
Esas No: 2017/2462
Karar No: 2019/1201
Karar Tarihi: 26.11.2019
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2017/2462 Esas 2019/1201 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :İş Mahkemesi
Taraflar arasındaki “manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Çorlu 1. İş Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 29.04.2015 tarihli ve 2015/96 E., 2015/356 K. sayılı karar davalı vekilince temyiz edilmekle, Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin 04.02.2016 tarihli ve 2015/15350 E., 2016/1157 K. sayılı kararı ile;
“…Dava, iş kazasına uğrayan davacının manevi zararının giderilmesi istemine ilişkindir.
Mahkemenin 100.000 TL manevi tazminatın davalıdan tahsili ile davacıya verilmesine dair kurulan hükmü davalı vekilinin temyizi üzerine Dairemizin 15.12.2014 tarih 2014/22009 Esas 2014/27414 Karar sayılı ilamıyla hükmedilen manevi tazminatın çok fazla olduğu gerekçesiyle bozulmuştur.
Mahkemece, bozma ilamına uyularak 80.000 TL manevi tazminatın olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile davalıdan davacıya verilmesine karar verilmiştir.
Dosya kapsamından davacının, iş kazası sonucunda %35 oranında sürekli iş göremezliğinin bulunduğu, davalı işverenin % 80; davacı işçinin ise %20 oranında kusurlu oldukları anlaşılmaktadır.
Borçlar Kanunu’nun 47. maddesi hükmüne göre hakimin özel halleri göz önünde tutarak manevi zarar adı ile hak sahibine verilmesine karar vereceği bir para tutarı adalete uygun olmalıdır. Hükmedilecek bu para, zarara uğrayanda manevi huzuru doğurmayı gerçekleştirecek tazminata benzer bir fonksiyonu olan özgün bir nitelik taşır. Bir ceza olmadığı gibi, mamelek hukukuna ilişkin zararın karşılanmasını da amaç edinmemiştir. O halde, bu tazminatın sınırı onun amacına göre belirlenmelidir. Takdir edilecek miktar, mevcut halde elde edilmek istenilen tatmin duygusunun etkisine ulaşmak için gerekli olan kadar olmalıdır. 22.06.1966 günlü ve 7/7 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı’nın gerekçesinde takdir olunacak manevi tazminatın tutarını etkileyecek özel hal ve şartlar da açıkça gösterilmiştir. Bunlar her olaya göre değişebileceğinden hakim bu konuda takdir hakkını kullanırken ona etkili olan nedenleri de karar yerinde objektif ölçülere göre isabetli bir biçimde göstermelidir.
Hakimin bu takdir hakkını kullanırken, ülkenin ekonomik koşulları, tarafların sosyal ve ekonomik durumları, paranın satın alma gücü, tarafların kusur durumu, olayın ağırlığı, olay tarihi gibi özellikleri göz önünde tutması, bunun yanında olayın işverenin işçi sağlığı ve güvenliği önlemlerini yeterince almamasından kaynaklandığı da gözetilerek gelişen hukuktaki yaklaşıma da uygun olarak tatmin duygusu yanında caydırıcılık uyandıran oranda manevi tazminat takdir edilmesi gerektiği açıkça ortadadır. ( HGK 23/06/2004, 13/291-370) Bu ilkeler gözetildiğinde, davacı yararına hükmedilen 80.000 TL manevi tazminat fazladır.
Mahkemece bu maddi ve hukuki olgular nazara alınmaksızın ve özellikle bozma ilamında hükmedilen manevi tazminatın çok fazla olduğu belirtilmesine rağmen bozma gereği yerine getirilmeden ve yukardaki ilkeler göz önünde bulundurulmadan yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O halde davalının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır...”
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, iş kazası nedeniyle manevi tazminat istemine ilişkindir.
Davacı vekili; müvekkilinin davalı iş yerinde 23.11.2004 tarihinde sac kesme makinesinde makasçı olarak çalışmaya başladığını, işverenin talimatı ile 22.03.2005 tarihinde daha önce hiç çalışmadığı ve eğitimini almadığı pres makinesini kullanması için görevlendirildiğini, ancak pres makinesinin el ve ayak sisteminin çalışmaması ve işverenin iş sağlığı ve güvenliği yükümlülüğünü yerine getirmemesi nedeniyle iş kazası geçirdiğini, müvekkilinin iki elinin başparmakları hariç diğer sekiz parmağının kalıplar arasında kalarak ezildiğini ve koptuğunu, Büyükçekmece Sulh Hukuk Mahkemesinin 2005/273 D. İş sayılı dosyasıyla yapılan inceleme neticesinde bilirkişinin makinenin çok eski olduğunu ve iş sağlığı ve güvenliği bakımından tehlikeli biçimde ayak kumandası ile çalıştığını tespit ettiğini, Kurum tarafından düzenlenen İş Sağlığı ve Güvenliği İnceleme Teftiş Raporuna göre işverenin %100 oranında kusurlu olduğunu ve müvekkilinin kusurunun bulunmadığını, genç yaşta geçirdiği iş kazası nedeniyle müvekkilinin büyük bir elem ve keder duyduğunu, mevcut işine devam edemediğini ve yeni bir iş bulamadığını, dava konusu iş kazası sebebiyle açtıkları Bakırköy 3. İş Mahkemesinin 2011/604 E. sayılı maddi ve manevi tazminat davasında, manevi tazminat talep ve hakları saklı tutularak davanın reddine karar verildiğini ileri sürerek 130.000,00TL manevi tazminatın davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili; davacının geçirdiği iş kazasında müvekkilinin kusurunun bulunmadığını, müvekkilinin olası kazaları önlemek için gerekli ve kanunen kendisine yüklenen tüm önlemleri aldığını, makinelerin bakım ve muayenelerini yaptırdığını, davacının, çalıştığı bölümdeki makine ve el aletlerinin kullanımı konusunda gerekli bilgilendirme ve eğitimi aldığını, çalışma sırasında gerekli olan kişisel koruyucu malzemelerin davacıya teslim edildiğini, kazanın işçinin tedbirsizlik ve dikkatsizliği ile meydana geldiğini, müvekkilinin ekonomik durumunun iyi olmadığını, Çorlu Asliye Hukuk Mahkemesinin 2009/43 E. sayılı dosyasında müvekkili hakkında iflas erteleme kararı verildiğini, davacının maddi zararının Kurum tarafından fazlasıyla karşılandığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece verilen 18.06.2014 tarihli kararda; davaya konu iş kazası hakkında Bakırköy 3. İş Mahkemesinin 2011/604 E. sayılı dosyasında davacının bakiye ömrünün 35 yıl, maluliyet oranının %35 olarak belirlendiği, yapılan kusur incelemesinde davalı şirketin %80, davacının %20 kusurlu olduğunun tespit edildiği, manevi tazminatın amacının, zarar görenin uğradığı zararı, acı ve üzüntüleri dindirecek veya hafifletecek bir tatmin duygusu oluşturmak olduğu, davacının duymuş olduğu acının sürekli olarak ruh ve beden bütünlüğünü bozucu nitelikte olduğu, tarafların sosyo-ekonomik durumları, davacının asgari ücretli olarak çalışması ve üzerine kayıtlı araç ve gayrimenkul bulunmaması, iş kazası tarihindeki paranın satın alma gücü, tarafların kusur durumu, davacının maluliyet oranı, bakiye ömrü ve tüm dosya içeriği dikkate alınarak 100.000,00TL manevi tazminata hükmedilmesinin uygun olacağı gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Kararın davalı vekili tarafından temyizi üzerine Özel Dairece; hâkimin takdir hakkını kullanırken, ülkenin ekonomik koşulları, tarafların sosyal ve ekonomik durumları, paranın satın alma gücü, tarafların kusur durumu, olayın ağırlığı, olay tarihi gibi özellikleri göz önünde tutması, bunun yanında olayın işverenin işçi sağlığı ve güvenliği önlemlerini yeterince almamasından kaynaklandığı da gözetilerek gelişen hukuktaki yaklaşıma da uygun olarak tatmin duygusu yanında caydırıcılık uyandıran oranda manevi tazminat takdir edilmesi gerektiği, bu ilkeler gözetildiğinde, davacı yararına hükmedilen 100.000TL manevi tazminatın çok fazla olduğu gerekçesiyle bozma kararı verilmiştir.
Mahkemece bozma kararına uyularak yapılan yargılama sonunda verilen 29.04.2015 tarihli kararda; önceki gerekçelere ilaveten davacının iki elinin baş parmakları hariç diğer tüm parmaklarının makinede ezilerek koptuğu, davacının bu sekiz parmağının eksikliğini tüm yaşantısı boyunca hem görsel hem de ihtiyaç olarak hissedeceği, davacının duymuş olduğu acının sürekli olarak ruh ve beden bütünlüğünü bozucu nitelikte olduğu, Yargıtay bozma ilamı da dikkate alınarak 80.000,00TL manevi tazminata hükmedilmesinin uygun olacağı gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Davalı vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
Mahkemece verilen 08.09.2016 tarihli kararda; “Mahkememizce önceki kararda direnilmiştir.” denilerek direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararını davalı vekili temyiz etmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, somut olay bakımından iş kazası nedeniyle davacı lehine takdir edilen 80.000TL manevi tazminat miktarının fazla olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında işin esasına geçilmeden önce, temyize konu direnme kararının, Anayasa’nın 141. maddesinin 3. fıkrası ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK)’nun 297. maddesi anlamında, direnme gerekçesi ihtiva edip etmediği dolayısıyla usulüne uygun bir direnme kararının bulunup bulunmadığı hususu ön sorun olarak tartışılıp değerlendirilmiştir.
Ön sorunun çözümünde mahkeme kararlarının niteliği ile hangi hususları kapsayacağına ilişkin yasal düzenlemenin değerlendirilmesi zorunludur.
Bilindiği üzere 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı HMK’nın 297. maddesi bir mahkeme hükmünün kapsamının ne şekilde olması gerektiğini açıklamıştır. Bu kapsamda, 6100 sayılı HMK’nın “Hükmün Kapsamı” başlıklı 297. maddesinde:
“(1)Hüküm "Türk Milleti Adına" verilir ve bu ibareden sonra aşağıdaki hususları kapsar:
a) Hükmü veren mahkeme ile hâkim veya hâkimlerin ve zabıt kâtibinin ad ve soyadları ile sicil numaraları, mahkeme çeşitli sıfatlarla görev yapıyorsa hükmün hangi sıfatla verildiğini.
b) Tarafların ve davaya katılanların kimlikleri ile Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası, varsa kanuni temsilci ve vekillerinin ad ve soyadları ile adreslerini
c) Tarafların iddia ve savunmalarının özetini, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delilleri, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesini, sabit görülen vakıalarla bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebepleri
ç) Hüküm sonucu, yargılama giderleri ile taraflardan alınan avansın harcanmayan kısmının iadesi, varsa kanun yolları ve süresini
d) Hükmün verildiği tarih ve hâkim veya hâkimlerin ve zabıt kâtibinin imzalarını
e) Gerekçeli kararın yazıldığı tarihi
(2)Hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir.”
şeklinde düzenleme mevcuttur.
Buna göre bir mahkeme hükmünde, tarafların iddia ve savunmalarının özetinin, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususların, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delillerin, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesinin, sabit görülen vakıalarla, bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebeplerin birer birer, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde hükümde gösterilmesi gereklidir.
Bu kısım, hükmün gerekçe bölümüdür. Gerekçe, hâkimin (mahkemenin) tespit etmiş olduğu maddi vakıalar ile hüküm fıkrası arasında bir köprü görevi görür. Gerekçe bölümünde hükmün dayandığı hukuki esaslar açıklanır. Hâkim, tarafların kendisine sundukları maddi vakıaların hukuki niteliğini (hukuk sebepleri) kendiliğinden (resen) araştırıp bularak hükmünü dayandırdığı hukuk kurallarını ve bunun nedenlerini gerekçede açıklar.
Hâkim, gerekçe sayesinde verdiği hükmün doğru olup olmadığını, yani kendini denetler. Üst mahkeme de, bir hükmün hukuka uygun olup olmadığını ancak gerekçe sayesinde denetleyebilir. Taraflar da ancak gerekçe sayesinde haklı olup olmadıklarını daha iyi anlayabilirler. Bir hüküm, ne kadar haklı olursa olsun, gerekçesiz ise tarafları doyurmaz (Kuru B./ Arslan R./Yılmaz E.: Medeni Usul Hukuku Ders Kitabı 6100 sayılı HMK’na Göre Yeniden Yazılmış, 22. Baskı, Ankara 2011, s. 472).
Anayasa’nın 141. maddesi gereğince bütün mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olması gereklidir. Gerekçenin önemi Anayasal olarak hükme bağlanmakla gösterilmiş olup, gerekçe ve hüküm birbirine sıkı sıkıya bağlıdır.
Yasanın aradığı anlamda oluşturulacak kararların hüküm fıkralarının açık, anlaşılır, çelişkisiz, uygulanabilir olmasının gerekliliği kadar, kararın gerekçesinin de sonucu ile tam bir uyum içinde o davaya konu maddi olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını ortaya koyacak, kısaca maddi olgular ile hüküm arasındaki mantıksal bağlantıyı gösterecek nitelikte olması gerekir.
Zira tarafların o dava yönünden, hukuk düzenince hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri ve Yargıtayın hukuka uygunluk denetimini yapabilmesi için ortada, usulüne uygun şekilde oluşturulmuş, hükmün hangi nedenle o içerik ve kapsamda verildiğini ayrıntılarıyla gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıktaki bir gerekçe bölümünün ve buna uyumlu hüküm fıkralarının bulunması zorunludur.
Nitekim Hukuk Genel Kurulunun 22.06.2011 tarihli ve 2011/11-344 E., 2011/436 K.; 29.02.2012 tarihli ve 2011/9-754 E., 2012/102 K.; 06.11.2018 tarihli ve 2017/12-2826 E., 2018/1619 K.; 28.02.2019 tarihli ve 2015/21-916 E., 2019/219 K. ile 28.02.2019 tarihli ve 2015/21-2344 E., 2019/225 K. sayılı kararlarında da aynı ilkeler benimsenmiştir.
Ayrıca 07.06.1976 tarihli ve 1976/3-4 E., 1976/3 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararının gerekçesinde yer alan “Gerekçenin ilgili bilgi ve belgelerin isabetle takdir edildiğini gösterir biçimde geçerli ve yasal olması aranmalıdır. Gerekçenin bu niteliği yasa koyucunun amacına uygun olduğu gibi, kararı aydınlatmak, keyfiliği önlemek ve tarafları tatmin etmek niteliği de tartışma götürmez bir gerçektir” şeklindeki açıklama ile de aynı ilkeye vurgu yapılmıştır.
Bütün mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olarak yazılması gerektiğini öngören Anayasa’nın 141. maddesinin 3. fıkrası ve ona koşut bir düzenleme içeren 6100 sayılı HMK’nın 297. maddesi işte bu amacı gerçekleştirmeye yöneliktir.
Öte yandan, mahkeme kararlarının taraflar, bazen de ilgili olabilecekleri başka hukuki ihtilaflar yönünden etkili ve bağlayıcı kabul edilebilmeleri, başka bir dava yönünden kesin hüküm, kesin veya güçlü delil oluşturup oluşturamayacağı gibi hukuksal değerlendirmeler de bu kararların yukarıda açıklanan nitelikte bir gerekçeyi içermesiyle mümkündür.
Yeri gelmişken belirtilmelidir ki, yerel mahkemelerin direnme kararları da bir davayı sona erdiren (nihai) temyizi mümkün olan son kararlardan olup, mahkemece bozmaya uyulması yönünde oluşturulan karar ise, bozma lehine olan taraf yararına usulü kazanılmış hakkın gerçekleşmesine neden olmaktadır.
Bu nedenle, bir davanın taraflarının o dava yönünden, mahkemece hangi nedenle haklı veya haksız bulunduklarını anlayıp değerlendirebilmeleri ve Yargıtay"ın hukuka uygunluk denetimini yapabilmesi için, ortada usulüne uygun şekilde oluşturulmuş kuşkuya yer vermeyecek bir açıklık taşıyan direnme ya da uyma kararının bulunması zorunludur.
6217 sayılı Kanun’un 30. maddesi ile 6100 sayılı HMK’ya eklenen “geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu (HUMK)’nun, bozma sonrası mahkemece yapılacak işlemleri düzenleyen 429/2. maddesinde, “…Mahkeme, temyiz edenden 434 ncü madde uyarınca peşin alınmış olan gideri kullanmak suretiyle, kendiliğinden tarafları duruşmaya davet edip dinledikten sonra, Yargıtay’ın bozma kararına uyulup uyulmayacağına karar verir.” hükmü öngörülmüştür.
Bu açık hüküm karşısında, mahkemece tarafların beyanlarının alınmasından sonra yapılacak iş; açıkça bozma nedenlerine uyulması ya da eski kararda direnilmesine dair ara kararı oluşturmak olmalıdır. Bunun yanında mahkeme, HUMK’nın 429. maddesindeki yetkisini kullanırken, bozma nedenlerinden her birine, ne sebeple uyduğunu ya da uymadığını gerekçesiyle ortaya koymakla ödevlidir.
Zira direnme kararlarının hukuksal niteliklerinin doğal sonucu ve gereği olarak, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun yapacağı inceleme ve değerlendirme, bozma üzerine yerel mahkemelerce verilmiş direnme kararlarına münhasır olduğundan inceleme sırasında gözeteceği temel unsurlardan birini bozmaya karşı tarafların beyanlarının tespiti ile uyulup uyulmama konusunda verilen ara kararları ile sonuçta hüküm fıkrasını içeren kısa ve gerekçeli kararların birbiriyle tam uyumu ve buna bağlı olarak kararın ortaya konulan sonucuna uygun gerekçesi oluşturmaktadır. Bunlardan birisinde ortaya çıkacak farklılık ya da aksama çelişki doğuracaktır ki, bunun açıkça usul ve yasaya aykırılık teşkil edeceği kuşkusuzdur.
Başka bir ifadeyle, mahkemece düzenlenecek kısa ve gerekçeli kararlara ilişkin hüküm fıkralarında Özel Daire bozma kararına hangi açılardan uyulup hangi açılardan uyulmadığının hüküm fıkrasını oluşturacak kalemler yönünden tek tek ve anlaşılır biçimde kaleme alınması, kararın gerekçe bölümünde bunların nedenlerinin ne olduğu, bozmanın niçin yerinde bulunmadığı ve dolayısıyla mahkemenin bozulan önceki kararının hangi yönleriyle hukuka uygun olduğunun açıklanması kararın yargısal denetimi açısından aranan ön koşuldur.
Direnme kararları yapıları gereği Kanunun hukuka uygunluk denetimi yapmakla görevli kıldığı bir Yargıtay Dairesinin bu denetimi sonucunda hukuka aykırı bularak, gerekçesini açıklamak suretiyle bozduğu mahkeme kararının aslında hukuka uygun bulunduğuna, dolayısıyla bozmanın yerinde olmadığına ilişkin iddiaları içerdiklerinden o iddiayı yasal ve mantıksal gerekçeleriyle birlikte ortaya koymak zorundadırlar (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 21.10.2009 tarihli ve 2009/9-397 E., 2009/453 K.; 19/03/2008 tarihli ve 2008/15-278 E., 2008/254 K.; 22/06/2011 tarihli ve 2011/11-344 E., 2011/436 K. ile 29/02/2012 tarihli ve 2011/9-754 E., 2012/102 K. sayılı kararları).
Anılan husus kamu düzeni ile ilgili olup, gözetilmesi yasa ile hâkime yükletilmiş bir ödevdir. Aksine düşünce ve uygulama gerek yargı erki ile hâkimin gerek mahkeme kararlarının her türlü düşünceden uzak, saygın ve güvenilir olması ilkesi ile de bağdaşmaz.
Ayrıca Yargıtay"ca bozulan yerel mahkeme kararı ortadan kalkar ve hukuki geçerliliğini yitirir. Bozulan karar sonraki kararın eki niteliğinde olmadığından bu karara atıf yapılarak hüküm kurulması isabetsiz olduğu gibi, bozulan karardaki gerekçeye atıf yapılması da yasal dayanaktan yoksundur (Hukuk Genel Kurulunun 22.06.2011 tarihli ve 2011/11-344 E., 436 K. ile 29.02.2012 tarihli ve 2011/9-754 E., 2012/102 K. sayılı kararları).
Bu genel açıklamaların ışığında ön sorun değerlendirildiğinde;
Yerel mahkemece, davacının iki elinin baş parmakları hariç diğer tüm parmaklarının makinede ezilerek koptuğu, davacının bu sekiz parmağının eksikliğini tüm yaşantısı boyunca hem görsel hem de ihtiyaç olarak hissedeceği, davacının duymuş olduğu acının sürekli olarak ruh ve beden bütünlüğünü bozucu nitelikte olduğu, Yargıtay bozma ilamı da dikkate alınarak 80.000,00TL manevi tazminata hükmedilmesinin uygun olacağı gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne ilişkin olarak verilen karar, Özel Dairece, davacı yararına hükmedilen 80.000,00TL manevi tazminatın fazla olduğuna işaret edilmek suretiyle bozulmuştur. Yerel mahkemenin temyize konu direnme kararında ise davacı yararına hükmedilen 80.000,00TL manevi tazminatın fazla olduğuna işaret eden bozma kararına karşı hangi gerekçeyle direnildiğine, bozma kararının hangi nedenle doğru bulunmadığına ilişkin herhangi bir gerekçeye yer verilmemiştir.
Bu hâliyle anılan direnme kararının Anayasa’nın ve Kanun’un aradığı anlamda gerekçe içerdiğinden söz edilemez. Çünkü Yargıtay"ca bozulan karar (kararın hem hüküm fıkrası hem de gerekçesi) ortadan kalkacağından, hukuki geçerliliğini yitirir.
O hâlde Mahkemece yapılacak iş özellikle Anayasa’nın 141. maddesinin 3. fıkrası ve ona koşut bir düzenleme içeren 6100 sayılı HMK’nın 297. maddesi de gözetilerek ve özellikle bozma kararında yer verilen bozma gerekçesine karşı, direnmenin gerekçesini de (gerekirse yeni bir hüküm oluşturmayacak şekilde yasal sınırlarda genişleterek) açıkça kaleme alarak kararda göstermek olmalıdır.
Eldeki davada, bozma nedeni yönünden ortada yukarıda açıklanan ilkeler çerçevesinde usulün öngördüğü anlamda oluşturulmuş, yerel mahkeme kararının aslında hukuka uygun bulunduğuna dolayısıyla bozmanın yerinde olmadığına ilişkin bir gerekçeli karar bulunmadığı gibi, direnme kararlarını denetleyen Hukuk Genel Kurulu tarafından incelenebilecek nitelikte teknik anlamda gerekçe içeren bir direnme kararının olmadığı da her türlü duraksamadan uzaktır.
Hâl böyle olunca, yukarıda açıklanan yasal düzenleme ve ilkeler gözetilerek anlaşılabilir ve denetlenebilir nitelikte direnme kararı verilmek üzere direnme kararının usulden bozulmasına karar verilmelidir.
SONUÇ: Direnme kararının yukarıda gösterilen usulü nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesi atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, bozma nedenine göre davalı vekilinin temyiz itirazlarının bu aşamada incelenmesine yer olmadığına, istek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana iadesine, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 26.11.2019 tarihinde oy birliğiyle kesin olarak karar verildi.
Bu alandan sadece bu kararla ilintili POST üretebilirsiniz. Bu karardan bağımsız tamamen kendinize özel POST üretmek için TIKLAYINIZ
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.