Abaküs Yazılım
Hukuk Genel Kurulu
Esas No: 2017/9
Karar No: 2019/1291
Karar Tarihi: 05.12.2019

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2017/9 Esas 2019/1291 Karar Sayılı İlamı

Hukuk Genel Kurulu         2017/9 E.  ,  2019/1291 K.

    "İçtihat Metni"

    MAHKEMESİ :Ticaret Mahkemesi

    Taraflar arasındaki “tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Konya 1. Asliye Ticaret Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 13.01.2012 tarihli ve 2008/81 E., 2012/5 K. sayılı karar, davalı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 29.03.2013 tarihli ve 2012/3438 E., 2013/6371 K. sayılı kararı ile;
    “…Davacı vekili, müvekkilinin davalı bankada müdür yardımcısı olarak çalışmakta iken 17.10.2007 tarihinde haksız bir şekilde görevine son verildiğini, davalı bankada görev yaptığı sırada müvekkilinin yine davalı bankada yatırım hesabının bulunduğunu, işten ayrıldıktan sonra bu hesaptaki parasını almak için davalı bankaya müracaat eden müvekkilinin, hesabındaki paranın alındığını öğrendiğini, müvekkilinin bilgisi dışında hesabındaki parasını alan davalı bankanın bu eyleminden sorumlu bulunduğunu ileri sürerek, 47.829,51 TL maddi, 10.000 TL manevi tazminatın davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
    Davalı vekili, davanın zamanaşımına uğradığını, davacının eşinin de müvekkili bankada çalıştığını ve 2003 yılında zimmetine para geçirdiğinin tespit edildiğini, davacının eşinin usulsüz işlemlerinde davacıya ait söz konusu hesabı kullandığının anlaşılması üzerine hesap üzerine bloke konulduğunu, daha sonra da hesaptaki paranın hesap mahsup edildiğini, manevi tazminat koşullarının da oluşmadığını savunarak, davanın reddini istemiştir.
    Mahkemece, iddia, savunma ve tüm dosya kapsamına göre, davacının davalı bankada bulunan yatırım hesabına, davalı banka tarafından 01.04.2004 tarihinde davacının eşi Hale Çelikmasat’ın zimmet borcuna mahsuben el konulduğu, davacının eşi de olsa üçüncü kişi konumundaki Hale Çelikmasat’ın haksız eylemine katkıda bulunduğunun ispat edilemediği, dolayısıyla banka uygulamasının doğru olmadığı ve hukuka aykırı bulunduğu, davacıya ait yatırım fonlarının dava tarihi itibariyle bedellerinin iadesinin gerektiği, davalının, davacının bankadaki hesaplarına el koymasının banka personeli tarafından öğrenildiği ve zimmet suçuna iştirak ettiği şeklinde yorumlanabileceği, davalı bankanın basiretli bir tacir gibi davranma yükümlülüğünü yerine getirmediği, davalının hukuka aykırı bu eylemi nedeniyle davacının manevi tazminata da hak kazandığı gerekçesiyle davanın kabulüne, 47.829,51 TL maddi, 10.000,00 TL manevi tazminatın faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmiştir.
    Kararı, davalı vekili temyiz etmiştir.
    1- Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre davalı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir.
    2- Dava, davalı banka çalışanı olan davacıya ait hesaptaki paraya davalı tarafından el konulmasından kaynaklanan maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir.
    MK"nun 24. ve BK"nun 49. maddeleri uyarınca kişilik hakları hukuka aykırı bir şekilde tecavüze uğrayan kişi, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat namıyla bir miktar paranın ödenmesini dava edebilir. Somut olayda, davacı ve dava dışı eşi davalı bankanın çalışanları olup davacının eşinin zimmetine para geçirmesi nedeniyle iş akdi sona erdirilmiş, zimmet borcuna mahsuben de davacının hesabındaki paraya el konulmuştur. Her ne kadar davacının zimmet eylemine katıldığı kesin olarak kanıtlanamadığından, davalı bankanın açıklanan el koyma işleminin yasal bir dayanağı bulunmamakta ise de sırf bu işlemin davacının kişilik haklarına tecavüz oluşturduğu da kabul edilemez. Bu itibarla, mahkemece yukarıda anılan yasa maddelerindeki koşulların oluşmadığı gözetilerek manevi tazminat isteminin reddine karar verilmesi gerekirken bu istemin kabulüne karar verilmesi doğru olmamış, hükmün bu nedenle bozulması gerekmiştir…”
    gerekçesi ile bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.


    HUKUK GENEL KURULU KARARI

    Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
    Dava, yatırım hesabındaki paraya usulsüz olarak el konulduğu iddiasına dayalı maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir.
    Davacı vekili; müvekkilinin davalı bankada müdür yardımcısı olarak çalışmakta iken 17.10.2007 tarihinde haksız bir şekilde işine son verildiğini, müvekkilinin davalı bankada görev yaptığı sırada yatırım hesabının bulunduğunu, bu hesabında Vakıfbank’a ait yatırım fonları olduğunu, müvekkilinin işten ayrıldıktan sonra bu hesaptaki yatırım fonlarını almak için davalı bankaya müracaat ettiğini, ancak yatırım fonlarının davalı tarafından paraya çevrilerek haksız şekilde alındığının öğrendiğini, müvekkilinin bilgisi dışında hesabındaki parasını alan davalı bankanın bu eyleminden sorumlu bulunduğunu ileri sürerek hisselerin dava tarihindeki değeri olan 47.829,51TL maddi tazminat ile 10.000,00TL manevi tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
    Davalı vekili; davacının eşinin de müvekkili bankada çalıştığını ve eşinin 2003 yılında zimmetine para geçirdiğinin tespit edildiğini, davacının eşinin usulsüz işlemlerinde davacıya ait söz konusu hesabı kullandığının anlaşılması üzerine hesap üzerine bloke konulduğunu, daha sonra da hesaptaki yatırım fonlarının paraya çevrilerek eşinin zimmet borcuna mahsup edildiğini, ayrıca manevi tazminat koşullarının da oluşmadığını savunarak davanın reddini istemiştir.
    Yerel Mahkemece; davacının davalı bankada bulunan yatırım hesabına, davalı banka tarafından 01.04.2004 tarihinde davacının eşi Hale Çelikmasat’ın zimmet borcuna mahsuben el konulduğu, davacının eşi de olsa üçüncü kişi konumundaki Hale Çelikmasat’ın haksız eylemine katkıda bulunduğunun ispat edilemediği, dolayısıyla banka uygulamasının doğru olmadığı ve hukuka aykırı bulunduğu, davacıya ait yatırım fonlarının dava tarihi itibariyle değerlerinin iadesinin gerektiği, davalı tarafından davacının hesabına el konulmasının banka personeli tarafından öğrenildiği ve bu durumun davacının da zimmet suçuna iştirak ettiği şeklinde yorumlanabileceği, davalı bankanın basiretli bir tacir gibi davranma yükümlülüğünü yerine getirmediği, davalının hukuka aykırı bu eylemi nedeniyle davacının manevi tazminata da hak kazandığı gerekçesiyle davanın kabulü ile 47.829,51TL maddi tazminat ile 10.000,00TL manevi tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmiştir.
    Davalı vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle manevi tazminat yönünden bozulmuştur.
    Yerel mahkemece, önceki gerekçelerle direnme kararı verilmiştir.
    Direnme kararı, davalı vekilince temyiz edilmiştir.
    Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davalı banka tarafından eşinin zimmet iddiası nedeniyle davacının hesabına el konulması karşısında davacının kişilik haklarının ihlal edilip edilmediği ve buradan varılacak sonuca göre manevi tazminat koşullarının gerçekleşip gerçekleşmediği noktasında toplanmaktadır.
    Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle taraflar arasında “Bankacılık Hizmetleri Sözleşmesi” bulunması karşısında sözleşmeye aykırılığın manevi tazminatı gerektirip gerektirmeyeceği üzerinde durulması gerekmektedir.
    Bilindiği gibi, borçlunun ifa etmekle yükümlü olduğu borcunu yerine getirememesi durumunda borca aykırılık meydana gelmektedir. Borca aykırı davranan kişi, bu davranışı ile neden olduğu zararı tazmin etmekle yükümlü olup, işbu yükümlülük neticesinde doğan sorumluluğa, borca aykırı davranıştan doğan sorumluluk denilmektedir. Sorumluluk bu anlamıyla tazminat borcunun kaynağını teşkil etmektedir (Oğuzman, M.K./ Öz, T.: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, İstanbul, 2006, s. 14).
    Somut olaya uygulanması gereken 818 sayılı Borçlar Kanunu’nda (818 sayılı BK) ve 01.07.2012 tarihi itibariyle yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nda (6098 sayılı TBK) borca aykırılıktan doğan sorumluluk nedeniyle manevi tazminat ödeneceğine ilişkin bir hüküm bulunmamaktadır. Sözleşmeye aykırılık tek başına manevi tazminat gerektirmez ise de, özel hâl ve şartlarda davacının kişilik haklarının zedelenmesi hâlinde haksız fiilin neticelerini doğurmakta ve manevi tazminat gerektirmektedir.
    Öncelikle belirtmek gerekir ki; 818 sayılı BK’nın 98/2. (6098 sayılı TBK’nın 114/2.) maddesi, “haksız fiillerden mütevellit mesuliyete müteallik hükümler, kıyasen akde muhalif hareketlere de tatbik olunur.” hükmünü haizdir. O hâlde sözleşmeye aykırılık nedeniyle 818 sayılı BK’nın 98/2 maddesinde yer alan bu yollama nedeniyle aynı Kanun’un 49. maddesinin uygulanması gerekmektedir. Ancak sözleşmeye aykırılık nedeniyle manevi tazminat istenebilmesi için sözleşmeye aykırı davranışın kişilik haklarının zedelenmesine neden olması gerekmektedir. Bu noktada sözleşmeye aykırılık nedeniyle meydana gelen olaylarda duyulan acı, üzüntü ile sözleşmeye aykırı davranışta bulunan borçlunun eylemi arasındaki nedensellik bağının nasıl kurulacağı önem taşımaktadır. Zira kural olarak bir para borcunun ödenmemesi alacaklının kişilik hakkını ihlal etmemekte ise de bunun neticesinde gelişen olaylar bu hakkı ihlal edebileceğinden nedensellik bağı burada kurulabilmektedir.
    Salt sözleşmeye aykırı davranışın varlığı, manevi tazminat isteminin kabulü için yeterli olmayıp aykırılığın niteliğinden veya özel hâl ve şartlar nedeniyle aynı zamanda alacaklının kişilik haklarının 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 24. maddesi anlamında zedelenmesi ve bu nedenle de 818 sayılı BK’nın 41. maddesi gereğince haksız bir eylem olarak nitelendirilebilmesi gereklidir.
    818 sayılı BK’nın 49. maddesi ile ilgili açıklamalarda bulunmadan önce TMK’nın 24. maddesine değinmekte yarar vardır. Bu maddede; “Hukuka aykırı olarak kişilik hakkına saldırılan kimse, hâkimden, saldırıda bulunanlara karşı korunmasını isteyebilir. Kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızası, daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar ya da kanunun verdiği yetkinin kullanılması sebeplerinden biriyle haklı kılınmadıkça, kişilik haklarına yapılan her saldırı hukuka aykırıdır.” hükmü yer almaktadır.
    818 sayılı BK’nın “Şahsî Menfaatlerin Haleldar Olması” başlıklı 49. maddesinde ise; “Şahsiyet hakkı hukuka aykırı bir şekilde tecavüze uğrayan kişi, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat namıyla bir miktar para ödenmesini dava edebilir. Hâkim, manevi tazminatın miktarını tayin ederken, tarafların sıfatını, işgal ettikleri makamı ve diğer sosyal ve ekonomik durumlarını da dikkate alır. Hâkim, bu tazminatın ödenmesi yerine, diğer bir tazmin sureti ikame veya ilave edebileceği gibi tecavüzü kınayan bir karar vermekle yetinebilir ve bu kararın basın yolu ile ilanına da hükmedebilir.” düzenlemesine yer verilmiştir. Görüldüğü üzere, anılan madde genel bir düzenleme olup, öngördüğü koşullar gerçekleştiğinde, ruhsal uyum dengesi sarsılanın, kişilik değerlerine saldırı nedeniyle manevi tazminat isteyebilmesi olanağı bulunmaktadır.
    Yapılan tüm açıklamalardan sonra somut uyuşmazlığa gelindiğinde; davacının davalı bankada müdür yardımcısı olarak çalıştığı, ayrıca davacı ile davalı banka arasında 07.06.2002 tarihli “Bankacılık Hizmetleri Sözleşmesi” imzalandığı ve bu sözleşme gereğince davacı adına yatırım hesabı açıldığı, davacının eşinin de davalı bankada çalıştığı ve eşi hakkındaki zimmet iddiası nedeniyle davacının söz konusu hesabına bloke konulduğu, ayrıca hesapta bulunan yatırım fonlarının 01.04.2004 ve 02.04.2004 tarihlerinde paraya çevrilerek davacının eşinin zimmet borcuna mahsup edildiği, eldeki davanın ise 06.02.2008 tarihinde açıldığı anlaşılmaktadır.
    Davacının hesabındaki yatırım fonlarına davalı banka tarafından eşinin zimmet iddiası nedeniyle el konulmasının sözleşmeye aykırı olduğu ve hiçbir hukuki dayanağının bulunmadığı görülmekle birlikte bu husus Yerel Mahkeme ile Özel Daire arasında uyuşmazlık konusu da değildir. Uyuşmazlık konusu taraflar arasındaki sözleşmeye aykırılık nedeniyle davacının kişilik haklarının ihlal edilip edilmediği noktasındadır.
    Davacının davalı bankada çalışan eşine isnat edilen zimmet eylemi 2003 yılında meydana gelmiş olup, bu iddia nedeniyle davacının eşinin iş akdine son verilmiştir. Davacının ise eşine isnat edilen eylem nedeniyle iş akdi sona erdirilmemiş ancak yer değiştirmesine karar verilerek davalı bankanın başka şubelerinde 17.10.2007 tarihine kadar çalıştırılmıştır. Davacının, hesabına el konulmasından hemen sonra işbu davayı açmadığı, ancak iş akdinin feshedilmesi sonrasında bu davayı açtığı anlaşılmaktadır.
    Davacının manevi tazminat istemi, sadece davalı bankanın taraflar arasındaki sözleşmeye aykırı davranarak hesaptaki paraya haksız yere el konulmasından kaynaklanmaktadır. Davacı yargılamanın hiçbir aşamasında eşinin zimmet iddiası nedeniyle hesabına el konulduğunu ve bu nedenle kendisinin de zan altında kaldığını ileri sürerek manevi tazminat talep etmemiştir. Başka bir deyişle davacının aynı zamanda çalışanı olduğu davalı bankanın, eşinin zimmet iddiası nedeniyle kendisine uyguladığı diğer iş ve işlemler işbu davada manevi tazminat isteminin konusunu oluşturmamaktadır.
    Bu durumda taraflar arasında imzalanan sözleşmeye aykırı davranılması nedeniyle kişilik haklarının zedelendiğinin ispat külfeti davacı üzerinde olup, davalı bankanın sözleşmeye aykırı davranışı 01.04.2004 ve 02.04.2004 tarihlerinde meydana gelmiş olması karşısında, dava tarihine kadar geçen süre zarfında sadece sözleşmeye aykırılık nedeniyle davacının kişilik haklarının zedelendiğinin ispatlanamadığı kabul edilmelidir.
    Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında; bankaların mevzuat gereğince mevduatı geri verme yükümlülüklerinin bulunduğu, davalı banka tarafından hiçbir hukuki dayanağı olmaksızın sırf eşinin zimmet iddiası nedeniyle davacının parasına el konulmuş olması başlı başına kişilik haklarının zedelenmesi sonucunu doğuracağı ve manevi tazminat şartlarının oluştuğunun kabulü gerektiği, bu nedenle direnme kararının yerinde olduğu ve miktar incelemesi için dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de; bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
    Diğer taraftan, her ne kadar gerekçeli karar başlığında dava tarihi 06.02.2008 yerine 05.11.2013 olarak gösterilmiş ise de bu yanlışlık mahallinde düzeltilebilir bir hata olarak kabul edildiğinden ayrıca bozma nedeni yapılmamıştır.
    Hâl böyle olunca; yerel mahkemece, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
    Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
    SONUÇ: Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesi atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, aynı Kanun’un 440/III-1. maddesi gereğince karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 05.12.2019 tarihinde oy çokluğuyla kesin olarak karar verildi.


    KARŞI OY

    Davacı ile davalı arasında "Bankacılık Hizmetleri Sözleşmesi" bulunmakta olup bu sözleşme nedeniyle davacı adına yatırım hesabı açılmıştır. Bu sözleşme gereğince bankaya yatırılan paraya davalı tarafından el konularak ödenmemesi nedeniyle paranın tahsili için alacak talebi yanında manevi tazminat talebinde bulunulmuştur.
    Davadaki alacak talebi yanında, manevi tazminat talebi de haksız fiil sorumluluğuna dayalı olmayıp tamamen sözleşmesel sorumluluk esasına göre açılmıştır. Bu nedenle talebin hukuki dayanağı borçlunun giderim yükümlülüğü ile ilgili olan 818 sayılı Borçlar Kanunu (BK) 96 ve 98. maddedir.
    Borçlunun giderim yükümlülüğünü düzenleyen 96. maddede, borç hiç veya gereği gibi yerine getirilmezse, borçlunun, kendisine hiç bir kusurun yüklenemeyeceğini kanıtlamadıkça, alacaklının bundan doğan zararını gidermekle yükümlü olduğu düzenlenmiştir. Bu sorumluluğun kapsamıyla ilgili olarak ise BK 98. maddede borçlunun genel olarak her türlü kusurdan sorumlu olacağı, sorumluluğun kapsamının işin niteliğine göre belirleneceği, iş borçlu için özellikle bir yarar sağlamıyorsa sorumluluğun daha az olarak değerlendirileceği belirtilmektedir.
    Bu hükümlerle birlikte değerlendirdiğimizde sözleşmeye aykırılık nedeniyle giderim yükümlülüğünden söz edebilmek için varlığı gerekli beş koşul; eylem, borca aykırılık, zarar, illiyet bağı ve kusurdur.
    Haksız fiilde zarar gören, karşı tarafın kusurunu ispatlamak zorunda iken giderim yükümlülüğünde alacaklı kusuru ispatla mükellef olmayıp, ispat yükü altında olan borçlu kusursuz olduğunu ispatlayacaktır.
    BK 98/2. madde gereğince haksız fiil sorumluluğuna ilişkin hükümler kıyasen sözleşmeye aykırılık hâllerinde de uygulanır. Haksız fiil hükümlerine gidebilmek için giderim yükümlülüğüne ilişkin düzenlemelerde bir hüküm bulunmaması gerekir.
    Giderim yükümlülüğüyle ilgili olarak kişilik hakkının zedelenmesi nedeniyle manevi tazminat özel olarak düzenlenmediğinden yapılan yollama nedeniyle haksız fiillerde kişilik haklarının zarar görmesiyle ilgili olan 818 sayılı BK 49. madde ve buna dayanak üst kural niteliğindeki 4721 sayılı TMK 24. madde hükmü de somut olayda kıyasen uygulanacaktır.
    Kişilik hakkının zedelenmesi nedeniyle manevi tazminat davasının düzenlendiği BK 49. maddede; kişilik hakkı hukuka aykırı biçimde saldırıya uğrayan kimsenin, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat adı altında bir miktar para ödenmesini isteyebileceği düzenlenmiştir.
    TMK 24. maddede ise; hukuka aykırı olarak kişilik hakkına saldırılan kimsenin, hâkimden, saldırıda bulunanlara karşı korunmasını isteyebileceği, kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızası, daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar ya da kanunun verdiği yetkinin kullanılması sebeplerinden biriyle haklı kılınmadıkça, kişilik haklarına yapılan her saldırının hukuka aykırı olduğu belirtilmiştir.
    Sözleşmeye aykırılığın manevi tazminat istemine dayanak olabilmesi için, bu aykırılığın BK 49. madde kapsamında kişilik hakkını zedeleyen bir boyutta olması gerekir. Diğer bir ifadeyle sözleşmeye aykırılıktan doğan zarar genelde maddi olup, her sözleşmeye aykırılık manevi tazminat isteme hakkı vermez ise de bu aykırılığın kişilik hakkının zedelenmesine yol açtığının kabulü gereken hâllerde manevi tazminat da istenebilecektir. Bu nedenle sözleşmeye aykırılığın kişilik hakkına saldırı teşkil edip etmediği konusunda bir genelleme yapılmaksızın her somut olayın özelliği gözetilerek bir sonuca varılmalıdır.
    Yukarıda yapılan açıklama ve sözü edilen kurallarla birlikte somut olay değerlendirildiğinde; davacıya ait yatırım hesabındaki fonlara davalı banka tarafından el konulmuş olup, davada savunma olarak davacının eşinin usulsüz işlemlerinde davacının hesabını da kullandığı ve eşin zimmet borcu nedeniyle takas edildiği ileri sürülmüştür.
    Davacının eşinin sözü edilen eylemi 2003 yılında meydana gelmiş ve işine son verilmiş olup bu olay nedeniyle davacının işine son verilmiş de değildir. Davacı, eşine isnad edilen eylemden sonra dört yıl kadar daha davalı bankada çalışmış olup çalıştığı son şubede bazı çalışanların usulsüz işlemlerine ilişkin gerekli denetim ve kontrolleri yapmayarak banka riski doğmasına neden olduğu gerekçesiyle tamamen farklı bir nedenle işine son verilmiştir.
    Dosya kapsamıyla, davacının eşiyle birlikte hareket ettiği ve eşinin eylemlerine karıştığı veya katkıda bulunduğu yönünde bir delil elde edilmemiştir. Davalı da bu yönde yeterli şüpheye ulaşmamış olmalı ki davacı ile çalışmaya devam etmiştir. Davacının eşinin yaptığı usulsüz işlemler ile davacıya ait yatırım hesabındaki işlemler bakımından bir karşılıklılık bulunmadığı da anlaşılmıştır. 10.07.2003 tarihinde hesaba yatan 27.244TL yönünden bir karşılıklılıktan söz edilmiş ise de bunun yapılan usulsüz işlemlerle ilgili olmayıp davacı ve eşinin çektiği 14.600"er TL mesken kredisinin büyük kısmının bu hesaba yatırılması ile gerçekleştiği açıkça anlaşılmaktadır.
    Tüm dosya kapsamıyla davacı hesabındaki hareketlerin davacının eşinin yaptığı usulsüz işlemlerle bağlantılı olduğu ispatlanamadığı gibi hesaptaki fonların önemli bir bölümünün de çekilen mesken kredisi yatırılmak suretiyle alındığı da açıkça anlaşılmaktadır. Davacının, eşinin eylemlerine karıştığı ispatlanmadığı için mahkemece alacak talebi kabul edilmiş ve özel daire de buna ilişkin sair temyiz itirazlarını reddetmek suretiyle mahkeme kararının doğru olduğunu belirlemiştir.
    Bu durumda banka kusursuz olduğunu ispatlayamadığından giderim yükümlülüğü bulunduğu sabit olmuştur. Bankanın bu paraya el koyması ve ödememesi nedeniyle manevi tazminatla sorumlu olup olmadığı yönünden Bankacılık Kanunundaki düzenlemelere de göz atmak gerekir.
    Davacının bankadaki hesabına 01.04.2004 tarihinde el konulmuş olup, O tarihte 4389 sayılı Bankalar Kanunu yürürlüktedir.
    Bu Kanunda, kişilerin bankaya yatırdıkları parayı geri alma hakkı özel bir önemle düzenlenmiş ve 10/3. maddede; "Türk Kanunu Medenisinin rehinlere ve 22/4/1926 tarihli ve 818 sayılı Borçlar Kanununun alacağın devir ve temlikine ilişkin hükümleri ile diğer kanunların verdiği yetkiler ve koyduğu yükümlülükler saklı kalmak şartıyla, mevduat sahiplerinin mevduatlarını geri alma hakları hiç bir suretle sınırlandırılamaz. Mevduat sahibi ile banka arasında vade ve ihbar süresi hakkında kararlaştırılan şartlar saklıdır." hükmüne yer verilmiştir.
    Bu geri alma hakkına verilen önemi gösterir biçimde 22/2. madde ile 10/3. maddedeki haklı nedenler olmadığı hâlde mevduat sahiplerinin mevduatlarını geri almalarını kasıtlı olarak engelleyen bankaların görevli veya ilgili mensuplarının bu eylemi suç olarak düzenlenmiştir.
    Bankalar Kanunu, mevduatı geri verme hakkını; özel olarak düzenlemek suretiyle, Borçlar Kanunu sınırları içinde kalan bir sözleşmeye aykırılık derecesinde görmediğini de ortaya koymuştur. Ayrıca bu eylemleri yaptırıma bağlamak suretiyle geri alma hakkının etkinliğini de sağlamaya çalışmıştır.
    Anayasamızda yer alan; özel hayatın gizliliği kapsamında hâkim kararı olmaksızın kimsenin mallarına el konulamaması (20/2), Herkesin, kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere sahip olması (12/1), kişilerin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olması (17/1) mülkiyet hakkı (35/1) hükümleri, kişilerin mevduatına kanunda belirtilen sebepler dışında el konulamayacağını da ortaya koyan ve kanunda düzenlenen geri alma hakkına da kaynaklık eden anayasal ilkelerdir.
    Herkes ayrı birey olup birbirinden bağımsız olarak temel hak ve hürriyetlere sahiptir. Birbiriyle evli olan iki kişiden birinin eylemi nedeniyle diğerinin cezalandırılması mümkün olmadığı gibi, diğerinin eylemi nedeniyle kanuni haklarından yoksun bırakılması da düşünülemez.
    Bankalar Kanununun, geri alma hakkını özel bir önemle düzenlemesi yukarıdaki hükümlerle birlikte değerlendirildiğinde kişilerin bankaya yatırdıkları paraya hızla ulaşabilmeleri ve her an geriye alabilmelerine önem verilmiş olup, kanuna aykırı olarak bu paranın verilmemesi, kişinin her an geri alma hakkı olduğu için cebinde bildiği bu paraya ulaşamaz hâle gelmesi başkaca bir neden olmasa bile kişilik hakkını zedeleyecek niteliktedir. Üstelik dahil olduğuna dair hiç bir delil olmadığı hâlde eşine isnad edilen banka parasını maledinme eylemine karışmış olduğu algısına neden olacak biçimde bu paraya el konulması kişilik hakkına saldırı boyutunu daha da somut bir noktaya getirmektedir.
    Hukukumuzda bir mahkeme kararına dayanan ihtiyati haczin uygulanarak kişinin mallarına el konulması hâlinde bile ihtiyati haczin haksızlığının anlaşılması durumunda, kişilik hakkının zedelenmesi nedeniyle manevi tazminat istenebileceği kabul edilmektedir. Burada bankanın eylemi bu durumdan daha ağır olup, hukuki dayanağı olmaksızın davacının parasına el konulmuş olması, kişilik hakkının zedelenmesi sonucunu doğuracağından manevi tazminat isteme koşulları gerçekleşmiştir.
    Davacının başka bir nedenle işten çıkarılıncaya kadar bu davayı açmamış olması da kişilik hakkının zedelenmediği anlamına gelmeyecektir. Kişinin işini kaybetme endişesi veya başka bir kişisel nedenle bu davayı geç açmış olması aleyhine yorumlanamaz. Davanın geç açılması hâlinde karşılaşılabilecek sonuç zamanaşımı olup, aradan geçen süreye bunun dışında bir sonuç atfedilemeyecektir. Zamanaşımının dolması dahi bir zarar doğmadığının kanıtı olmayıp sadece doğan zararı isteme hakkının zamanaşımı def"ine muhatap olunmakla kaybedilmiş olmasıdır. Kaldı ki dava, zamanaşımı süresi dolmadan açılmış olup, buna rağmen davanın geç açılması nedeniyle bir zarar doğmadığı ve davanın reddi gerektiği gibi bir sonuca varılması hukuken mümkün değildir.
    Belirttiğim nedenlerle manevi tazminat isteme koşulları oluştuğu için buna ilişkin direnme kararı yerinde olup miktar incelemesi yapılmak üzere özel daireye gönderilmesi gerektiği görüşünde olduğumdan, manevi tazminat istenemeyeceği gerekçesiyle hükmün bozulması yönünde oluşan değerli çoğunluk görüşüne katılamıyorum.



    Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.

    Son Eklenen İçtihatlar   AYM Kararları   Danıştay Kararları   Uyuşmazlık M. Kararları   Ceza Genel Kurulu Kararları   1. Ceza Dairesi Kararları   2. Ceza Dairesi Kararları   3. Ceza Dairesi Kararları   4. Ceza Dairesi Kararları   5. Ceza Dairesi Kararları   6. Ceza Dairesi Kararları   7. Ceza Dairesi Kararları   8. Ceza Dairesi Kararları   9. Ceza Dairesi Kararları   10. Ceza Dairesi Kararları   11. Ceza Dairesi Kararları   12. Ceza Dairesi Kararları   13. Ceza Dairesi Kararları   14. Ceza Dairesi Kararları   15. Ceza Dairesi Kararları   16. Ceza Dairesi Kararları   17. Ceza Dairesi Kararları   18. Ceza Dairesi Kararları   19. Ceza Dairesi Kararları   20. Ceza Dairesi Kararları   21. Ceza Dairesi Kararları   22. Ceza Dairesi Kararları   23. Ceza Dairesi Kararları   Hukuk Genel Kurulu Kararları   1. Hukuk Dairesi Kararları   2. Hukuk Dairesi Kararları   3. Hukuk Dairesi Kararları   4. Hukuk Dairesi Kararları   5. Hukuk Dairesi Kararları   6. Hukuk Dairesi Kararları   7. Hukuk Dairesi Kararları   8. Hukuk Dairesi Kararları   9. Hukuk Dairesi Kararları   10. Hukuk Dairesi Kararları   11. Hukuk Dairesi Kararları   12. Hukuk Dairesi Kararları   13. Hukuk Dairesi Kararları   14. Hukuk Dairesi Kararları   15. Hukuk Dairesi Kararları   16. Hukuk Dairesi Kararları   17. Hukuk Dairesi Kararları   18. Hukuk Dairesi Kararları   19. Hukuk Dairesi Kararları   20. Hukuk Dairesi Kararları   21. Hukuk Dairesi Kararları   22. Hukuk Dairesi Kararları   23. Hukuk Dairesi Kararları   BAM Hukuk M. Kararları   Yerel Mah. Kararları  


    Avukat Web Sitesi