
Esas No: 2016/377
Karar No: 2019/1239
Karar Tarihi: 28.11.2019
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2016/377 Esas 2019/1239 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :İş Mahkemesi
Taraflar arasındaki “Kurum işleminin iptali ve borçlu olmadığının tespiti” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Gaziantep 5. İş Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 11.02.2015 tarihli ve 2014/210 E., 2015/47 K. sayılı karar davalı vekilinin temyizi üzerine, Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 16.06.2015 tarihli ve 2015/9462 E., 2015/11998 K. sayılı kararı ile;
"…Dava, hak sahibi konumunda yer alan davacıya ödenen ölüm aylıklarının tahsiline yönelik Kurum işleminin iptali ve borçlu olmadığının tespiti istemine ilişkindir.
Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiştir.
Hakkında verilen boşanma kararı 04.05.2004 tarihinde kesinleşen davacıya, yaşamını yitiren sigortalı babası üzerinden hak sahibi kız çocuğu sıfatıyla bağlanan yetim aylığının, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığının belirlendiği gerekçesiyle davalı Kurumca gerçekleştirilen işlemle kesilerek, 01.02.2010-31.03.2014 tarihleri arasında 11.110,25 TL yersiz ödendiği ileri sürülen aylıklar yönünden borç tahakkuk ettirildiği anlaşılmaktadır.
Davanın yasal dayanağı olan 5510 sayılı Kanunun 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 56. maddesinin 2. fıkrasında, eşinden boşandığı halde, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığı belirlenen eş ve çocukların, bağlanmış olan gelir ve aylıklarının kesileceği, bu kişilere ödenmiş olan tutarların, 96. madde hükümlerine göre geri alınacağı yönünde düzenleme yapılmıştır. Anılan maddeye dayalı açılan bu tür davalarda eylemli olarak birlikte yaşama olgusunun tüm açıklığıyla ve taraflar arasındaki uyuşmazlık konusu dönem yönünden ortaya konulması önem arz etmektedir.
İnceleme konusu davada mahkemece gerekli araştırmanın yapıldığı anlaşılmakla;
Sosyal Güvenlik Kontrol Memurluğu görevlilerince gerçekleştirilen soruşturmadaki somut veri ve saptamalar, dinlenen davacı ve boşanılan eşin beyanları, davacının ve boşanılan eşin elektrik ve gaz aboneliğinin olmaması, Seferpaşa Mahallesi Muhtarlığının cevabi yazısı, davacının Telekom aboneliğinin olmaması, Emniyet Müdürlüğünce yapılan araştırmada boşanılan eşin adresinde boşanılan eşi tanıyan ve bilenin olmadığı ve adreste başka birinin ikamet ediyor olması, yargılama sırasında dinlenen tanık beyanları ve tüm dosya kapsamı dikkate alındığında, davacı ile boşandığı eşinin fiili olarak birlikte yaşadıkları belirgindir.
Bu maddi ve hukuki olgular göz önünde bulundurulmaksızın, mahkemece davanın reddine karar verilmesi gerekirken, davanın kabulüne karar verilmesi, usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
O halde, davalı Kurum vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır..."
gerekçesi ile bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, Kurum işleminin iptali ile borçlu olmadığının tespiti istemine ilişkindir.
Davacı vekili; müvekkilinin boşandığı eski eşiyle birlikte yaşadığı gerekçesiyle Kurum tarafından hak sahibi sıfatıyla bağlanan ölüm aylığının kesildiğini, 20.02.2014 tarihli yazı ile 01.02.2010- 31.03.2014 tarihleri arasında ödenen aylıklar toplamı olarak 23.489,23TL borç çıkarıldığını, ancak yapılan işlemin yetersiz inceleme ve hatalı tespite dayandığını, bu nedenle iptali gerektiğini, babasının ölümünden altı yıl önce boşanan davacının ölüm aylığı almak için boşandığının söylenemeyeceğini, boşandıktan ve tarafına ölüm aylığı bağlandıktan sonra boşandığı eşiyle birlikte yaşamadığını, velayeti kendisine verilen iki çocuğu ile birlikte Köy Hizmetlerine ait lojmana taşındığını ve halen aynı lojmanda oturduğunu, lojmanda oturacak kişilerin Kamu Konutları Yönetmeliğinin 13. maddesinde sayıldığını, boşanılan eşin maddede sayılan kişilerden olmadığını, ayrıca müvekkilinin eski eşi ile irtibatı bulunmadığından yerleşim yerini bilmediğini ileri sürerek Kurum işleminin iptali ile borçlu olmadığının tespitine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı vekili; Uyuşmazlık Mahkemesinin 04.06.2013 tarihli ve 2013/466 E., 2013/893 K. sayılı kararına göre bu tür davalarda idari yargı yerinin görevli olduğunu, ayrıca davacı hakkında yapılan araştırma sonucunda boşandığı eşi ile birlikte yaşadığı ve haksız yere ölüm aylığı aldığının belirlendiğini, Kurum denetmenlerinin Köy Hizmetleri Lojmanlarında yaptığı araştırmada dört yıldan bu yana davacı ile boşandığı eşinin bu adreste ikamet ettiklerinin tespit edildiğini, Kurum tarafından yapılan işlemin hukuka uygun olduğunu savunarak, davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
Mahkemece, Kurum tarafından düzenlenen raporda davacının boşandığı eşi ile birlikte yaşayıp yaşamadığı hususunun açıklığa kavuşturulamadığı, 21.05.2004 tarihinde boşanan davacıya babasının 09.01.2010 tarihinde vefatı üzerine 01.02.2010 tarihinden itibaren ölüm aylığı bağlandığı, davacının 13.07.2010 tarihli nakil belgesinde gideceği adresi Köy Hizmetleri Lojmanı olarak bildirdiği ve bu güne kadar ki Mernis adresinin bu adres olduğu, Seferpaşa Mahalle Muhtarlığının yazısında da davacı ve boşandığı eşinin mahallede hiç oturmadıkları ve tanınmadıklarının bildirildiği, yine yaptırılan zabıta araştırmasında lojman adresi ve çevresinde eski eşin tanınmadığı ve davacıyla birlikte yaşamadığının bildirildiği, tüm bu deliller ve davacının yeminli olarak dinlenen mesai arkadaşları ile aynı lojmanda oturan komşularının beyanlarına göre davacı ve boşandığı eşinin fiilen birlikte yaşamadıkları gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Davalı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
Yerel mahkemece; önceki gerekçeler genişletilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararı davalı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı vekilince temyiz edilmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda hak sahibi kız çocuğu sıfatıyla ölüm aylığı alan davacının, toplanan delillere göre boşandığı eski eşiyle fiilen birlikte yaşayıp yaşamadığı, burada varılacak sonuca göre ölüm aylığının kesilmesine ilişkin Kurum işleminin yerinde olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
Davanın yasal dayanağı 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 56. maddesinin ikinci fıkrasıdır.
Anılan maddede:
“Eşinden boşandığı hâlde, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığı belirlenen eş ve çocukların, bağlanmış olan gelir ve aylıkları kesilir. Bu kişilere ödenmiş olan tutarlar, 96. madde hükümlerine göre geri alınır…” düzenlemesi yer almaktadır.
01.10.2008 tarihinden önce yürürlükte bulunan ve sosyal güvenlik mevzuatının temelini teşkil eden, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu, 1479 sayılı Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu, 2925 sayılı Tarım İşçileri Sosyal Sigortalar Kanunu, 2926 sayılı Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu ile 5434 sayılı T.C. Emekli Sandığı Kanunu"nda yer almayan dava konusu düzenleme ilk kez 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu"nda yer almıştır.
5510 sayılı Kanun’un 56. maddesinin ikinci fıkrasının madde başlığında “bağlanmayacak” sözcüğüne yer verildikten sonra fıkra metninde “bağlanmış olan gelir ve aylıkları kesilir” ibareleri kullanılmış, böylelikle, daha önceki sosyal güvenlik kanunlarında yer almayan, boşanılan eşle fiilen (eylemli olarak) birlikte yaşama olgusu, gelir/aylık kesme nedeni olarak düzenlendiği gibi, eylemli olarak birlikte yaşama, aynı zamanda gelir/aylık bağlama engeli olarak da benimsenmiştir.
Anılan maddenin gerekçesinde de açıklandığı üzere, düzenleme ile hakkın kötüye kullanımının olası uygulamaları engellenmek istenmiş ve bu amacın gerçekleştirilebilmesi için kötüye kullanımın varlığı belirlendiği takdirde, ilgiliyi haktan yararlandırmama; hakkın kötüye kullanılması durumunda hak sahipliğinin ortadan kalkması ve dolayısıyla gelir veya aylık bağlanmaması esası kabul edilmiştir.
Gerçekten, ölüm aylığı almak üzere boşandığı eşle fiilen birlikte yaşamaya kişiyi sürükleyen etkenin niteliği ve türü, hukuk düzeni açısından önem taşımamaktadır. Çünkü, hakkın kötüye kullanılması hangi dürtüyle (saikle) ortaya çıkarsa çıksın, sonuçta hukuk bakımından sadece ve sadece “kötüye kullanma” olup, hukuk düzeni tarafından korunamayacaktır (Centel, T.; Boşandığı Eşiyle Birlikte Yaşayanın Aylığının Kesilmesi, MESS Sicil Dergisi, Mart 2012, s. 195).
Başka bir anlatımla, hak sahibinin boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşaması her ne saikle olursa olsun, 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası"nda öngörülen bireysel özgürlük kapsamında kalmakta ise de, Anayasa’nın Devletin sosyal görevlerini, mali kaynaklarının yeterliliği ölçüsünde yerine getirmesine ilişkin 65. maddesi uyarınca sosyal sigorta yardımlarına hak kazanma koşullarını düzenleme yetkisine sahip olduğu gibi, Devletin boşanan eşlerin birlikte yaşamasına yasak getirmesi imkân dâhilinde olmamakla birlikte, bu durumda olan kişileri sosyal sigorta yardımları kapsamı dışında bırakması mümkündür.
Nitekim bahse konu yasal düzenlemenin Anayasaya aykırılığı iddiası ile iptali için Anayasa Mahkemesine başvurular üzerine yapılan değerlendirme sonucunda 28.04.2011 tarihli ve 2009/86-70 sayılı kararında anılan Mahkeme, “…ölüm aylığını alabilmek için evli olmamak koşulunu aşmak amacıyla iyi niyete dayanmayan ve dürüst olmayan boşanma isteği ve çabası ile boşanma kararı elde edilip, buna bağlı olarak ölüm aylığı alınması, açıkça hakkın kötüye kullanılmasıdır. Hakkın kötüye kullanılması, hukuk devletinin koruması altında değerlendirilemez. Bu nedenle hakkın kötüye kullanılmasını engellemeyi amaçlayan itiraz konusu kural hukuk devletine aykırı bir düzenleme olarak görülemez… Resmî evliliği olmadan birlikte yaşayanlar ile ölüm aylığı alabilmek için hakkını kötüye kullanarak resmî evliliğini boşanma ile sonlandırıp boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşamaya devam edenler, söz konusu hakkı kullanmak bakımından eşit kabul edilemeyeceklerinden, bunlar arasında eşitlik karşılaştırması yapılamaz… Ölüm aylığı… yasa koyucunun sosyal güvenlik konusuna geniş bir yaklaşımının sonucu sigortalının ölümü ile aranan koşulların sağlanması hâlinde sigortalının geride kalan hak sahipleri açısından getirdiği bir ödemedir. İtiraz konusu kural, hak edilmediği hâlde ölüm aylığı alınarak hakkın kötüye kullanılmasına engel olma amacını taşıdığından, ölüm aylığı almayı hak edenler açısından SGK’nın mali kaynakları çerçevesinde Anayasanın 60. maddesinde ifade edilen güvenceyi sağlamaya çalışmanın bir gereğidir. Ölüm aylığı alabilmek için öngörülen koşulun hakkın kötüye kullanılarak sağlanmak istenmesi sosyal güvenlik hakkıyla bağdaştırılamaz” gerekçesiyle, hükmün Anayasa’nın 2, 10, 60 ve 65. maddelerine aykırı olmadığını; 5, 11, 12, 17, 20, 35 ve 138. maddeleri ile ilgisinin bulunmadığını belirtilerek, oy çokluğuyla başvuruların reddine karar vermiştir.
Sonuç olarak, davanın yasal dayanağını oluşturan 5510 sayılı Kanun’un 56. maddesinin ikinci fıkrasındaki düzenlemenin, ölüm aylığından yararlanma hakkının kötüye kullanılmasını engellemek amacıyla getirilmiş olması ve düzenlemenin Anayasaya aykırı olmadığının tespitine ilişkin Anayasa Mahkemesi kararı nedeniyle, yürürlükteki kanunları uygulamakla yükümlü olan yargı organlarınca uygulanmasının zorunlu olması karşısında, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığı tespit edilen hak sahiplerine gelir veya aylık tahsisi yapılmaması, bağlanan gelir veya aylığın kesilmesine ilişkin Kurum işlemleri hukuka uygundur.
5510 sayılı Kanun’un 56. maddesinin uygulanmasında üzerinde durulması gereken bir diğer husus da, maddede yer alan “boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığı belirlenen” şeklinde ifade edilen boşanılan eşle fiilen birlikte yaşama olgusunun nasıl kanıtlanması gerektiğidir.
Bilindiği üzere, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) “İspat yükü” başlıklı 6. maddesinde, kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her birinin, hakkını dayandırdığı olguların varlığını kanıtlamakla yükümlü olduğu belirtilmiş olup, ispat yükünün kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi yararına hak çıkaran tarafa ait olduğu, yasal bir karineye dayanan tarafın, sadece karinenin tarafını oluşturan vakıaya ilişkin ispat yükü altında bulunduğu ve kural olarak karşı tarafın yasal karinenin aksini ispat edebileceği kabul edilmektedir.
Boşanılan eşle fiilen birlikte yaşama olgusunun nasıl kanıtlanması gerektiği ve ispat yükü hususunda 5510 sayılı Kanun’un 59 ve 100. maddelerinin irdelenmesi gerekmektedir.
Anılan Kanun’un 59. maddesinde Kurumun denetleme ve kontrol yetkisi belirtilmiş, 59/2. maddesinde “Kurumun denetim ve kontrol ile görevlendirilmiş memurlarının görevleri sırasında tespit ettikleri Kurum alacağını doğuran olay ve bu olaya ilişkin işlemler, yemin hariç her türlü delile dayandırılabilir. Bunlar tarafından düzenlenen tutanaklar aksi sabit oluncaya kadar geçerlidir.” hükmüne yer verilmiştir. Öte yandan 5510 sayılı Kanunun 100. maddesinde ise bilgi ve belge isteme hakkı, bilgi ve belgelerin Kuruma verilme usulü düzenlenmiştir.
Özellikle belirtilmelidir ki, bu hükümler uyarınca Kurumun denetim ve kontrol ile görevlendirilmiş memurları tarafından tutulan tutanaklar aksi sabit oluncaya kadar geçerli kabul edilmektedir. Diğer bir anlatımla, yetkili kişilerce düzenlenen ve tarafların ihtirazi kayıt koymaksızın imzaladığı tutanaklar aksi kanıtlanıncaya kadar geçerli olup, aksi ise ancak yazılı delille kanıtlanabilir.
Kaldı ki Kurumun denetim ve kontrol ile görevlendirilmiş memurları ve iş müfettişi raporlarının, rapora dayanak alınan tutanaklar ile birlikte değerlendirilmesi ve ancak belirtilen nitelikteki ekli tutanakların, anılan Kanun kapsamında aksi sabit oluncaya kadar geçerli belge olduğunun kabulü, 4857 sayılı İş Kanunu’nun 92/son maddesinde de açıkça hüküm altına alınmıştır. Nitekim Hukuk Genel Kurulunun 14.11.1979 tarihli, 1014 E., 1364 K. ile 04.02.2009 tarihli ve 2009/9-2 E., 2009/48 K. sayılı kararlarında da aynı hususlar vurgulanmıştır.
Ne var ki, Kurumun denetim ve kontrol ile görevlendirilmiş memurları tarafından yapılan incelemelere dayalı tutanakların değerlendirildiği ve varılan sonucun yazıya geçirildiği raporların, sadece memur veya müfettiş tarafından düzenlenmiş olmaları, anılan raporların 4857 sayılı İş Kanunu’nun 92/son maddesi ile 5510 sayılı Kanun"un 59 ve 100. maddeleri kapsamında aksinin yazılı delille kanıtlanması gereken belgeler olarak kabulleri için yeterli sayılamaz. Ayrıca 5510 sayılı Kanun’un 59/2. maddesinde belirtilen aksi sabit oluncaya kadar geçerli olan tutanakların, Kurumun denetim ve kontrol ile görevlendirilmiş memurları tarafından belgelere dayalı olarak düzenlenmiş olması veya belgeye dayalı olmamakla birlikte hazır bulunan işveren, işçi veya üçüncü kişi beyanları uyarınca düzenlenerek, doğruluğu ilgili kişilerin imzaları ile tasdik edilen ve imza inkârına konu olmayan tutanaklar olması gerekmektedir.
Bu ilkeler ışığında somut olay değerlendirildiğinde, davalı Kurumun aylık kesme işlemine esas aldığı 14.01.2014 tarihli yoklama memuru raporunda, davalı ..."ın Köy Hizmetleri Lojmanlarında oturan komşularının beyanına göre boşandığı eşi ... ile 21.04.2004 tarihinden itibaren birlikte yaşadığı belirtilmiş ise de bilgi ve görgüsüne ulaşıldığı belirtilen kişilerin usule uygun şekilde verdikleri ve imza altına aldıkları ifadeleri bulunmadığı gibi raporda bu kişilerin isimlerine dahi yer verilmemiştir. Bu nedenle yukarıda yapılan açıklamalar çerçevesinde belgeye dayanmayan, üçüncü kişilerin imzalı beyanlarını içermeyen bu raporun aksinin yazılı delil ile kanıtlanması gereken belge olarak kabul edilmesi mümkün değildir. Diğer yandan, davalı ..."ın 13.07.2010 tarihli nakil belgesinde ve yine 22.10.2010 tarihinde nüfus müdürlüğüne bildirdiği adresi Köy Hizmetlerine ait lojman adresi olup, 19.04.2010 tarihli Kamu Konutları Tahsis Talep Beyannamesinde lojmanda oturacak kişiler olarak kendisi ve iki çocuğunu bildirdiği anlaşılmıştır. Mahkemece dinlenen ve Köy Hizmetlerinde memur olarak çalışan kamu tanığı ile aynı lojmanda dört yıldır oturan ve davalı tanığı olarak beyanları alınan komşuları da davalının boşandığı eşiyle birlikte yaşamadığını ve eski eşini hiç görmediklerini, davalının 2003 yılından beri tedavi olduğu hastalığı sırasında da annesi ile birlikte hastaneye gidip geldiğini beyan etmişlerdir. Yine, lojman ve civarında yaptırılan 27.05.2014 tarihli kolluk araştırmasında da davalı ve boşandığı eşinin ayrı yaşadıkları bildirilmiştir. Tüm bu olgular ile davalının boşandığı 21.05.2004 tarihinde hak sahibi olan babasının henüz hayatta olduğu ve boşanma tarihinden çok sonra 09.07.2010 tarihinde vefatı üzerine davalıya ölüm aylığı bağlandığı hususları birlikte gözetildiğinde, yerel mahkemenin birlikte yaşama olgusunun bulunmadığı gerekçesi ile davanın kabulüne dair verdiği karar usul ve yasaya uygundur.
Tüm bu nedenlerle, mahkemenin yazılı şekilde karar vermesinde bir isabetsizlik görülmediğinden usul ve yasaya uygun direnme kararının onanması gerekmiştir.
SONUÇ: Davalı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile yukarıda açıklanan nedenlerle direnme kararının ONANMASINA, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 28.11.2019 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.
Bu alandan sadece bu kararla ilintili POST üretebilirsiniz. Bu karardan bağımsız tamamen kendinize özel POST üretmek için TIKLAYINIZ
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.