Abaküs Yazılım
Hukuk Genel Kurulu
Esas No: 2013/3-652
Karar No: 2013/872

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2013/3-652 Esas 2013/872 Karar Sayılı İlamı

Hukuk Genel Kurulu         2013/3-652 E.  ,  2013/872 K.

    "İçtihat Metni"

    MAHKEMESİ : Nurhak (Kapatılan) Sulh Hukuk Mahkemesi
    TARİHİ : 27/06/2011
    NUMARASI : 2011/26  E-2011/48  K.

    Taraflar arasındaki “genel suya elatmanın önlenmesi” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; ...Sulh Hukuk Mahkemesi"nce davanın reddine dair verilen 28.12.2009 gün ve E:2006/115, K:2009/85 sayılı kararın incelenmesi davacı A.S.vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 3.Hukuk Dairesi"nin 19.10.2010 gün ve 12176-16976 sayılı ilamı ile;
    (...Davacı, Kadastro çalışmaları öncesinde fiilen zilyedinde bulundurduğu ancak kadastro çalışmaları sonucunda orman vasfıyla Maliye Hazinesi adına kayıtlı olan ve kadastronun  kesinleştiği 248 ada 29 numaralı parselde yer alan elma bahçesini, yine hali hazırda orman vasfıyla Maliye Hazinesi adına kayıtlı oaln 248 ada 1 numaralı parselden çıkan suyla suladığını, ancak kendi imkanlarıyla çıkardığı suya davalı belediyece yapılan vaki müdahalenin men"ini talep ve dava etmiştir.
    Davalı belediye davanın reddini savunmuş, mahkemece; davacının zilyetlik iddiasının hukuken korunabilir bir menfaat olarak dinlenebilirliği olmadığından davacının orman parseli içerisinde yeralan genel su niteliğindeki suya elatmanın önlenmesi talebinin reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekilince temyiz edilmiştir.
    Dava konusu suyun genel sulardan olduğu her iki tarafında su üzerinde öncelik hakkının bulunmadığı anlaşılmaktadır.
    Genel sulardan öncelik hakkı ihlal edilmemek koşuluyla herkes faydalı ihtiyacı oranında yararlanabilir. Mahkemece; mahallinde keşif yapılmış, düzenlenen jeoloji bilirkişi raporunda "davalı belediyenin sularda öncelik hakkının içme suyu olarak kullanılmasını sağlamak olduğunun  ancak davalı belediyenin bu kaynak haricinde de başka kaynaklardan evlere su verildiğinin taraflarca belirtildiği, davacıya ait mevcut meyve bahçesinde başka kaynak suları olmadığı için bu sudan belli gün ve saatlerde davacıya ait havuz doldurulduğunda bahçe sulaması için herhangi bir sakınca teşkil etmeyeceği" belirtilmiştir.
    Mahkemece yapılacak iş; tarafların suya olan ihtiyaçları belirlenerek, gerekirse tarafların ortaklaşa yararlanabilecekleri bir su düzeneğine ve rejimi oluşturularak tarafların kullanım süreleri de gösterilmek suretiyle bir düzenleme yapılıp ona göre hüküm kurulması gerekir...)
    gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece, önceki kararda direnilmiştir.

    TEMYİZ EDEN :Davacı A.S. vekili.

        HUKUK GENEL KURULU KARARI

    Hukuk Genel Kurulu"nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
    Dava, genel suya elatmanın önlenmesi istemine ilişkindir.
    Mahkemece “davacının kadastro çalışmaları öncesinde fiilen zilyetliğinde bulundurduğu ancak kadastro çalışmaları sonucunda orman vasfıyla Maliye Hazinesi adına kayıtlı olan ve kadastronun kesinleştiği 248 ada 29 numaralı parselde yer alan elma bahçesini yine hali hazırda orman vasfıyla Maliye Hazinesi adına kayıtlı olan 248 ada 1 numaralı parselden çıkan suyla suladığı, suyu kendi imkanlarıyla çıkardığı ancak davalı belediyenin suya el attığı ve suya el atmanın önlenmesini talep ettiği, davacının dava konusu suyla suladığı elma bahçesinin bulunduğu 248 ada 29 numaralı parseli kadimden beri zilyetliğinde bulndurduğu ancak kadastro çalışmaları sonucunda burasının orman vasfıyla Maliye Hazinesi adına kayıt edildiği ve kadastronun kesinleştiği, davacının önce tapu kaydına daha sonra zilyetlik iddiasına dayandığı, ancak orman tahdit sınırları içerisinde kalan tapulu ve tapusuz taşınmazlar devletin (kamu) malı olduğundan, kamu malları özel mülk konusu olamayacağından, kesinleşen orman tahdidi içinde kalan taşınmaza ilişkin tapu kaydı hukuki kıymetini yitireceğinden, orman sınırları içindeki yerlerde kadim hakka dahi dayanılamayacağından, orman sınırlaması dışına çıkarılan bir taşınmazın koşulları var ise ancak zilyetlikle edinilebileceğinden, 248 ada 29 numaralı parselin orman sınırlaması dışına çıkarılmadığı dolayısıyla davacının zilyetlik iddiasının hukuken korunabilir bir menfaat olarak dinlenebilirliği olmadığı” gerekçesiyle davanın reddine dair verilen karar, davacı vekilinin temyizi üzerine, Özel Daire"ce yukarıda yazılı gerekçelerle bozulmuştur.
    Yerel mahkemece, direnme kararında önceki gerekçelerine ilave olarak “6831 sayılı Orman Kanunu"nun 5728 Sayılı Kanun ile değişik 93. maddesinde anılan Kanunun 17. maddesinde yasak edilen filleri işleyenlerin ... altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılacağı, işgal ve faydalanma suçunun ... kesinleşmiş orman kadastro sınırları içerisinde işlenmesi halinde verilecek cezanın bir kat artırılacağı, aynı Kanunun 17. maddesinde devlet ormanları içinde bu ormanların korunması, istihsal ve imarı ile alakalı olarak yapılacak her nevi bina ve tesisler müstesna olmak üzere, her çeşit ... tarla açılması, işlenmesi, ekilmesi ve orman içinde yerleşilmesinin yasak olduğu” gerekçelerine de yer vermiştir.
    Hükmü temyize, davacı vekili getirmiştir.
    Bozma ve direnme kararının içerikleri itibariyle Hukuk Genel Kurulu"nun önüne gelen uyuşmazlık;davacının kadastro çalışmaları öncesinde fiilen zilyetliğinde bulundurduğu, ancak kesinleşen kadastro çalışmaları sonucunda orman vasfıyla Maliye Hazinesi adına kaydedilen 248 ada 29 numaralı parselde yer alan elma bahçesini, yine hali hazırda orman vasfıyla Maliye Hazinesi adına kayıtlı olan 248 ada 1 numaralı parselden çıkan suyla sulamasını isteyebilip isteyemeyeceği, isteyebilecek ve kendisine su verilecekse bunun ne şekilde olacağı, noktasında toplanmaktadır.
    Öncelikle, dava ehliyeti ve taraf sıfatı kavramları üzerinde durulmalıdır.
    Dava ehliyeti, kişinin bizzat veya vekili aracılığıyla bir davayı davacı veya davalı olarak takip etme ve usuli işlemleri yapabilme ehliyetidir. Dava ehliyeti, medeni hakları kullanma ehliyetinin usul hukukunda büründüğü şekildir (TMK. m.9); dolayısıyla, medeni hakları kullanma ehliyetine (fiil ehliyetine) sahip gerçek ve tüzel kişiler dava ehliyetine de sahiptirler.
    Taraf sıfatına gelince, bir hakkı dava etme yetkisi (dava hakkı) kural olarak o hakkın sahibine aittir (Bunun, C.Savcısının kamu yararının bulunduğu durumlarda bazı hukuk davalarını açabilme yetkisinin bulunması gibi bazı istisnaları vardır). Bir hakkın sahibinin kim olduğu, dolayısıyla o hakkı dava etme yetkisinin kime ait olduğu, (o davada davacı sıfatının kime ait olacağı) tamamen maddi hukuk kurallarına göre belirlenir. Ancak, bir davanın davacısının o dava yönünden davacı sıfatına sahip bulunmadığının belirlenmesi halinde, mahkeme dava konusu hakkın mevcut olup olmadığını inceleyemeyeceğinden sıfat yokluğundan davanın reddine karar vermek zorunda olduğu için, taraf sıfatı usul hukukunun da düzenleme alanındadır.
    Eş söyleyişle, sıfat, dava konusu sübjektif hak (dava hakkı) ile taraflar arasındaki ilişkidir. Taraf ehliyeti, dava ehliyeti ve davayı takip yetkisi, davanın taraflarının kişilikleriyle ilgili olduğu halde, taraf sıfatı dava konusu sübjektif hakka ilişkindir (Kuru, Baki-Arslan, Ramazan-Yılmaz, Ejder: Medeni Usul Hukuku, 7.Baskı, Ankara 1995,  s.231).
    O halde, dava konusu şey üzerinde kim veya kimler hak sahibi ise, davayı da bu kişi veya kişilerin açması gerekir. Davayı açabilmek için gerekli sıfat, dava konusu şey üzerinde hak sahibi olan kişiye aittir. Bir kimsenin davacı veya davalı sıfatına sahip olup olmadığı tıpkı hakkın mevcut olup olmadığının tayininde olduğu gibi maddi hukuka göre belirlenir(Kuru, Baki-Arslan, Ramazan-Yılmaz, Ejder:age., s.231-232; Üstündağ, Saim:Medeni Yargılama Hukuku, Alfa Basım Yayım Dağıtım, İstanbul 1997, s.307).
    Görülmektedir ki, mahkemenin taraflar arasında dava konusu hakkın esası hakkında bir karar verebilmesi için, bu kişilerin o davada gerçekten davacı ve davalı sıfatlarına sahip olmaları gerekir. Bir davada taraf olarak gösterilen kişiler, taraf ve dava ehliyetine ve davayı takip yetkisine sahip olsalar bile, taraflardan birinin o davada gerçekten davacı ve davalı sıfatı yoksa, davanın esası hakkında bir karar verilemeyeceğinden, dava sıfat yokluğundan (husumetten) reddedilir. Taraf sıfatı usul hukuku sorunu olmayıp, dava konusu sübjektif hakkın özüne ilişkin bir maddi hukuk sorunu olduğundan taraf sıfatının yokluğu, davada taraf olarak gözüken kişiler arasında dava konusu hakkın doğumuna engel olduğu için def"i değil, yargılamanın her aşamasında taraflarca ileri sürülmesi mümkün ve mahkemece de kendiliğinden nazara alınması zorunlu bir itiraz niteliğindedir.
    Nitekim aynı ilkeler, Hukuk Genel Kurulu’nun 23.06.2004 gün ve E:2004/4-371, K:2004/375;18.04.2007 gün ve E:2007/5-233, K:2007/221;04.03.2009 gün ve E:2009/10-34, K:2009/104;04.11.2009 gün ve E:2009/2-402, K:2009/484;03.02.2010 gün ve E:2010/4-4 , K:2010/56; 22.12.2010 gün ve E:2010/19-638, K:2010/694; 09.02.2011 gün ve E:2010/15-657, K:2011/49; 07.12.2011 gün ve E:2011/1-631, K:2011/745 sayılı kararlarında da benimsenmiştir.
    Bunun yanında, “Taşınmazlarda hak karinesi” başlığını taşıyan 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu (TMK)"nun 992.maddesi; “Tapuya kayıtlı taşınmazlarda, hak karinesinden ve zilyetlikten doğan dava açma hakkından yalnız adına tescil bulunan kimse yararlanır” hükmünü içermektedir.
    Görülmektedir ki, öncelikle ortada dava konusu edilmeye uygun bir hak bulunmalı ve dava, o hakkın sahibi durumunda olan ve dava ehliyetine sahip bulunan kişi tarafından açılmış olmalıdır.
    Bu noktada mülkiyet hakkına ve bu hakkın kullanılmasına ilişkin ilke, kavram ve yasal düzenlemeler üzerinde durulmasında yarar vardır:
    Mülkiyet, ayni hakların en önemli tipidir. İsviçre ve Türk Medeni Kanunları, Alman Medeni Kanununu örnek alarak, “mülkiyet” kavramı hakkında tarif vermekten kaçınmıştır. Gerçekten TMK’nun 683.maddesi, mülkiyet hakkını tarif etmemiş; sadece bu haktan doğan yetkileri belirtmekle yetinmiştir.
    Mülkiyet hakkı, TMK’nun 683 ila 778.maddeleri arasında düzenlenmiş olup; anılan Kanun’un 683.maddesinde aynen:
    “Bir şeye malik olan kimse, hukuk düzeninin sınırları içinde, o şey üzerinde dilediği gibi kullanma, yararlanma ve tasarrufta bulunma yetkisine sahiptir.
    Malik, malını haksız olarak elinde bulunduran kimseye karşı istihkak davası açabileceği gibi, her türlü haksız elatmanın önlenmesini de dava edebilir”
    Hükmü yer almaktadır.
    Bu madde hükmü dikkate alındığında, mülkiyetin sağladığı aktif yetkiler (mülkiyetin müspet unsurları); “o şeyde hukuk düzeninin sınırları içinde dilediği gibi tasarruf etme hakkı”dır. Bu tasarruf, malın fiilen kullanılması, semerelerin toplanması, malda değişiklik yapılması, malın tahrip ve tağyir edilmesi gibi fiili tasarrufları içine aldığı kadar, malı başkasına devretme, üzerinde hak tesis etme gibi hukuki tasarrufları da içine alır. Mülkiyeti koruyucu yetkiler (mülkiyetin menfi unsurları) ise; malikin, malını haksız olarak elinde bulunduran kimseye karşı istihkak davası açabilmesi ya da her türlü haksız el atmanın önlenmesini dava edebilmesidir. Maddede belirtilen iki dava doğrudan doğruya mülkiyet hakkına ait yetkilerdir. Bu talepler mülkiyet hakkından kaynaklanır ve varlıklarını mülkiyet hakkından ayrılmaz bir biçimde, ona bağlı olarak sürdürürler (Hukuk Genel Kurulu"nun 03.02.2010 gün ve E:2010/4-4, K:2010/56; 07.12.2011 gün ve E:2011/1-631, K:2011/745 sayılı ilamları).
    Buna göre, devlet ormanlarının mülkiyet hakkı Hazineye intifa hakkı da Orman Yönetimine aittir. Devlet ormanına elatmanın önlenmesi davası açmakta davacı sıfatı, hak sahibi olarak Hazine ve Orman Yönetimine aittir. Ayrıca, kişilerin ormandaki işgal ve faydalanma şeklindeki zilyetlikleri 6831 Sayılı Orman Yasasında suç olarak  tanımlanmıştır. Davacının elma ağaçları dikip sulanmasını istediği yer, kesinleşen orman tahdidi içinde kaldığından, bu yerden işgal ve faydalanma suç oluşturduğundan, dayandığı hakkın hukuken korunabilir bir menfaate dayanmadığından, davanın reddi kararı Kurul çoğunluğunca yerinde görülmüştür.
    Bir kısım üyelerce; bir görüşe göre, “6831 Sayılı Kanun"un 17/3.maddesine göre, savunma, ulaşım, enerji, haberleşme, su, atık su, petrol, doğalgaz, altyapı, katı atık bertaraf ve düzenli depolama tesislerinin; baraj, gölet, sokak hayvanları bakımevi ve mezarlıkların; Devlete ait sağlık, eğitim ve spor tesislerinin ve bunlarla ilgili her türlü yer ve binanın Devlet ormanları üzerinde bulunması veya yapılmasında kamu yararı ve zaruret olması halinde, gerçek ve tüzel kişilere bedeli mukabilinde Çevre ve Orman Bakanlığınca izin verilebileceğinden, somut olayda böyle bir iznin verilip verilmediğinin tespiti bakımından 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu"nun 61 vd. maddelerine (Mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu m.49) göre, eldeki davanın, Çevre ve Orman Bakanlığı"na ihbar edilmesi gerektiği” belirtilmiş; başka bir görüşe göre, “4721 sayılı Türk Medeni Kanunu"nun 981 ila 984 maddeleri arasında düzenlenen zilyetlik hükümleri ve bu arada 982.maddesi kapsamında zilyetliğin korunması davası çerçevesinde çözümlenmesi gerektiği; buna göre, davacının zilyetliğinin korunması bakımından eldeki davanın dinlenebilir olduğu,  ileri sürülmüş ise de, bu görüşler Kurul çoğunluğunca yukarıda belirtilen nedenlerle bu görüşler kabul edilmemiştir.   
    Hal böyle olunca; tarafların karşılıklı iddia ve savunmaları, dosyadaki tutanak ve kanıtlar, mahkeme kararında açıklanan gerektirici nedenler gözetildiğinde, yerel mahkemenin yazılı şekilde karar vermesinde bir isabetsizlik görülmediğinden, usul ve yasaya uygun direnme kararının onanması gerekmiştir.
    SONUÇ:Davacı A. S.vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile, direnme kararının yukarıda açıklanan nedenlerle ONANMASINA, gerekli temyiz ilam harcı peşin alındığından başkaca harç alınmasına mahal olmadığına, 6217 sayılı Kanunun 30.maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440/III(1).maddesi uyarınca karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 26.06.2013 gününde yapılan ikinci görüşmede oyçokluğuyla karar verildi.

     

                       KARŞI OY YAZISI

    Dava, genel suya yapılan müdahalenin önlenmesi isteğine ilişkindir.
    Davanın reddine ilişkin direnme hükmü Yüksek Hukuk Genel Kurulu çoğunluğunca onanmasına karar verilmiştir.
    Davacı, kadastro çalışmalarından önce fiilen zilyetliğinde bulunan taşınmaz üzerine elma bahçesini oluşturduğu ve orman içerisinde bulunan başka bir parselde kendi imkanları ile kazdığı kuyudan elma bahçesini sulamak için su getirdiği, davacı tarafından getirtilen bu genel suya davalı belediyenin müdahalede bulunduğu ve davacının da bu yüzden Belediyeye karşı söz konusu davayı açtığı anlaşılmıştır. Elma bahçesi oluşturulduğu sırada henüz orman kadastro çalışmaları yapılmamıştır. Daha sonra taşınmazın bulunduğu bölgede orman kadastro çalışmalarının yapıldığı elma bahçesinin 2487 ada 29 sayılı parsel içerisinde kaldığı genel suya ilişkin kaynağın ise 248 ada 1 numaralı parsel kapsamında bulunduğu, her iki parselin kesinleşen orman kadastro çalışmaları ile orman niteliğinde Hazine adına tapuya kayıt ve tescil edildikleri saptanmıştır.
    Dosya kapsamına göre, orman kadastro çalışmalarından önce oluşturulan elma bahçesi ile suyun getirtildiği kaynak orman alanı içinde kaldığı bu konuda bir duraksamanın bulunmadığı ve daha sonra da orman niteliği ile az önce açıklandığı biçimde iki parsel halinde Hazine adına tespit ve tescil edildikleri belirlenmiştir. Genel sulardan herkesin yararlanacağı konusunda bir duraksama söz konusu değildir.  Meyve bahçesinin ve suyun orman parselleri kapsamında kaldığı konusunda bir uyuşmazlık bulunmamaktadır. Davacının, genel su niteliğinde bulunan orman parseli içerisinde kendi imkanları ile kazdığı kuyuda çektiği sudan yararlanma olanağının bulunup bulunmadığı ve kendi beldesine içme suyutaşıyan aynı yerde kuyuları bulunan davalı belediyenin buna engel olup olamayacağı uyuşmazlık konusu oluşturmaktadır.
    Davacının, somut olayda hukuki yararının bulunup bulunmadığının açıklığa kavuşturulması için ister istemez olayın temelini teşkil eden zilyetliğin korunması hukuki sebebine değinmek zorunluluğu vardır.
    Davacı tarafından orman içerisinde açma yapıp meyve bahçesi oluşturması ve aynı zamanda kuyu kazarak su elde etmesi hiç şüphesiz orman hukuku açısından suç teşkil ettiği açıktır. Ne var ki, ormanda intifa hakkı sahibi olan  orman yönetimi ile mülkiyet sahibi olan Hazine’nin davada yer almadıkları görülmüştür. Somut olayda davacı, herhangi bir hakka değil, sadece ve sadece önceki (eski) zilyetliğe dayanmaktadır. O halde, davada özellikle çözümlenmesi gereken sorun davacının somut olayda dava hakkı bulunup bulunmadığı, davalı Belediyeye karşı önceki zilyetliğinin korunup korunamayacağı hususudur. Bu nedenle, olayda, zilyetlik kavramı, niteliği ve fonksiyonları üzerinde durulmasında yarar vardır. TMK.nun 973. maddesinde zilyetlik; “ bir şey üzerinde fiili hakimiyeti bulunan kimse onun zilyedidir,” biçiminde tanımlanmıştır. Burada sözü edilen fiili hakimiyet kavramı; fiilen taşınmaz üzerinde tasarrufta bulunma, kendi gücü altında bulundurma ve ona hakim olma anlamında kullanılmıştır. Zilyetlik, eşyayla şahıs arasında eylemli bir bağ yani bir ilişkidir. Ancak, zilyetliğin bunun dışında farklı görünümleri de vardır. Yani zilyetlik sadece TMK.nun 973/1. fıkrasında yapılan tanımı ile açıklanamaz.
    Yargıtay İçtihatları Birleştirme Kurulunun 09.10.1946 tarih, 1946 /6 Esas 1946/12 sayılı kararında; “ … MK.896 ( 4721 s.TMK.983) maddesi uyarınca bir gayrimenkulde zilyetliği tecavüze uğrayan kimsenin bu hakkının korunması için açacağı davada; şeye malik olduğunu veya zilyetlik hakkının beyana lüzum olmadan sadece zilyetlik sıfatını değiştirerek tecavüzü ispat etmesi yeter. Bu halde hakim, yalnız davacının gerçek ise, zilyetlik halini tespit ederek tecavüzün önlenmesine karar verir. Bu karar zilyetlik konusunda kesin hüküm meydana getirmez. Zilyede mülkiyet hakkı vermez ve diğer tarafa mülkiyet iddiasıyla yetkili mercilerde başkaca dava açmak hakkına dokunmaz…” denilmektedir. İçtihadı birleştirmenin kapsamından ve açıklanan özetinden de anlaşılacağı üzere ormanda yapılan açma ve su kuyusu açmak suretiyle el atma suç oluştursa bile, davacının intifa ve mülkiyet hakkı sahibi bulunan orman yönetimi ile Hazine dışında zilyetliğine müdahalede bulunan kişilere karşı her zaman üstün zilyetliğinin korunması gerekir. Kaldı ki, davacı hakkında açılan bir ceza dosyası, soruşturma ve kovuşturma da söz konusu değildir. Davalı Belediye genel sudan yararlandığı gibi davacının da ihtiyacı ve olanakları ölçüsünde bu sudan yararlanması olanağı vardır. Dolayısıyla mevcut sudan alarak elma bahçesini sulama hakkına sahiptir.
    Davacının, taşınmaz ve su üzerinde herhangi bir aynı hakkı söz konusu değildir ve olamaz. Somut olguda kaydedilen zilyetlikte aynı hakka ilişkin TMK.nun 713/1, 3402 sayılı Kadastro Kanununun 14. maddelerinde yer alan kazanmayı sağlayan bir zilyetlik olmayıp, kendisine ait olmayan yer üzerinde yarattığı fiili hakimiyeti nedeniyle üçüncü kişinin zilyetliğine müdahale etmesi halinde TMK.nun 981 ve devamı maddeleri gereğince koşullarının varlığı halinde zilyetliğinin korunması söz konusu olmaktadır. Bu durum karşısında taşınmaz üzerindeki fiili hakimiyetin meydana geliş şekli önemli değildir. bunun bir gasp sonucu elde edilmiş olmasıda mümkündür. Bu bakımdan hakka dayanmayan zilyetlik örneğin hırsızın zilyetliği dahi hukuk düzenince korunmaktadır. Ne var ki, bu korumanın, hırsızın yararını korumak için değil, sosyal huzur ve barışın korunması ve sağlanması amacına yöneliktir. Bu hususun göz önünde tutulması gerekir. Zilyetlik hukuken korunmuş eylemli bir durum olduğuna göre, bu  durumun bir hakka dayanıp dayanmaması da önemli değildir. Bu bakımdan hukuk düzeni, zilyetlik adı verilen hukuki duruma, hakka dayanıp dayanmadığını göz önünde tutulmaksızın bazı himaye ve olanakları sağlamış, zilyetliğe bazı hukuki sonuçlar bağlamıştır. Bu nedenle zilyetliğin hukuki fonksiyonlarından birisi de fiili durumun başkaları tarafından keyfi olarak bozulmasını önlemektir. Çünkü, zilyetlik bir hakka dayanmasa da hiç kimse kendisini hak sahibi olduğu iddiasıyla bu fiili duruma son veremez. Hukuk düzeni, böylece toplumun dirliğini ve esenliğini korumak istemiştir. Kendilerini haklı görenler bile  başkasının fiili hakimiyetine belli bir çerçeve içerisinde saygı göstermeye mecburdurlar. Kişilerin kendi haklarını kanun yolları dışında bizzat almaya kalkışmalarından doğacak sakıncalar bu suretle önlenmek istenmiştir. İşte TMK.nu bu düşüncelerle 981 ile 987. maddelerinde yer alan hükümleri ile zilyetlik olayını gasp ve tecavüz fiillerine karşı korumuş bulunmaktadır. (TMK.982 ). Zilyetlik davalarının en belirgin özelliği davada ayni hakkın tartışma konusu olmaması, öte yandan, davayı kazanma veya kaybetmenin mevcut veya mevcut olabilecek hak üzerinde herhangi bir etkisinin olmayışıdır. Onun içindir ki, bu tür davalarda, hakim, davacıdan zilyetliğin nasıl bir hakka dayandığını soramaz.
    Öte yandan, zilyetlik davasının hak sahibi olmayan zilyedin (gasbın) dahi korunmasına yol açmasından fazla kaygı duymaya gerek yoktur. Çünkü mahkemenin bu konudaki kararı sadece eski zilyetlik durumunun yeniden kurulmasını sağlamaktır. Yoksa, hakim, gasp edilen malın davacıya iadesine veya tecavüze son verilmesine karar verirken davalının bu mal üzerinde bir hakkı bulunmadığını yada üçüncü kişilerin dava konusu edilen yer üzerinde hakları olmadığını kabul etmiş olmamaktadır. O halde, gasp ve tecavüzüne son verilen davalı varlığını iddia ettiği hakka dayanarak zilyedi her zaman dava edebilir ve hakkını bu yoldan sağlanmasını sağlayabilir. Çünkü, zilyetlik davaları sonunda verilen mahkeme kararları, tamamen geçici bir etkiye sahip kararlardandır. Özellikle, bu davalarda mülkiyet sorunu (zilyetliğin arkasında bulunan hak yönünden mülkiyet uyuşmazlığı) çözümlenmediğinden verilen kararlar mülkiyet bakımından kesin hüküm teşkil etmezler. Nitekim az önce açıklanan 09.10.1946 tarih ve 1946/6 Esas 1946/12 Karar sayılı İçtihatı Birleştirme kararında bu husus açık bir biçimde vurgulanmıştır.
    Dava da intifa hakkı sahibi olan orman yönetimi ile mülkiyet sahibi bulunan Hazine’nin taraf durumunu almamış olması dava konusu taşınmazın orman sayılan yerlerden olması, taraflar arasındaki zilyetliğin korunması davasının incelenmesine engel teşkil etmeyeceği ve davanın salt orman yeri olması nedeniyle reddedilemeyeceği TMK.nun 981 ve devamı maddeleri gereğidir. Esasen bu gibi durumlarda başka çözüme gitmek ve özelliklede davacının korumaya değer bir hakkının bulunmadığından söz edilerek davasının reddine karar vermek az önce açıklanan zilyetlik kurumunun niteliğiyle bağdaşmaz. Aksi halde, dava tarihinde ve ondan önce taşınmaz üzerinde fiili hakimiyeti ve zilyetliği bulunan kişiye karşı zilyetliğine tecavüzde bulunan davalının korunması esası benimsenmiş olur. Bu benimseme ise, TMK.nun 981 ve devamı  maddeleri gereğince getirilen zilyetliğin korunması amacına uygun düşmez. Zilyetliğin korunması davalarıyla güdülen amaç, toplumda yaratılan huzursuzluğun giderilmesi ve güven ortamı ile barışın sağlanmasıdır.
    Yukarıda açıklanan hususların tamamı zilyetliğin korunması davalarına ilişkin olup az öncede açıklandığı gibi somut olayda açılmış bir zilyetliğin korunması davası söz konusu değildir. Dava konusu yer ormanda açılan bir meyve bahçesi de olsa ve bu Orman Hukukuna da göre suçta teşkil etse belirtilen TMK.nun 981 ve devamı maddeleri gereğince davacının korunması gereken üstün zilyetliği bulunduğundan meyve bahçesini sulamak için davalı Belediye tarafından davacının genel sudan yararlanmasına yapılan müdahalenin önlenmesi davasını açmakta hukuki yararı olduğunun kabulü gerekir. Davacı, bu hukuki yarar hakkını TMK.nun 981 ve devamı maddelerinden almaktadır.
    Aslında, davacının diğer tüm kişiler gibi genel sulardan yararlanma olanağı ve hakkı bulunduğundan sadece bu olgu düşünülerek müdahalenin önlenmesi davasının kabulü gerekir. somut olgu da sadece davacının ihtiyaç duyduğu zaman içerisinde elma bahçesini sulamak için ihtiyaç duyduğu kadar suyu kullanması söz konusudur. Bu nedenle davacı açısından mahkeme; mevcut koşullar dahilinde bir su rejimini düzenlemek durumundadır. Aksi halde yaratılan uyuşmazlık ve toplumda oluşturulan huzursuzluk devam edecektir. İntifa hakkı sahibi olan orman yönetimi ile mülkiyet sahibi bulunan Hazine tarafından davacıya karşı herhangi bir müdahalenin önlenmesi davası ya da suç duyurusunda bulunulup bir ceza davası açılıp davacı dava konusu yerden men edilmedikçe davacının TMK.nun 981 ve devamı maddeleri gereğince belirtilen kurumlar (orman yönetimi ve Hazine) dışında davacının taşınmaz ve su üzerindeki zilyetliğinin üçüncü kişilere karşı korunması esastır. Mahkeme uygun gördüğü takdirde bizzat HMK.nun 61 maddesi uyarınca davayı orman yönetimi ile Hazine’ye ihbar edebilir. Bu konuda yasal imkan vardır. Ormandan açma yapmak suretiyle meyve bahçesi oluşturmanın ve kuyu kazmak sureti ile su elde etmenin suç oluşturduğu görüşü ile sayın Hukuk Genel Kurulu çoğunluğunca davanın reddine ilişkin hükmün onanmasıyla; yetiştirilen elma bahçesinin sulanmadan kurumaya terk edildiği olgusu ortadadır. Halbuki açılmış bir ceza davası vs. söz konusu değildir. Benimsenen bu görüşten hareketle elma bahçesindeki elmaları toplayıp götüren üçüncü kişilere karşı davacının tazminat davası açması da bu durumda söz konusu olmayacaktır.
    Şu noktayı tekrar vurgulamakta yarar görüyorum. Somut olayda aynı (mülkiyet) hakkının tartışması söz konusu değildir. Davacının dayandığı zilyetlik aynı hakka ilişkin ve kazanmayı sağlayan zilyetlik olmayıp sadece taşınmaz üzerindeki fiili tasarrufu ön gören bir zilyetliktir. Zilyetliğin korunması ile ilgili açıklamalar sadece ve sadece davacının men’i müdahale davasını açmakta hukuki yararının bulunup bulunmadığının ve böyle bir hakkının olup olmadığının açıklığa kavuşturulması için yapılmıştır. Çünkü bu hususlar açılan davanın temelini oluşturmaktadır.
    Belirlenen bu somut ve hukuki olgular karşısında direnme kararının özel Daire bozma kararı doğrultusunda bozulmasına karar verilmesi gerekirken sayın Hukuk Genel Kurulu çoğunluğunca onanması şeklinde gerçekleşen görüşlerine açıklanan nedenlerle katılmıyorum.  


                                                   

    Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.

    Son Eklenen İçtihatlar   AYM Kararları   Danıştay Kararları   Uyuşmazlık M. Kararları   Ceza Genel Kurulu Kararları   1. Ceza Dairesi Kararları   2. Ceza Dairesi Kararları   3. Ceza Dairesi Kararları   4. Ceza Dairesi Kararları   5. Ceza Dairesi Kararları   6. Ceza Dairesi Kararları   7. Ceza Dairesi Kararları   8. Ceza Dairesi Kararları   9. Ceza Dairesi Kararları   10. Ceza Dairesi Kararları   11. Ceza Dairesi Kararları   12. Ceza Dairesi Kararları   13. Ceza Dairesi Kararları   14. Ceza Dairesi Kararları   15. Ceza Dairesi Kararları   16. Ceza Dairesi Kararları   17. Ceza Dairesi Kararları   18. Ceza Dairesi Kararları   19. Ceza Dairesi Kararları   20. Ceza Dairesi Kararları   21. Ceza Dairesi Kararları   22. Ceza Dairesi Kararları   23. Ceza Dairesi Kararları   Hukuk Genel Kurulu Kararları   1. Hukuk Dairesi Kararları   2. Hukuk Dairesi Kararları   3. Hukuk Dairesi Kararları   4. Hukuk Dairesi Kararları   5. Hukuk Dairesi Kararları   6. Hukuk Dairesi Kararları   7. Hukuk Dairesi Kararları   8. Hukuk Dairesi Kararları   9. Hukuk Dairesi Kararları   10. Hukuk Dairesi Kararları   11. Hukuk Dairesi Kararları   12. Hukuk Dairesi Kararları   13. Hukuk Dairesi Kararları   14. Hukuk Dairesi Kararları   15. Hukuk Dairesi Kararları   16. Hukuk Dairesi Kararları   17. Hukuk Dairesi Kararları   18. Hukuk Dairesi Kararları   19. Hukuk Dairesi Kararları   20. Hukuk Dairesi Kararları   21. Hukuk Dairesi Kararları   22. Hukuk Dairesi Kararları   23. Hukuk Dairesi Kararları   BAM Hukuk M. Kararları   Yerel Mah. Kararları  


    Avukat Web Sitesi