertip olunan her durumun arkasında sorumluluk saptanmasını içeren bir zorunlu ön tespit kabulü mevcuttur." şeklindeki açıklamayla, alacağın belirsiz olup olmadığı ile ilgili olarak bazı kıstaslar kabul edilmiştir.
Bu kıstaslar, davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin;
1-Davacının kendisinden beklenememesi,
2-Bunun olanaksız olması,
3-Açıkça karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı ve değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olması olarak belirtilmektedir.
Belirsiz alacak davasının getirdiği en önemli etkin koruma, usul ekonomisi ve hak arama özgürlüğüne hizmet etmesi yanında, davacının yüksek yargılama giderlerine katlanma ve dava konusu hakkın zamanaşımına uğrama riskini azaltmasıdır.
Usul hukukunun maddi hukuk içinde gerçekleşen hakkın talep edilebilirliğini, tespitini belirli kurallara bağlayan hukuk dalı olması nedeniyle maddi hukuk için araç olduğu unutulmamalıdır. O nedenle iş yargılaması kuralları ve bu anlamda Hukuk Muhakemeleri Kanunu kurallarının iş ve sosyal güvenlik hukukuna hizmet ederken, bu hukukun ilkelerini de göz ardı etmemesi gerekecektir.
İşçilik alacakları bakımından, dava konusu edilen alacağın belirli olup olmadığı ile ilgili olarak davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin davacıdan beklenememesi kıstası ile açıkça karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktar ve değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olması kıstasının birlikte değerlendirip sonuca gidilmesi gerekir.
Kural olarak kişinin alacağını belirleyebilmesi için aynı zamanda belgeye bağlama yetkisinin olması veya bu konuda belge düzenlenip kendisine verilmesi gerekir.
4857 sayılı İş Kanunu"nun (İş Kanunu-Kanun) 8. maddesinin 3. fıkrası ile işverene yazılı sözleşme yapılmayan hâllerde en geç iki ay içinde genel ve özel çalışma koşullarını, günlük ya da haftalık çalışma süresini, temel ücreti ve varsa ücret eklerini, ücret ödeme dönemini, süresi belirli ise sözleşmenin süresini, fesih hâlinde tarafların uymak zorunda oldukları hükümleri gösteren yazılı bir belgeyi işçiye verme yükümlülüğü getirilmiştir.
Kanun"un 32/2. maddesi ile ücret, prim, ikramiye ve bu nitelikteki her çeşit istihkakın kural olarak Türk parası ile iş yerinde veya özel olarak açılan bir banka hesabına ödeneceği, çalıştırdığı işçilerin söz konusu alacaklarını özel olarak açılan banka hesapları vasıtasıyla ödeme zorunluluğuna tabi tutulan işverenler veya üçüncü kişilerin özel olarak açılan banka hesapları dışında bu alacakları ödeyemeyeceği belirtilmiştir.
4857 sayılı İş Kanunu"nun 37. maddesi ile işverene iş yerinde veya bankaya yaptığı ödemelerde işçiye ücret hesabını gösterir imzalı veya iş yerinin özel işaretini taşıyan bir pusula verme yükümlülüğü hükme bağlanmıştır. Söz konusu pusulada ödemenin günü ve ilişkin olduğu dönem ile fazla çalışma, hafta tatili, bayram ve genel tatil ücretleri gibi asıl ücrete yapılan her çeşit eklemeler tutarının ve vergi, sigorta primi, avans mahsubu, nafaka ve icra gibi her çeşit kesintilerin ayrı ayrı gösterilmesi zorunluluğu hüküm altına alınmıştır.
Kanun’un “Yıllık ücretli izin uygulaması” başlıklı 56. maddesinin 6. fıkrasının son cümlesi uyarınca, işveren, işyerinde çalışan işçilerin yıllık ücretli izinlerini gösterir izin kayıt belgesi tutmak zorundadır.
Yine Kanun"un 67. maddesinde, günlük çalışmanın başlama ve bitiş saatleri ile dinlenme saatlerinin iş yerlerinde işçilere duyurulacağı; 75. maddesinde ise işverene çalıştırdığı her işçi için işçinin kimlik bilgilerinin yanında, İş Kanunu"nun ve diğer kanunlar uyarınca düzenlemek zorunda olduğu her türlü belge ve kayıtları saklamak ve bunları istendiği zaman yetkili memur ve mercilere göstermek zorunda olduğu bir özlük dosyası düzenlemesi gerektiği yükümlülükleri getirilmiştir.
Söz konusu düzenlemelere bakıldığında işçi işveren arasındaki iş ilişkisinde belgeye bağlama görev ve yetkisinin işçide değil, işverende olduğu görülmektedir.
İş sözleşmesinde iş görme edimini yerine getiren ve belge düzenleme yetkisi ve yükümlülüğü bulunmayan işçinin, alacaklarını belirleyebilmesi için işveren tarafından düzenlenen kanuna uygun belgelere ihtiyacı vardır. Diğer yandan iş ilişkisindeki alacak kalemlerinin hesaplanmasında çıplak ücret ya da giydirilmiş ücrete göre hesaplanan farklı alacak türleri bulunmaktadır. Örneğin kıdem tazminatı, giydirilmiş ücretten hesaplanırken, diğer işçilik alacakları (fazla çalışma, hafta tatili, yıllık ücretli izin alacakları gibi) çıplak ücretten hesaplanmaktadır. Giydirilmiş ücrete, işçinin asıl ücretine ek olarak sağlanan para veya para ile ölçülebilen menfaatler de dâhil edilmektedir. Özellikle ücrete dâhil edilecek menfaatlerin iş yerinde süreklilik arz edip arz etmediği de çoğunlukla taraflar arasında tartışma konusu edilmektedir. Bu nedenle eğitim düzeyi ve sosyal durumları birbirinden farklı olan işçilerin alacağını tam ve kesin olarak belirleyebilmelerini beklemek mümkün değildir. Bunun için yukarda bahsedilen iki kriter birlikte değerlendirilerek, dava konusu edilen işçilik alacağının belirli olup olmadığına karar verilmesi gerekmektedir.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 17.12.2012 tarihli ve 2012/9-838 E., 2012/715 K. sayılı kararında belirtildiği üzere işçilik alacaklarının özelliği dikkate alınarak alacakların belirli olduğunu söylemek mutlak olarak doğru olmadığı gibi aksinin kabulü de doğru değildir. Aynı şekilde bu nedenle talep konusu işçilik alacaklarının belirli olup olmadığının somut olayın özelliğine göre değerlendirilmesi ve sonuca gidilmesi daha doğru olacaktır.
Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 17.06.2015 tarihli ve 2015/22-1156 E., 2015/1598 K.; 22.06.2016 tarihli ve 2016/22-874 E., 2016/824 K.; 17.01.2018 tarihli ve 2016/22-2181 E., 2018/24 sayılı kararlarında da aynı ilkeler kabul edilmiştir.
Öte yandan işçilik alacaklarının belirsiz alacak davasına konu olup olamayacağı konusunda Yargıtay"ın iş davalarına bakan 7, 9 ve 22. Hukuk Daireleri ile Hukuk Genel Kurulu içtihatları arasında ortaya çıkan farklılığın giderilmesi için Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulunca yapılan değerlendirme sonucunda 15.12.2017 tarihli ve 2016/6 E., 2017/5 K. sayılı kararı ile "İşçilik alacaklarının çok çeşitli tür, nitelik ve kapsamda olması, somut olayın özelliklerine göre oldukça değişkenlik göstermesi, hatta aynı tür işçilik alacaklarında dâhi somut olayın özellikleri itibariyle işçilik alacaklarının belirsiz alacak davasına konu olup olamayacağı konusunda soyut ve genel nitelikte, her bir olayda geçerli olacak ölçüde bir karar alınamayacağından içtihadı birleştirmeye gerek olup olmadığı ön sorun olarak tartışılmış ve sonuç olarak içtihadı birleştirmeye gerek olmadığı" yönünde karar verilmiştir.
Yukarıda açıklanan maddi ve hukuki olgular ışığında somut olay değerlendirildiğinde, davacı vekili müvekkilinin iş sözleşmesini haklı nedenle feshettiğini, en son net 1.000,00TL ücret aldığını, yıllık izinleri kullandırılmadığı gibi ücretlerinin de ödenmediğini belirterek bir kısım işçilik alacakları yanında kıdem tazminatı ile yıllık ücretli izin alacağının da davalıdan tahsilini istemiştir.
Mahkemece hükme esas alınan bilirkişi raporunda, davacının 18.05.2011-06.05.2013 tarihleri arasında davalı iş yerinde çalıştığı, işveren tarafından ücret bordrolarının sunulmadığı ancak davacının iddia ettiği gibi ayda net 1.000,00TL ücretle çalıştığı tanık beyanları ile ispat edildiğinden 1.000,00TL net ücretin brüt karşılığı üzerinden kıdem tazminatı hesaplanmıştır. Yıllık ücretli izin yönünden ise, davalı işveren tarafından yıllık izin defteri ya da eş değer bir belge sunulmadığı, davacının bir tam yıl hizmeti karşılığı 14 gün yıllık ücretli izin hakkının bulunduğu ancak dosyaya sunulan 21.06.2013 tarihli PTT Genel Müdürlüğü tahsilat makbuzunda davacıya net 460,00TL yıllık izin ücreti ödendiğinden bu miktarın mahsubu ile davacının bakiye yıllık izin ücreti alacağı 9,24TL olarak hesaplanmıştır.
Görüldüğü üzere, davacının ücreti taraflar arasında ihtilaflı olup, davacı aylık net ücretinin 1.000,00TL olduğunu iddia etmiş buna karşılık davalı vekili ise asgari ücretle çalıştığını bildirmiştir. Diğer taraftan dosyaya davacı işçinin ücret bordrosu ya da pusulaları sunulmamıştır. Hizmet döküm cetveli incelendiğinde prime esas kazancının Kuruma asgari ücret üzerinden bildirildiği görülmüştür. Mahkemece, mevcut delil durumuna göre davacı işçinin ücreti tanık beyanları ile doğrulandığından aylık net 1.000,00TL olarak kabul edilmiştir. Yıllık izin ücreti alacağı yönünden de hakedilen iznin kullandırıldığına dair işveren tarafından yıllık izin defteri ya da eşdeğer bir belge dosyaya sunulmamıştır. Bununla birlikte PTT Genel Müdürlüğü tahsilat makbuzuyla 21.06.2013 tarihinde davacıya ödenen yıllık izin ücreti karşılığının mahsubu ile davacının bakiye izin alacağının bulunduğu görülmüştür.
Açıklandığı gibi, kıdem tazminatının hesabına esas olan ücret, giydirilmiş ücret olup, giydirilmiş ücrete işçinin asıl ücretine ek olarak sağlanan para veya para ile ölçülebilen menfaatler de dâhil edilmektedir. Uyuşmazlık konusu yıllık ücretli izin alacağı ise çıplak ücret üzerinden hesaplanmakla birlikte kullanılmayan izin süreleri işverenden sadır belgelerin incelenmesi ile belirlenebilmektedir.
4857 sayılı İş Kanunu’nun 8/3. maddesinde işveren açıkça işçiye temel ücreti ile varsa ücret eklerini gösteren yazılı bir belge vermekle yükümlü tutulmuştur. Aynı şekilde Kanun’un 56. maddesinin 6. fıkrasının son cümlesi uyarınca işveren, iş yerinde çalışan işçilerin yıllık ücretli izinlerini gösterir izin kayıt belgesi tutmak zorundadır. Bu kapsamda işveren tarafından Kanun"un kendisine yüklediği yükümlülükleri yerine getirerek gerekli belgeleri işçiye teslim ettiğine dair dosyaya bir delil sunulmadığı anlaşılmıştır. Bu durumda işçinin alacağını belirleyecek verilerin elinde bulunduğundan söz etmek mümkün değildir.
Öyle ise, dava konusu edilen kıdem tazminatı ile yıllık ücretli izin alacağının belirlenebilmesi için işverende bulunan bilgi ve belgeler ile tahkikata ihtiyaç duyulduğundan, anılı alacakların belirlenebilir olduğundan bahsedilemeyecektir.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 25.09.2018 tarihli ve 2015/22-856 E., 2018/1350 K.; 07.03.2018 tarihli ve 2015/22-2283 E., 2018/421 K.; 09.05.2018 tarihli ve 2015/22-569 E., 2018/1017 K. sayılı kararlarında da aynı ilkeler kabul edilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, uyuşmazlığın kıdem tazminatı ile yıllık izin ücreti alacaklarının belirsiz alacak olarak açılıp açılamayacağı noktasında toplandığı, çalışma süresinin ihtilafsız olduğu, davacının aylık 1.000,00TL net ücretle çalıştığını iddia ettiği, bu nedenle ihtilafsız hizmet süresi ile iddia edilen aylık ücret miktarına göre kıdem tazminatı ile yıllık izin ücreti alacağı tutarlarını hesaplayabilecek ve dava konusu bu taleplerini belirleyebilecek durumda olduğundan anılı alacakların belirsiz alacak davasına konu edilemeyecği gerekçesiyle direnme kararının bozulması gerektiği ileri sürülmüş ise de, bu görüş Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
Hâl böyle olunca (I) numaralı uyuşmazlık yönünden mahkemenin direnme kararı yerindedir.
Ne var ki, Özel Dairece bozma nedenine göre davanın esasına yönelik diğer temyiz itirazları incelenmediğinden, bu yönde inceleme yapılmak üzere dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerekir.
II) Özel Dairece bir başka dosyada incelenen, davacı işçi ile aynı işi yapan ve birlikte iş sözleşmesini feshettiği anlaşılan işçi için kabul edilen haftalık 10,5 saat fazla çalışma süresinin, eldeki dava yönünden emsal alınıp alınamayacağına ilişkin uyuşmazlık yönünden;
Gerek mülga 1475 sayılı İş Kanunu, gerekse yürürlükte bulunan 4857 sayılı İş Kanunu’nda (Kanun) fazla çalışmanın ispatı ile ilgili olarak özel bir hüküm bulunmamaktadır. Bu nedenle fazla çalışmanın ispatı genel hükümlere tabidir.
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 6. maddesi uyarınca, “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür.”.
Dolayısıyla fazla çalışma yaptığını iddia eden işçi kural olarak, bu iddiasını ispat etmek zorundadır.
Fiili bir olgu söz konusu olduğundan kural olarak işçi, fazla çalışma yaptığını her türlü delille ispat edebilir.
İşçinin imzasını taşıyan bordro, sahteliği ispat edilinceye kadar kesin delil niteliğindedir. Bir başka anlatımla bordronun sahteliği ileri sürülüp kanıtlanmadıkça, imzalı bordroda görünen fazla çalışma alacağının ödendiği varsayılır.
Fazla çalışmanın ispatı konusunda iş yeri kayıtları, özellikle iş yerine giriş çıkışı gösteren belgeler, iş yeri iç yazışmaları delil niteliğindedir. Ancak, fazla çalışmanın bu tür yazılı belgelerle kanıtlanamaması durumunda tarafların dinletmiş oldukları tanık beyanları ile sonuca gidilmesi gerekir. Bunun dışında herkesçe bilinen genel bazı vakıalar da bu noktada göz önüne alınabilir. İşçinin fiilen yaptığı işin niteliği ve yoğunluğuna göre de fazla çalışma olup olmadığı araştırılmalıdır.
Nitekim Hukuk Genel Kurulunun 05.06.2015 tarihli ve 2013/22-2392 E., 2015/1518 K.; 09.12.2015 tarihli ve 2015/22-1474 E., 2015/2854 K.; 29.06.2016 tarihli ve 2015/22-1444 E., 2016/869 K.; 06.12.2017 tarihli ve 2015/22-1315 E., 2017/1542 K.; 14.02.2018 tarihli ve 2015/22-1597 E., 2018/227 K. sayılı kararlarında da aynı ilkeler benimsenmiştir.
Davacı işçi tarafından tanık deliline dayanılması hâlinde; gerek mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu"nun 254. maddesi, gerekse 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 255’inci maddesi uyarınca, aksine ciddi ve inandırıcı delil ve olaylar bulunmadıkça asıl olan tanıkların gerçeği söylemiş olmalarının asıl olduğu ilkesi gözetilerek değerlendirme yapılmalıdır.
Akrabalık veya diğer bir yakınlık başlı başına tanık beyanını değerden düşürücü bir sebep sayılamaz ise de, işveren aleyhine dava açan kişiler davacı ... olarak dinlenmiş ise bu işçilerin tanıklıklarına kural olarak itibar edilmemesi; birbirlerine tanıklık eden kişilerin beyanlarına ihtiyatla yaklaşılması ile bu tanıkların beyanlarının diğer yan delillerle birlikte değerlendirilerek, sonuca gidilmesi gerekir.
Hukuk Genel Kurulunun 08.06.2016 tarihli ve 2015/22-1595 E., 2016/783 K.; 13.04.2011 tarihli ve 2010/2-751 E. 2011/96 K.; 12.09.2012 tarihli ve 2012/2 E. 2012/551 K. ile 25.02.2015 tarihli ve 2013/9-1447 E., 2015/854 K. sayılı kararlarında da aynı ilkeler benimsenmiştir.
Diğer taraftan, 4857 sayılı İş Kanunu"nun 63. maddesine göre;
"Genel bakımdan çalışma süresi haftada en çok kırkbeş saattir. Aksi kararlaştırılmamışsa bu süre, işyerlerinde haftanın çalışılan günlerine eşit ölçüde bölünerek uygulanır (Ek cümle: 10/9/2014-6552/7 md.; Değişik cümle: 4/4/2015-6645/36 md.). Yeraltı maden işlerinde çalışan işçilerin çalışma süresi; günde en çok yedi buçuk, haftada en çok otuz yedi buçuk saattir.
Tarafların anlaşması ile haftalık normal çalışma süresi, iş yerlerinde haftanın çalışılan günlerine, günde onbir saati aşmamak koşulu ile farklı şekilde dağıtılabilir. Bu hâlde, iki aylık süre içinde işçinin haftalık ortalama çalışma süresi, normal haftalık çalışma süresini aşamaz. Denkleştirme süresi toplu iş sözleşmeleri ile dört aya kadar artırılabilir (Ek cümle: 6/5/2016-6715/3 md.). Turizm sektöründe dört aylık süre içinde işçinin haftalık ortalama çalışma süresi, normal haftalık çalışma süresini aşamaz; denkleştirme süresi toplu iş sözleşmeleri ile altı aya kadar artırılabilir.
Çalışma sürelerinin yukarıdaki esaslar çerçevesinde uygulama şekilleri, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından hazırlanacak bir yönetmelikle düzenlenir.".
Görüldüğü üzere, 4857 sayılı İş Kanunu"nun 63 ve devamı maddelerinde çalışma süresi düzenlenmiş olmakla birlikte "çalışma süresi"nin tanımı yapılmamıştır. Ancak 63"üncü maddenin son fıkrası uyarınca 06.04.2004 tarihli ve 25425 sayılı Resmî Gazete"de yayımlanarak yürürlüğe giren İş Kanununa İlişkin Çalışma Süreleri Yönetmeliği"nin 3. maddesinde, "Çalışma süresi, işçinin çalıştırıldığı işte geçirdiği süredir. İş Kanununun 66. maddesinin birinci fıkrasında yazılı süreler de çalışma süresinden sayılır. Aynı Kanunun 68. maddesi uyarınca verilen ara dinlenmeleri ise, çalışma süresinden sayılmaz." şeklindeki düzenleme ile çalışma süresinden ne anlaşılması gerektiği hüküm altına alınmıştır.
Bu durumda işçinin çalıştırıldığı işte geçirdiği "fiili çalışma süresi" ile Kanunun 66. maddesi uyarınca çalıştırıldığı işte fiilen geçmemiş olsa bile çalışılmış gibi sayılan hâller de "farazi çalışma süresi" olarak çalışma süresine dâhil edilmelidir.
Yine Kanunun 63. maddesi haftalık çalışma süresinin 45 saat olduğunu hükme bağlamıştır.
Fazla çalışma ise 4857 sayılı İş Kanunu"nun 41 ila 43. maddelerinde düzenlenmiştir. Kanun"un 41"inci maddesine göre, "Ülkenin genel yararları yahut işin niteliği veya üretimin artırılması gibi nedenlerle fazla çalışma yapılabilir. Fazla çalışma, Kanunda yazılı koşullar çerçevesinde, haftalık kırkbeş saati aşan çalışmalardır. 63 üncü madde hükmüne göre denkleştirme esasının uygulandığı hâllerde, işçinin haftalık ortalama çalışma süresi, normal haftalık iş süresini aşmamak koşulu ile, bazı haftalarda toplam kırkbeş saati aşsa dahi bu çalışmalar fazla çalışma sayılmaz.".
Bu hâlde denkleştirmenin uygulandığı durumlar hariç, haftalık 45 saati aşan çalışmaların fazla çalışma sayılarak, normal saat ücretinin %50 yükseltilmesi sureti ile belirlenecek saat ücreti esas alınıp hesaplanarak işçiye ödenmesi gerekir.
Somut olaya gelince, davacı ... iş yerinde asansör montaj, tamir ve bakım işçisi olarak haftanın 6 günü 08:00-18:00 saatleri arasında çalıştığını, haftanın 4 günü ise rutin olarak 18:00-21:00 saatleri arasında apartmanlara asansör bakımına gittiğini belirterek fazla çalışma alacağının davalıdan tahsilini istemiştir. Mahkemece davacının fazla çalışma alacağına ilişkin istemi bilirkişi raporunda hesaplandığı şekliyle hüküm altına alınmış, hükme esas alınan bilirkişi raporunda ise tanık beyanları birlikte değerlendirilerek davacının haftanın 4 günü 08:00-21:00, 2 günü 08:00-18:00 saatleri arasında çalıştığının kabulüyle, haftalık çalışma süresi 19 saat olarak belirlenmiştir.
Fazla çalışma alacağına ilişkin istemin kabulüne ilişkin karar Özel Dairece, davacı işçi ile aynı işi yapan ve birlikte iş sözleşmesini feshettiği anlaşılan işçi için kabul edilen 10,5 saat fazla çalışma süresinin eldeki dava yönünden de emsal alınması gerektiğine değinilerek bozulmuştur. Özel Dairece incelenen (2014/15868 E., 2015/30227 K. sayılı ) ve emsal kabul edilmesi gerektiğine işaret edilen dosyanın davacısı ... da davacı ile aynı çalışma saatleri iddiasıyla talepte bulunmuştur. Her iki dosyada da ..."ın davacı ... olarak dinlendiği, yine davacıların birbirlerine tanıklık ettikleri ve tanık Ömer Çamel"in de davalı ... sıfatıyla beyanına başvurulduğu anlaşılmaktadır.
Eldeki davada dinlenen davacı tanıkları ... ile ... iş yerinde 08:00-18:00 saatleri arasında çalıştıklarını, ancak asansör bakımına gittiklerinden genel olarak saat 21:00"da işlerinin bittiğini ve bu şekilde haftanın 6 günü çalışltıklarını beyan etmişken, ... haftanın 6 günü en erken saat 22:00"da işi bıraktıklarını, ... ise haftanın 6 günü 08:00-17:00 saatleri arasında çalışıldığını, arıza olduğu zamanlarda apartman asansörlerinin bakımı için gittiklerini bildirmiştir. Bununla birlikte davacı ... emsal dosyada dinlenmiş olup, iş yerinde mesainin 08:00-18:00 saatleri arasında olduğunu, bazen daha geç saatlere kadar uzayabildiğini, ayda en az 5-6 gün bakım nedeniyle saat 20:00"a kadar çalışabildiklerini beyan etmiştir. ... ise emsal dosyada, haftanın 6 günü çalışıldığını mesainin 08:00-18:00 saatleri arasında olduğunu, ancak bazen saat 18:00"dan sonra da arıza için gittiklerini, arızanın durumuna göre ne kadar süreceğinin belli olmadığını bildirmiş, ..."de mesainin 08:00-17:00 saatleri arasında olduğunu, işin bazen erken bittiğini bazen de mesai sonrasında devam ettiğini beyan etmiştir.
Emsal dosyada hükme esas alınan bilirkişi raporunda ise; tanık anlatımlarının bir bütün olarak değerlendirilmesi sonucunda işçinin haftanın 5 günü 08:00-18:00 saatleri arasında, 1 günü de 08:00-20:00 saatleri arasında çalıştığının kabulü ile haftalık fazla çalışma süresi 10,5 saat olarak belirlenmiştir. Kayseri 3. İş Mahkmesinin 29.04.2014 tarihli ve 2013/526 E., 2014/240 K. sayılı kararı ile emsal işçinin fazla çalışma istemi raporda hesaplandığı şekliyle hüküm altına alınmış ve davalının temyizi sonrasında Özel Dairece anılı alacak bozma sebebi yapılmamıştır.
Yukarıda da beyanlarına yer verildiği üzere davacı emsal dosyada ayda en az 5-6 gün saat 20:00"a kadar çalışıldığını beyan etmişken, eldeki davada ayda 16 gün 21:00"a kadar çalışıldığı iddiasında bulunmuştur. Hiç kuşkusuz davacının emsal dosyada tanık olarak vermiş olduğu beyanı kendisi için bağlayıcıdır. Yine tanık ... da eldeki davada haftanın 6 günü saat 21:00"a kadar çalışıldığını belirtmişken, emsal dosyada bazen mesai saatleri dışında asansör arızalarını gidermek için çalıştıklarını arızanın durumuna göre işin ne kadar uzayacağının belli olmadığını bildirmiştir. Emsal dosya davacısı ... da dava dilekçesinde öne sürdüğü çalışma saatlerini aşan bir şekilde beyanda bulunarak eldeki davada tanıklık yapmıştır. Davacının tanık olarak verdiği ifadesi ve diğer tanıkların her iki dosyadaki beyanları değerlendirildiğinde, eldeki davada hesaplamaya esas alınan haftalık 19 saat fazla çalışma olgusunun dosya içeriğine uygun düşmediği açıktır. Bu nedenle yapılan işin niteliği, her iki dosyadaki bilgi ve beyanlar karşısında davacının haftalık 10,5 saat fazla çalışma yaptığının kabulü ile alacağı hesaplanmalı ve hesaplanan miktardan uygun bir miktar indirim yapılarak hüküm altına alınmalıdır.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, eldeki dava dosyasında davacı işçinin haftalık 19 saat üzerinden hesaplanıp mahkemece hüküm altına alınan fazla çalışma alacağının tanık beyanlarıyla kanıtlandığı, davacı tanıklarının yanısıra davalı ... tarafından da iddia edilen çalışma saatlerinin doğrulandığı, ne var ki Özel Dairece incelenen emsal dosyada davacı işçinin tanık olarak verdiği beyanının bağlayıcı nitelikte olduğu, bu nedenle davacının emsal dosyadaki beyanına göre bir değerlendirme yapılarak haftalık çalışma saatinin belirlenmesi gerektiğine değinilerek direnme kararının bu değişik gerekçe ile bozulması gerektiği ileri sürülmüş ise de, bu görüş Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
Hâl böyle olunca, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Dairenin bu yöndeki bozma kararına uyulması gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Açıklanan nedenlerle, (II) numaralı uyuşmazlık yönünden direnme kararı bozulmalıdır.
S O N U Ç: 1-Yukarıda (I) numaralı bentte açıklanan nedenlerle direnme uygun bulunduğundan davalı vekilinin işin esasına ilişkin diğer temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 22. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE,
2- Yukarıda (II) numaralı bentte yazılı nedenlerle davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerle BOZULMASINA, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 05.12.2019 tarihinde oy çokluğu ile ve kesin olarak karar verildi.
Bu alandan sadece bu kararla ilintili POST üretebilirsiniz. Bu karardan bağımsız tamamen kendinize özel POST üretmek için TIKLAYINIZ
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.