12. Ceza Dairesi 2018/3672 E. , 2019/1063 K.
"İçtihat Metni"Mahkemesi :Sulh Ceza Hakimliği
Taksirle öldürme suçundan şüpheli ... hakkında yapılan soruşturma evresi sonucunda İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen 31/05/2017 tarihli ve 2016/56354 soruşturma, 2017/52059 sayılı kovuşturmaya yer olmadığına dair karara karşı yapılan itirazın reddine ilişkin İstanbul Anadolu 3. Sulh Ceza Hakimliğinin 21/11/2017 tarihli ve 2017/4229 değişik iş sayılı kararını kapsayan dosya incelendi.
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 160. maddesinde yer alan “Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlar. Cumhuriyet savcısı, maddî gerçeğin araştırılması ve adil bir yargılamanın yapılabilmesi için, emrindeki adlî kolluk görevlileri marifetiyle, şüphelinin lehine ve aleyhine olan delilleri toplayarak muhafaza altına almakla ve şüphelinin haklarını korumakla yükümlüdür.” şeklindeki düzenleme karşısında, Cumhuriyet savcısının soruşturma yapmak zorunda olduğu, soruşturma dosyası kapsamına göre Adli Tıp Kurumu 1. Adli Tıp İhtisas Kurulunun 26/04/2017 tarihli ve 2178 karar sayılı raporunda müteveffanın ölüm sebebinin mide yırtılmasına bağlı gelişen peritonit sonucu olduğunun belirtildiği, her ne kadar anılan raporda şüpheli doktorun kusuru bulunmadığının bildirildiği gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiği anlaşılmışsa da, Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 05/09/2013 tarihli ve 2012/19402, esas, 2013/19286 karar sayılı ilâmında da belirtildiği üzere taksirle işlenen suçlardan dolayı kusurluluk değerlendirmesinin ancak mahkeme hakimi tarafından yapılabileceği, kusurun belirlenmesi normatif bir değerlendirmeyle mümkün olmakla birlikte, konunun teknik bilgiyi gerektirmesi, hakimin hukuk bilgisiyle sorunu çözemeyeceği durumlarda, bilirkişi incelemesi yaptırılması gerektiğinde dahi, bilirkişinin inceleme yetkisi kusurlulukla ilgili olmayıp, işin tekniği ve norma aykırı davranışın belirlenmesi ile sınırlı olacağı, bilirkişi raporlarının mahkemeyi bağlayıcı değil, delilleri değerlendirme vasıtalarından biri olduğu, mahkemelerin gerekçelerini açıklamak suretiyle bilirkişi raporlarına itibar edip etmeme hususunda takdir ve değerlendirme hakkına haiz bulunduğu, bilirkişi tarafından münhasıran hakimin yetkisinde bulunan kusurluluk konusunda herhangi bir değerlendirme yapılmaması gerekmekle birlikte, bu yöndeki bir değerlendirmenin de hakimi bağlayıcı bir yönünün bulunmadığı, kaldı ki 31/07/2004 tarihli ve 25539 sayılı Resmî Gazete"de yayımlanan Adlî Tıp Kurumu Kanunu Uygulama Yönetmeliği"nin 15. maddesi uyarınca, tahkikat dosyaları üzerinde incelemeler yaparak kusur oranı tespit etme yetkisinin sadece Trafik İhtisas Dairesine ait olduğu, somut olayda Adli Tıp 1. İhtisas Kurulundan alınan raporun uyuşmazlığa ışık tutacak nitelikte bulunmadığı ve Adlî Tıp Genel Kurulu"ndan rapor alınması gerektiği gibi, 5271 sayılı Kanunun 67. maddesinin beşinci fıkrası gereğince ilgililerin itirazlarının bildirilmesi için istemde bulunabilmelerini sağlamak üzere söz konusu Adli Tıp Raporunun tebliğ edilerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerektiği, müteveffanın ölümü konusunda Yüksek Sağlık Şurası da dahil olmak üzere üniversitelerin tıp fakülteleri veya eğitim veren devlet hastanelerinden de görüş alınarak soruşturmanın buna göre sonuçlandırılması gerektiği gözetilmeden, yapılan eksik soruşturma sonucu verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair karara yapılan itirazın kabulü yerine yazılı şekilde reddine karar verilmesinde isabet görülmediğinden bahisle, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 309. maddesi uyarınca anılan kararın bozulması lüzumu Yüksek Adalet Bakanlığı"nın 08/05/2018 gün ve 94660652-105-34-1490-2018 sayılı kanun yararına bozma talebine atfen, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı"nın 16/05/2018 gün ve 2018/41312 sayılı tebliğnamesi ile daireye ihbar ve dava evrakı tevdi kılınmakla;
Dosya incelenerek gereği düşünüldü:
Oluş ve dosya kapsamına göre, sanığın dahiliye-iç hastalıkları uzmanı olduğu, kendisine ait özel kliniğinde 14/05/2015 tarihinde ölen..."e Gastroskopi ve Biyoenterik İntragastrik Balon Yerleştirilmesi işleminin yapıldığı, 14.05.2015, 16.05.2015, 18.05.2015, 21.05.2015, 29.05.2015 tarihlerinde sanık tarafından gerekli muayene ve kontrollerinin yapıldığı, patolojik bulgu saptanmadığı, medikal tedavisinin düzenlendiği, bu tarihten sonra ..."e gitmesine izin verdiği, sanığın kendi beyanına göre..."in birkaç kez rahatsızlanarak kendisini aradığını ve bulunduğu yerde iç hastalıkları ve gastroentoloji doktoruna gitmesi gerektiğini belirttiği, netice olarak ..."in 03/06/2015 tarihinde rahatsızlanarak mide kanaması sebebiyle vefat ettiği, 1. Adli Tıp İhtisas Kurulunun 26/04/2017 tarihli raporuna göre "sanık tarafından yapılan işlemlerin tıp kurallarına uygun olduğu, mevcut kayıtlara göre kişinin bu tarihten sonra İzmir’e gittiği, rahatsızlanması üzerine Uz. Dr. ...’e telefonla ulaştığı, Uz. Dr. ...’ün “Ben de kendisine iç hastalıkları ve gastroentoloji doktoruna gitmesine ve neticesini beni bilgilendirmesini söyledim. Doktora gitmiş, hiç bir sorun çıkmadığını söyledi” dediği, mevcut kayıtlarda kişinin resmi bir sağlık kuruluşuna başvurduğuna dair kayıdın bulunmadığı dikkate alındığında; ölümde Uz. Dr. ...’e kusur atfedilemeyeceğinin" belirtildiği, bunun üzerine İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığının 31/05/2017 tarihli ve 2017/52059 sayılı kararı ile sanık hakkında kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar verildiği ve ölenin dayısı müşteki ..."in vekili tarafından yapılan itiraz üzerine İstanbul Anadolu 3. Sulh Ceza Hakimliğinin 21/11/2017 tarihli ve 2017/4229 değişik iş sayılı kararı ile itirazın reddine karar verildiği olayda, müştekinin beyanı ve itiraz dilekçesi içeriğine göre ölenin bir kronik rahatsızlığının bulunmadığı ve ameliyat ile ölüm olayı arasında kısa bir süre bulunduğu dikkate alındığında, meydana gelen mide kanaması sonucu ölüm olayı ile sanığın yaptığı ameliyat arasında illiyet bağı bulunup bulunmadığı, meydana gelen ölüm olayında sanığın kusurunun bulunup bulunmadığı hususlarının tereddüte yer verilmeyecek şekilde belirlenmesi amacıyla dosyanın bir bütün olarak bir kez de Adli Tıp Genel Kuruluna gönderilerek rapor alınması ile neticesine göre sanığın hukuki durumunun belirlenmesi gerektiği değerlendirildiğinden,
Kanun yararına bozma talebine atfen düzenlenen tebliğnamedeki bozma isteği incelenen dosya kapsamına göre yerinde görüldüğünden, İstanbul Anadolu 3. Sulh Ceza Hakimliğinin 21/11/2017 tarihli ve 2017/4229 değişik iş sayılı kararının CMK"nın 309. maddesi uyarınca BOZULMASINA, müteakip işlemlerin mahallinde yapılmasına, dosyanın gereği için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 23/01/2019 gününde oybirliğiyle karar verildi.