
Esas No: 2015/4093
Karar No: 2016/1678
Karar Tarihi: 17.03.2016
Yargıtay 23. Hukuk Dairesi 2015/4093 Esas 2016/1678 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi(Tüketici Mahkemesi Sıfatıyla)
Taraflar arasındaki genel kurul kararının iptali davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kabulüne yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davalı vekilince temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.
- K A R A R -
Davacı vekili, müvekkilinin davalı kooperatifin üyesi olduğunu, anasözleşmenin çağrı şeklini düzenleyen 28. maddesinde toplantı gününden en az 30 gün önce çağrı yapılması gerektiğinin düzenlendiğini, yine aynı hükümde birinci toplantıda çoğunluk sağlanamaması halinde ikinci toplantının birinci toplantıdan en az 7, en fazla 30 gün içinde yapılması gerektiğinin belirtildiğini, davalı kooperatif başkanlığının müvekkiline beslediği husumetin yasal zorunluluklara uymalarını engellemeyeceğini, davalı kooperatif tarafından toplantıya çağrılmadığını, genel kurul gündeminin bildirilmediğini, genel kurul tutanağının 5. maddesinde yönetim ve denetim kurullarının oybirliğiyle ibra edildiğinin belirtildiğini, burada hiç bir görüşme yapılmadığını, kooperatifle ilgili o kadar dava varken bunların gözardı edildiğini, davalı kooperatifin müvekkil ortağı hiç bilgilendirmediğini, toplantının usule tamamen aykırı olduğunu, birinci toplantıda katılanların yarısının bir fazlası çoğunluk yani 14 ortağın katılımının gerekeceğini, oysa kooperatifin doğrudan ikinci toplantıyı yaptığını ve yönetimin kendi yandaşı 8 kişi ile keyfi bir şekilde karar aldığını, bu sebeple genel kurulun yasaya, usule, anasözleşmeye aykırı olduğunu ileri sürerek, 29.06.2013 tarihli genel kurulun iptalini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, cevap vermemiştir.
Mahkemece, iddia, savunma, tüm dosya kapsamı ve benimsenen bilirkişi raporuna göre; davacıya genel kurul çağrısının usulsüz yapıldığı, toplantı öncesi tebligat yapıldığının ispatlanamadığı gibi çağrı sürelerine de uyulmadığı, tebligat çıkarılmış ise de bunun toplantı tarihi olan 29.06.2013 tarihinden sonra 23.07.2013 tarihinde çıkarıldığı, davacının hazirun cetvelinde imzası olmadığından karşı oyu da bulunmadığı, davanın kanunda öngörülen bir aylık süre geçtikten sonra açıldığı, genel kurul toplantısında toplantı yeter sayısı yönünden bir eksiklik olmamakla beraber davacıya davetiye tebliğ edilmeyerek katılımının engellendiği, ortağa yapılan çağrı usulsüz ise ortağın iptal davası açabileceği, genel olarak iptal davası açılabilmesi için iptali kabil kararlar yönünden toplantıya katılıp muhalefet şerhi yazdırmak ve davayı da genel kurulu takip eden bir aylık süre içinde açmak gerektiği, yoklukla malûl kararlar için muhalefet şerhi ve bir aylık süre koşulunun aranmadığı, 1163 sayılı Kanun"un 45, 49, 51, 52. maddeleri gibi emredici hükümlere aykırılığın mutlak butlan, ortakların
menfaatlerini koruyan düzenlemelere aykırılığın iptal sebebi olduğu, çağrıda usulsüzlüğün genel kurulun sırf bu nedenle iptalini gerektirmediği, bununla beraber, davacıya toplantı öncesinde hiç çağrı yapılmadığı gibi anasözleşmenin 28. maddesine göre toplantıya çağrının toplantıdan en az 30 gün önce ve en çok iki ay içinde yapılması gerektiğine dair hükümlere de uyulmadığı, çağrının toplantıdan 15 gün önce yapıldığı gibi toplantıya 26 ortaktan sadece dokuzunun katıldığı, böylece anasözleşmenin 29. maddesinde belirtilen tüm ortakların itirazsız kabulüne dair koşulun dahi yerine getirilmediği, genel kurul tutanağının (a) bendinde yazıldığı gibi bu durumdan toplantı ve karar nisaplarının etkilendiği, toplantıda ödentilerle ilgili kararlar alındığı, bu yüzden alınan kararların geçersizliği sonucu doğacağından hak düşürücü sürenin aranmadığı gerekçesiyle, davanın kabulü ile 29.6.2013 tarihli genel kurulda alınan kararların iptaline karar verilmiştir.
Kararı, davalı vekili temyiz etmiştir.
1-Dava, genel kurul kararının iptali istemine ilişkindir.
Dava, Ticaret Mahkemesi sıfatıyla Asliye Hukuk Mahkemesi"ne açılmasına rağmen mahkemece, bu konuda herhangi bir ara karar alınmaksızın 04.02.2014 tarihli tensip tutanağında sıfatı “Tüketici Mahkemesi” olarak belirlenmiş, karar da, aynı sıfatla verilmiştir.
Dava tarihi itibariyle yürürlükte bulunan 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un “Amaç” başlıklı 1. maddesinde; bu kanunun amacının, kamu yararına uygun olarak tüketicinin sağlık ve güvenliği ile ekonomik çıkarlarını koruyucu, aydınlatıcı, eğitici, zararlarını tazmin edici, çevresel tehlikelerden korunmasını sağlayıcı önlemleri almak ve tüketicilerin kendilerini koruyucu girişimlerini özendirmek ve bu konudaki politikaların oluşturulmasında gönüllü örgütlenmeleri teşvik etmek olduğu, açıklanmış; “Kapsam” başlıklı 2. maddesinde de aynen; “Bu Kanun, 1. maddede belirtilen amaçlarla mal ve hizmet piyasalarında tüketicinin taraflardan birini oluşturduğu her türlü tüketici işlemini kapsar.” hükmüne yer verilmiştir. Yine aynı Kanun"un “Tanımlar” başlıklı 4822 sayılı Kanun"la değişik 3. maddesinin (e) bendinde tüketicinin, “bir mal veya hizmeti ticari ve mesleki olmayan amaçlarla edinen, kullanan ve yararlanan gerçek ve tüzel kişiyi”; (h) bendinde tüketici işleminin, "mal veya hizmet piyasalarında tüketici ile satıcı-sağlayıcı arasında yapılan her türlü hukuki işlemi" (f) bendinde satıcının, “kamu tüzel kişileri de dahil olmak üzere ticari veya mesleki faaliyetleri kapsamında tüketiciye mal sunan gerçek ve tüzel kişileri”; (c) bendinde ise malın, “Alış-verişe konu olan taşınır eşyayı, konut ve tatil amaçlı taşınmaz malları ve elektronik ortamda kullanılmak üzere hazırlanan yazılım, ses, görüntü ve benzeri gayri maddi malları” ifade edeceği belirtilmiştir.
4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un 3/e maddesine göre tüketici, bir mal veya hizmeti ticari ve mesleki olmayan amaçlarla edinen, kullanan veya yararlanan gerçek veya tüzel kişidir. Bu tanımdan hareketle, her alıcının tüketici olmadığını söylemek mümkündür.
Kişisel ihtiyaçları dışında, belirli bir meslek icrası, belirli bir üretimde kullanma, yeniden satış, ticari olarak kullanma vs. gibi amaçlarla da alıcı olunabilir. Bir mal veya hizmeti, bu amaçlarla satın alanlar, tüketici sayılmaz.
Ticari veya mesleki amaç, alıcının amacına göre belirlenir. Amaç (saik), işlemin niteliğini belirleyen bir unsurdur.
Tüketilmek üzere piyasaya sunulan ürün ve işleri, bedeli karşılığında, edinmek, kullanmak, bu ürün ve işlerden yararlanmak, bir tüketim işlemidir. Burada özellik objektiftir ve karine, tüketme işlemidir. Tüketici de, bu işlemi yapan kişidir. (İlhan, Cengiz, Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun-Şerh, Ankara 2006, 1. Baskı, s.20).
Tüketici işlemi, tüketici ve satıcı-sağlayıcı arasında yapılan her türlü hukuki işlemi ifade eder. Ancak her türlü hukuki işlem, tüketim sonucunu doğurmaz. Satış sözleşmesi, mülkiyeti devir gayesi güden sözleşmelerin başında gelir ve tüketim amaçlı düzenlendiği takdirde Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun kapsamında kalır.
Görülmektedir ki, 4077 sayılı Kanun, ticari dağıtım zincirinin nihai halkasını oluşturan ve ekonominin nihai hedefi olan tüketicinin, satıcı karşısında daha etkin olarak korunması gereğinden hareketle düzenlenmiş ve bu koruma anlayışı tüketici hukukunun temelini oluşturmuştur.
Tüketici, üretilip piyasaya sürülen ve üretim sürecinin hiçbir aşamasında bilgi sahibi olmadığı ürün veya sunulan hizmeti satın aldığı bir ilişkide zayıf olan taraf olarak kabul edilmiş; yasa koyucu, bu kabulden yola çıkarak iradesini tüketiciyi korumak şeklinde ortaya koymuştur.
Giderek 4077 sayılı Kanun ile de bu koruma olgusunu yasal düzenleme altına alıp; üretim aşamasında bilgi sahibi olmadığı malları veya sunulan hizmetleri satın alan ve sözleşmede satıcıya karşı zayıf durumda olduğu kabul edilen tüketicinin, sonradan bu mal veya hizmetlerin ayıplı çıkması sonucu uğradığı zararın tazminini sağlama yoluna gitmiştir.
4077 sayılı Yasa"nın 23. maddesi, "Bu Kanun uygulanmasıyla ilgili olarak çıkacak her türlü ihtilaflara tüketici mahkemelerinde bakılır" hükmünü taşımaktadır.
Yukarıda ayrıntılı olarak açıklandığı üzere, kooperatif ile üyeleri arasındaki bu davada anılan Kanun"un uygulanmasıyla ilgili bir uyuşmazlık söz konusu değildir. Yasa"nın 23. maddesi hükmü, Yasa"nın uygulanmasıyla ilgili olarak çıkabilecek tüm uyuşmazlıklara ilişkin davalara tüketici mahkemelerinde bakılmasını öngörmüştür. Başka bir ifadeyle, 4077 sayılı Yasa, bir uyuşmazlığa tüketici mahkemesince bakılmasının tek koşulu olarak, uyuşmazlığın kendisinin uygulanmasıyla ilgili olarak çıkmış olmasını aramıştır.
Somut olayda, 3/h bendinde yer alan "tüketici işlemi", 3/c bendi anlamında "hizmet" bulunmamakta olup, Yasada dar kapsamlı mal ve hizmet ilişkileri, olağan tüketim işleri kapsama alınmıştır. Eldeki davada 4077 sayılı Yasa"nın uygulanması söz konusu olmadığından, olayın çözümünün genel hükümler çerçevesinde yapılması gerekir. Nitekim, aynı hususlar Yargıtay Hukuk Genel Kurulu"nun 26.02.2003 tarih ve 2003/15-127 E., 2003/102 K.; 10.11.2010 tarih ve 2010-15 E., 589 K.; 19.10.2011 tarih ve 2011/13 -538 E., 648 K. sayılı ilamlarında da açıklanmış bulunmaktadır.
Öte yandan, 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 5/3. maddesinin yürürlükte bulunduğu dönemde Asliye Hukuk Mahkemeleri ile Ticaret Mahkemeleri arasında iş bölümü ilişkisi mevcut iken, 6335 sayılı Kanun"un 2. maddesi ile 6102 sayılı Türk Ticaret Kanun’un 5. maddesinin 3 ve 4. fıkra hükümlerinde yapılan değişiklikle Asliye Ticaret Mahkemesi ile Asliye Hukuk Mahkemesi ve diğer hukuk mahkemeleri arasındaki ilişki görev ilişkisi olarak değiştirilmiş ve bu durumda göreve ilişkin usul hükümlerinin uygulanacağı hükme bağlanmıştır. Ancak, 6335 sayılı Yasa’nın 38. maddesi uyarınca 6102 sayılı TTK’na eklenen geçici 9. madde ile bu kanunun göreve ilişkin hükümlerinin, bu kanunun yürürlüğe girdiği 01.07.2012 tarihinden önce açılan davalarda uygulanmayacağı, bu davaların açıldıkları tarihte yürürlükte bulunan kanun hükümlerine tabi olduğu belirtilmiştir.
1163 sayılı Kooperatifler Kanunu"nun 99/1. maddesinde, aynı yasada düzenlenen hususlardan doğan hukuk davalarının, birbaşka anlatımla üye ile kooperatif arasındaki uyuşmazlıkların, tarafların tacir olup olmadıklarına bakılmaksızın ticari dava sayılacağı belirtilmiştir. Dava tarihinde yürürlükte olan 6102 sayılı TTK"nın 5/1. maddesi uyarınca aksine hüküm bulunmadıkça, dava olunan şeyin değerine veya tutarına bakılmaksızın Asliye Ticaret Mahkemesi tüm ticari davalara bakmakla görevlidir. Somut olayda, davacı tarafından genel kurul kararının iptali istenilmiş ve Tüketici Mahkemesi tarafından yargılamaya devam edilerek davanın kabulüne ilişkin hüküm tesis edilmiştir.
6100 sayılı HMK"nın 1. maddesindeki göreve ilişkin kuralların kamu düzenine ilişkin olduğu hükmü ile HUMK"nın 428/2. maddesinin mahkemenin görevli olmamasının mutlak bozma nedeni olduğuna ilişkin hükmü uyarınca, görev hususunun somut olayda olduğu gibi, açıkça temyize gelmese dahi temyiz mahkemesince re"sen gözetilmesi gerekmektedir.
Bu durumda, mahkemece, kooperatif üyeliğine dayalı olup, 01.07.2012 tarihinden sonra açılan ve 1163 sayılı Kooperatifler Kanunu"nun 99. maddesi uyarınca ticari dava niteliğini haiz işbu davaya davanın açıldığı şekilde Ticaret Mahkemesi sıfatıyla devam edilmesi gerekirken, duruşma tutanaklarında ve gerekçeli karar başlığında “Tüketici Mahkemesi” sıfatıyla bakıldığının belirtilmesi doğru olmamıştır.
2-Davalı vekilinin temyiz itirazlarına gelince;
a-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, davalı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan diğer temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.
b-1163 sayılı Kooperatifler Kanunu’nun 53. maddesi uyarınca, genel kurulda alınan kararların, oyunu kullanmasına haksız yere izin verilmemesi, çağrılmama, çağrının usulsüzlüğü, gündemin gereği gibi ilan veya tebliğ edilmemesi veya toplantıya ve karara yetkili olmayan kimselerin iştirak etmesi iddiaları dışında yasa, anasözleşme ve afaki iyiniyet kurallarına aykırılık halleri ileri sürülerek iptalleri isteminde bulunabilmek için, toplantıya katılan üyenin ret oyu vermesi ve karara muhalif kalarak keyfiyeti zapta geçirmesi ve davanın bu iddiaların tümü bakımından toplantıyı izleyen bir ayın içinde açılması gerekmektedir.
Kooperatiflerde genel kurul toplantısına çağrının usulsüz yapılması veya yapılmaması halinin müeyyidesinin bu toplantıda alınan kararların yokluğu mu, yoksa iptal edilebilirliği mi olduğu hususu Türk ve yabancı doktrinde tartışmalı olup, çoğunluk düşüncesi, hukuki işlemlere güvenlik getirme amacı da dikkate alınarak bu nevi sakatlıkların müeyyidesinin iptal edilebilirlik olduğu yönündedir.
Dairemizin yerleşik uygulamasına göre, 1163 sayılı Kooperatifler Kanunu"nun 45/2. ve anasözleşmenin 28. maddesi emredici nitelikte ise de, aynı Yasanın 53. maddesinde çağrıda usulsüzlük halinin genel kurula bu nedenle katılamayan ortaklara bu toplantıda alınan kararların iptali davası açma hakkı verildiğine göre, kanun koyucunun çağrıda usulsüzlük halinde bunun müeyyidesini yokluk olarak kabul etmediği anlaşılmaktadır.
Çağrının usulsüzlüğünü iddia eden taraf, genel kurul toplantısında alınan kararların yasaya, anasözleşmeye veya iyiniyet kurallarına aykırılık iddialarından birine ya da hepsine dayanması ve iddiasını ispat etmesi zorunludur. Çağrıdaki usulsüzlük, alınan kararların salt bu nedenle iptali ya da yokluğu sonucunu doğurmamaktadır.
Öte yandan, genel kurul toplantısına çağrılması gereken ortakların çağrılmaması ve gelmemeleri halinde, toplantı ve karar nisabını etkiliyorsa bu durum, kararın yok sayılmasını gerektirir. Bu nitelikteki kararların yokluğunun tespiti davası açabilmek için kararlara muhalif olmak gerekmediği gibi, açılacak dava da herhangi bir süreye tabi değildir.
1163 sayılı Kooperatifler Kanunu"nun 45/2. maddesi, "Genel kurul sözleşmede gösterilen şekil ve surette toplantıya çağrılır. Toplantı nisabı sözleşmede gösterilir. Ancak yapı kooperatiflerinin genel kurul toplantısında ortakların en az 1/4" ünün şahsen veya temsilen hazır bulunmaları şarttır." hükmünü; aynı Kanun"un 51/1. maddesi ise "Kanun veya anasözleşmede aykırı hüküm bulunmadıkça, genel kurul kararlarında ve seçimlerde oyların yarıdan bir fazlasına itibar olunur" hükmünü; anasözleşmenin 33. maddesinin 1. fıkrası, "Genel kurulun toplanabilmesi ve gündemdeki konuları görüşebilmesi için, kooperatife kayıtlı ortakların en az 1/4"ünün şahsen veya temsilen toplantıda hazır bulunması şarttır. İlk ve müteakip toplantılarda aynı nisap aranır" hükmünü; 2. fıkrada ise "Genel kurulda kararlar, ortakların en az 1/4"nün hazır olması şartıyla oylama sırasındaki mevcudun yarıdan fazlasının oyu ile alınır" hükmünü içermektedir. Anılan hükümler emredici nitelikte olup, bu hükümlere aykırılık teşkil eden genel kurul kararları, yok hükmünde olup, bu kararlar baştan beri hüküm ifade etmezler ve bunların yok hükmünde olduğunun tespiti için açılacak davalarda genel kurulda muhalefette bulunmuş olma şartı aranmayacağı gibi, bir aylık hak düşürücü süre içinde açılmış olmaları da dinlenmeleri yönünden zorunlu değildir.
Mahkemece, davacının bir aylık hak düşürücü süre geçtikten sonra dava açtığı, çağrı usulsüzlüğünün genel kurulun sırf bu nedenle iptalini gerektirmediği isabetli olarak tespit edilmiştir. Somut olayda, davacı tarafça çağrı usulsüzlüğü bulunduğu ileri sürülerek genel kurul kararlarının iptali istenilmiş ise de çağrılmayıp genel kurula katılmayan ortakların toplantı ve karar nisabını etkilemediği, 26 ortağı bulunan kooperatifte ortakların 1/4"ünden fazlasını oluşturan 9 ortağın toplantıya katıldığı ve kararların oybirliğiyle alındığı anlaşılmıştır.
Bu durumda mahkemece, çağrı usulsüzlüğü toplantı ve karar nisabını etkilemediğinden yokluk nedeni bulunmadığı, iptal edilebilirlik yönünden ise HMK"nın 114/2. madde hükmü yollamasıyla 1163 sayılı Kooperatifler Kanunu"nun 53. maddesindeki davanın bir aylık hak düşürücü süre içerisinde açılmasına yönelik dava şartının gerçekleşmediği gerekçesiyle, HMK"nın 114/2 ve 115/2. maddeleri uyarınca davanın usulden reddine karar verilmesi gerekirken, çağrı usulsüzlüğü bulunsa dahi kooperatifin tüm ortaklarının hazır bulunması halinde karar alınabileceğine ilişkin somut olaya uygun düşmeyen anasözleşmenin 29. maddesinden bahisle yanılgılı gerekçeye dayalı olarak yazılı şekilde hüküm kurulması doğru olmamıştır.
4-Kabule göre; mahkemece, 29.06.2013 tarihli genel kurul kararlarının yok hükmünde olduğu kabul edildiğine göre, anılan genel kurul kararlarının yok hükmünde olduğunun tespitine karar verilmesi ile yetinilmesi gerekirken, yok hükmünde olan kararların baştan beri hüküm ifade etmeyeceği, iptali kabil kararların ise iptal edilinceye kadar geçerli bir kararın hüküm ve sonuçlarını doğuracağı gözardı edilerek gerekçedeki tespitle çelişecek şekilde kararların “iptaline” karar verilmesi de doğru olmamıştır.
SONUÇ: Yukarıda (2) numaralı bentte açıklanan nedenlerle, davalı vekilinin diğer temyiz itirazlarının reddine, (3) numaralı bentte açıklanan nedenlerle, temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün, davalı yararına, (1) numaralı bentte açıklanan nedenlerle, re"sen BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek haline iadesine, kararın tebliğinden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 17.03.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
Bu alandan sadece bu kararla ilintili POST üretebilirsiniz. Bu karardan bağımsız tamamen kendinize özel POST üretmek için TIKLAYINIZ
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için destek@ictihatlar.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.