Esas No: 2022/65
Karar No: 2022/459
Karar Tarihi: 21.06.2022
Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2022/65 Esas 2022/459 Karar Sayılı İlamı
Ceza Genel Kurulu 2022/65 E. , 2022/459 K."İçtihat Metni"
Kararı Veren
Yargıtay Dairesi : 9. Ceza Dairesi
Mahkemesi :Ağır Ceza
Sayısı : 113-197
Sanık ... hakkında çocuğun basit cinsel istismarı suçundan TCK’nın 103/1-a maddesi delaletiyle 103/1 ve 62. maddeleri uyarınca 2 yıl 6 ay hapis; kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan ise aynı Kanun’un 109/1, 109/3-f, 109/5 ve 62. maddeleri uyarınca 2 yıl 6 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına; her iki suç yönünden hak yoksunluğuna ve mahsuba ilişkin Eskişehir 2. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 05.06.2014 tarihli ve 113-197 sayılı hükümlerin katılan mağdur vekili ve sanık müdafisi tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay (Kapatılan) 14. Ceza Dairesince 07.06.2021 tarih ve 2564-4100 sayı ile;
"Katılan mağdur vekilinin temyiz isteminin incelenmesinde;
Suç tarihinde on beş yaşından küçük mağdurun velayet hakkına sahip babası olan müşteki katılan ...’ın, davaya katılmasına rağmen yüzüne verilen kararı temyiz etmemesi karşısında, yaş küçüklüğü nedeniyle tayin edilen vekilin hükümleri temyize hakkı bulunmadığından, vaki temyiz isteminin 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi gözetilerek 1412 sayılı CMUK'nın 317. maddesi gereğince reddine,
Sanık müdafisinin temyiz isteminin incelenmesine gelince;
Mağdur ile tanık ...’ın aşamalarda ayrıntı içermeyip, birbirleriyle çelişen tutarsız beyanları, savunma ve tüm dosya kapsamı nazara alındığında, sanığın üzerine atılı suçları işlediğine dair cezalandırılmasına yeter, her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delil bulunmadığı gözetilerek beraati yerine yazılı şekilde mahkumiyetine karar verilmesi,
Kanuna aykırı, sanık müdafisinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden, hükümlerin 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi gözetilerek 1412 sayılı CMUK'nın 321. maddesi gereğince bozulmasına," karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 01.07.2021 tarih ve 290240 sayı ile;
"...
İtirazın konusu;
1- Katılan mağdur vekilinin hükümleri temyize hakkının bulunduğuna,
2- Sanığa atılı suçların sabit olduğuna, dairdir.
İlamın Başsavcılığımıza teslim tarihi 25/06/2021'dir.
İtiraz nedenleri : 1- Suç tarihinde 5 yaşının ikmal etmiş bulunan 13/07/2008 doğumlu mağdur ...'ın velayetini elinde bulunduran anne ve babası olan ... ve ...'ın 06/05/2014 tarihli celsede sanıktan şikayetçi olarak kamu davasına katılma isteğinde bulundukları, keza mağdura yaş küçüklüğü nedeniyle atanan vekilin de aynı celsede sanıktan şikayetçi olup mağdur adına katılma talebinde bulunduğu, aynı celse içinde mahkemece mağdur velisi olan anne babasının kamu davasına katılmasına karar verdiği dosya kapsamı ile sabittir.
CMK'nın 237/1 maddesine göre; mağdur, suçtan zarar gören gerçek ve tüzel kişiler ile malen sorumlu olanlar, ilk derece mahkemesindeki kovuşturma evresinin her aşamasında hüküm verilinceye kadar şikâyetçi olduklarını bildirerek kamu davasına katılabilirler. CMK'nın 239/1 maddesine göre, mağdur veya suçtan zarar gören davaya katıldığında, cinsel saldırı suçu ile alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlarda, baro tarafından kendisine avukat görevlendirilmesini isteyebilir. Ancak mağdur veya suçtan zarar görenin çocuk, sağır ve dilsiz veya kendisini savunamayacak derecede akıl hastası olması halinde CMK'nın 239/2 maddesi gereğince avukat görevlendirilmesi için istem aranmaz. CMK'nın 239. maddesinin TBMM gerekçesi 'Tasarının dayandığı temel ilkelerden birisinin de mağdurun korunması olduğuna ilgili madde gerekçelerinde değinilmiştir. Bu madde, söz konusu ilkenin hayata geçirilmesini ifade eden önemli bir hüküm getirmekte; mağdura tanınan haklar çerçevesinde, maddî ve hukukî durumu elverişli olmayan katılanlara, istemleri hâlinde baro tarafından avukat seçimini öngörmektedir. Eğer katılan onsekiz yaşını henüz doldurmamış ya da sağır veya dilsiz veya kendisini savunmayacak derecede malûl ve avukatı da yoksa, avukat atanması için istem aranmaz, bu husus re’sen yerine getirilir. Türk hukukunda insan hakları alanında önemli bir anlayış değişikliğini ortaya koyan bu modern hüküm, suç ile mağdur duruma düşürülen kimselerin bir de yargılamada mağdur olmalarının önüne geçecek bir tedbir oluşturması bakımından önem taşımaktadır.' şeklindedir.
CMK'nın 2. maddesi vekili; katılan, suçtan zarar gören veya malen sorumlu kişiyi ceza muhakemesinde temsil eden avukat olarak tanımlamıştır ki bu sıfatın gereği olarak vekilin, temsil ettiği kişi veya onun yasal temsilcilerinin iradesine aykırı olmamak üzere temsil ettiği kişinin kamu davasına katılmasını isteme veya hükmü onun adına temyiz etme hak ve yetkisinin olduğu açıktır. Aksinin kabulü CMK'nın 239. maddesinin TBMM gerekçesinde açıklanan ihdas nedenini ihlal edecektir. Zorunlu vekili işlevsiz kılacak, hukuki yardıma muhtaç olduğu ve bu nedenle bir vekille temsilinde zorunluluk bulunduğu yasa hükmü ile kabul edilen mağdurun haklarının korunmasını imkansız hale getirecektir. Sanığın olduğu kadar mağdurun da adalete erişme hakkının bulunduğu düşünüldüğünde bu aynı zamanda bir hak ihlali olacaktır.
Somut olaya bakıldığında mağdurun yasal temsilsi olan anne ve babasının kamu davasına katılma isteğinin bulunması karşısında 15 yaşından küçük mağdura atanan zorunlu vekilin de bu iradeye uygun olarak mağdurun kamu davasına katılmasını isteme hakkının bulunduğu ve bu hakkı kullandığı, mahkemece mağdurun da kamu davasına katılmasına karar verildiği gözetildiğinde, katılan sıfatını kazanan mağdurun vekili olarak zorunlu vekilin mahkemece verilen hükmü, CMK'nın 242. maddesinin mağdura verdiği bir hakkın kullanılması kapsamında temyiz edebilecektir. Katılan sıfatını kazanan mağdurun yine katılan sıfatını kazanan yasal temsilcisinin hükmü temyiz etmemesine rağmen katılan mağdur zorunlu vekilinin temyiz etmiş olması, zorunlu vekil ile mağdur velisi arasında irade çatışması olduğunu göstermeyecektir. Vekil ile velayeti elinde bulunduran yasal temsilcilerin iradesinin çatışmasından ancak 15 yaşından küçük mağdurun yasal temsilcilerinin sanıktan şikayetçi olmaması halinde bahsedilebilecektir. Somut olayda böyle bir çatışma bulunmamaktadır. Bu nedenle 15 yaşından küçük katılan mağdura atanan zorunlu vekilin hükmü temyize hakkının bulunduğu düşünüldüğünden Yüksek Dairenin atılı suçlardan temyiz isteminin reddine dair kararına itiraz etmek gerekmiştir.
2- 30/01/2014 mağdurun annesi ...'ın kolluğa müracaatı ile olayın intikal ettiği, mağdurun annesinin bir gün önce sanığın pipisini mağdurun poposuna soktuğuna dair mağdurun beyanı üzerine bu başvuruyu yaptığı, mağdurun ve olay tanığı olan 8 yaş 6 aylık ...'ün birbirini doğrular mahiyette olmak üzere, 'olay günü sanığın müstakil evinin bahçesine köpek sevmek üzere birlikte gittiklerini, sonra sanıkla taş kağıt makas oyunun oynadıklarını, daha sonra sanığın mağduru evinin içine aldığını, koltuğa yüz üstü yatırarak mağdurun kıyafetinin altını çıkardığını, kendi cinsel organını çıkararak mağdurun arkasından soktuğunu' beyan ettikleri, tanık ...'ın olayı görünce korkup kaçtığı, mağdurun da bir gün sonra annesine olayı anlattığı, ayrıca farklı zamanlarda sanığın bu eylemi dört kez yaptığını beyan ettikleri,
Mağdur ve tanık ...'ın duruşmada da benzer mahiyette anlatımda bulundukları, soruşturma ve kovuşturma aşaması ifadeleri arasında esas etkili bir çelişkinin olmadığı, mağdurun yaşı da gözetildiğinde anlatım tarzından kaynaklanan farklılığın normal olduğu ve ve ilk anlatımı ile çelişkili bir durumun olmadığı,
Mağdurun ailesi ve sanık arasında suç atfına neden olabilecek bir husumetin bulunmadığı,
Hem mağdurun hem de tanığın yaş itibariyle soyuıt düşüğnme yeteneklerinin gelişmemiş olması karşısında olayı kurgulama ihtimallerinin bulunmadığı, yaşadıklarını ve gördüklerini anlatıklarının kabul edilmesi gerektiği,
Vücuda organ sokarak cinsel istismarın delili olarak 31/01/2014 tarihinde yapılan muayeneye göre filli livata bulgusunun elde edilemediği,
Mağdurun son olay dışındaki diğer olaylara dair delil bulunamadığı,
Bu itibarla, 20/01/2014 tarihinde sanığın evinin bahçesine sanığın köpeği ile oynama üzere arkadaşı tanık ...'la birlikte giden 5 yaş 6 aylık mağdur ...'ın bir süre sonra sanık tarafında evin içine çağrılarak koltuğa yüzü üstü yatırılmak ve kıyafetinin alt kısmının sıyrılma suretiyle poposuna sanığın cinsel organını sürtmesi şeklinde gerçekleşen olayda sanığın çocuğun cinsel istismarı ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçunu işlediğine dair yerel mahkeme kabulünün usul ve yasaya uygun olduğu," görüşüyle itiraz kanun yoluna müracaat etmiştir.
CMK'nın 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 9. Ceza Dairesince 15.12.2021 tarih ve 22456-10025 sayı ile; itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlıklar;
1-Katılanlar ... ve ...’ın hükümleri temyiz etmemeleri karşısında katılan mağdur ...’a CMK'nın 234/2. maddesi uyarınca görevlendirilen vekilin hükümleri temyiz etme hakkının bulunup bulunmadığının,
2-Sanığa atılı çocuğun basit cinsel istismarı ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarının sabit olup olmadığının,
Belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından;
Katılan mağdur ...’ın suç tarihinde 5 yaş 6 aylık, sanık ...’in ise 64 yaşında oldukları,
Katılan mağdur ...’ın annesi ...’ın 30.01.2014 tarihinde Kollukta alınan beyanında olay nedeniyle sanıktan şikâyetçi olduğunu belirttiği,
Eskişehir 2. Ağır Ceza Mahkemesince 14.03.2014 tarihinde düzenlenen tensip zaptında 18 yaşından küçük mağdura CMK’nın 234. maddesi uyarınca vekil tayin edilmesine karar verildiği ve bu hususta müzekkere yazıldığı, Eskişehir Barosu tarafından 05.05.2014 tarihinde yaşı küçük mağdur için vekil görevlendirmesi yapıldığı,
06.05.2014 tarihinde Mahkemede; katılan mağdurun velayet hakkına sahip olan annesi ... ve babası ...’a CMK’nın 234/1-b. maddesindeki haklarının hatırlatıldığı, katılan mağdurun anne ve babasının haklarını anladıklarını ve beyanda bulunacaklarını ifade ettikleri, olay nedeniyle sanıktan şikâyetçi olup davaya katılmak istediklerini belirttikleri, Yerel Mahkemece aynı celsede kurulan ara kararla; katılan mağdur ..., annesi ... ve babası ...’ın 5271 sayılı CMK’nın 237 ve devamı maddeleri uyarınca katılan sıfatıyla duruşma ve davaya kabullerine karar verildiği, mağdur ... vekilinin ise katılan mağdur vekili olarak dava ve duruşmalara kabulüne hükmedildiği,
Katılan mağdur vekilinin süresi içinde sunmuş olduğu dilekçeyle hükümleri temyiz ettiği,
Hükümlerin katılan ...’ın yüzüne karşı verildiği, katılan ...’a ise usulüne uygun olarak tebliğ edildiği,
Anlaşılmaktadır.
Hâkim ve mahkeme kararlarına karşı kanun yollarına müracaat hakkı bulunanlar 5271 sayılı CMK’nın 260. maddesinde gösterilmiştir. Buna göre; Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık ve katılan sıfatını almış olanlar ile katılma isteği karara bağlanmamış, reddedilmiş veya katılan sıfatını alabilecek surette suçtan zarar görmüş bulunanlar için kanun yolları açıktır.
Suçtan zarar görenlerin kanun yoluna müracaat yetkisi davaya katılma şartına bağlıdır. Nitekim CMK’nın "Mağdur ve şikâyetçinin hakları" başlıklı 234. maddesinde, mağdur ve şikâyetçinin kovuşturma evresine ilişkin hakları sayılırken 6. bentte; "Davaya katılmış olma koşuluyla davayı sonuçlandıran kararlara karşı kanun yollarına başvurma" hakkının bulunduğu belirtilmiştir. Bu nedenle CMK'nın 260. maddesi uyarınca katılan sıfatını alabilecek surette suçtan zarar görenlerin salt bu sıfatla kanun yoluna müracaat haklarının bulunduğunun kabul edilebilmesi için kamu davasından haberdar edilmemiş ya da haberdar edilmekle birlikte davaya katılma hakkının kendisine hatırlatılmamış ya da şikâyeti belirten ifadesi üzerine kendisine davaya katılmak isteyip istemediğinin sorulmamış olması gerekir. Aksi takdirde, duruşmalardan haberdar edilmiş ve katılma hakkı hatırlatılmış olan suçtan zarar görenlerin katılma isteminde bulunmadıkça kanun yoluna müracaat hakları bulunmamaktadır.
Katılma, ceza muhakemesinde mağduru, suçtan zarar göreni ya da malen sorumlu olanları koruma araçlarından birisidir. Suçun işlenmesiyle mağdur olan ya da suçtan zarar görenlerin katılma hakkını kullanmaya veya kullanmaya devam etmeye zorlanamayacağı açıktır. Bu itibarla mağdur veya suçtan zarar gören kişi kamu davasına katılmak istemeyebileceği gibi, daha sonra bu hakkını kullanmaktan da vazgeçebilecektir. Nitekim CMK'nın 243. maddesinde katılanın vazgeçmesi hâlinde, katılmanın hükümsüz kalacağı hususu düzenleme altına alınmıştır.
Katılma hakkı niteliği itibarıyla şahsa sıkı surette bağlı haklardandır. Şahsa sıkı surette bağlı haklar kanunda tek tek sayılmamakla birlikte genel olarak öğretide, kişinin sadece kendisinin kullanabileceği, başkasına devredilemeyen ve miras yoluyla geçmeyen haklar olarak açıklanmaktadır. Bu tür haklar insanın kişiliğini yakından ilgilendirdiğinden, bunların kullanılmasına karar verme yetkisi başkasına bırakılmamıştır. Örneğin; evlenme, nişanlanma, nişanı bozma, evlat edinilmeye razı olma gibi… Katılmanın şahsa sıkı surette bağlı bir hak olmasının bir sonucu olarak katılanın ölümüyle katılma hükümsüz kalacaktır. Ancak mirasçıların katılanın haklarını takip etmek üzere davaya katılabilmeleri de mümkündür.
Diğer taraftan; 5271 sayılı CMK’nın getirdiği önemli yeniliklerden birisi de mağdur, şikâyetçiler ve katılanların tıpkı şüpheli ve sanıklar gibi belirli şartlarda baro tarafından görevlendirilen avukatın hukuki yardımından yararlanma haklarına kavuşturulmasıdır. CMK’nın 234/1. maddesine göre mağdur ve şikâyetçilerin, CMK'nın 239/1. maddesine göre de katılanın, vekili bulunmaması hâlinde cinsel saldırı suçu ile alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlarda, baro tarafından kendisine avukat görevlendirilmesini isteme hakkı bulunmaktadır. CMK'nın 234/2 ve 239/2. maddelerine göre de eğer mağdur veya katılan onsekiz yaşını doldurmamış, sağır veya dilsiz ya da meramını ifade edemeyecek derecede malûl olur ve bir vekili de bulunmazsa, istemi aranmaksızın bir vekil görevlendirilecektir.
Anılan Kanun'un 239. maddesinin tasarı gerekçesinde bu haklarla ilgili şu açıklamalara yer verilmiştir; "Tasarının dayandığı temel ilkelerden birisinin de mağdurun korunması olduğuna ilgili madde gerekçelerinde değinilmiştir. Bu madde, söz konusu ilkenin hayata geçirilmesini ifade eden önemli bir hüküm getirmekte; mağdura tanınan haklar çerçevesinde, maddî ve hukukî durumu elverişli olmayan katılanlara, istemleri hâlinde baro tarafından avukat seçimini öngörmektedir. Eğer katılan onsekiz yaşını henüz doldurmamış ya da sağır veya dilsiz veya kendisini savunmayacak derecede malûl ve avukatı da yoksa avukat atanması için istem aranmaz, bu husus re’sen yerine getirilir. Türk hukukunda insan hakları alanında önemli bir anlayış değişikliğini ortaya koyan bu modern hüküm, suç ile mağdur duruma düşürülen kimselerin bir de yargılamada mağdur olmalarının önüne geçecek bir tedbir oluşturması bakımından önem taşımaktadır."
Görüldüğü üzere on sekiz yaşını doldurmamış, sağır veya dilsiz ya da meramını ifade edemeyecek derecede malul olanlara avukat görevlendirilebilmesinin ön şartı vekillerinin bulunmamasıdır. Reşit olup kısıtlanmayan sağır veya dilsizler dışında bu kişilerin bir avukatla vekâlet ilişkisi kuramayacakları açıktır. O hâlde kanunda kastedilen, kanuni temsilcilerinin bu kişileri temsilen bir avukat görevlendirmemiş olmasıdır. Bu itibarla mağdur küçük veya malul kişinin kanuni temsilcisinin mağdur adına avukat görevlendirmiş olması durumunda artık CMK'nın 234/2. ve 239/2. maddeleri uyarınca mahkemenin barodan avukat görevlendirilmesini istemesi mümkün değildir.
Nitekim Ceza Muhakemesi Kanunu Gereğince Müdafi ve Vekillerin Görevlendirilmeleri İle Yapılacak Ödemelerin Usul ve Esaslarına İlişkin Yönetmeliğin "Müdafi veya vekillerin görevlendirilmesi" başlıklı 5. maddesinin 5. bendinde ; "Ceza Muhakemesi Kanunu gereğince mağdur veya suçtan zarar gören için zorunlu olarak vekil görevlendirilmesi gereken hâllerde istemi aranmaksızın barodan bir vekil görevlendirmesi istenir. Ancak bunun için mağdur veya suçtan zarar görenin vekilinin olmaması şarttır" denilmektedir.
Katılma, mağdur ve şikâyetçilere avukat görevlendirilmesi ile ilgili bu açıklamalardan sonra; onsekiz yaşını doldurmamış, sağır veya dilsiz ya da meramını ifade edemeyecek derecede malul kişilerin davaya katılma usulünün nasıl olması gerektiği ve bu konuda mağdur, mağdurun kanuni temsilcisi ve mağdur için görevlendirilen vekilin beyanları arasında çelişki olması durumunda hangisinin beyanına üstünlük tanınacağı hususları üzerinde durulmalıdır.
Katılma konusunda asıl hak sahibi olan kişi suçun mağduru veya suçtan zarar görenin bizzat kendisidir. Fakat bu hâlde suçun mağduru veya suçtan zarar görenin yaşının küçük ya da malul olması durumunda bu hakkını kullanmasında yani fiil ehliyetinde bir sorun bulunmaktadır.
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun fiil ehliyetine ilişkin hükümleri gözden geçirildiğinde, şu şekilde hükümler bulunduğu görülmektedir.
1- Ayırt etme gücü bulunmayanların, küçüklerin ve kısıtlıların fiil ehliyeti bulunmamaktadır (m.14).
2- Kanun’da gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, ayırt etme gücü bulunmayan kimsenin fiilleri hukuki sonuç doğurmayacaktır (m.15).
3- Ayırt etme gücüne sahip küçükler ve kısıtlılar, yasal temsilcilerinin rızası olmadıkça, kendi işlemleriyle borç altına giremezler, ancak karşılıksız kazanmada ve kişiye sıkı sıkıya bağlı hakları kullanmada bu rıza gerekli değildir. Bunun yanında ayırt etme gücüne sahip küçükler ve kısıtlılar haksız fiillerinden sorumludurlar (m. 16).
Katılmanın niteliği itibarıyla şahsa sıkı surette bağlı haklardan olması ve Türk Medeni Kanunu’nun anılan hükümleri birlikte gözetildiğinde; suçun mağduru olan küçük veya kısıtlı, ayırt etme gücüne sahip ise davaya katılma veya katılmama noktasında iradesine bakılacak kişi mağdurun bizzat kendisi olup gerek kanuni temsilcisinin gerek baroca görevlendirilen vekilin bu konudaki beyanının bir önemi olmayacaktır. Ancak suçun mağduru olan küçük veya kısıtlı ayırt etme gücüne sahip değil ise, katılma ile ilgili kendisinin iradesinin önemi bulunmamaktadır. Böyle bir hâlde, katılma konusundaki haklarını onun yerine kanuni temsilcisi kullanabilecektir.
Nitekim 15.04.1942 tarihli ve 14-9 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı ve Ceza Genel Kurulunun 15.02.1972 tarihli ve 43-50 ile 02.03.2004 tarihli ve 44-58 sayılı kararlarında; "ayırt etme gücüne sahip (sezgin) küçüklerin doğrudan doğruya kişiliklerine karşı işlenmiş bulunan suçlardan dolayı dava ve şikâyet hakkına sahip oldukları" sonucuna ulaşılmıştır.
Yapılan bu açıklamalardan sonra ayırt etme gücünden ne anlaşılması gerektiği ve kimlerin ayırt etme gücünün bulunduğunun belirlenmesi önem arz etmektedir.
Mülga 743 sayılı Medeni Kanun’daki "temyiz kudreti" kelimesinin karşılığını oluşturan ayırt etme gücü, 4721 sayılı Medeni Kanun’da; yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk ya da bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkesin ayırt etme gücüne sahip olduğu şeklinde açıklanmıştır. Öğretide genel olarak ayırt etme gücü, "kişilerin makul surette hareket edebilme, fiillerinin sebep ve sonuçlarını idrak edebilme yeteneğine ayırt etme gücü denir" şeklinde tanımlanmaktadır. Medeni Kanun kişinin hangi yaştan itibaren temyiz kudretine sahip bulunduğuna ilişkin bir sınır getirmediğinden küçüğün yaşının temyiz kudretini etkileyip etkilemediğinin her olayın özelliğine göre ayrı ayrı değerlendirilmesi gerekmektedir. Örneğin; 9 yaşındaki ilköğretim öğrencisi bir küçüğün kırtasiyeden ihtiyacı olan kalemi satın alırken ayırt etme gücüne sahip olduğu söylenebilecek ise de bir ev veya araba satın almaya kalkması hâlinde aynı sonuca varılmayacaktır.
Ceza muhakemesinde davaya katılma bakımından ayırt etme gücü; kişinin kamu davasına katılma veya katılmamanın doğuracağı hukuki sonuçları algılayıp, makul bir seçimde bulunabilmesidir. Davaya katılma bakımından ayırt etme gücü, mağdurun yaşı ve ayırt etme gücüne etki eden kişisel durumu kadar, mağdura karşı işlendiği iddia olunan suçun özellik ve niteliği ile de ilgilidir.
Medeni Kanun’da ayırt etme gücü bakımından asgari bir yaş sınırı gösterilmediği gibi Ceza ve Ceza Usul Kanunlarımızda da gerek katılma, gerekse katılma ile bağlantılı kurumlar olan şikâyet ve rıza bakımından da asgari bir yaş sınırı kabul edilmemiştir.
5237 sayılı TCK’nın 6/1-b maddesinde, "henüz 18 yaşını doldurmamış kişi" olarak tanımlanan çocuk kavramının, kanun koyucu tarafından cinsel dokunulmazlığa karşı suçların düzenlendiği bölümde, "onbeş yaşını bitirmiş", "onbeş yaşını tamamlamamış" şeklinde iki ayrı dönem olarak ele alındığı görülmektedir. Buna göre bu bölümde "onbeş yaşını tamamlamamış" çocuklar ile "onbeş yaşını bitirmiş olup da onsekiz yaşını tamamlamamış" olan çocuklara karşı işlenen cinsel suçlar farklı kategoride mütalaa edilmiştir. TCK’nın 103/1-a maddesinde, "onbeş yaşını tamamlamamış" olan çocuklara karşı her türlü cinsel davranış cinsel istismar olarak tanımlanmışken, aynı maddenin (b) bendinde ise; diğer çocuklar ifadesiyle "onbeş yaşını bitirmiş olup da onsekiz yaşını tamamlamamış" olan çocuklar kastedilerek bunlara karşı sadece cebir, tehdit, hile veya iradeyi etkileyen başka bir nedene dayalı olarak gerçekleştirilen cinsel davranışların cinsel istismar suçunu oluşturabileceği kabul edilmiştir. Böylece kanun koyucu bu maddede "onbeş yaşını bitirmiş olup da onsekiz yaşını tamamlamamış" olan çocuklara karşı rızalarıyla işlenen cinsel davranışları cinsel istismar suçu kapsamına almamış ve bu kategorideki çocukların rızalarına önem vermişken, "onbeş yaşını tamamlamamış" çocuklara karşı yapılan her türlü cinsel davranışı rızaları olsa bile çocukların cinsel istismarı suçu kapsamına almıştır. Aynı Kanun’un 104. maddesinde de; cebir, tehdit ve hile olmaksızın, onbeş yaşını bitirmiş olan çocukla cinsel ilişkide bulunmayı şikâyete bağlı ayrı bir suç olarak düzenlemiştir.
Yine Türk Ceza Kanunu'nun yaş küçüklüğünün ceza sorumluğuna etkisine ilişkin 31. maddesinde; 12 yaşından küçüklerin hiçbir şekilde kusur yeteneğinin olmadığı, 15 yaşından büyüklerin ise kural olarak bu yeteneğe sahip oldukları, 12-15 yaş grubunda olanların ise kusur yeteneğinin olup olmadığına her somut olayın özelliğine göre mahkemece karar verileceği benimsenmiştir.
Bu düzenlemelerden hareketle ve bu konuda uygulamada oluşan tereddütlerin giderilip yeknesak bir uygulamanın sağlanabilmesi için, herhangi bir malullüğü bulunmayan çocukların mağdur oldukları suçlara ilişkin olarak beyanda bulundukları tarihte 15 yaşından küçük olmaları hâlinde ceza muhakemesinde davaya katılma bakımından ayırt etme gücüne sahip olmadıkları, 15 yaşından büyük olmaları hâlinde ise bu yeteneğe sahip oldukları kabul edilmelidir. Nitekim Ceza Genel Kurulunun 03.06.2008 tarihli ve 56-156 sayılı kararında 14 yaşındaki, 27.01.2009 tarihli ve 145-8 sayılı kararında da 10 yaşını tamamlamayan küçüğün cinsel istismar suçunda katılma açısından ayırt etme gücünün bulunmadığına karar verilmiştir.
Katılma konusunda ayırt etme gücüne sahip olmayan küçük veya kısıtlının kanuni temsilcisinin iradesi ile mağdura CMK'nın 234/2. maddesi uyarınca görevlendirilen vekilinin iradesi çeliştiği takdirde hangisinin iradesine üstünlük tanınacağının belirlenmesine gelince;
Ceza Genel Kurulunun 03.06.2008 tarihli ve 56-156 sayılı kararında 14 yaşındaki, 27.01.2009 tarihli ve 145-8 sayılı kararında ise 10 yaşını tamamlamayan küçüğün cinsel istismar suçu bakımından davaya katılma noktasında ayırt etme gücünün bulunmadığı ve çocuk ile görevlendirilen vekilin iradesinin uyuşmaması hâlinde CMK'nın 234/2. maddesi uyarınca kendisi için görevlendirilen vekilin iradesine üstünlük tanınması gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
Ergin olmayan küçükler anne ve babasının velâyeti altında bulunmakta, hâkim tarafından vasi atanması gerekli görülmedikçe kısıtlanan ergin çocuklar da anne ve babasının velâyeti altında kalmaktadır. Anne ve baba, Medeni Kanun hükümlerine göre çocuğun bedensel, zihinsel, ruhsal, ahlaki ve toplumsal gelişimini sağlamak ve korumakla yükümlü olup çocuğun aynı zamanda temsilcisidir. Üçüncü kişilere karşı çocuğu velâyet hakkı çerçevesinde anne baba temsil etmektedir. Ancak 4721 sayılı TMK'nın 337/1. maddesi uyarınca anne ve baba evli değilse velâyet kural olarak anneye ait olacaktır.
Anne-babanın kişilik haklarının bir parçası olan velâyet hakkı, başkasına devredilemediği gibi bu haktan feragat da edilememektedir. Kanuni bir neden olmadıkça kaldırılamayan ve kısıtlanamayan velâyet hakkı, sadece anne ve babaya, çocuk evlat edinilmiş ise evlat edinene tanınmıştır. Ancak bu hakta mutlak ve sınırsız olmayıp, sınırını "çocuğun yararı" ilkesi oluşturmaktadır.
Mağdura barodan görevlendirilen vekil, küçük ve malül ile onun kanuni temsilcisine ceza muhakemesinde yardımcı olacak kişidir. Başka bir anlatımla, bu hukuki yardım görevi, kanuni temsilcinin kanundan kaynaklanan yetkilerini bertaraf etmemektedir. Kanuni temsilcinin küçük veya malule kendi vekil görevlendirdiği takdirde CMK'nın 234/2 ve 239/2. maddelerine göre barodan avukat görevlendirilmesi söz konusu olmayacağı gibi, kanuni temsilcinin küçük veya malule sonradan vekil görevlendirmesi hâlinde mahkemenin talebi üzerine baro tarafından belirlenen vekilin görevi sona erecektir.
Şüpheli ve sanıklar bakımından müdafisinin ayrıca bir karara ihtiyaç kalmaksızın kanun yoluna müracaat edilebilmesi mümkündür. Buna karşın mağdur vekilinin mağdur adına kanun yoluna müracaat edebilmesi ancak mağdurun katılan sıfatı almasına, başka bir deyişle ancak kısıtlı mağdurun kanuni temsilcisinin iradesine bağlıdır. Bunun yanında kanun, mağdur vekiline doğrudan küçük adına davaya katılma talep etme yetkisi vermemektedir. Mağdur, kanuni temsilcisinin iradesine uygun olarak katılan sıfatını aldıktan sonra mağdura atanan vekil veya mağdur için vekaletname ile görevlendirilen vekil gerek hüküm verilinceye kadar gerekse hüküm verildikten sonra mağdurun mümeyyiz kabul edilmediği süre boyunca açık bir şekilde mağdurun kanuni temsilcilerinin mağdurun menfaatleri hususunda gerekli gördüğü kanun yollarına müracaat etmek, tahliye kararına itiraz etmek gibi işlemleri kanuni temsilcinin her bir tasarruf için ayrı ayrı onayını almadan yapabilecektir. Bu şekilde kanunkoyucu yaşı küçük mağdurun, vekili aracılığıyla hukuki yardımdan istifade ederek menfaatlerinin korunmasını amaçlamıştır. Yaşı küçük mağdur için görevlendirilen avukat veya vekaletname ile görevlendirilen avukatın yaptığı her işlemde yapılan işlemler için davaya katılma talep eden kanuni temsilcilerin tekrar tekrar muvafakat göstermesini beklemek vekillik müessesesinin de amacına aykırı düşecek ve temsil edilen kişi açısından katlanılması ağır bir yük oluşturacaktır. Bu nedenledir ki kanunkoyucu açık bir şekilde CMK’nın 261. maddesinde avukatın, müdafiliğini veya vekilliğini üstlendiği kişilerin açık arzusuna aykırı olmamak şartıyla kanun yollarına başvurabileceği belirtilmektedir. Maddede belirtilen avukat tabirine baro tarafından mağdurlara görevlendirilen avukatlar da dahildir. Bu düzenlemede kanun yollarına başvuru yetkisi açısından ele alındığı üzere, kanuni temsilci asil olup vekilin yetkileri asilden fazla olamayacaktır.
Bu nedenlerle, katılma konusunda ayırt etme gücü olmayan mağdur küçük veya malulün kanuni temsilcisi ile CMK'nın 234/2. madde ile görevlendirilen vekilin iradelerinin çelişmesi hâlinde kanuni temsilcinin iradesine üstünlük tanınmalıdır.
Diğer taraftan, davaya katılma mağduru hukuken yükümlülük altına sokan bir işlem olmayıp mağdurun haklarının korunması açısından yararınadır. Dolayısıyla çocuğun kanuni temsilcisinin açık biçimde temsil görevini kötüye kullanarak çocuğun mağdur olduğu bir suçtan açılan kamu davasına katılmaması hâlinde Çocuk Koruma Kanunu ve Medeni Kanun hükümleri uyarınca gerekli koruyucu tedbirlerin alınması mümkündür.
Mağdurun kanuni temsilcisinin, mağdura karşı işlenen suçun sanıklarından birisi olması veya sanıkla arasında akrabalık ilişkisi bulunması gibi kanuni temsilcinin menfaati ile küçüğün veya kısıtlının menfaatinin çatışması durumunda ise Medenin Kanun'un 426/2. maddesi uyarınca işlem yapılmalı ve kayyım atanması sağlanmak suretiyle, kayyımın iradesine üstünlük tanınarak mağdurun davaya katılıp katılmayacağı sorunu çözümlenmelidir.
Ceza Genel Kurulunun 13.10.2020 tarihli ve 80-416 sayılı, 12.03.2019 tarihli ve 46-84 sayılı, 24.10.2017 tarihli ve 499-430 ile 500-431 sayılı, 20.05.2014 tarihli ve 287-273 sayılı ve 02.12.2014 tarihli ve 28-537 sayılı kararlarında ise mağdurun kanuni temsilcisi ile mağdura CMK'nın 234. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca görevlendirilen vekilin iradelerinin çelişmesi hâlinde, kanuni temsilcinin iradesine üstünlük tanınması gerektiğinin belirtildiği, bu bağlamda, kanuni temsilcinin şikâyetçi olmadığını, davaya katılmak istemediğini, şikâyetçi olup davaya katılmak istemediğini belirttiği gibi hâllerde mağdur için kanuni temsilcinin katılma talep etmediği hâllerde mağdur vekilinin hükmü temyize hakkının olmadığı ifade edilmiştir. Özel Ceza Dairelerinin istikrarlı uygulamaları da bu doğrultudadır. Nitekim Ceza Genel Kurulu 13.03.2018 tarihli ve 136-98 sayılı kararında; "…mağdurenin kanuni temsilcisi olan Ömer Togay'ın usule uygun şekilde katılması ve mağdurenin CMK'nun 234/2. maddesi uyarınca görevlendirilen vekilinin, kanuni temsilcinin iradesine uygun şekilde hükmü temyiz etmesi karşısında, Özel Dairece temyiz incelemesi yapılması gerekirken baroca görevlendirilen vekilin davaya katılma ve hükmü temyiz etme hakkının bulunmadığından bahisle temyiz isteminin reddine karar verilmesi hukuka aykırıdır." sonucuna varmıştır.
Bu bilgiler ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Katılan mağdurun annesi ve babasının Mahkemede; sanıktan şikâyetçi ve davacı olduklarını belirttikleri, dava ve duruşmalara katılan sıfatıyla kabullerine karar verildiği, yargılama sürecinde katılan mağdur ... ve katılanlar Ercan ile Emine’nin sanık hakkındaki şikâyetlerinden vazgeçtiklerine dair bir beyanda bulunmadıkları, yürütülen yargılama sonucunda Yerel Mahkemece kurulan mahkûmiyet hükümlerinin sanık müdafisi ve katılan mağdur vekili tarafından süresinde temyiz edildiği anlaşılan olayda;
Suçun mağdurunun yaş küçüklüğü nedeniyle ayırt etme gücüne sahip olmadığı hâllerde katılma konusundaki haklarını onun yerine kanuni temsilcisinin kullanabileceği ve baroca atanan vekilin kanun yoluna başvurma yetkisini kazanmasının ancak kısıtlı mağdurun kanuni temsilcisinin iradesine, başka bir deyişle davaya katılmasına bağlı olması, olayın mağdurunun annesi ve babasının sanık hakkında şikâyetçi olup davaya katılmış olmaları, Yerel Mahkemece mağdur ile kanuni temsilcilerinin duruşmalara katılan sıfatıyla devam etmelerine karar verilmesi, katılanlar ...’ın sanık hakkında verilen hükümleri temyiz etmemelerinin katılma isteminden vazgeçtikleri yönünde yorumlanmasına hukuken imkân bulunmaması ve katılanlar ... ile katılan mağdur vekilinin iradelerinin çeliştiği sonucunu da doğurmaması hususları birlikte gözetildiğinde katılan mağdurun, kanuni temsilcilerinin iradelerine uygun olarak kanun yoluna başvurma yetkisini kazanan vekilinin sanık hakkında verilen hükümleri temyiz etmeye hakkının olduğunun kabulünde zorunluluk bulunmaktadır.
Bu itibarla haklı nedene dayanan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazının kabulüne, Özel Dairenin katılan mağdur vekilinin temyiz isteminin reddine dair kararı ile bozma kararının kaldırılmasına ve dosyanın temyiz incelemesi yapılmak üzere Özel Daireye gönderilmesine karar verilmelidir.
Ulaşılan bu sonuç karşısında; sanığa atılı çocuğun basit cinsel istismarı ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarının sabit olup olmadığına ilişkin diğer uyuşmazlık konusu değerlendirilmemiştir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1-Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,
2-Yargıtay (Kapatılan) 14. Ceza Dairesinin 07.06.2021 tarihli ve 2564-4100 sayılı katılan mağdur vekilinin temyiz isteminin reddi ve çocuğun basit cinsel istismarı ile kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarından verilen hükümlere ilişkin bozma kararının KALDIRILMASINA,
3-Sanık müdafisinin temyiz isteminin yanında katılan mağdur vekilinin temyiz talebinin de değerlendirilmesi suretiyle temyiz incelemesi yapılmak üzere dosyanın, Yargıtay 9. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 21.06.2022 tarihinde yapılan müzakerede oy birliğiyle karar verildi.