1. Hukuk Dairesi 2015/6264 E. , 2018/662 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
DAVA TÜRÜ : TAPU İPTALİ VE TESCİL-BEDEL TAHSİLİ
Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil- bedel tahsili davası sonunda, yerel mahkemece davanın reddine ilişkin olarak verilen karar davacı vekili tarafından yasal süre içerisinde duruşma istemli temyiz edilmiş olmakla süresinde olmayan duruşma isteğinin reddine karar verilerek dosya incelendi, Tetkik Hakimi ..."nin raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;
-KARAR-
Dava, ehliyetsizlik ve vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenlerine dayalı tapu iptali ve tescil, mümkün olmazsa bedel tahsili isteğine ilişkindir.
Davacı, kayden maliki olduğu 571 ada 2 parsel sayılı taşınmazda yer alan zemin kat 2 numaralı bağımsız bölümün ¼ payını dava dışı oğlu ...’a devretmesi için davalı babası ...’yı vekil kıldığını, vekilin vekalet görevini kötüye kullanarak taşınmazdaki payını kardeşleri diğer davalılara devrettiğini, paya karşılık herhangi bir ödeme yapılmadığını, davalıların el ve iş birliği içinde olduklarını, vekaletin verildiği tarihte akıl ve ruh sağlığı hastanesinde tedavi gördüğünü, davalılar tarafından bunun fırsat bilindiğini ileri sürerek tapu iptali ve tescil, mümkün olmazsa paya karşılık gelen bedelin mevduata uygulanan en yüksek faizi ile tahsilini istemiştir.
Davalılar, zamanaşımı defii ileri sürmüşler, davacı ile aralarında yaptıkları anlaşma gereğince dava dışı 127 ada 48 parsel sayılı taşınmazdaki paylarını davacının oğlu dava dışı ... devrettiklerini, karşılığında da çekişme konusu taşınmazdaki davacı payını temlik aldıklarını belirtip davanın reddini savunmuşlardır.
Mahkemece, iddianın ispatlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Dosya içeriğinden ve toplanan delillerden; davacının 19.12.2005 tarihinde dava konusu 571 ada 2 parsel sayılı taşınmazdaki zemin kat 2 numaralı bağımsız bölümün ¼ payı ile dava dışı 2 parça taşınmazla ilgili olarak satış yetkisini de içerir vekaletnameyle davalı babası ... vekil kıldığı, vekilin davacının taşınmazdaki 1/4 payını 27.12.2005 tarihinde eşit oranla toplam 3.000,00 TL bedelle çocukları diğer davalılara satış suretiyle temlik ettiği anlaşılmaktadır.
Öte yandan, davalılar tarafından dosyaya ibraz edilen ve davacının ıslak imzasını taşıyan "Makbuz" başlıklı tarihsiz belgeden, davacının, dava dışı 127 parsel sayılı taşınmazın oğlu ..."a devri karşılığında çekişme konusu taşınmazdaki payını kız kardeşlerine devretmesi için babası ... vekil kıldığı ve karşılıklı devredilen taşınmazların bedel farkı olarak kız kardeşlerinden 27.000,00 TL"yi nakden elden aldığı anlaşılmaktadır.
Bilindiği üzere; davranışlarının, eylem ve işlemlerinin sebep ve sonuçlarını anlayabilme, değerlendirebilme ve ayırt edebilme kudreti (gücü) bulunmayan bir kimsenin kendi iradesi ile hak kurabilme, borç (yükümlülük) altına girebilme ehliyetinden söz edilemez. Nitekim Türk Medeni Kanununun (TMK) “fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleriyle hak edinebilir ve borç altına girebilir” biçimindeki 9. maddesi hükmüyle hak elde edebilmesi, borç (yükümlülük ) altına girebilmesi, fiil ehliyetine bağlamış. 10. maddesinde de, fiil ehliyetinin başlıca koşulu olarak ayırtım gücü ile ergin (reşit) olmayı kabul ederek “ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan bir ergin kişinin fiil ehliyeti vardır.” hükmünü getirmiştir. “Ayırtım gücü” eylem ve işlev ehliyeti olarak da tarif edilerek, aynı yasanın 13. maddesinde “yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk ya da bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes bu kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir.” denmek suretiyle açıklanmış, ayrıca ayırtım gücünü ortadan kaldıran önemli nedenlerden bazılarına değinilmiştir. Önemlerinden dolayı bu ilkeler, söz konusu yasa ile öteki yasaların çeşitli hükümlerinde de yer almışlardır.
Hemen belirtmek gerekir ki, TMK"nin 15. maddesinde de ifade edildiği üzere, ayırtım gücü bulunmayan kimsenin geçerli bir iradesinin bulunmaması nedeniyle, kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, yapacağı işlemlere sonuç bağlanamayacağından, karşı tarafın iyiniyetli olması o işlemi geçerli kılmaz. Bu ilke 11.6.1941 tarihli 4/21 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında da aynen benimsenmiştir.
Yukarıda sözü edilen ilkelerin ve yasa maddelerinin ışığı altında olaya yaklaşıldığında; bir kimsenin ehliyetinin tespitinin şahıs ve malvarlığı hukuku bakımından doğurduğu sonuçlar itibariyle ne kadar büyük önem taşıdığı kendiliğinden ortaya çıkar.
Bu durumda, tarafların gösterecekleri, tüm delillerin toplanılması tanıklardan bu yönde açıklayıcı, doyurucu somut bilgiler alınması, varsa ehliyetsiz olduğu iddia edilen kişiye ait doktor raporları, hasta gözlem (müşahede) kağıtları, film grafiklerinin eksiksiz getirtilmesi zorunludur. Bunun yanında, her ne kadar 6100 s. Hukuk Muhakemeleri Kanununun 282. maddelerinde belirtildiği gibi bilirkişinin “oy ve görüşü” hakimi bağlamaz ise de, temyiz kudretinin yokluğu, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk gibi salt biyolojik nedenlere değil, aynı zamanda bilinç, idrak, irade gibi psikolojik unsurlara da bağlı olduğundan, akıl hastalığı, akıl zayıflığı gibi biyolojik ve buna bağlı psikolojik nedenlerin belirlenmesi, çok zaman hakimlik mesleğinin dışında özel ve teknik bilgi gerektirmektedir.
Hele ayırt etme gücünün nispi bir kavram olması kişiye eylem ve işleme göre değişmesi bu yönde en yetkili sağlık kurulundan, özellikle Adli Tıp Kurumu Dördüncü İhtisas Kurulundan rapor alınmasını da gerekli kılmaktadır. Esasen TMK"nin 409/2. maddesi akıl hastalığı veya akıl zayıflığının bilirkişi raporu ile belirleneceğini öngörmüştür.
Öte yandan; davada dayanılan maddi olaylar bakımından birkaç hukuki nedenin bir arada gösterilmesinde ilke olarak usûl ve yasaya aykırı bir yön yoktur. Nitekim Hukuk Genel Kurulunun 11.04.1990 tarihli, 1990/1-152 esas-1990/236 karar sayılı kararında da aynı husus benimsenmiştir. Böylesi bir durumda, kamu düzenini ilgilendirmesi bakımından öncelikle ehliyetsizlik iddiası üzerinde durulması gerektiğinde kuşku yoktur.
Somut olayda, önemine binaen öncelikle ehliyetsizlik iddiası yönünden araştırma yapılması gerekirken, yukarıda değinilen ilke ve düzenlemeler kapsamında araştırma yapılmadığı ve Adli Tıp Kurumu Dördüncü İhtisas Kurulundan rapor alınmadan sonuca gidildiği anlaşılmaktadır.
Hal böyle olunca, davacının vekaletname, temlik ve dava tarihlerinde hukuki işlem ehliyetinin bulunup bulunmadığı konusunda Adli Tıp Kurumu Dördüncü İhtisas Kurulundan rapor alınması, ehliyetsiz çıkması halinde davacıya vasi tayin ettirilerek davanın vasi marifetiyle sürdürülmesinin sağlanması ve davanın kabulüne karar verilmesi, ehliyetli çıkması halinde vekalet görevinin kötüye kullanılması iddiası yönünden temlikin bedelli olduğu yukarıda değinilen ve imzası davacı tarafça inkar edilmeyen belge ile sabit olduğundan istemin reddedilmesi gerekirken, noksan soruşturma ile yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir.
Davacının temyiz itirazları açıklanan nedenden ötürü yerindedir. Kabulü ile, hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK"un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 01.02.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.