Esas No: 2012/9-1924
Karar No: 2013/882
Karar Tarihi: 26.06.2013
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2012/9-1924 Esas 2013/882 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ : Isparta İş Mahkemesi
TARİHİ : 19/09/2012
NUMARASI : 2012/138 E-2012/256 K.
Taraflar arasındaki “işçilik alacakları” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Isparta İş Mahkemesi’nce davanın kabulüne dair verilen 27.10.2009 gün ve 2008/148 E. 2009/363 K. sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 9. Hukuk Dairesi’nin 09.04.2012 gün ve 2010/1416 E. 2012/11849 K. sayılı ilamı ile;
(…Taraflar arasında işçilik alacaklarının zamanaşımına uğrayıp uğramadığı konusunda uyuşmazlık bulunmaktadır.
Zamanaşımı, alacak hakkının belli bir süre kullanılmaması yüzünden dava edilebilme niteliğinden yoksun kalabilmesini ifade eder. Bu tanımdan da anlaşılacağı üzere zamanaşımı, alacak hakkını sona erdirmeyip sadece onu "eksik bir borç" haline dönüştürür ve "alacağın dava edilebilme özelliği"ni ortadan kaldırır.
Bu itibarla zamanaşımı savunması ileri sürüldüğünde, eğer savunma gerçekleşirse hakkın dava edilebilme niteliği ortadan kalkacağından, artık mahkemenin işin esasına girip onu da incelemesi mümkün değildir.
Uygulamada, fazlaya ilişkin hakların saklı tutulması, dava açma tekniği bakımından, tümü ihlal ya da inkar olunan hakkın ancak bir bölümünün dava edilmesi, diğer bölümüne ait dava ve talep hakkının bazı nedenlerle geleceğe bırakılması anlamına gelir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu benimsenmiş ilkeye göre, kısmi davada fazlaya ilişkin hakların saklı tutulmuş olması, saklı tutulan kesim için zamanaşımını kesmez, zamanaşımı, alacağın yalnız kısmi dava konusu yapılan miktar için kesilir.
Zamanaşımı, bir maddi hukuk kurumu değildir. Diğer bir anlatımla zamanaşımı, bir borcu doğuran, değiştiren ortadan kaldıran bir olgu olmayıp, salt doğmuş ve var olan bir hakkın istenmesini ortadan kaldıran bir savunma aracıdır. Bu bakımdan zamanaşımı alacağın varlığını değil, istenebilirliğini ortadan kaldırır. Bunun sonucu olarak da, yargılamayı yapan yargıç tarafından yürüttüğü görevinin bir gereği olarak kendiliğinden göz önünde tutulamaz. Borçlunun böyle bir olgunun var olduğunu, yasada öngörülen süre ve usul içinde ileri sürmesi zorunludur. Demek oluyor ki zamanaşımı, borcun doğumu ile ilgili olmayıp istenmesini, önleyen bir savunma olgusudur. Şu durumda zamanaşımı, savunması ileri sürülmedikçe, istemin konusu olan hakkın var olduğu ve kabulüne karar verilmesinde hukuksal ve yasal bir engel bulunmamaktadır.
İşte bundan dolayı, yasalarda öngörülen zamanaşımı sürelerinin işlemeye başlayabilmesi için öncelikle talep konusu hakkın istenebilir bir konuma, duruma gelmesi gerekmektedir. Yasalarda hakkın istenebilir konumuna, diğer bir anlatımla yerine getirilmesinin gerektiği güne, ödeme günü denmektedir. Bir hak, var olsa bile, o hakkın istenmesi için gerekli koşullar gerçekleşmedikçe istenemez.
Bilindiği gibi zamanaşımı, alacak hakkının belli bir süre kullanılmaması yüzünden dava edilebilme niteliğinden yoksun kalabilmesini ifade eder. Bu tanımdan da anlaşılacağı üzere zamanaşımı, alacak hakkını sona erdirmeyip sadece onu "eksik bir borç" haline dönüştürür ve "alacağın dava edilebilme özelliği"ni ortadan kaldırır.
Bu itibarla zamanaşımı savunması ileri sürüldüğünde, eğer savunma gerçekleşirse hakkın dava edilebilme niteliği ortadan kalkacağından, artık mahkemenin işin esasına girip onu da incelemesi mümkün değildir.
Genel olarak savunma nedenlerinin ve bu arada zamanaşımı savunmasının esasa cevap süresi içinde bildirilmesi gereklidir. Ancak, 20.12.1974 gün ve 6155-17127 sayılı Daire kararında da belirtildiği veçhile (bu karar için de yukarıda anılan dergi, sayfa 637 ve devamına bakınız); savunma nedenlerinin ve savunma nedenlerinden olan zamanaşımının yasanın öngördüğü cevap süresi geçtikten sonra ileri sürülmesi, diğer bir ifade ile (savunmanın genişletilmesi), bazı kayıt ve şartlarla mümkündür (HUMK. 202/11). Bu tek şart, savunmanın genişletilmesine karşı tarafın (hasmın) muvafakatidir. Eğer karşı taraf savunmanın genişletilmesine muvafakat etmez ve dolayısıyla (savunmanın genişletildiği) yollu bir itirazda bulunursa, o takdirde ancak mahkemenin ileri sürülen savunma nedenlerini (bu arada zamanaşımı savunmasını) incelemesi olanağı yoktur; bu durumda ise mahkeme hemen savunma nedenlerini reddetmelidir. Usulün 202. 187. ve 188. maddelerinin birlikte incelemesinden çıkan sonuç budur. Özetle belirtmek gerekirse, savunmanın genişletildiği itirazı ile karşılaşılmadığı sürece zamanaşımı savunmasının geç ileri sürülmesi, incelenmesine engel değildir.
Hemen belirtmelidir ki, gerek İş Kanunu"nda, gerekse Borçlar Kanununda, kıdem ve ihbar tazminatı alacakları için özel bir zamanaşımı süresi öngörülmemiştir.
Uygulama ve öğretide kıdem tazminatı ve ihbar tazminatına ilişkin davalar, hakkın doğumundan itibaren, Borçlar Kanunu"nun 125. maddesi uyarınca on yıllık zamanaşımına tabi tutulmuştur. Keza tazminat niteliğinde olmaları nedeni ile sendikal tazminat, kötüniyet tazminatı, işe başlatmama tazminatı, 4857 sayılı İş Kanunu’nun 5. maddesindeki eşit işlem borcuna aykırılık nedeni ile tazminat, 26/2 maddesindeki tarafların maddi ve manevi tazminat, 28. maddede belgenin zamanında verilmemesinden kaynaklanan tazminat, 31/son maddesi uyarınca askerlik sonrası işe almama nedeni ile öngörülen tazminat istekleri 10 yıllık zamanaşımına tabidir.
Bu noktada, zamanaşımı başlangıcına esas alınan kıdem tazminatı ve ihbar tazminatı hakkının doğumu ise, işçi açısından hizmet aktinin feshedildiği tarihtir.
Zamanaşımı, harekete geçememek, istemde bulunamamak durumunda bulunan kimsenin aleyhine işlemez. Bir hakkın, bu bağlamda ödence isteminin doğmadığı bir tarihte, zamanaşımının başlatılması hakkın istenmesini ve elde edilmesini güçleştirir, hatta olanaksız kılar.
İşveren ve işçi arasındaki hukuki ilişki iş sözleşmesine dayanmaktadır. İşçinin sözleşmeye aykırı şekilde işverene zarar vermesi halinde, işverenin zararının tazmini amacı ile açacağı dava Borçlar Kanununun 125. maddesi uyarınca 10 yıllık zaman aşımına tabidir.
4857 sayılı kanundan daha önce yürürlükte bulunan 1475 sayılı kanunda ücret alacaklarıyla ilgi olarak özel bir zamanaşımı süresi öngörülmediği halde, 4857 sayılı İş Kanunun 32/8 maddesinde işçi ücretinin 5 yıllık özel bir zamanaşımı süresine tabi olduğu açıkça belirtilmiştir. Ancak bu kanundan önce tazminat niteliğinde olmayan, ücret niteliği ağır basan işçilik alacaklarının, Borçlar Kanununun 126/1 maddesi uyarınca beş yıllık zamanaşımına tabi olacağı tartışmasız öğreti ve uygulama tarafından kabul edilmiştir. İşverence işçiye fazladan ödenen ücret ve ücret eklerinin geri alınmasında da uyuşmazlığın temelinde sözleşme ilişkisi olmakla zamanaşımı süresi 5 yıl olarak uygulanmalıdır. Dairemizin kararları da bu yöndedir(Yargıtay 9.HD. 20.4.2010 gün 2008/ 23521 E, 2010/11354 K).
TTK.nun 1259. maddesinin 1. fıkrasında yazılı bir yıllık zamanaşımı, aynı Kanunun 1235. maddesi uyarınca gemi adamlarının hizmet ve iş mukavelelerinden doğan alacaklarının bir rüçhan hakkı olarak gemi bedeli üzerindeki talebi ile ilgili olup genel anlamda, hizmet ve iş mukavelelerinden doğan ücret alacaklarının BK.nun 126. maddesi uyarınca beş yıllık zamanaşımına tabidir.
Kanundaki zamanaşımı süreleri, BK"nun 127.maddesi gereğince "tarafların iradeleri ile değiştirilemez.
İş sözleşmesi devam ederken kullanılması gereken ve İş Sözleşmesinin feshi ile alacak niteliği doğan yıllık izin ücreti alacağının zamanaşımı süresinin fesih tarihinden başlatılması gerekir (HGK. 05.07.2000 gün ve 2000/9-1079 E, 2000/1103 K).
Sözleşmeden doğan alacaklarda zamanaşımı alacağın muaccel olduğu tarihten başlar. (BK. m. 128).BK.nun 101. maddesince, borcun muaccel olması, ifa zamanının gelmiş olmasını ifade eder. Borcun ifası henüz istenemiyorsa muaccel bir borçtan da söz edilemez.
Müteselsilen borçlu olan kişilerin birbirlerine rücuunu ve bunun zamanaşımını aralarındaki hukuki ilişkinin niteliği düzenler. Zira müteselsilen borçluluk muhtelif hukuki ilişkiler sonucu doğabilir. Ancak rücu hangi hukuki ilişki veya yasal nedenle doğmuş olursa olsun rücü zamanaşımı rücua neden olan ödemenin yapıldığı andan itibaren işlemeye başlar ve bu zamanaşımı süresi de, yukarıda açıklandığı üzere, ödemeyi yapan ve rücu eden ile edilen kişi arasındaki hukuki ilişkiye göre saptanır.
Borçlar Kanununun 128. maddesi ile zamanaşımının nasıl hesaplanacağı belirtilmiştir. Bu maddenin birinci fıkrası, zamanaşımının alacağın muaccel olduğu zamanda başlayacağı esasını kural olarak getirmiştir. Belirtmek gerekir ki, borç belirli bir vadeye bağlanmış ise bu vadenin bittiği tarihte muacceliyet kesbedeceğinden aynı Yasanın 130. maddesi hükmü göz önünde tutularak zamanaşımı süresinin dolup dolmadığının hesap edilmesi gerekir. Kanun koyucu burada borçlunun temerrüde düşürülmesi esasından ayrılarak alacağın muaccel olmasını kafi görmüştür. Zamanaşımının başlaması için ayrıca borçlunun sözü geçen Yasanın 101. maddesinde yazılı şekilde temerrüde düşürülmesine lüzum yoktur.
Alacağın muacceliyeti bir ihbar vukuuna tabi olan halleri 128. maddenin 2. fıkrası düzenlemiştir. Bu hükme göre zamanaşımı haberin verilebileceği günden itibaren işlemeye başlayacaktır. Kanun koyucu burada haberin verileceği değil, verilebileceği günün zamanaşımına başlangıç olarak kabul edilmesi gerekeceğini öngörmüştür. O halde, bu durumda zamanaşımının başlayabilmesi için fiilen haberin verilmesi şart olmayıp verilmesi mümkün olan zamanın tesbitini yeterli görmüştür. Haber verebilme ihtiyari bir olaydır. Bu husus alacaklı tarafa bırakılmış ise alacaklı verdiği tarihten itibaren bu hakkını kullanma olanağına her zaman sahiptir. Yani verdiği tarihten itibaren her zaman borçluya verdiği şeyin ödenmesi için ihbar yapabilir. Bu itibarla borçlunun temerrüt haline düşürülüp düşürülmediği ve fiili ihbarın yapılıp yapılamadığı hususları araştırılmadan ödenmesi ihbar yapılması esasına bağlı borç ilişkilerinde zamanaşımının bu haberin verilebileceği yani para ve diğer alacakların verildiği tarihin zamanaşımına başlangıç olarak alınması gerekir.
Borçlar Kanunun 131. maddesi gereğince asıl alacak zaman aşımına uğradığından faiz ve diğer ek haklarda zamanaşımına, uğrar. Diğer bir deyişle faiz alacağı asıl alacağın tabi olduğu zamanaşımına tabi olur. Borçlar Kanununun 133/2. maddesince alacaklının dava açmasıyla zamanaşımı kesilir. Ancak zaman aşımının kesilmesi sadece dava konusu alacak için söz konusudur.
Kısmi bir dava açılması halinde alacağın yalnız o kısım için zamanaşımı kesilir. Dava dışı kalan bölümü hakkında, zamanaşımı işlemeye devam eder.
Borçlar Kanununun 132/4. maddesinde “Hizmet mukavelesinin devam ettiği müddetçe hizmetçilerin, istihdam edenlere karşı olan alacakları hakkında" zamanaşımının işlemeyeceği ve duracağı belirtilmiş ve hizmetçi" terimi kullanılmıştır. Bu maddenin iş sözleşmesiyle bağlı her kişiye uygulanması olanağı yoktur. Hizmetçiden kastedilen; kendisine ev işleri için ücret ödenen, iş sahibiyle aynı evde yatıp kalkan, aileden biriymiş gibi ev halkı ile sıkı ilişkileri olan kimsedir.
Borçlar Kanununun 133. maddesinde zamanaşımını kesen nedenler sınırlama getirmeksizin gösterilmiştir. Bunlardan borçlunun borcunu ikrar etmesi (alacağı tanıması), bu nedenlerden biridir. Borcun tanınması, tek yanlı bir irade bildirimi olup; borçlunun, kendi borcunun devam etmekte olduğunu kabul anlamındadır. Borç ikrarının sonuç doğurabilmesi için, eylem yeteneğine ve malları üzerinde tasarruf yetkisine sahip olan borçlunun veya yetkili kıldığı vekilinin, bu iradeyi alacaklıya yöneltmiş bulunması ve ayrıca zamanaşımı süresinin dolmamış olması gerekir. Gerçekte de borç ikrarı, ancak, işlemekte olan zamanaşımını keser; farklı anlatımla zamanaşımı süresinin tamamlanmasından sonraki borç ikrarının kesme yönünden bir sonuç doğurmayacağından kuşku ve duraksamaya yer olmamalıdır. Bu bağlamda BK. 139. maddesinden de söz edilmesi zorunludur.
Borçlar Kanununun 139. maddesi zamanaşımından feragati düzenlenmiştir. Anılan maddeye göre, borçlunun zamanaşımı defini ileri sürme hakkından önceden feragati geçersizdir. Önceden feragatten amaç, sözleşme yapılmadan önce veya yapılırken vaki feragattir. Oysa daha sonra vazgeçmenin geçersiz sayılacağına ilişkin yasada herhangi bir hüküm bulunmamaktadır. O nedenle borç zamanaşımına uğradıktan sonra borçlu zamanaşımı defini ileri sürmekten feragat edebilir. Zira, burada doğmuş bir defi hakkından feragat söz konusudur ve hukuken geçerlidir. Bu feragat; borçlunun, ileride dava açılması halinde zamanaşımı definde bulunmayacağını karşılıklı olarak yapılan feragat anlaşmasıyla veya tek yanlı iradesini açıkça bildirmesiyle veyahut bu anlama gelecek iradeye delalet edecek bir işlem yapmasıyla mümkün olabileceği gibi, açılmış bir davada zamanaşımı definde bulunmamasıyla veya defi geri almasıyla da mümkündür.
Zamanaşımı süresinin dolmasından sonra alacaklıya yöneltilen borç ikrarının, zamanaşımı definden zımni (örtülü) feragat anlamına geldiği, öğretideki baskın görüşlerle ve yargı inançlarıyla da doğrulanmaktadır.(Yargıtay Hukuk Genel Kurulu"nun 19/11/1963 T. 5924-6419 sayılı kararı) Dahası, zamanaşımı süresinin dolmasından sonra alacaklıya karşı bir borç ikrarında bulunan borçlunun da bu borç ikrarına dayanılarak açılan davada zamanaşımı defini ileri sürmesi çelişkili davranış yasağını oluşturur ve MK. md. 2. ye aykırıdır. Hukuken korunamaz( HGK. 23.02.2000 gün ve 2000/15-71 E, 2000/116 K).
Borçlar Kanununun 133/2.maddesi hükmü uyarınca, dava açılması veya icra takibi yapılması zamanaşımını kesen nedenlerdendir. Borçlar Kanununun 135. maddesi ise, zamanaşımının kesilmesi halinde yeni bir sürenin işlemesi gerektiğini açıkça belirtmiştir. Madde açıkça düzenlemediğinden ihtiyati tedbir istemi ile mahkemeye başvurma veya işçilik alacaklarının tespiti ve ödenmesi için Bölge Çalışma İş Müfettişliğine şikayette bulunma zamanaşımını kesen nedenler olarak kabul edilemez. Ancak işverenin şikayet üzerine Bölge Çalışma Müdürlüğünde alacağı ikrar etmesi, zamanaşımını kesen bir neden olacaktır.
Zamanaşımı, dava devam ederken iki tarafın yargılamaya ilişkin her işleminden ve hakimin her emir ve hükmünden itibaren yeniden işlemeye başlar ve kesilmeden itibaren yeni bir süre işler (BK. m. 135-136).
Borçlar Kanununun 133/2. maddesi gereğince takas def"i zamanaşımını keser ve 136. maddesi gereğince de dava devam ettiği sürece hakimin her emir ve hükmünden itibaren yeniden işlemeye başlar.
Borçlar Kanunun 134.madde hükmü, "Müruruzaman müteselsilen borçlu olanlardan veya taksimi kabil olmayan bir borcun müşterek borçlularından birine karşı katedilmiş olunca diğerlerine karşı da katedilmiş olur" kuralını içermektedir. Bu maddeye göre, müteselsil borçlulardan birine karşı zamanaşımının kesilmesi diğer müteselsil borçlulara karşı da zamanaşımını keser.
Bu hükmün haksız fiillerden doğan müteselsil sorumlulukta sadece tam teselsülde yani Borçlar Kanunu md. 50"ye dayanan müteselsil sorumlulukta uygulama bulacağı; buna karşın eksik teselsülde yani Borçlar Kanunu md. 51"e dayanan müteselsil sorumlulukta uygulama bulmayacağı kabul edilmelidir. Yine halefiyette borçlu alacaklının yerine geçtiğinden, alacaklının alacak hakkının tabi olduğu zamanaşımı süresinden yararlanır. Bunun sonucu olarak halefiyetten yararlanan rücu hakkı sahibinin, diğer borçlulara rücu hakkı alacaklının sahip olduğu zamanaşımı süresinden yararlanır.
Borçlar Kanununun 137 maddesinde hangi hallerde zamanaşımına ilaveten 60 günlük munzam müddetten yararlanılacağı sınırlı bir biçimde sayılmış, ayrıca sayılan hususlardan dolayı daha önce davanın reddedilmiş olması koşulu öngörülmüştür. Bu düzenlemede davanın açılmamış sayılma ile sonuçlanması haline yer verilmemiştir.
5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanununun 7. maddesinde İş Mahkemelerinde sözlü yargılama usulü uygulanır. Bu nedenle zamanaşımı def"i ilk oturuma kadar ve en geç ilk oturumda yapılabilir.
Dava konusunun ıslah yoluyla arttırılması durumunda ıslah dilekçesinin tebliğini izleyen ilk oturuma kadar ya da ilk oturumda yapılan zamanaşımı defi de ıslaha konu alacaklar yönünden hüküm ifade eder.
Islah savunmanın genişletilmesi yasağının istisnalarından biridir. Bu itibarla cevap dilekçesinin ıslahı yoluyla zamanaşımı definin ileri sürülmesi imkan dahilindedir. Dairemizin kararlılık kazanmış olan uygulaması bu yöndedir(Yargıtay 9.HD. 02.04.2007 gün 2006/ 23813 E, 2007/ 8905 K,Yargıtay 9.HD. 10.07.2003 gün 2003/ 1869 E, 2003/ 1306 K). Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 06.04.2011 gün ve 2010/ 9-629 E, 2011/ 70 K. sayılı kararı ile de cevap dilekçesinin ıslahı yoluyla zamanaşımı definin ileri sürülebileceği kabul edilmiştir.
Somut olayda; davacı işçi davalı işverenden 6245 sayılı Harcırah Kanunu gereğince harcırah isteğinde bulunmuştur. Davalı işveren süresinde zamanaşımı definde bulunmuştur.
Mahkemece davacının nakli 5 yıl önce gerçekleşmişse de Harcırah Kanununda zamanaşımıyla ilgili özel bir düzenleme olmadığından 10 yıllık genel zamanaşımı süresine tabi olduğu gerekçesiyle zamanaşımı süresi 10 yıl kabul edilerek davanın kabulüne karar verilmiştir.
Davacının talebinin kaynağını iş sözleşmesi oluşturmaktadır. İş sözleşmesinden kaynaklanan ve tazminat niteliğinde olmayan tüm alacaklar için de zamanaşımı süresi 5 yıldır. Harcırah alacağı da tazminat değil ücret niteliğinde bir alacaktır, böyle olunca 5 yıllık dava zamanaşımı süresine tabidir.
Davanın reddi yerine yazılı şekilde kabulüne karar verilmesi hatalıdır...)
gerekçesi ile bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN: Davalı vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, harcırah (geçici görev yolluğu) ve konaklama ücreti alacaklarının tahsili istemine ilişkindir.
Davacı dava dilekçesinde özetle; Isparta İl Telekom Müdürlüğü kadrosunda kontrolör olarak çalıştığı dönemde, 04.01.2002 tarihinde İzmir 2. Bölge Müdürü tarafından telefon ile aranarak; “Uşak İl Telekom Müdürlüğü muhasebe müdür görevlisi olarak harcırahsız görev talep ettiğine” ilişkin el yazısı ile dilekçesinin istendiğini, kendisine verilen talimat uyarınca el yazısı ile harcırahsız olarak Uşak iline görev istediğini ve 08.01.2002-26.08.2002 tarihleri arasında Uşak Telekom İl Müdürlüğünde görev yaptığını, kendisinden zorla harcırahsız dilekçe alınmasının butlan olduğunu, geçici görevden dolayı harcırahını almak için yaptığı başvurunun, kendi isteği ile görevlendirildiği gerekçesiyle reddedildiğini ancak Uşak iline kendi isteği ile gitmediğini, Genel Müdürlüğün görevlendirme tarihinin 24.12.2001, dilekçesinin alındığı tarihin ise 04.01.2002 olduğunu, kendi isteği ile gitmiş olsaydı dilekçe tarihinin daha önce olması gerektiğini, Uşak iline kendi isteği ile gitmediğinden geçici görev harcırahının ödenmemesinin yasal olmadığını beyanla, Anayasa Mahkemesi kararı doğrultusunda iptal edilen maddeye dayanarak ödenmeyen geçici görev harcırahlarının ödenmesi istemli dilekçenin reddi yönündeki olumsuz işlemin iptal edilmesi ile harcırahın ve rayiç konaklama giderlerinin yasal faizi ile ödenmesini talep etmiştir.
Davalı Türk Telekom AŞ Genel Müdürlüğü vekili cevap dilekçesinde özetle; davacının talep ettiği hususlar hakkında 26.08.2002 tarihinden itibaren beş yıl içinde dava açmaması nedeniyle davanın zamanaşımı nedeniyle reddi gerektiğini, şirketin 406 sayılı Kanuna göre özel hukuk hükümlerine tabi anonim şirket olduğunu, bu kanun hükümleri saklı kalmak kaydıyla, KİT’ler de dahil olmak üzere, sermayesinin yarıdan fazlası kamuya ait olan kamu kurum, kuruluş ve ortaklıklarına uygulanan mevzuatın şirketlerine uygulanamayacağını, 4502 sayılı Kanunun Geçici 3. maddesinde de şirketlerinin 233 sayılı KHK ekindeki kuruluşlar listesinden çıkarıldığını, öte yandan 406 sayılı Kanunun Ek 22. maddesi uyarınca şirketlerinin Harcırah Kanunu kapsamında olmadığını, Türk Telekominikasyon A.Ş. Harcırah Yönetmeliğinin “Genel Hükümler” başlıklı 22/F maddesine göre, asli görev mahalli dışındaki bir yere kendi isteği ile harcırahsız olarak geçici görevli veya daimi olarak nakil talebinde bulunanlara naklin gerçekleşmesinden sonra harcırah talep etmeleri halinde de harcırah ödenmeyeceğini belirterek, davanın reddini savunmuştur.
Yerel mahkemece; Harcırah Kanunu’nda zamanaşımı ile ilgili özel bir düzenleme bulunmadığından, anılan Kanun"dan kaynaklanan talebin 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 125. maddesi uyarınca on yıllık zamanaşımı süresine tabi olduğu ve kendi isteği ile görevlendirilenlere harcırah ödenmeyeceğine ilişkin düzenlemenin Anayasa Mahkemesi tarafından iptali nedeniyle davacının harcıraha hak kazandığı gerekçesiyle, davanın kabulüne karar verilmiştir.
Davalı vekilinin temyizi üzerine Özel Dairece; yukarıda başlık bölümünde yer alan gerekçe ile Yerel Mahkemece verilen karar bozulmuş, mahkemece, önceki gerekçeler yanında, “harcırah alacağının 5 yıllık dava zamanaşımı süresine tabi olduğu yönündeki görüş doğru kabul edilse bile, daha önce idari yargıda dava açılmasına ve yargı yolu uyuşmazlığı sonucu davanın geldiği idari yargıda açılan dava tarihine göre beş yıllık zamanaşımının da dolmadığı” gerekçesi ile direnildiğinden bahisle, davanın kabulüne karar verilmiştir.
Hükmü davalı vekili temyiz etmiştir.
Uyuşmazlık, geçici görev yolluğu (harcırah) talebinin, ücret alacağı mı yoksa tazminat niteliğinde mi olduğu ile varılacak sonuca göre, harcırah talebinin zamanaşımı süresinin mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu"nun 125. maddesi uyarınca 10 yıl olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
Bilindiği üzere, harcırah (yolluk); kamuda statü hukukuna tabi çalışanlar için öngörülmüş olup, kamu hizmetinin gerektirdiği durumlarda, bu hizmet için görevlendirilen kişilerin katlanacakları giderleri karşılamak üzere ve gerektiğinde görevlendirilen kişilere, katlandıkları zorunlu giderlerin karşılığı olarak yapılan bir ödemedir.
Dava konusu uyuşmazlık esas olarak, 6245 sayılı Harcırah Kanunu’nda düzenlenmiştir.
Harcırah Kanunu’nun “Yol masrafı, yevmiye, aile masrafı ve yer değiştirme masrafının birlikte verilmesini icabettiren haller” başlıklı 10. maddesi,
“Yol masrafı, yevmiye, aile masrafı ve yer değiştirme masrafı aşağıdaki hallerde verilir.
Yurt içinde veya dışındaki daimi bir vazifeye naklen tayin olunanlarla yabancı memleketlerdeki memuriyet merkezi tebdil olunan veyahut bu yerlerden yurt içinde diğer bir daimi vazifeye tayin edilen memur ve hizmetlilere yeni vazife mahallerine kadar…” düzenlemesini içermekte iken, 31.07.2003 gün ve 4969 sayılı Kanunun 1. maddesiyle, “Kendi yazılı talepleri üzerine gönderilenler hariç olmak üzere;” ibaresi eklenmiş ve anılan madde,
“…Kendi yazılı talepleri üzerine gönderilenler hariç olmak üzere; Yurt içinde veya dışındaki daimi bir vazifeye naklen tayin olunanlarla yabancı memleketlerdeki memuriyet merkezi tebdil olunan veyahut bu yerlerden yurt içinde diğer bir daimi vazifeye tayin edilen memur ve hizmetlilere yeni vazife mahallerine kadar…” şeklinde düzenlenmiştir.
4969 sayılı Kanun ile yapılan eklemenin Anayasaya aykırı olduğu iddiası ile yapılan başvuru üzerine Anayasa Mahkemesince 04.05.2005 gün 2004/54 E 2005/24 K. sayılı kararda; “…Nakil işlemi sonucunda, görev yeri değişen kamu görevlilerinin, maddi açıdan belli bir külfetle karşı karşıya kalmaları ve bu külfetin, kamu hizmetinden kaynaklanması nedeniyle, isteklerine dayalı olarak nakledilmiş bile olsalar, sözkonusu külfetin kamuca karşılanmasının icap ettiği; kendi yazılı talepleri üzerine nakledilen kamu görevlileri ile re’sen nakledilen kamu görevlilerinin, nakil işleminin hukuksal niteliği yönünden ve yer değiştirmeye bağlı olarak ödenen harçlar bakımından, aynı hukuksal durumda oldukları, aynı hukuksal konumda olanlar arasında farklı kurallar öngörülmesinin Anayasaya aykırı olduğu” gerekçesiyle “Kendi yazılı talepleri üzerine gönderilenler hariç olmak üzere;” ibaresinin Anayasa’ya aykırı olduğuna ve iptaline karar verilmiştir.
Anılan madde son olarak,
“…Yol masrafı, yevmiye, aile masrafı ve yer değiştirme masrafı aşağıdaki hallerde verilir:
(Değişik: 1/7/2006-5538/2 md.) Yurt içinde veya yurt dışında görev yapmakta iken yurt içinde veya yurt dışındaki sürekli bir göreve naklen atanan ya da yabancı ülkelerdeki memuriyet merkezi değiştirilen memur ve hizmetlilere yeni görev yerlerine kadar;…” şekli ile yürürlükte bulunmaktadır.
Yeri gelmişken belirtilmelidir ki, aynı konuda, 12.12.2001 günlü Resmi Gazetede yayınlanan 4726 sayılı 2002 Mali yılı Bütçe Kanununun “Kamu Harcamalarında Etkinliği Artırıcı Önlemler” başlıklı 6.maddesinin (g) bendinde “...başka yerlerdeki birimler arasında naklen ataması yapılanlar ile başka yerlerde sürekli veya geçici olarak görevlendirilenlere, harcırah talep etmediklerine ilişkin yazılı beyanda bulunmaları halinde, 6245 sayılı Harcırah Kanununda veya özel mevzuatlarında bu atama veya görevlendirmeler için öngörülen harcırah ödenmez...” şeklinde ve kamu harcamalarında etkinliği artırıcı önlemler kapsamında bir kısım nakillerde harcırah verilmemesi amacıyla yapılan düzenleme de; yine Anayasa Mahkemesi"nin 22.10.2002 gün ve 2002/138-96 sayılı olup 28.03.2003 günlü Resmi Gazetede yayımlanan kararı ile iptal edilmiştir.
Mevzuattaki değişikliklerin incelenmesinden de görüleceği üzere, kanun koyucunun harcırah (yolluk) ödemesini, re’sen atananlar ile sınırlı tutmaya yönelik iradesi Anayasaya aykırı bulunarak; isteklerine dayalı olarak nakledilmiş bile olsalar, kendi yazılı talepleri üzerine nakledilenler ile aynı hukuksal durumdan olan re’sen atananlar arasında harcırah ödenmesi yönünden farklılıklar içerecek şekilde yapılan düzenlemeler, iptal müeyyidesi ile karşılaşmıştır.
İş hukuku alanında ise, çalışan ile işveren arasında düzenlenen iş veya toplu iş sözleşmelerinde Harcırah Kanunu’na yollama yapılmak suretiyle, iş sözleşmesi ile çalışanlara harcırah verilmesi imkanı tanınmıştır.
Öte yandan, 4857 sayılı İş Kanunu’nun konuya ilişkin “Ücret ve ücretin ödenmesi” başlıklı 32. maddesi,
“Genel anlamda ücret bir kimseye bir iş karşılığında işveren veya üçüncü kişiler tarafından sağlanan ve para ile ödenen tutardır.
(Değişik ikinci fıkra: 17/4/2008-5754/85 md.) Ücret, prim, ikramiye ve bu nitelikteki her çeşit istihkak kural olarak, Türk parası ile işyerinde veya özel olarak açılan bir banka hesabına ödenir.
…
İş sözleşmelerinin sona ermesinde, işçinin ücreti ile sözleşme ve Kanundan doğan para ile ölçülmesi mümkün menfaatlerinin tam olarak ödenmesi zorunludur.
… Ücret alacaklarında zamanaşımı süresi beş yıldır.” hükmünü içermektedir.
Buna göre, iş hukuku alanında çalışanlara ödenen harcırah, kaynağını iş sözleşmesinden alan ve işçi ücretinin eki niteliğindeki bir alacak durumunda olup, ücret niteliğinde bir alacaktır.
Yukarıda açıklanan ilkeler ışığında, harcırah adı altında çalışana yapılan ek ödemelerin; tazminat değil, iş sözleşmesinden kaynaklanan ve ücretin eki niteliğinde olan ödeme niteliğinde bulunmaları nedeniyle, 4857 sayılı Kanunun 32/son maddesi uyarınca beş yıllık zamanaşımı süresine tabi olduğunun kabulü gerekmektedir.
Somut uyuşmazlıkta davacı işçi, davalı işverenden 6245 sayılı Harcırah Kanunu gereğince harcırah isteğinde bulunmuş, davalı işveren süresinde zamanaşımı definde bulunmuştur.
Davacının talebinin kaynağını iş sözleşmesinin oluşturması ve iş sözleşmesinden kaynaklanan tazminat niteliğinde olmayan harcırah alacağının, ücret niteliğinde bir alacak olması karşısında, Mahkemenin, harcırah alacağının 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 125. maddesi uyarınca on yıllık zamanaşımına tabi olduğu yönündeki direnme gerekçesinde isabet bulunmamaktadır.
Ne var ki, mahkemece, ayrıca “harcırah alacağının 5 yıllık dava zamanaşımı süresine tabi olduğu yönündeki görüş doğru kabul edilse bile, daha önce idari yargıda dava açılmasına ve yargı yolu uyuşmazlığı sonucu davanın geldiği idari yargıda açılan dava tarihine göre beş yıllık zamanaşımının da dolmadığı” gerekçesi ile de direnilerek, davanın kabulüne karar verilmiştir.
Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında, mahkemenin anılan gerekçesinin gerçekte yeni hüküm niteliğinde olup olmadığı; dolayısıyla, bu gerekçenin temyiz incelemesinin Hukuk Genel Kurulu"nca mı, yoksa Özel Dairece mi yapılması gerektiği hususu, ön sorun olarak değerlendirilmiştir.
Yerel mahkeme, temyize konu kararında, ilk kararının gerekçesinde yer vermediği “harcırah alacağının beş yıllık dava zamanaşımı süresine tabi olduğu yönündeki görüş doğru kabul edilse bile, daha önce idari yargıda dava açılmasına ve yargı yolu uyuşmazlığı sonucu davanın geldiği idari yargıda açılan dava tarihine göre, beş yıllık zamanaşımının da dolmadığı” gerekçesine yer vererek yeni bir hukuki olguya dayalı olarak direnme olarak adlandırdığı kararı vermiştir.
Mahkemenin direnme olarak adlandırdığı temyize konu kararın, harcırah alacağında zamanaşımı süresinin 4857 sayılı Kanunun 32/son maddesi uyarınca beş yıl olduğu hususu da gözetilmek suretiyle, usul hukuku anlamında gerçek bir direnme kararı olmadığı; bozmadan esinlenilerek ilk kararda tartışılıp, değerlendirilmemiş yeni gerekçeye dayalı, yeni hüküm niteliğinde olduğu her türlü duraksamadan uzaktır.
Hal böyle olunca; kurulan bu yeni gerekçeye dayalı olarak verilen hükmün temyizen incelenmesi görevi, Hukuk Genel Kurulu’na değil, Özel Daireye aittir.
Bu nedenle, yeni gerekçeye dayalı hükme yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosya Özel Daireye gönderilmelidir.
S O N U Ç : Yukarıda gösterilen nedenlerle davalı vekilinin yeni hükme yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 9.HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE, 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 8/3. fıkrası uyarınca karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 26.06.2013 gününde oybirliği ile karar verildi.
Bu alandan sadece bu kararla ilintili POST üretebilirsiniz. Bu karardan bağımsız tamamen kendinize özel POST üretmek için TIKLAYINIZ
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.