8. Hukuk Dairesi 2010/267 E. , 2010/2676 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
DAVA TÜRÜ : Senet iptali ve tescil
...ile ... ve ... aralarındaki senet iptali ve tescil davasının reddine dair ... Asliye Hukuk Mahkemesinden verilen 16.10.2009 gün ve 306/397 sayılı hükmün Yargıtay’ca incelenmesi davacı vekili tarafından süresinde istenilmiş olmakla dosya incelendi gereği düşünüldü:
KARAR
Davacı vekili, davacının miras bırakanı ...nın akli melekeleri yerinde bulunmadığı halde, kendisine ait olan taşınmazlardan birini davalılardan ...’ya bağış suretiyle, diğerini de davalı ...’a satış ve zilyetliğini devretmek suretiyle elinden çıkardığını, yapılan işlemlerin vekil edeninin mirastan pay almasının önlenmesine ilişkin olup geçerli bulunmadığını açıklayarak bağış ve satış işlemlerinin iptaline ve tek mirasçı bulunması sebebiyle taşınmazların vekil edeni adına tesciline karar verilmesini istemiştir.
Davalılar vekili, miras bırakan ...’in akli melekelerinin yerinde olduğunu, taşınmazlarından birini ölünceye kadar bakım karşılığı olarak 2.5.2006 tarihinde vekil edeni Kamil’e bağışlandığını, diğer taşınmazının da 7.7.2006 tarihinde vekil edenlerinden Hasan"a bedeli mukabilinde satılıp zilyetliğinin devredildiğini bildirerek davanın reddine karar verilmesini savunmuştur.
Mahkemece, davanın reddine karar verilmesi üzerine; hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dava, satıcı miras bırakanın ayırt etme gücünün bulunmadığı gerekçesiyle 2.5.2006 ve 7.7.2006 tarihli satış ve bağış senetlerinin iptali ile mirasen intikal ve eklemeli kazanmayı sağlayan zilyetliğe dayalı tescil isteğine ilişkindir.
Davacı, miras bırakanı olan babasının hukuki işlem yapma ehliyetinin bulunmadığı halde, davalıların ve dava dışı 3. kişilerin bu durumdan faydalanarak taşınmazların satış ve bağış senetleri düzenlemek suretiyle davalıların tasarrufuna geçtiğini açıklayarak senetlerin iptali ile taşınmazların adına tescilini istemiş, davalılar ise, miras bırakanın akli melekelerinin yerinde bulunduğunu, ölmeden önce 5 ay yatalak olup bakıma muhtaç kaldığını, bu nedenle özel bakım koşulları içinde bakıldığını, bu bakımdan taşınmazlarını davalılara satış ve bağış suretiyle devrettiğini, akciğer kanseri hastalığından da öldüğünü savunmuşlardır. Mahkemece, miras bırakanın akli melekelerinin tam olduğu, hukuki işlem ehliyeti
bulunduğu sebebiyle taşınmazlarından birini davalı ...’e ölünceye kadar bakım karşılığı bağışladığı ve onun da edimini yerine getirdiği, diğer taşınmazını da davalı ...’a sattığı, düzenlenen harici satış ve bağış senetlerinin yasanın aradığı koşullara uygun düzenlendiğinden geçerli bulunduğu gerekçeleriyle davanın reddine karar verilmiştir.
Dava konusu tapusuz taşınmazların davacının miras bırakanı Tahir Kasaba’dan kaldığı hususunda bir uyuşmazlık bulunmamaktadır. Mirasçılık belgesine göre, Tahir Kasaba 13.12.2006 tarihinde ölmüş ve tek mirasçı olarak davacıyı bırakmıştır. 7.7.2006 tarihli adi nitelikli senette, miras bırakanın dava konusu yapılan tapusuz taşınmazı davalı ...’a sattığı ve parasını aldığı belirtilmiş; 2.5.2006 tarihli Bağış Senedi başlıklı adi nitelikli senette ise diğer taşınmazını da davalı ...’e, kendisine ölene kadar bakıp gözetmek, ihtiyaçlarını karşılamak üzere bağışladığını, senedin tanzim tarihi itibariyle taşınmazlarda hak ve alakasının kalmadığını açıklamıştır. Söz konusu senetler HUMK. nun 297. maddesine uygun şekilde düzenlenmişlerdir. Somut olayda, öncelikle çözümlenmesi gereken husus, kanser tedavisi görmekte iken ölen miras bırakanın senetlerin düzenlendiği tarihte ayırt etme gücüne sahip olup olmadığıdır. Yine dosya arasında yer alan Askerlik Şubesinden gönderilen sürekli çürük raporu ve ... Devlet Hastanesinin psikiyatri bölümünden alınan raporlara göre, hukuki işlem ehliyetinin bulunup bulunmadığı da belirlenmelidir.
Ehliyetsizlik kamu düzeni ile ilgili olup, re’sen gözetilmesi gereken bir hukuki nedendir. Ne var ki, mahkemece bu konuda yeterli araştırma yapılmış değildir. Bilindiği üzere; davranışlarının eylem ve işlemlerinin sebep ve sonuçlarını anlayabilme, değerlendirebilme ve ayırt edebilme kudreti( gücü) bulunmayan bir kimsenin, kendi iradesi ile hak kurabilme, borç (yükümlülük) altına girebilme ehliyetinden söz edilemez. Nitekim Türk Medeni Kanununun “fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleriyle hak edinebilir ve borç altına girebilir” biçimindeki 9. maddesi hükmüyle hak elde edebilmesi, borç (yükümlülük) altına girebilmesi, fiil ehliyetine bağlamış, 10. maddesinde de, fiil ehliyetinin başlıca koşulu olarak ayırtım gücü ile ergin (reşit) olmayı kabul ederek “ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan bir ergin kişinin fiil ehliyeti vardır ” hükmünü getirmiştir. “Ayırtım” gücü eylem ve işlem ehliyeti olarak da tarif edilerek aynı kanunun 13. maddesinde “yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk ya da bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes bu kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir ” denmek suretiyle açıklanmış, ayrıca ayırtım gücünü ortadan kaldıran önemli nedenlerden bazılarına değinilmiştir. Önemlerinden dolayı bu ilkeler, söz konusu kanun ile öteki kanunların çeşitli hükümlerinde de yer almışlardır.
Hemen belirtmek gerekir ki, Türk Medeni Kanununun 15. maddesinde de ifade edildiği üzere, ayırtım gücü bulunmayan kimsenin geçerli bir iradesinin bulunmaması nedeniyle, kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, yapacağı işlemlere sonuç bağlanamayacağından karşı tarafın iyi niyetli olması o işlemi geçerli kılmaz. (YİBK 11.06.1941 tarih 4/21).
Yukarıda sözü edilen ilkelerin ve kanun maddelerinin ışığı altında olaya yaklaşıldığında, bir kimsenin ehliyetinin tespitinin şahıs ve mamelek hukuku bakımından doğurduğu sonuçlar itibariyle ne kadar büyük önem taşıdığı kendiliğinden ortaya çıkar. Bu durumda, tarafların gösterecekleri tüm delillerin toplanılması, tanıklardan bu yönde açıklayıcı, doyurucu somut bilgiler alınması, varsa ehliyetsiz olduğu iddia edilen kişiye ait doktor raporları, hasta müşahade kağıtları, film grafilerinin bulundukları yerlerden eksiksiz olarak getirtilmesi zorunludur. Bunun yanında, her ne kadar HUMK. nun 286. maddesinde belirtildiği gibi bilirkişinin “rey ve mütalaası” hakimi bağlamaz ise de, temyiz kudretinin
yokluğu, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk gibi salt biyolojik nedenlere değil, aynı zamanda bilinç, idrak, irade gibi psikolojik unsurlara da bağlı olduğundan, akıl hastalığı, akıl zayıflığı gibi biyolojik ve buna bağlı psikolojik nedenlerin belirlenmesi çok zaman hakimlik mesleğinin dışında özel ve teknik bilgi gerektirmektedir. Ayırt etme gücünün nisbi bir kavram olması, kişiye, eylem ve işleme göre değişmesi bu yönde en etkili sağlık kurulundan, özellikle Adli Tıp Kurumu’ndan rapor alınmasını da gerekli kılmaktadır. Esasen, TMK.nun 409/2. maddesi, akıl hastalığı veya akıl zayıflığının bilirkişi raporu ile belirleneceğini öngörmüştür. Mahkemece, miras bırakan Tahir Kasaba’nın ayırt etme gücünün belirlenmesi bakımından taraf tanıkları dinlenilmiş ise de alınan ifadeler duraksamaya yer vermeyecek şekilde bu hususu belirlemekten uzaktır. Bu nedenle, az yukarıda belirtildiği gibi kanser tedavisi gören miras bırakan Tahir Kasaba’ya ait doktor raporları, hasta müşahade kağıtları, film grafileri, reçeteler, sağlık karnesi vs gibi tanı ve tedaviye ilişkin tüm evrakların sağlık ocağı, hastaneler ve sosyal güvenlik kuruluşlarından eksiksiz olarak getirtilmesi, ayrıca Ödemiş Devlet Hastanesinin psikiyatri servisinde tedavi gördüğü anlaşılan miras bırakana ait, senet tarihlerinin de öncesinden itibaren varsa tüm teşhis tedavi ve ilaçlara ilişkin belgelerin de istenilmesi, sağlıklı bir incelemenin yapılabilmesi için hasta (Tahir Kasaba) yakınlarının, belirtilen konuda bilgisi olanların ve gerekirse tedavisi ile ilgilenen doktorların bilgilerine başvurulması, sözleşmenin düzenlendiği tarihte ayırt etme gücüne sahip olup olmadığının belirlenmesi bakımından dosyanın tomarı ile birlikte Adli Tıp Kurumu ilgili ihtisas dairesine gönderilmesi, buradan alınacak raporun hükme esas alınması gerekirken yalnızca tanık ifadeleri ile yetinilerek yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiştir.
Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün açıklanan nedenlerle ve HUMK.nun 428. maddesi hükmü uyarınca BOZULMASINA, bozma nedenine göre sair hususların şimdilik incelenmesine yer olmadığına ve 15,60 TL peşin harcın istek halinde temyiz eden davacıya iadesine 24.5.2010 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.