
Esas No: 2019/140
Karar No: 2019/1199
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2019/140 Esas 2019/1199 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ : Yargıtay 4. Hukuk Dairesi (İlk Derece)
Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonucunda ilk derece mahkemesi sıfatıyla Yargıtay 4. Hukuk Dairesince;
“DAVA: Davacı dava dilekçesinde, ceza mahkemesi hakimleri ve Cumhuriyet savcılarının görevlerini yasal çerçevede yerine getirmediğini ileri sürerek uğradığı maddi zararın tazminini istemiştir.
GEREKÇE: 6100 sayılı HMK’nın 20. maddesi; "Görevsizlik veya yetkisizlik kararı verilmesi halinde, taraflardan birinin, bu karar verildiği anda kesin ise bu tarihten, süresi içinde kanun yoluna başvurulmayarak kesinleşmiş ise kararın kesinleştiği tarihten; kanun yoluna başvurulmuşsa bu başvurunun reddi kararının tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içinde kararı veren mahkemeye başvurarak, dava dosyasının görevli ya da yetkili mahkemeye gönderilmesini talep etmesi gerekir. Aksi takdirde, bu mahkemece davanın açılmamış sayılmasına karar verilir. Dosya kendisine gönderilen mahkeme, kendiliğinden taraflara davetiye gönderir" hükmünü içermektedir.
Somut olayda, Dairemizce ilk derece mahkemesi sıfatıyla yapılan yargılama sonunda, görevsizlik kararı verilmiş, karar 06.11.2018 tarihinde kesinleşmiştir. Davacı tarafından 22.11.2018 tarihinde talep dilekçesi verildiği, yapılan inceleme sonunda talebin süresi içinde verilmediği anlaşılmıştır. Bu nedenle, HMK"nın 20. maddesi uyarınca davanın açılmamış sayılmasına karar vermek gerekmiştir.
HÜKÜM: Yukarıda açıklanan nedenlerle;
1-6100 sayılı HMK’nın 20. maddesi gereğince davanın AÇILMAMIŞ SAYILMASINA,
2-Alınması gerekli 35,90TL maktu harcın davacıdan alınarak hazineye gelir kaydedilmesine,
3-Yargılama giderlerinin adli yardımlı olduğundan alınmasına yer olmadığına,”
Dair oy birliği ile verilen 22.11.2018 tarihli ve 2018/60 E., 2018/39 K. sayılı ek karar davacı tarafından temyiz edilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Davacı tarafın temyiz isteminin süresinde olduğunun anlaşılmasından ve dosyadaki tüm belgelerin okunmasından sonra gereği düşünüldü:
Dava, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 46. maddesine dayalı tazminat istemine ilişkindir.
Davacı adli yardım talepli dava dilekçesinde; 1993 yılının Kasım ayında dava dışı ...’in yine dava dışı Ram San.Tic. Ltd. Şti. ile anlaşarak aldığı ve gerçek piyasa değeri 1.500.000 dolar civarında olan 130.000 kilogram ham ipeğin resmi ihracatını yaparak Mersin iline getirdiğini, ihracatını yaptığı ham ipeğin 20.000 kilogramının Türkiye’de çalındığını ve halen de bulunamadığını, Hong Kong’dan bulduğu alıcıya 264.000 dolarlık mal sattığını, mal bedeli Akbank Mersin şubesine gönderildiği halde sahte temlikler düzenlenerek kendisine ödenmediğini, ayrıca Bakü’de sahibi olduğu Halk Üretim Ticaret Şirketi’ne çeşitli gıda ürünleri vereceği yalanıyla kendisini 200.000 dolar dolandıran Bayram Keskin hakkında Mersin Cumhuriyet Başsavcılığına şikayette bulunduğunu, ancak Bayram Keskin’in bugüne kadar bulunamadığını, şüphelinin bulunamamasında ve alacaklarını alamamasında Mersin Cumhuriyet Başsavcılığının, Cumhuriyet savcılarının ve hakimlerin ağır hizmet kusurlarının olduğunu ve ilgili mercilerce taraf tutulduğunu belirterek fazlaya dair hakları saklı kalmak kaydıyla 295.000 dolar alacağın 03.07.1998 yılından itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Özel Dairece; 2018/54 E. sayılı dosyada düzenlenen 02.10.2018 tarihli ön tensip tutanağıyla davacının adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiş, Cumhuriyet savcıları ve ceza mahkemesi hakimleri .....yönünden dava tefrik edilerek 2018/60 sayılı esasa kaydedilmiş ve tensiben 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 141. maddesinin 28.06.2014 tarihinde yürürlüğe giren 6545 sayılı Kanun ile eklenen ek 3. fıkrasında suç soruşturması veya kovuşturması sırasında kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk halleri de dahil olmak üzere hakimler ve Cumhuriyet savcılarının verdikleri kararlar veya yaptıkları işlemler nedeniyle tazminat davalarının ancak Devlet aleyhine açılabileceği, 142. maddesinde ise bu davalarda zarara uğrayanın oturduğu yer ağır ceza mahkemesinin yetkili olduğu gerekçesiyle dava dilekçesinin görevsizlik nedeniyle usulden reddine, karar kesinleştiğinde ve talep halinde dosyanın görevli nöbetçi Ankara Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir.
Gerekçeli karar davacıya 20.10.2018 tarihinde, davalı ... Hazinesine 22.10.2018 tarihinde tebliğ edilmiş, süresi içerisinde temyiz dilekçesi sunulmamıştır.
Yargıtay 4. Hukuk Dairesince, 23.11.2018 tarihli kesinleşme şerhi ile tarafların temyiz etmemesi üzerine hükmün 06.11.2018 tarihinde kesinleştiği tasdik olunmuştur.
Davacı tarafından sunulan 22.11.2018 tarihli dilekçe ile dosyanın görevli mahkemeye gönderilmesi talep edilmiştir.
Özel Dairece yukarıda başlık bölümüne alınan gerekçe ile 6100 sayılı HMK’nın 20. maddesi gereğince davanın açılmamış sayılmasına dair ek karar verilmiştir.
Dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bilgi ve belgelere, Daire kararında açıklanan gerektirici nedenlere, ilk derece mahkemesi sıfatıyla yapılan yargılama sonunda verilen dava dilekçesinin görevsizlik nedeniyle usulden reddine dair kararın 06.11.2018 tarihinde kesinleşmesine, davacının, dosyanın görevli mahkemeye gönderilmesine ilişkin dilekçesinin HMK’nın 20. maddesinde düzenlenen iki haftalık süreden sonra 22.11.2018 tarihinde sunulmasına göre, usul ve yasaya uygun olduğu tespit edilen Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin ilk derece mahkemesi sıfatıyla verdiği ek kararın onanması gerekir.
SONUÇ: Davacının temyiz itirazlarının reddi ile Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin ilk derece mahkemesi sıfatıyla verdiği ek kararın yukarıda açıklanan nedenlerle ONANMASINA, 26.11.2019 tarihinde yapılan ikinci görüşmede oy çokluğu ile kesin olarak karar verildi.
KARŞI OY
Dava, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK) 46. maddesi kapsamında yargısal faaliyetten dolayı maddi tazminat istemine ilişkindir.
İlk derece mahkemesi sıfatıyla Yargıtay 4. Hukuk Dairesince ihbar olunanların ceza mahkemesi hâkimi ve Cumhuriyet savcısı olmaları sebebiyle 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 141/3 ve 142. maddeleri uyarınca zarara uğrayanın oturduğu yer ağır ceza mahkemesinin yetkili olduğu gerekçesi ile dava dilekçesinin HMK’nın 114/c maddesi gereğince usulden reddine, karar kesinleştiğinde ve talep hâlinde dosyanın görevli nöbetçi Ankara Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiş, taraflarca temyiz edilmeyen karar 06/11/2018 tarihinde kesinleşmiş, davacının 22/11/2018 tarihinde dosyanın görevli mahkemeye gönderilmesi talebiyle başvurması üzerine ise kararın kesinleştiği tarih ile davacının talep tarihi arasında HMK’nın 20. maddesinde belirtilen iki haftalık başvuru süresinin geçtiği gerekçesiyle davanın açılmamış sayılmasına karar verilmiş, davacı tarafından temyiz edilen karar sayın çoğunlukça usul ve yasaya uygun bulunarak onanmış olup bu görüşe katılmıyoruz.
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 20. maddesi;
“(1) Görevsizlik veya yetkisizlik kararı verilmesi hâlinde, taraflardan birinin, süresi içinde kanun yoluna başvurulmayarak kesinleşmiş ise kararın kesinleştiği tarihten, kanun yoluna başvurulmuşsa bu başvurunun reddi kararının tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içinde kararı veren mahkemeye başvurarak, dava dosyasının görevli ya da yetkili mahkemeye gönderilmesini talep etmesi gerekir. Aksi takdirde, bu mahkemece davanın açılmamış sayılmasına karar verilir.
(2) Dosya kendisine gönderilen mahkeme, kendiliğinden taraflara davetiye gönderir” hükmünü içermektedir.
2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın (Anayasa) “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir;
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin korunması” kenar başlıklı 40. maddesinde ise;
“Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlal edilen herkes, yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkânının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir.
Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve süreleri belirtmek zorundadır.”
Düzenlemesi mevcuttur.
Anayasa’nın 40. maddesinin 2. fıkrası 03/10/2001 tarihinde kabul edilen 4709 sayılı Kanunun 16. maddesi ile eklenmiş olup, madde gerekçesinde bireylerin, yargı ya da idari makamlar önünde sonuna kadar haklarını arayabilmelerine kolaylık ve imkân sağlanmasının amaçlandığı, son derece dağınık mevzuat karşısında kanun yolu, merci ve sürelerinin belirtilmesinin hak arama ve hürriyetlerin korunması açısından zorunluluk hâline geldiği belirtilmiştir.
Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Hükmün kapsamı” kenar başlıklı 297. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısımları da şöyledir;
“Hüküm “Türk Milleti Adına” verilir ve bu ibareden sonra aşağıdaki hususları kapsar:
ç)Hüküm sonucu, yargılama giderleri ile taraflardan alınmayan avansın iadesi varsa kanun yolları ve süresini”
Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı organlarına davacı ve davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. Anılan maddeyle güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, kendisi bir temel hak niteliği taşımasının ötesinde Anayasa’nın 40. maddesi uyarınca diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir (E. 2013/64, K. 2013/142, K.T. 28/11/2013). Bu bağlamda Anayasa’nın, devletin işlemlerinde ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmesi gerektiğini ifade eden 40. maddesinin de, adil yargılanma hakkının kapsamının belirlenmesinde gözetilmesi gerektiği açıktır. Bunun yanında Anayasa’da adil yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriğinin, sözleşmenin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesi çerçevesinde belirlenmesi gerekir (B. No: 2012/1049, 26/03/2013, §.22, B. No: 2012/855, 26/06/2014, §. 33).
Adil yargılanma hakkının en temel unsurlarından biri olan mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir (B. No:2012/791, 7/11/2013 § 52, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), mahkemeye etkili erişim hakkını “hukukun üstünlüğü” ilkesinin temel unsurlarından biri olarak kabul etmekte ve mahkemeye etkili erişim hakkının mahkemeye başvuru konusunda tutarlı bir sistemin var olmasını ve dava açmak isteyen kişilerin mahkemeye ulaşmada açık, pratik ve etkili fırsatlara sahip olmasını gerektirdiğini ifade etmektedir. Bu sebeple hukuki belirsizliklerin ya da uygulamadaki belirsizliklerin tarafların mahkemeye erişimine zarar verdiği durumlarda bu hakkın ihlal edildiğine karar verilmektedir (Geffre/Fransa, B. No:51307/99, 23/1/2003, § 34, B. No:2012/855, 26/06/2014, § 34).
Hukuki güvenlik ve belirlilik ilkeleri, hukuk devletinin ön koşullarındandır. Kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki güvenlik ilkesi, hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Belirlilik ilkesi ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olmasını, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir (E. 2013/64, K. 2013/142, K.T. 28/11/2013, B. No: 2012/855, 26/06/2014, § 35).
Mahkemeye erişim hakkı, kural olarak mutlak bir hak olmayıp sınırlandırılabilen bir haktır. Bununla birlikte getirilecek sınırlandırmaların, hakkın özünü zedeleyecek şekilde kısıtlamaması, meşru bir amaç izlemesi, açık ve ölçülü olması ve başvurucu üzerinde ağır bir yük oluşturmaması gerekir (B. No:2013/1613, 2/10/2013, § 38). Devletler bir davanın açılabilirliğine ilişkin olarak takdir hakları gereği bazı sınırlandırmalar getirebilirler ve bu davalar niteliği gereği düzenleyici işlemlere konu olabilirler. Bununla birlikte, bu sınırlamalar dava açmak isteyen bir kişinin mahkemeye erişim hakkının özüne zarar verecek seviyeye ulaşmamalıdır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Edificaciones March Gallego S. A/İspanya, B. No: 28028/95, 19/2/1998, § 34 ve Rordiguez Valin/İspanya, B. No:47792/99, 11/10/2001, § 22, B. No: 2012/855, 26/06/2014 § 37).
Anayasa’nın hak arama hürriyetini düzenleyen ve adil yargılanma hakkının ifade edildiği 36. maddesi, temel hak ve hürriyetlere ilişkin 40. maddesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin adil yargılanma hakkını düzenleyen 6. maddesi ve adil yargılanma hakkının en temel unsurlarından olan mahkemeye erişim hakkı ile hukuki güvenlik ve belirlilik ilkeleri, HMK’nın hükmün kapsamını düzenleyen 297. maddesi ve yukarıda yer verilen AİHM kararları ile Anayasa Mahkemesi kararları kapsamında somut olay değerlendirildiğinde;
Davacı tarafından HMK 46. maddesine dayalı olarak açılan yargısal faaliyetten doğan tazminat davasında ilk derece mahkemesi sıfatıyla Yargıtay 4. Hukuk Dairesince ihbar olunanların ceza mahkemesi hâkimi ve Cumhuriyet savcısı olmaları sebebiyle Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin görevli olduğu belirlenerek dava dilekçesinin usulden reddine karar verilmiş ve temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir.
Kararın hüküm fıkrasının (2) numaralı paragrafında “Karar kesinleştiğinde ve talep hâlinde dosyanın görevli Nöbetçi Ankara Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderilmesine” şeklinde hüküm kurulmuş olup, HMK’nın 20. maddesinde belirtilen iki haftalık süreye yer verilmemiştir.
Davacının iki haftalık sürenin bitiminden hemen sonra 22/11/2018 tarihli dilekçe ile yaptığı gönderme talebi üzerine ise talebin iki haftalık süre geçtikten sonra yapıldığı gerekçesi ile davanın açılmamış sayılmasına karar verilmiş, temyiz edilmesi üzerine Hukuk Genel Kurulunda bu dosya üzerinden yapılan temyiz incelemesi sonunda sayın çoğunlukça hükmün onanmasına karar verilmiştir.
Temyiz incelemesine konu kararda iki haftalık sürenin gösterilmemiş olması ilgilinin hak arama özgürlüğü, mahkemeye erişim hakkı ve bunun doğal sonucu olarak adil yargılanma hakkını ihlal eder nitelikte olduğu gibi, hukuki güvenlik ve belirlilik ilkelerinin de ihlali söz konusu olduğundan, kararın bu nedenlerde bozulması gerektiği düşüncesiyle sayın çoğunluğun onama görüşüne katılmıyoruz.
KARŞI OY
Davacı yargısal faaliyetten dolayı 6100 sayılı HMK’nın 46. maddesine dayalı tazminat talebinde bulunmuştur. Yargıtay 4.Hukuk Dairesince ilk derece mahkemesi sıfatı ile yapılan yargılama sonunda görevsizlik kararı verilmiş olup bu karar 22.10.2018 tarihinde davacı ...’e 7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun 20. maddesi uyarınca “Muhatabın şehir dışında olması sebebi ile daimi işçisi Mertcan Setur imzasına işyerinde tebliğ edilmiştir. Bu tebligatın TK’nın 20. maddesince yapıldığı anlaşılmaktadır. Anılan maddede “… Bu maddeye göre yapılacak tebligatlarda tebliğ, tebliğ evrakının 13, 14, 16, 17 ve 18 inci maddelerde yazılı kişilere verildiği tarihte veya ihbarname kapıya yapıştırılmışsa bu tarihten itibaren onbeş gün sonra yapılır.” düzenlemesi bulunmaktadır. Tebligat Kanunu’nun 20. maddesinde yazılı “tebligatın onbeş gün sonra yapılmış sayılacağı” hükmünün hem elden verme hem de kapıya yapıştırma bakımından hüküm ifade ettiği görüşüne katılmaktayım (Yılmaz, Ejder/Tacer, Çağlar: Tebligat Hukuku, Ankara 2013 s.362). Bu maddenin lafzi yorumundan “Bu maddeye göre yapılacak tebligatlarda tebliğ, tebliğ evrakının …. maddelerde yazılı kişilere verildiği tarihte ….” yapılmış sayılır ifadesinden onbeş gün sonrasının (elden verme hâline değil de, sanki kapıya yapıştırma” hâline özgü olduğu gibi bir anlam çıkartılabilirse de, böyle bir yorumun kabulü hâlinde, muhatabı onbeş günden yararlandırmak isteyen (muhatap adına tebligatı almaya yetkili) herkesin tebliğ evrakını (elden) almaktan kaçınma yoluna giderek onbeş günlük süreyi otomatik olarak kazanabileceği görüşündeyiz. Böyle bir yorum tebligatı almaktan kaçınmaya teşvik edecektir (Yılmaz/Çağlar s. 362).
Bu nedenle 20. maddenin son cümlesindeki tebligatın “onbeş gün sonra yapılmış sayılacağı” kuralının muhatap adına tebligatı kabule yetkili kişinin tebligatı almaktan kaçınılması hâline özgü olarak değerlendiren ve kararın 22.10.2018’te yapılmış sayan çoğunluk görüşüne katılamıyoruz.
Tebligat yukarıda belirttiğimiz nedenlerle 20.10.2018’ten 15 gün sonra yapılmış sayılır. Bu duruma göre görevsizlik kararı 06.11.2018 tarihinde değil 15 gün sonrası olan 21.11.2018 tarihinde kesinleşmiştir. Davacının HMK 20. maddesi uyarınca dava dosyasının görevli ve yetkili Nöbetçi Ankara Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesini 15 günlük süre içinde 22.11.2018 tarihinde talep ettiği anlaşıldığından dosyanın görevli mahkemeye gönderilmesi gerekirken 22.11.2018 tarihli ek karar ile 6100 sayılı HMK’nın 20. maddesi gereğince davanın açılmamış sayılması kararı usule uygun bulunmamaktadır. Kararın bu gerekçe ile bozulması görüşünde olduğumdan sayın çoğunluğun onanması yönündeki görüşüne katılamıyorum.
Bu alandan sadece bu kararla ilintili POST üretebilirsiniz. Bu karardan bağımsız tamamen kendinize özel POST üretmek için TIKLAYINIZ
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.