Abaküs Yazılım
Hukuk Genel Kurulu
Esas No: 2017/2180
Karar No: 2019/1275
Karar Tarihi: 03.12.2019

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2017/2180 Esas 2019/1275 Karar Sayılı İlamı

Hukuk Genel Kurulu         2017/2180 E.  ,  2019/1275 K.

    "İçtihat Metni"

    MAHKEMESİ :İş Mahkemesi


    Taraflar arasındaki “maddi ve manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İskenderun 2. İş Mahkemesince maddi tazminat yönünden davanın kabulüne, manevi tazminat yönünden davanın kısmen kabulüne dair verilen 08.09.2014 tarihli ve 2013/46 E., 2014/336 K. sayılı karar davalı vekili tarafından temyiz edilmekle Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin 13.10.2015 tarihli ve 2015/2372 E., 2015/18249 K. sayılı kararı ile:
    "…1-Dosyadaki yazılara, toplanan delillere, hükmün dayandığı gerektirici nedenlere, temyiz edenin sıfatına, temyizin kapsamına ve nedenlerine göre, davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışındaki diğer temyiz itirazlarının reddine,
    2-Dava 16.04.2003 tarihinde meydana gelen iş kazası sonucu %82,00 oranında sürekli iş göremezliğe uğrayan sigortalının maddi ve manevi zararlarının giderilmesi istemine ilişkindir.
    Mahkemece davacının sürekli iş göremezlik oranın Sosyal Sigorta Yüksek Sağlık Kurulunun 02.07.2014 tarihli kararıyla kesinleştiği, zaman aşımının bu tarihten itibaren işlemeye başlayacağının kabulü ile maddi tazminat isteminin kabulüne, manevi tazminat isteminin ise kısmen kabulüne, karar verilmiş ve bu karar süresinde davalı şirket vekili tarafından temyiz edilmiştir.Mahkemece kurulan hüküm aşağıda açıklanan nedenlerle isabetli değildir.
    Uyuşmazlık zaman aşımına ilişkindir.
    Dava konusu olay nedeniyle, davacı 18.02.2008 tarihli kısmi dava dilekçesi ile fazlaya ilişkin haklarını saklı tutarak 1.000,00-TL maddi tazminat ve 50.000,00-TL manevi tazminat istemli olarak dava açmış, bu dava görülmekte iken 07.04.2014 tarihinde maddi tazminata ilişkin istemini ıslah yoluyla artırmış ve mahkemece davacının maddi tazminat ile ilgili hüküm kurulması sırasında ıslah konusu maddi tazminat istemi de dikkate alınmıştır.
    İş kazası sonucu sürekli iş göremezlik nedeniyle uğranılan zararın giderilmesi amacıyla açılan maddi ve manevi tazminat davalarında; zamanaşımı süresi gerek olay tarihinde yürürlükte bulunan Borçlar Kanunu"nun 125. maddesi ve gerekse yürürlükteki 6098 sayılı yasanın 146. maddesi gereğince haksız fiilin meydana geldiği tarihten itibaren 10 yıldır. Uyuşmazlık bu tür davalarda uygulanmakta olan 10 yıllık zaman aşımı süresinin hangi tarihte başlatılması gerektiği noktasında toplanmaktadır.
    Uygulama ve öğretide kabul edildiği üzere, zamanaşımı failin ve zararın öğrenildiği tarihten başlatılmalıdır. Zarar görenin zararı öğrenmesi demek, zararın varlığı, mahiyeti ve esaslı unsurları hakkında bir dava açma ve davanın gerekçelerini göstermeye elverişli bütün hal ve şartları öğrenmiş olması demektir. Vücut bütünlüğünün ihlalinden doğan zarar, ancak bakım ve tedavi sonucunda düzenlenen hekim raporuyla belirli bir açıklığa kavuşur. Bedensel zararın gelişim, gösterdiği durumlarda zamanaşımına başlangıç olarak hastalık seyrinin yani gelişimin tamamlandığı tarihin esas alınması gerekir.
    Dava konusu olayda nefes borusu ezilerek ses tellerinden zarar gören davacı bakımından değişen ve gelişen bir durumun söz konusu olmadığı giderek olayla birlikte zararın öğrenildiği ve zaman aşımının başlangıç tarihinin olay tarihi olduğu ortadadır. Hal böyle olunca, maddi tazminat isteminin artırılmasına ilişkin ıslaha karşı süresi içerisinde ileri sürülen zamanaşımı def"i nin kabul edilerek, ıslahla artırılan maddi tazminat isteminin reddi yerine, yazılı şekilde ıslah konusu maddi tazminat istemini de kapsar biçimde, maddi tazminat isteminin kabulüne karar verilmesi hatalı olmuştur.
    Mahkemece yukarıda açıklanan maddi ve hukuksal olgular dikkate alınmadan, yazılı şekilde hüküm kurması usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
    O halde, davalı şirket vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul olunmalı ve hüküm bozulmalıdır…"
    gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.


    HUKUK GENEL KURULU KARARI

    Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
    Dava, iş kazası nedeniyle maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir.
    Davacı vekili; müvekkilinin davalı iş yerinde çalışırken 16.04.2003 tarihinde eşarbının makineye kapılması sonucu boğazından hayati tehlike geçirecek şekilde yaralandığını ve tedavisinin halen devam ettiğini ileri sürerek fazlaya ilişkin her tür dava ve talep hakkı saklı kalmak kaydıyla 50.000.00TL manevi ve 1.000.00TL maddi tazminatın kaza tarihinden itibaren en yüksek mevduat faiziyle tahsilini talep etmiş ve 07.04.2014 tarihli ıslah dilekçesi ile 1.000.00TL maddi tazminat talebini 137.650.00TL artırarak 138.650.00TL olarak belirlemiştir.
    Davalı vekili; davacının iddia ettiği iş kazasının iş yerinde meydana gelmediğini, evinde meydana gelmesi nedeniyle işveren yönünden illiyet bağının bulunmadığını, mahkemece söz konusu kazanın müvekkili işyerinde meydana geldiğinin kabul edilmesi durumunda ise tüm kusurun eşarbını doğru şekilde bağlamayan davacıda olduğunu belirterek davanın reddini savunmuş ve davacının 07.04.2014 tarihli ıslah dilekçesine karşı 28.04.2014 tarihinde zamanaşımı itirazında bulunulmuştur.
    Mahkemece; davacının davalı şirkette çalışmakta iken 2003 yılında geçirmiş olduğu iş kazası nedeni ile %82 oranında meslekte kazanma gücünü kaybettiği, kazalı sigortalının %30, davalı şirketin %70 oranında kusurlu bulunduğu, maluliyet oranının kesinleştiği tarihten itibaren gerçek zararın öğrenildiğinin kabulü ile davalı şirket tarafından öne sürülen zamanaşımı itirazına itibar edilmediği ancak maluliyet oranının kesinleşmesi ile zamanaşımının başlayacağı gerekçesiyle davacının ıslah dilekçesi doğrultusunda 138.650.00TL maddi ve 30.000.00TL manevi tazminatın kaza tarihinden itibaren yasal faiziyle davalıdan tahsiline karar verilmiştir.
    Davalı vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
    Yerel mahkemece; davacının geçirdiği iş kazası ile ilgili olarak kaza tarihinden itibaren sürekli kontrol kaydı içeren raporlar verildiği, maluliyet oranının belirlenemediği, yargılama devam ederken kontrol gerekir şerhi ile 01.03.2010 tarihinde düzenlenen raporla davacının maluliyet oranının %82 olarak belirlendiği ve 09.09.2013 tarihinde kontrol gerekmez kaydı ile maluliyetin %82 olarak sabitlendiği, maluliyet oranının kesin olarak belirlendiği tarih itibariyle zamanaşımının hesaplanması gerektiği gerekçesiyle ve önceki gerekçeler tekrar edilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.
    Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
    Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; iş kazası nedeniyle maddi tazminat talebinde bulunan davacı vekilinin 07.04.2014 tarihli ıslah dilekçesiyle talep ettiği maddi tazminat talepleri yönünden zamanaşımının gerçekleşip gerçekleşmediği noktasında toplanmaktadır.
    Uyuşmazlığın çözümünde öncelikle hizmet sözleşmesi ve işverenin iş kazasından kaynaklanan sorumluluğunun niteliği üzerinde durmakta yarar vardır.
    İlk olarak belirtilmelidir ki, işçi kavramının tanımında hizmet sözleşmesinden hareket edilmekteyse de yürürlükten kalkan 1475 sayılı İş Kanunu’nda bu sözleşmenin tanımına ilişkin bir hükme yer verilmemiştir. 4857 sayılı İş Kanunu’nun 8. maddesinde, “İş sözleşmesi, bir tarafın (işçi) bağımlı olarak iş görmeyi, diğer tarafın (işveren) da ücret ödemeyi üstlenmesinden oluşan sözleşmedir.” tanımlaması yapılmıştır.
    Hizmet akdi, mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (BK) 313/1. maddesinde “Hizmet akdi, bir mukaveledir ki onunla işçi, muayyen veya gayri muayyen bir zamanda hizmet görmeyi ve iş sahibi dahi ona bir ücret vermeği taahhüt eder.” şeklinde tanımlanmıştır. Bu tanımda sadece hizmet ve ücret unsurları belirgin iken, 4857 sayılı yeni İş Kanunu’nda, daha önce Anayasa Mahkemesi ve öğretinin de kabul ettiği gibi “bağımlılık” unsuruna da yer verilmiştir.
    01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 393/1. maddesinde ise hizmet sözleşmesi “işçinin işverene bağımlı olarak belirli veya belirli olmayan süreyle işgörmeyi, işverenin de ona zamana ve yapılan işe göre ücret ödemeyi üstlendiği sözleşme” olarak tanımlanmıştır.
    Bu hâliyle denilebilir ki hizmet sözleşmesi bir yanda işçinin iş görme borcunu, öte yanda işverenin ücret ödeme borcunu ihtiva eden, taraflardan her birinin öteki tarafın edimine karşı borç yüklendiği iki taraflı bir sözleşme olarak tanımlanabilir.
    Hizmet sözleşmesinden kaynaklanan iş ilişkisi ise işçi yönünden işverene içten bağlılık (sadakat borcu), işveren yönünden işçiyi korumak ve gözetmek borcu şeklinde ortaya çıkar. Gerçekten işçi, işverenin işi ve işyeri ile ilgili çıkarlarını korumak, çıkarlarına zarar verebilecek davranışlardan kaçınmak, buna karşı işveren de işçinin kişiliğine saygı göstermek, işçiyi korumak, işyeri tehlikelerinden zarar görmemesi için iş sağlığı ve güvenliği önlemlerini almak, işçinin özlük hakları ve diğer maddi çıkarlarının gerektirdiği uygun bildirimlerde ve davranışlarda bulunmak, işçinin çıkarına aykırı davranışlardan kaçınmakla yükümlüdür. İşveren gözetme borcu gereği çalıştırdığı işçileri iş yerinde meydana gelen tehlikelerden korumak, onların yaşam, bedensel ve ruhsal sağlık bütünlüklerini korumak için iş yerinde teknik ve tıbbi önlemler dâhil olmak üzere bilimsel ve teknolojik gelişmelerin gerekli kıldığı tüm önlemleri almak zorundadır.
    İş kazasının vuku bulduğu tarihte yürürlükte bulunan 818 sayılı BK"nın 332. maddesinde;
    "İş sahibi, aktin özel hâlleri ve işin mahiyeti noktasından hakkaniyet dairesinde kendisinden istenebileceği derecede çalışmak dolayısıyla maruz kaldığı tehlikelere karşı icap eden tedbirleri ittihaza ve münasip ve sıhhi çalışma mahalleri ile işçi ile birlikte ikamet etmekte ise sıhhi yatacak bir yer tedarikine mecburdur.
    İş sahibinin yukarıdaki fıkra hükmüne aykırı hareketi neticesinde işçinin ölmesi hâlinde onun yardımından mahrum kalanların bu yüzden uğradıkları zararlara karşı isteyebilecekleri tazminat dahi akde aykırı hareketten doğan tazminat davaları hakkındaki hükümlere tabi olur." düzenlemesine yer verilmiştir.
    10.03.2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu’nun "İşverenlerin ve İşçilerin Yükümlülükleri" kenar başlıklı 77. maddesinin 1. fıkrasında da benzer bir düzenlemeye yer verilmiştir. Bu fıkraya göre işverenler işyerlerinde iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanması için gerekli her türlü önlemi almak, araç ve gereçleri noksansız bulundurmak, işçiler de iş sağlığı ve güvenliği konusunda alınan her türlü önleme uymakla yükümlüdürler.
    Nitekim mevzuatta bulunan bir kısım boşluklar bu kez kanun koyucu tarafından 30.06.2012 tarihli ve 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu ile doldurulmaya çalışılmıştır. İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu’nun 37. maddesiyle 4857 sayılı Kanun"un 77 ve devamı bir kısım maddeler yürürlükten kaldırılarak, iş sağlığı ve güvenliği konusunda yeni düzenlemeler getirilmiştir. 6331 sayılı Kanun ile iş yerlerinde iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanması ve mevcut sağlık ve güvenlik şartlarının iyileştirilmesi için işveren ve çalışanların görev, yetki, sorumluluk, hak ve yükümlülüklerinin düzenlemesi amaçlanmıştır.
    Bunun yanında 6331 sayılı Kanun’a paralel olarak, 818 sayılı BK"nın 332. maddesi gelişen teknoloji ve diğer veriler gözetilerek revize edilmiş ve 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı TBK"nın 417. maddesi düzenlemiştir.
    İlgili madde;
    “İşveren, hizmet ilişkisinde işçinin kişiliğini korumak ve saygı göstermek ve işyerinde dürüstlük ilkelerine uygun bir düzeni sağlamakla, özellikle işçilerin psikolojik ve cinsel tacize uğramamaları ve bu tür tacizlere uğramış olanların daha fazla zarar görmemeleri için gerekli önlemleri almakla yükümlüdür.
    İşveren, işyerinde iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanması için gerekli her türlü önlemi almak, araç ve gereçleri noksansız bulundurmak; işçiler de iş sağlığı ve güvenliği konusunda alınan her türlü önleme uymakla yükümlüdür.
    İşverenin yukarıdaki hükümler dâhil, kanuna ve sözleşmeye aykırı davranışı nedeniyle işçinin ölümü, vücut bütünlüğünün zedelenmesi veya kişilik haklarının ihlaline bağlı zararların tazmini, sözleşmeye aykırılıktan doğan sorumluluk hükümlerine tabidir.” şeklinde düzenlenmiştir.
    Görüldüğü üzere gerek BK ile İş Kanunu’nda ve gerekse İş Kanunu’nun ilgili hükümlerini yürürlükten kaldıran 6331 sayılı Kanun’da işverenin hizmet sözleşmesinden kaynaklanan işçiyi gözetme borcunun kapsamı belirlenmiştir. İş kazası meydana geldiğinde iş sağlığı ve güvenliğine ilişkin mevzuata aykırı hareket eden işveren hizmet sözleşmesinden doğan işçiyi gözetme borcunu yerine getirmemiş olacağından sözleşmeye aykırı davranmış sayılacaktır. Bu nedenle bu konuda işverenin sorumluluğu her şeyden önce akdi bir sorumluluk esasına dayanır (Süzek, S.: İş Hukuku, 15. Baskı, İstanbul 2018, s. 440). İsviçre hukukunda da yükümlülükleri ifa etmeyen işverenin gözetim borcuna aykırılıktan doğan sorumluluğunun akitten doğan sorumluluk olduğu hem doktrin hem de içtihatlarda kabul edilmiştir (Kaplan, E. T.: İşverenin Hukuki Sorumluluğu, Ankara 1992, s. 63).
    Sonuç itibariyle denilebilir ki iş kazası işverenin hizmet sözleşmesinden doğan işçiyi gözetme borcuna aykırı davranması söz konusu olduğundan iş kazasından kaynaklanan tazminat davalarında sözleşmeye aykırılığa dayalı sorumluluk hükümlerinin uygulanması gerekmektedir.
    İşverenin iş kazasından kaynaklanan sorumluluğunun sözleşmeye aykırılıktan doğan sorumluluk hükümlerine tabi olduğunu belirttikten sonra zamanaşımı kavramı ve başlangıcı üzerinde durulmalıdır.
    Zaman, doğal ve sosyal yaşamda olduğu kadar, hukukta da önemli etkilere sahip olan bir kavramdır. Gerçekten, hukukta normların yürürlüğü, hakların kazanılması ve kaybedilmesi, yaptırımların uygulanması belirli sürelere bağlanmıştır. Ancak, hukukun her dalında sürelerin türleri ve nitelikleri farklı olup, değişik sonuçlar doğurmaktadır (Tutumlu, M. A.: Türk Borçlar Hukukunda Zamanaşımı ve Uygulaması, 2.Baskı, Ankara 2001, s. 25).
    Özel hukukta teknik bir kavram olan zamanaşımı bir hakkın kazanılmasında veya kaybedilmesinde yasanın kabul etmiş olduğu sürenin tükenmesi anlamına gelmektedir (Velidedeoğlu, H. V.: Türk Medeni Hukuku, c. 1, cüz I, 6. Baskı, İstanbul 1959, s. 274).
    Zamanaşımı, alacak hakkının belli bir süre kullanılmaması yüzünden, dava edilebilme niteliğinden yoksun kalmasını ifade etmektedir. Sonucu alacak hakkına son verme değil, onu eksik borç haline getirme olarak ortaya çıkmaktadır. Zamanaşımına ilişkin düzenlemelerin temelinde iddia edilen alacağın aradan uzun zaman geçmiş olmasına rağmen kullanılmaması karşısında borçlunun oldukça uzak geçmişte kalan bir borçtan doğabilecek ihtilaflara karşı korunması, kendi alacağına karşı uzun süre kayıtsız kalan kimsenin bu hakkının artık korunmaya layık olmadığını kabul etmiş sayılması yatmaktadır. Diğer bir ifadeyle özel hukukta teknik bir kavram olan zamanaşımı, bir hakkın kazanılmasında veya kaybedilmesinde yasanın kabul etmiş olduğu sürenin tükenmesi anlamına gelmektedir.
    İş kazası sonucu işverenin sorumluluğu sözleşmeye aykırılığa dayandığından 6098 sayılı TBK"nın 146-161 (818 sayılı BK"nın 125-140.) maddeleri arasında düzenlenen zamanaşımı hükümlerinin uygulanması gerekmektedir. İlgili maddeler arasında düzenlenen zamanaşımı, hakkın ileri sürülmesini engelleyici nitelikte olup, alacak hakkı alacaklı tarafından yasanın öngördüğü süre ve koşullar içinde talep edilmediğinde etkin bir hukuki himayeden, başka bir deyişle dava yoluyla elde edilebilme olanağından yoksun bırakılmaktadır.
    Zamanaşımına uğrayan alacağın tahsili hususunda devlet kendi gücünü kullanmaktan vazgeçmekte, böylece söz konusu alacağın ödenip ödenmemesi keyfiyeti borçlunun iradesine bırakılmaktadır. Şu hâlde zamanaşımına uğrayan alacak ortadan kalkmamakla beraber artık doğal bir borç (Obligatio naturalis) hâline gelmektedir. Ancak belirtmek gerekir ki, alacağın salt zamanaşımına uğramış olması, onun eksik bir borca dönüşmesi için yeterli olmayıp borçlunun kendisine karşı açılmış olan alacak davasında alacaklıya yönelik bir def"ide bulunması gerekir (Reisoğlu, S.: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, İstanbul 1998, s.334, HGK’nın 05.05.2010 tarihli ve 2010/8-231 E., 2010/2553 K.; 03.05.2006 tarihli ve 2006/4-232 E., 2006/269 K. sayılı kararları).
    Yargıtayın istikrar kazanmış son uygulamalarına göre, zamanaşımı hukuki niteliği itibariyle, maddi hukuktan kaynaklanan bir def"i olup usul hukuku anlamında ise bir savunma aracıdır (HGK’nın 06.04.2011 tarihli ve 2010/9-629 E., 2011/70 K.; 09.10.2013 tarihli ve 2013/4-36 E., 2013/1457 K.; 12.03.2014 tarihli ve 2013/4-544 E., 2013/315 K. sayılı kararları).
    Nitekim, Türk-İsviçre öğretisinde ağırlıklı görüşün ve İsviçre Federal Mahkemesinin de, zamanaşımını maddi hukuka ilişkin bir kavram olarak kabul ettikleri anlaşılmaktadır (Erdem, M.: Özel Hukukta Zamanaşımı, 1. Baskı, İstanbul 2010, Sahife: 8, dipnot 15-16).
    818 sayılı BK"nın 125. maddesine göre “Bu kanunda başka suretle hüküm mevcut olmadığı takdirde her dava on senelik müruru zamana tabidir.” düzenlemesine yer verilmiştir.
    Yine TBK"nın 146. maddesinde benzer bir düzenleme ile “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, her alacak on yıllık zamanaşımına tabidir.” hükmü yer almaktadır.
    Kanun koyucu hem BK"nın 125. maddesi hem de TBK"nın 146. maddesi ile alacak haklarının tabi olacağı genel zamanaşımı süresini düzenlemiş olup, aksine bir yasal düzenleme olmayan hâllerde on yıllık sürenin uygulanması gerektiği açıktır. İş kazası hâlinde de zamanaşımı süresine yönelik ayrı bir düzenleme bulunmadığından TBK’nın 146. (BK 125.) maddesine göre on yıllık zamanaşımı süresi uygulanacaktır.
    TBK"nın 149. (BK 128.) maddesi uyarınca ise zamanaşımı, alacağın muaccel olmasıyla işlemeye başlar. Muacceliyet, bir borç ilişkisinde, alacaklının edimi isteyebileceği ve borçlunun da bu isteme uyarak, edimi ifa etmekle yükümlü olduğu anı belirler. Bir başka deyişle, söz konusu anda borç ifa kabiliyeti kazanır ve alacaklı yine o anda edimi kabul etmekle yükümlü olur. Bir alacağın ya da borcun muaccel olması, ilke olarak edimin ifası için öngörülmüş bulunan vadenin dolmasıyla gerçekleşir.
    Somut olay bakımından uyuşmazlığın çözülebilmesi için davacının talep ettiği iş kazasından kaynaklanan maddi tazminat talepleri yönünden zamanaşımının hangi tarih itibariyle başlayacağının belirlenmesi gerekmektedir. Zamanaşımı süresinin tespitinde, zarar ve zararın öğrenilme tarihinin önemi açıktır. Bu noktada da, zararın ne zaman öğrenildiği önem kazanmaktadır. Zarar görenin zararı öğrenmesi demek, zararın varlığı, mahiyeti ve esaslı unsurları hakkında bir dava açılmasına ve davanın gerekçelerini göstermeye elverişli bütün hal ve şartların öğrenilmiş olması demektir. Zararın öğrenilmesi, zarar verici olayın değil, zararın varlığı, niteliği, unsurları ve kapsamının kesin olarak bilinmesi demektir. Zarar verici eylemin sonuçları ve zarar tam olarak ortaya çıkmadıkça zarar görenin zararı öğrendiğinden söz edilemez.
    Zararı öğrenme zararın kesin şekilde belli olduğu tarihtir. Diğer bir deyişle, sigortalıya bağlanacak gelir ve hüküm altına alınacak tazminatın miktarını doğrudan etkilemesi nedeniyle işçide oluşacak meslekte kazanma güç kayıp oranının hiçbir duraksamaya yol açmayacak biçimde saptandığı tarihten itibaren zamanaşımının başlatılması gerekir. Nitekim, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 05.06.2002 tarihli ve 2002/4-470 E., 2002/477 K. sayılı kararı da bu doğrultudadır.
    Bu durumda soyut öğrenme, kesin bir bilgi edinememe ve zararın unsurlarını (örneğin sakatlık derecesi yada ne gibi beden rahatsızlığı oluştuğu) bilememe durumunda zarar ve sonuçları öğrenilmiş sayılamaz. Bu gibi durumlarda da, zamanaşımı kesin öğrenmeden sonra başlamalıdır. Aksi takdirde gerçek zarar karşılanmamış ve hak kaybına sebebiyet verilmiş olacaktır.
    Yukarıdaki bilgiler ışığında somut olayda, davacı işçi 16.04.2003 tarihinde meydana gelen iş kazası neticesinde boğazından hayati tehlike geçirecek şekilde yaralanmıştır. Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı tarafından düzenlenen 13.01.2009 tarihli meslekte kazanma gücü kaybı oranı tespit formunda davacının sürekli iş göremezlik oranı %82 olarak belirlenmiş, ancak kontrol muayene kaydının gerekli olduğu belirtilmiştir. Söz konusu kontrol muayene kaydına istinaden 14.05.2010 tarihinde davacı tekrar muayene edilmiş ve Kurum tarafından alınan 09.08.2010 tarihli karar ile davacının sürekli iş göremezlik oranı %82 olarak belirlenip, yine kontrol muayene kaydının gerekli olduğu belirtilmiştir. Davacı yeniden 27.12.2011 tarihinde muayene edilmiş ve Kurum tarafından alınan 02.03.2012 tarihli karar ile davacının sürekli iş göremezlik oranı %82 olarak belirlendikten sonra tekrar kontrol muayene kaydının gerekli olduğu belirtilmiştir. Aynı işlem kontrol muayene kaydına istinaden tekrarlanmış ve 09.07.2013 tarihinde davacı muayene edilmiş ve Kurum tarafından alınan 09.09.2013 tarihli karar ile davacının sürekli iş göremezlik oranı %82 olarak belirlenip, kontrol muayene kaydının gerekli olmadığı belirtilmiştir. Davacının meslekte kazanma gücü kaybı oranının belirlenmesi iş kazasından dolayı talep ettiği maddi tazminatın sınırlarının belirlenmesi için gerekli olup, bu oranı bilmeden talep edebileceği maddi tazminatı bilmesi beklenemez. Kurum tarafından meslekte kazanma gücü kaybı oranına dair sürekli olarak kontrol muayene kaydının gerekli olduğuna dair kayıt düşülerek bu oran kesinleştirilmemiştir. Ne var ki, Kurum tarafından alınan 09.09.2013 tarihli karar ile davacının sürekli iş göremezlik oranı %82 olarak belirlenip, kontrol muayene kaydının gerekli olmadığı belirtilmiş ve 09.09.2013 tarihinde davacının meslekte kazanma gücü kaybı oranı kesinleşmiştir. Bu durumda 09.09.2013 tarihli karar itibariyle davacının zararın kesin şekilde belli olduğu kabul edilmeli ve zamanaşımının meslekte kazanma gücü kaybı oranının kesin şekilde belirlenmesinden sonra hesaplanması gerekmektedir. Bu nedenlerle davacının 07.04.2014 tarihli ıslah dilekçesiyle talep ettiği maddi tazminatları zamanaşımına uğramadığından, zamanaşımının başlangıç tarihinin olay tarihi olduğu ve davacının ıslah dilekçesiyle talep ettiği maddi tazminatlarının zamanaşımına uğradığına dair Özel Daire bozma kararı yerinde değildir.
    Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, zararın öğrenilmesinin onun kapsamının değil, varlığının öğrenilmesi anlamında olduğu, zararın varlığı, niteliği ve esaslı unsurları hakkında bir dava açmaya, o davayı ciddi ve objektif bir şekilde desteklemeye, gerekçelerini göstermeye elverişli yeterli hal ve şartların öğrenilmesinin, zararın öğrenilmiş sayılması için yeterli olduğu, somut olayda zamanaşımı başlangıç tarihinin olay tarihi olduğu ve davacının ıslah dilekçesiyle talep ettiği maddi tazminatlarının zamanaşımına uğradığı gerekçesiyle yerel mahkeme kararının bozulması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de Kurul çoğunluğu tarafından bu görüş benimsenmemiştir.
    Diğer taraftan, her ne kadar gerekçeli karar başlığında dava tarihi 18.02.2008 yerine 29.01.2016 olarak gösterilmiş ise de bu yanlışlık mahallinde düzeltilebilir bir hata olarak kabul edildiğinden bozma nedeni yapılmamıştır.
    Hâl böyle olunca, yerel mahkemenin yukarıda açıklanan hususlara değinen direnme kararı yerindedir.
    Ne var ki, bozma nedenine göre işin esası Özel Dairece incelenmediğinden, davalı vekilinin diğer temyiz itirazlarının incelenmesi için dosya Özel Daireye gönderilmelidir.
    SONUÇ: Yukarıda açıklanan gerekçelerle direnme uygun olup davalı vekilinin işin esasına yönelik diğer temyiz itirazlarının incelenmesi için, dosyanın 21. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 03.12.2019 tarihinde oy çokluğu ile kesin olarak karar verildi.



    KARŞI OY

    Davada işgücü kaybı nedeniyle tazminat talep edilmiş olup, talebin dayanağı haksız fiil hükümleri olmayıp sözleşmeye aykırılık nedeniyle giderim yükümlülüğüne ilişkindir. Sözleşmeye aykırılık nedeniyle giderim yükümlülüğünde 818 sayılı Borçlar Kanunu (BK) 98. madde gereğince haksız fiile ilişkin hükümler kıyasen uygulanır ise de kıyasen haksız fiil hükümlerine gidilebilmesi için sözleşme hükümlerine göre başvurulabilecek bir hüküm bulunmaması gerekir.
    Sözleşme hükümlerine göre zamanaşımı süresi ve başlangıcı konusunda hüküm bulunduğundan haksız fiil hükümlerinin uygulanması mümkün değildir. Bu nedenle olay tarihinden itibaren 10 yıl ancak zararın ve failin öğrenildiği tarihten itibaren 1 yıl olarak BK 60. maddede düzenlenen zamanaşımı kurallarının somut olayda uygulanma yeri yoktur. Bunun yerine sözleşmenin tabi olduğu zamanaşımı süresi yanında BK 128. maddedeki alacağın muaccel olduğu tarihten itibaren zamanaşımının başlayacağı kuralı uygulanmalıdır.
    Davacının işgücü kaybı oranını %82 olarak belirleyen raporlarında kontrol muayenesi kaydı var ise de alınan son raporda da bu oran değişmemiş olup davacının bu olay nedeniyle iş gücü kaybının başından beri bu oranda olduğu sonradan gelişen ve değişen durum nedeniyle oran değişikliği bulunmadığı dosya kapsamıyla sabittir.
    Dava tarihinden sonra gelişen ve değişen durum nedeniyle ayrı bir ek dava açılabileceği uygulamada kabul edilmektedir. Ancak her davanın, dava tarihindeki olgulara göre çözümlenip karara bağlanması gerektiğinden, açılan dava kapsamında yer almayan gelişen ve değişen durum nedeniyle ıslah yoluyla talebin artırılması mümkün değildir. Yapılacak ıslahın da dava tarihine kadar gerçekleşen olaylara dayalı yapılması mümkün olup sonrası ortaya çıkan durumlar ıslah yoluyla dava kapsamına dahil edilemez. Değişen ve gelişen durum olsa dahi ıslah yoluyla miktar artırımına esas alınamayacağından gelişen ve değişen durum bulunduğu gerekçesiyle ıslahla artırılan miktar için zamanaşımının dolmadığı gibi bir sonuca varılması usulün açık kuralları karşısında mümkün değildir. Kaldı ki somut olayda dava tarihinden sonra gelişen ve değişen bir durum olmayıp işgücü kayıp oranının başından beri % 82 oranında olduğu anlaşıldığından özel dairenin gelişen ve değişen durum bulunmadığı yönündeki bozma kararı dosya kapsamına uygundur.
    818 sayılı BK 133. (TBK 154) maddede dava yoluyla mahkemeye başvurulmuş ise yani dava açılmışsa zamanaşımının kesileceği düzenlenmiştir. Bu maddenin de yorumunun sonucu olarak, Özel Dairenin bozma kararını verdiği tarih ile mahkemenin direnme kararını verdiği tarihteki yerleşik yargılamasal uygulamalarda dava açılmakla ancak dava dilekçesindeki miktar için zamanaşımının kesileceği ve sadece dava açılan miktar için dava tarihinde temerrüt olgusunun gerçekleşeceği kabul edilmekte olup bozma kararı bu yargısal uygulamalara da uygundur.
    Direnme kararından sonra 24.05.2019 tarihinde verilen 2017/8 esas, 2019/3 karar sayılı bir içtihadı birleştirme kararı çıkmış olup bu kararın somut uyuşmazlığa bir etkisi bulunup bulunmadığı da incelenmelidir. Çünkü 09.05.1960 günlü 1960/21 esas, 1960/9 karar sayılı içtihadı birleştirme kararında; sonradan çıkan içtihadı birleştirme kararının temyiz mahkemesinin bozma kararına uyulmakla meydana gelen usuli kazanılmış hak esasının istisnası olarak, henüz mahkemede veya temyiz mahkemesinde bulunan bütün işlere tatbikinin gerekli olduğuna, karar verilmiştir.
    Sözünü ettiğimiz 24.05.2019 tarihli içtihadı birleştirme kararında "kısmi davada, dava konusu miktarın kısmi ıslahla faiz talebi belirtilmeksizin artırılması halinde, artırılan miktar bakımından dava dilekçesindeki faiz talebine bağlı olarak faize hükmedileceği belirtilmiştir.
    Bu karar zamanaşımı ile ilgili değilse de İçtihadı Bileştirme Kararlarının konularıyla sınırlı, sonuçlarıyla bağlayıcı olmakla birlikte gerekçeleriyle de yol gösterici olduğu unutulmamalıdır. Bu yol göstericilik kararın sonuç kısmının yorumlanması, kapsamının belirlenerek uygulanması için gerekli olduğu kadar, dayandığı esasların başka müesseselerin yorumlanıp uygulanabilmesinde de geçerli olacaktır.
    Yol göstericilik konusunda kararın tüm gerekçeleri değil; ana sonuçla bağlantılı ve bu sonuca hangi hukuksal nedenlerle varıldığını gösteren temel gerekçeler esas alınmak suretiyle bir sınırlama getirilmesi de içtihadı birleştirme kararlarının mahiyetine uygun bir sonuç olacaktır. Kaldı ki Yargıtay Kanunu 45/5. maddede içtihadı birleştirme kararlarının benzer hukukî konularda Yargıtay Genel Kurullarını, dairelerini ve adliye mahkemelerini bağlayacağı düzenlenmiş olduğundan benzer konular için de bu içtihadı birleştirme kararının uygulanması bir zorunluluktur.
    24.05.2019 tarihli içtihadı birleştirme kararında varılan sonucun temel gerekçesi; ıslahla miktar artırımının ek dava niteliğinde olmayıp dava dilekçesindeki miktarın değiştirilmesi olduğudur.
    Bu temel gerekçenin varlığı; kararda yer verilen "...Ek dava ile kısmi dava arasında paralellik mevcut ise de ıslahla ilgili sorunların yine ıslah müessesi kapsamında sonuçlandırılarak değerlendirilmesi gerekir. Bu nedenle dava değerinin artırılması kısmi ıslah kapsamında olduğundan süregelen davanın devamıdır ki yeni bir dava ve ek dava olarak kabul edilemez. Artırılan tutar için harç yatırılması bir usul işlemidir; yeni bir dava açıldığı şeklinde yorumlanamaz..." biçimindeki açıklamalarda ve "...bu amaçla verilen bir ıslah dilekçesi dava dilekçesindeki istem ve ferilerini ortadan kaldırmayacak, sadece istenilen alacak rakamını değiştirecektir. Hal böyle olunca ıslahla artırılan tutar, yeni bir dava olmadığından, ilk dava dilekçesinde yer alan bütün unsurlar faiz istemi de dahil olmak üzere, ıslahla artırılan kısım için de uygulanabilir olmalıdır..." şeklinde yapılan açıklamalarda açıkça görülmektedir. Bu ifadeler kararın; sonuç kısmıyla da uyumlu ana ve en temel gerekçeleridir
    Bu karar temel gerekçesinden soyutlanarak yorumlanıp uygulanamayacağına göre, ıslahla miktarın artırılması hâlinde, bu miktar değişikliğinin, zamanaşımının kesilmesine neden olup olmadığı, zamanaşımını kesecek bir işlem ise hangi tarihte zamanaşımının kesileceği konusunda da kararın bu ana gerekçesinden yararlanılmalıdır.
    Bu karar ile ıslahla miktar artırımı ek dava olarak görülmemiş ve sadece dava dilekçesinde yazan miktarın değiştirilmesi, diğer bir ifadeyle bu miktarın düzeltilmesi olarak görülmüştür. Bu kararın sonucu olarak miktar artırımına ilişkin yapılan ıslahın da artık ek dava olarak görülmesi mümkün olmayıp dava dilekçesindeki miktar kısmının düzeltilmesi olarak kabul edilmesi gerekir. Düzeltilen dava dilekçesi olduğuna göre davacı tarafından ıslahın teşmil edildiği tarih de ilk dava tarihi olacaktır.
    Dava tarihine teşmil edilecek şekilde bir ıslah gerçekleştiğine göre, ıslahla artırılan miktar için de dava tarihinin artık ilk dava tarihi kabul edilmesi ve dava açılmakla zamanaşımının kesileceğine dair BK 133/1 bent 2 (TBK 154/1-bent 2) hükmünün ıslah edilen miktar için de ilk dava tarihi esas alınarak uygulanması gerekir.
    Bu maddede dava açılmakla zamanaşımının kesileceği düzenlenmiş ancak ıslah dilekçesi verilmekle zamanaşımının kesileceği düzenlenmemiştir. Islahla miktar artırımının ek dava niteliğinde olmadığı bu kararın gerekçesinde açıkça belirtildiğine göre bu madde; artık ek dava hükümlerine göre ıslahla artırılan miktar için zamanaşımını kesebilecek bir hüküm olarak yorumlanabilmekten çıkmıştır.
    Islah yeni bir dava veya ek dava sayılmadığına göre, ıslahın BK 133/1 bent 2. maddeye dayalı olarak zamanaşımını kestiği kabul edilemez. Islah bir dava sayılıp zamanaşımını kesmiyorsa artık BK 136/1. maddede yer alan "Bir dava veya def’i yoluyla kesilmiş olan zamanaşımı, dava süresince tarafların yargılamaya ilişkin her işleminden veya hâkimin her kararından sonra yeniden işlemeye başlar." düzenlemesine dayalı olarak da ıslah edilen miktar için her yargılama işleminde zamanaşımı kesilmeyecektir. Bunun sonucu olarak da yargılama sırasında dahi ıslahla artırılan miktarın zamanaşımına uğraması tehlikesi ortaya çıkacağından, bu durum ıslahla miktar artırımlarını yok denebilecek seviyeye getirebilecek ve ıslahla kolaylaştırılmak istenen hak arama hürriyetinin bir başka yönüyle bu kez sınırlanmasına yol açmış olacaktır.
    Islahla miktar artırımı dava veya ek dava sayılmadığı için BK 133/1 bent 2. madde gereğince zamanaşımı kesilmez ise de yukarıda da belirttiğimiz üzere bu ıslah dava dilekçesindeki miktarın değiştirilmesi ve düzeltilmesi olduğundan ıslahla artırılan yeni istem için de zamanaşımının ilk dava tarihinde kesilmiş sayılması gerektiği sonucuna varılmalıdır.
    Yukarıda yapılan açıklama ve sözü edilen kurallarla birlikte somut olay değerlendirildiğinde; dava zamanaşımı süresi içinde kısmi dava olarak açılmış ve sonrasında ıslah yoluyla dava dilekçesindeki miktar da düzeltilmek suretiyle fazla miktar istenmiş olduğundan ıslahla artırılan miktar için de zamanaşımının ilk dava tarihinde kesildiğinin kabul edilmesi gerekmektedir.
    Direnme kararı uygulanması gereken sonraki tarihli içtihadı birleştirme kararına göre değerlendirildiğinde, zamanaşımının dolmadığı yönünden sonucu itibarıyla doğru hâle geldiğinden direnme uygun daireye denilerek kararın onanması ancak miktar incelemesi yapılmak üzere daireye gönderilmesi gerektiği görüşünde olduğumdan, sonucu itibarıyla katılmakla birlikte, değişen ve gelişen durum bulunduğu için zamanaşımının dolmadığı yönündeki gerekçesi bakımından değerli çoğunluk görüşüne katılamıyorum.

    Üye


    Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.

    Son Eklenen İçtihatlar   AYM Kararları   Danıştay Kararları   Uyuşmazlık M. Kararları   Ceza Genel Kurulu Kararları   1. Ceza Dairesi Kararları   2. Ceza Dairesi Kararları   3. Ceza Dairesi Kararları   4. Ceza Dairesi Kararları   5. Ceza Dairesi Kararları   6. Ceza Dairesi Kararları   7. Ceza Dairesi Kararları   8. Ceza Dairesi Kararları   9. Ceza Dairesi Kararları   10. Ceza Dairesi Kararları   11. Ceza Dairesi Kararları   12. Ceza Dairesi Kararları   13. Ceza Dairesi Kararları   14. Ceza Dairesi Kararları   15. Ceza Dairesi Kararları   16. Ceza Dairesi Kararları   17. Ceza Dairesi Kararları   18. Ceza Dairesi Kararları   19. Ceza Dairesi Kararları   20. Ceza Dairesi Kararları   21. Ceza Dairesi Kararları   22. Ceza Dairesi Kararları   23. Ceza Dairesi Kararları   Hukuk Genel Kurulu Kararları   1. Hukuk Dairesi Kararları   2. Hukuk Dairesi Kararları   3. Hukuk Dairesi Kararları   4. Hukuk Dairesi Kararları   5. Hukuk Dairesi Kararları   6. Hukuk Dairesi Kararları   7. Hukuk Dairesi Kararları   8. Hukuk Dairesi Kararları   9. Hukuk Dairesi Kararları   10. Hukuk Dairesi Kararları   11. Hukuk Dairesi Kararları   12. Hukuk Dairesi Kararları   13. Hukuk Dairesi Kararları   14. Hukuk Dairesi Kararları   15. Hukuk Dairesi Kararları   16. Hukuk Dairesi Kararları   17. Hukuk Dairesi Kararları   18. Hukuk Dairesi Kararları   19. Hukuk Dairesi Kararları   20. Hukuk Dairesi Kararları   21. Hukuk Dairesi Kararları   22. Hukuk Dairesi Kararları   23. Hukuk Dairesi Kararları   BAM Hukuk M. Kararları   Yerel Mah. Kararları  


    Avukat Web Sitesi