Esas No: 2018/96
Karar No: 2019/1157
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2018/96 Esas 2019/1157 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :Aile Mahkemesi
Taraflar arasındaki “yoksulluk nafakasının kaldırılması” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Kayseri 6. Aile Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 09.05.2016 tarihli ve 2016/256 E., 2016/403 K. sayılı kararın temyizen incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 15.03.2017 tarihli ve 2016/14433 E., 2017/3148 K. sayılı kararı ile;
“…Davacı vekili dilekçesinde; müvekkilinin davalı ile boşandıklarını, kendisinin sadece emekli maaşı olduğunu, boşanma davası sonrasında gelirinin düştüğünü, şartların değiştiğini, davalının ise boşanmadan sonra Melikgazi İlçesi Köşk Mahallesinde sekiz adet daire ve dört adet bodrumlu dükkan edindiğini, haliyle boşanma sonrası davalının zenginleştiğini, bu sebeple davalı için boşanma kararında hükmedilen yoksulluk nafakasının kaldırılmasına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili cevap dilekçesinde; davacının 25-30 civarı gayrimenkulü bulunduğunu, kira geliri olduğunu, kendisine ise babasından arsa kaldığını ve bu arsa üzerine bina yapılması konusunda inşaat şirketi ile anlaşıldığını ancak inşaatın halen devam etmekte olduğunu, inşaat tamamlanırsa kendisine dokuz daire ve dört dükkan düşeceğini, ayrıca boşanma ilamı ile kendisine verilen evi olduğunu ve BAĞ-KUR emekliliğinden 1100-TL maaşı olduğunu, başka geliri bulunmadığını belirterek davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
Mahkemece, davanın kabulü ile kadına bağlanan yoksulluk nafakasının kaldırılmasına karar verilmiş, hüküm süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dava, yoksulluk nafakasının kaldırılması talebine ilişkindir.
TMK’nun 176/4. maddesine göre; tarafların mali durumlarının değişmesi veya hakkaniyetin gerektirdiği hallerde iradın arttırılması veya azaltılmasına karar verilebilir.
Yukarıda sözü edilen yasal düzenlemeye göre iradın arttırılması veya azaltılması için ya tarafların mali durumlarının değişmesi veya hakkaniyetin bunu zorunlu kılması gerekmektedir. Bu doğrultuda yerleşen dairemiz uygulamasına göre; nafaka alacaklısı davacının ihtiyaçları ile nafaka yükümlüsü davalının gelir durumunda, nafakanın takdir edildiği tarihe göre olağanüstü bir değişiklik olmadığı takdirde; yoksulluk nafakası TÜİK’in yayınladığı ÜFE oranında artırılmalı ve böylece taraflar arasında önceki nafaka takdirinde sağlanan denge korunmalıdır.
Bununla birlikte, TMK. 175.maddesi hükmü gereğince; boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek taraf, kusuru daha ağır olmamak koşuluyla geçimi için diğer taraftan mali gücü oranında süresiz olarak nafaka isteyebilir. Müteakip 176/4.maddesine göre ise; “Tarafların mali durumlarının değişmesi veya hakkaniyetin gerektirdiği hallerde iradın arttırılması veya azaltılmasına karar verilebilir”.
Aynı şekilde 331.madde uyarınca; “Durumun değişmesi halinde hakim istem üzerine nafaka miktarını yeniden belirler veya nafakayı kaldırır”.
Yukarıda sözü edilen yasal düzenlemelere göre, iradın artırılması veya azaltılması için ya tarafların mali durumlarının değişmesi veya hakkaniyetin bunu gerektirmesi gerekmektedir.
Davacı; yukarıdaki yasa hükmü gereğince; davalının yoksulluğunun zail olduğu iddiasıyla nafakanın kaldırılmasını istemektedir. Bu durumda, öncelikle yoksulluk kavramı üzerinde durmak gerekir.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 07.10.1998 tarih ve 1998/2–656–688 sayılı kararında da kabul edildiği gibi yeme, giyinme, barınma, sağlık, ulaşım, kültür (eğitim) gibi bireyin maddi varlığını geliştirmek için zorunlu ve gerekli görülen harcamaları karşılayacak düzeyde geliri olmayanları yoksul kabul etmek gerekir.
Hemen belirtmek gerekir ki; Hukuk Genel Kurulu"nun yerleşik kararlarında "asgari ücret seviyesinde gelire sahip olunması" yoksulluk nafakası bağlanmasını olanaksız kılan bir olgu kabul edilmediği gibi asgari ücretin üzerinde gelire sahip olunması da yoksulluk nafakası bağlanmasını olanaksız kılan bir olgu olarak kabul edilmemiştir. (...07.10.1998 gün, 1998/2–656 E, 1998/688 K. 26.12.2001 gün 2001/2–1158–1185 sayılı ve 01.05.2002 gün 2002/2–397–339 sayılı kararları). Bu durumda ancak nafakanın miktarını tayinde etken olarak dikkate alınmalıdır.
Somut olayda; tarafların Kayseri 3. Aile Mahkemesi"nin 2011/1017 esas, 2011/1243 karar sayılı ilamı ile boşandıkları, boşanma neticesinde davalı lehine aylık 2.000 TL yoksulluk nafakasına hükmedildiği, davacının BAĞ-KUR emeklisi olup aylık 1400-TL maaş aldığı, aynı zamanda şirket yöneticisi, esnaf ve işletmeci olduğu, anne ve babasına ait evde oturduğu, kendisine ait aracı olmadığı, davalının ise BAĞ-KUR emeklisi olduğu tespit edilmiştir. Ancak Mahkemece, davalının savunmasına belirttiği davalıya babasından kalan arsa üzerine bina yapılması konusunda, hangi tarihte inşaat şirketi ile anlaşıldığı, inşaatın devam edip etmediği, taşınmazlardan kira geliri ve davalının babasından yetim aylığı alıp almadığı ve alıyor ise almış olduğu aylık kira ve maaş miktarları araştırılmamıştır.
O halde, mahkemece davalı kadının vefat eden babasından kendisine intikal eden taşınmazlar ile ilgili hangi tarihte inşaat şirketi ile anlaşıldığı, bu taşınmazlardan aldığı kira gelir miktarı ile aldığı yetim aylığı olup olmadığı, alıyor ise aylık miktarları ayrıntılı bir şekilde araştırılıp tespit edilmesinden sonra, yukarıdaki ilkeler de gözönünde tutularak varılacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken eksik araştırma ve inceleme sonucu yazılı şekilde hüküm kurulması bozmayı gerektirmiştir...”
gerekçesiyle karar bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava; yoksulluk nafakasının kaldırılması istemine ilişkindir.
Davacı vekili; müvekkili ile davalının Kayseri 3. Aile Mahkemesinin 21.12.2011 tarihli ve 2011/1017 E., 2011/1243 K. sayılı kararı ile boşandıklarını, davalı yararına 2.000TL yoksulluk nafakasına hükmedildiğini ve hükmün kesinleştiğini, boşanma davası sırasındaki şartlar değiştiği için müvekkilinin bu yükümlülüğünü yerine getiremez olduğunu, emekli maaşından başka gelirinin bulunmadığını, müvekkilinin yaşı itibariyle bir işte çalışmasının mümkün olmadığını, davalının ise boşanma davası sonucu aldığı evde oturduğunu, emekli maaşının bulunduğunu, boşanma davasından sonra malvarlığının arttığını, Melikgazi İlçesi Köşk Mahallesinde 190 metrekarelik toplam sekiz adet dairesi ve 120 metrekarelik altı bodrumlu dört adet dükkanının bulunduğunu, fakirleşen müvekkili karşısında davalının zenginleştiğini ileri sürerek, 2.000TL yoksulluk nafakasının kaldırılmasına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili; davacının 2.000TL nafaka ödemeyi taahhüt etmesi üzerine herhangi bir talepte bulunmadan boşandığını, Kayseri 3. Aile Mahkemesinin boşanma dosyasındaki talepleri nedeniyle davacının mâliki olduğu 25-30 civarı gayrimenkul üzerine tedbir konulduğunu, nafakanın boşanma tarihinden itibaren düzensiz ödendiğini, davacının Kocasinan İlçesinde bulunan İncetan İş Hanında çok sayıda iş yerinin bulunduğunu ve bunlardan yüksek miktarda kira geliri elde ettiğini, bunun dışında birçok gayrimenkulünün bulunduğunu, sadece emekli maaşının olduğuna ilişkin iddianın doğru olmadığını, davacının bu davayı açabilmek için kayıtlı gayrimenkullerini başkasına devretmiş olacağından tapu müdürlüklerinden pasif gayrimenkul sorgusu yapılmasının gerektiğini, davacının iş hanı dışında Kayseri"de Dedeoğlu İş Merkezinde büroları, çeşitli adreslerde evleri ve birkaç arsası bulunduğunu, bütün bu gayrimenkullerin nafakanın ödenmesi için satılmasının hayatın olağan akışına aykırı olduğunu, boşandıkları sırada küçük oğlunun üniversitede eğitim gördüğünü, davalının hiçbir katkısı olmadığını, müvekkilinin oğlunun memuriyete atanması nedeniyle Antalya"ya taşınarak ev tuttuğundan kendi oturduğu evi satılığa çıkarmak zorunda kaldığını, davacının iddia ettiği gibi rahat bir hayat sürmediğini, müvekkilinin babasından kalan yerin üzerine bina yapılması için diğer pay sahipleri ile birlikte inşaat şirketiyle anlaştıklarını, bu anlaşmanın boşanma gerçekleşmeden önce yapıldığını ve davacının bunu bilerek 2.000TL nafaka ödemeye razı olduğunu, inşaatın hâlen devam ettiğini müvekkiline teslim edilen bir dairenin bulunmadığını, müvekkiline ödenen bir kira bedelinin de bulunmadığını, aylık 1.100TL civarında emekli maaşı aldığını, bunun dışında tek gelirinin nafaka olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece; davalının düzenli bir maaş gelirinin bulunduğu, davalı vekilinin duruşmadaki beyanı dikkate alındığında davalının dokuz adet daire ve dört adet dükkanı bulunduğu, böylelikle davalının yoksulluğunun kalktığının sabit olduğu, davacının da nafaka sorumluluğunun ortadan kalktığı gerekçesiyle davanın kabulü ile Kayseri 3. Aile Mahkemesinin 2011/1017 Esas sayılı dosyası ile davalıya bağlanılan yoksulluk nafakasının kaldırılmasına karar verilmiştir.
Davalı vekilinin temyizi üzerine hüküm, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
Mahkemece; davalı vekilinin 09.05.2016 tarihli duruşmadaki imzalı beyanıyla müvekkiline boşanma ile verilen bir daire olduğunu, tapu kaydında bahsi geçen yere ilişkin sözleşme imzalandığını, müvekkilinin payına dokuz daire dört dükkan düşeceğini belirttiği, 19.10.2017 tarihli duruşmada ise dairelerin ve dükkanların bir kısmının teslim alındığını beyan ettiği, davalının da buna bir itirazı olmadığı, boşanma davasının kesinleşme tarihinin 24.01.2012 olduğu, davalının 01.05.2015 tarihinden itibaren Bağ-Kur"dan emekli aylığı aldığının Uyap ortamından alınan kayıt ile sabit olduğu, Yargıtay bozma ilamında davalının yetim aylığı alıp almadığı araştırılması istenmiş ise de davalının Bağ-Kur emeklisi olduğunun açıkça belirttiği, aylığı Sosyal Güvenlik Kurumu kaydında göre 1.292,00TL yaşlılık aylığı olduğu ve Halk Bankasından aldığı anlaşıldığından yeniden araştırılmasına gerek olmadığı, davalı vekilinin dava açıldıktan hemen sonra 09.05.2016 tarihli beyanında müvekkilinin payına 9 daire ve 4 dükkan düştüğünü, bozma kararı sonrasındaki beyanında ise bir kısım daire ve dükkanların teslim alındığını beyan ettiği, davalının boşanma davasından sonra protokolde belirtilen evde oturduğu, kira giderinin bulunmadığı, tek başına yaşadığı, Bağ-Kur emeklisi olduğu ve 1.292,00TL gelirinin bulunduğu, davalı vekilinin beyanında belirttiği üzere 9 daire ve 4 dükkanının olduğu, bir kısmının teslim alındığı, hayatın olağan akışına göre Kayseri Büyükşehir Belediyesi sınırlarında bir taşınmazın değerinin 100.000TL"nin çok üzerinde olduğundan kadının yoksulluğundan bahsedilemeyeceği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararını davalı vekili temyiz etmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda, davalının vefat eden babasından kendisine intikal eden taşınmazlarla ilgili inşaat şirketiyle anlaştığı tarih ile bu taşınmazlardan elde ettiği kira bedelinin ne olduğu ve yetim aylığı alıp almadığı, alıyorsa aylık miktarının araştırılmasına gerek bulunup bulunmadığı ve burada varılacak sonuca göre boşanma davası sırasında taraflarca düzenlenen protokol uyarınca davalı kadın lehine hükmedilen yoksulluk nafakasının kaldırılması için gerekli koşullarının oluşup oluşmadığı noktasında toplanmaktadır.
Uyuşmazlığın çözümü için konu ile ilgili yasal düzenleme ve kavramların kısaca açıklanmasında yarar vardır.
Öncelikle belirtilmelidir ki, yoksulluk nafakası, boşanma ile yoksulluğa düşecek olan eş için verilen bir nafaka türü olup, söz konusu bu nafaka boşanma davası kesinleştikten sonra işlemeye başlar.
Yoksulluk nafakası boşanmanın eşlerle ilgili mali sonuçlarından biri olup, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 175. maddesinde:
“Boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek taraf, kusuru daha ağır olmamak koşuluyla geçimi için diğer taraftan mali gücü oranında süresiz olarak nafaka isteyebilir.
Nafaka yükümlüsünün kusuru aranmaz.”
şeklinde düzenlenmiştir.
Aynı Kanunun “Tazminat ve nafakanın ödenmesi” başlıklı 176. maddesi ise;
“Maddi tazminat ve yoksulluk nafakasının toptan veya durumun gereklerine göre irat biçiminde ödenmesine karar verilebilir.
Manevi tazminatın irat biçiminde ödenmesine karar verilemez.
İrat biçiminde ödenmesine karar verilen maddi tazminat veya nafaka, alacaklı tarafın yeniden evlenmesi ya da taraflardan birinin ölümü halinde kendiliğinden kalkar; alacaklı tarafın evlenme olmaksızın fiilen evliymiş gibi yaşaması, yoksulluğunun ortadan kalkması ya da haysiyetsiz hayat sürmesi halinde mahkeme kararıyla kaldırılır.
Tarafların mali durumlarının değişmesi veya hakkaniyetin gerektirdiği hallerde iradın artırılması veya azaltılmasına karar verilebilir.
Hâkim, istem hâlinde, irat biçiminde ödenmesine karar verilen maddi tazminat veya nafakanın gelecek yıllarda tarafların sosyal ve ekonomik durumlarına göre ne miktarda ödeneceğini karara bağlayabilir.”
hükmünü içermektedir.
TMK’nın 175. maddesinde geçen “yoksulluğa düşecek” kavramından ne anlaşılması gerektiği konusunda yasal bir tanımlama olmaması karşısında bu husus yargısal uygulamada kurallara bağlanmıştır. Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 07.10.1998 tarihli ve 1998/2-656 E., 688 K.; 16.05.2007 tarihli ve 2007/2-275 E., 275 K.; 11.03.2009 tarihli ve 2009/2-73, 2009/118 K. sayılı kararlarında; “yeme, giyinme, barınma, sağlık, ulaşım, kültür, eğitim” gibi bireyin maddi varlığını geliştirmek için zorunlu ve gerekli görülen harcamaları karşılayacak düzeyde geliri olmayanların “yoksul” kabul edilmesi gerektiği benimsenmiştir.
Bunun yanında, yoksulluk nafakası istenebilmesi için istemde bulunan tarafın boşanma yüzünden yoksulluğa düşme tehlikesiyle karşılaşmış bulunması şarttır. Başka bir ifadeyle, geçimini kendi mali kaynakları ve çalışma gücüyle sağlama imkânından yoksun olan taraf diğer koşulları da varsa yoksulluk nafakası talep edebilecektir.
Öte yandan, yoksulluğun ortadan kalkması hâlinde mahkemece nafakanın kaldırılmasına karar verilebileceği gibi, tarafların mali durumlarının değişmesi veya hakkaniyetin gerektirdiği hâllerde iradın artırılması veya azaltılmasına da karar verilebilir. Diğer bir anlatımla iradın arttırılması veya azaltılması için tarafların mali durumlarının değişmesi veya hakkaniyetin bunu gerektirmesi aranmaktadır.
Diğer taraftan, Medeni Hukukun uygulanması, Kanunun sözüyle ve özüyle değindiği bütün konularda uygulanacağını düzenleyen TMK’nın 1. maddesi ele alınmalıdır.
Bilindiği üzere, Kanunların uygulanması ifadesiyle kastedilen husus, genel ve soyut hukuk kurallarının, somut ve özel olaylara uygulanmasıdır. Bunun nasıl gerçekleşeceği TMK. m.1’de “Kanun sözüyle ve özüyle değindiği bütün konularda uygulanır.” ifadesiyle açıklanmıştır. Hükmün birinci fıkrası, yasallık ilkesi içinde kanunun nüfuz ettiği alanı açıklamakta iken ikinci fıkrası ise birinci fıkrayla bağlantılı olarak keyfilik yasağını düzenlemektedir. Ayrıca TMK m.1’in uygulama alanının sadece Türk Medeni Kanunu değil, tüm özel hukuk alanı olduğunu ve dahi kıyasen tüm kamu hukuku alanında da uygulama alanı bulduğunu söylemek gerekir.
Kanun hükmünün metni, sözü ve özüyle (ruhuyla) uygulanır. Kanunun özüyle uygulanması yorumlanması ile mümkündür. Kanunun sözü ile özü arasındaki ilişki bir birbirine zıt olmamalı birbirinden ayrılmaz bir bütünlük teşkil etmelidir. Hemen belirtilmelidir ki sözüyle ve özüyle uygulamada bir öncelik sonralık ilişkisi söz konusu değildir, hâkim her iki unsuru yani Kanunu hem özü hem de sözüyle birlikte olaya uygulayacak, sözü ile olaya uygun olan bir hükmün özüyle de olaya uygun olup olmadığını araştıracaktır. Öyleyse bir hüküm, ancak özü ile sözü uyum sağladığı durumlarda uygulanabilir niteliktedir (Antalya, G./Topuz, M.: Medeni Hukuk, İstanbul 2018, s. 280, 281).
Kanunun sözü (lafzı), herhangi bir yoruma gidilmeksizin kanun hükmünün metninden çıkan anlamı ifade eder. Kanunun sözüyle uygulanması, dil elemanları ve araçlarından hareketle kanun metnini anlamlandırmaktan ibarettir. Kanunun sadece sözüyle uygulanması için o kanun hükmünün yoruma ihtiyaç duyulmayacak açıklıkta olması gerekir.
Diğer taraftan Kanunun sözünden çıkan anlam ile özünün uyuşmadığı durumlar olabileceği gibi kanun maddelerinin sadece sözüyle uygulanması çoğu zaman yeterli gelmeyebilir. Nitekim kanunun lâfzı her zaman somut olaya uygulanabilecek açıklıkta ve netlikte değildir. Bu tür durumlarda kanunun sözüne değil kanun koyucunun amacına aykırı hareket etmemek koşuluyla kanunun özünün ortaya çıkarılması gerekir. Kanunun özünü ortaya çıkaracak faaliyet ise onun yorumlanmasıdır, yorumlama ise objektif olmalı, kanun metninin sözünü dışlamamalı, kanun metnine bağlı olarak yapılmalıdır (Antalya/Topuz, s. 283).
Hâkimin hem söz hem de öze göre kanunu uygulaması gerektiği 04.02.1959 tarihli ve 1957/14 E. 1959/6 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında, “…Kanun hükümlerinin, sadece kanunun lâfzına göre değil, fakat hem lâfzına hem de ruhuna göre tefsir edilmesi ve kanunun yalnız lâfzına dayanılarak hükümlerin konuluş maksatlarına aykırı neticelere varılmasına meydan bırakılmaması, bugünkü hukuk ilminin ve tatbikatının ana kaidelerindendir…” ifadeleriyle açıklanmışken, kanunun sözünden çıkan anlama göre uygulanmasının kanunun amacına aykırılık teşkil edeceği durumlarda ise ruhundan çıkan mânaya göre hüküm verilmesi gerektiği ise 27.03.1957 tarihli ve 1957/1 E., 1957/3 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında, “… Kanun hükmünün mânasını tayin etmekte ilk esas, metnin meydana geldiği sözlerden çıkan mânadır ve ancak bu şekilde metne verilmesi gereken mâna, hükmün kanuna konulmasıyla güdülen gayeye aykırı neticeler doğuracak olduğu takdirde, lâfızdan çıkan mâna yerine, kanunun ruhundan çıkan mânaya göre hüküm verilmesi gerekir ki, bu durum, Medeni Kanunun birinci maddesinde kabul edilen kanunun lâfziyle ve ruhiyle temas ettiği bütün meselelere tatbik olunacağı kaidesinin neticelerindendir…” şeklinde açıklanmıştır.
Bir hukuk kuralının hangi amaçla konulduğunu belirlemek, başka bir ifadeyle anlamını ortaya çıkarmak için yapılan düşünsel faaliyete yorum denir. Hukuk kuralı açık ve anlaşılır nitelikte değil, belirsiz ve çelişkili durumlara mahal veriyorsa kanunun özü ortaya çıkarılmalıdır. Bu da Kanun hükmünün yorumlanması ile mümkündür. Bu kapsamda birçok yorum metodu bulunmaktadır ancak kanunun özünü ortaya çıkarmakla yükümlü olan hâkim tek bir yorum metoduna başvurmak yerine bütün yorum metodları ve araçlarından faydalanmalı hangi metod kanunun özünü daha iyi ortaya koyuyorsa onu tercih etmelidir. Yorum yapılırken öncelikle korunmak istenen menfaat dengesi tespit edilmeli ve Kanunun tümüne hakim temel ilke ve kurallar dikkate alınmalıdır.
Hemen burada Roma Hukukundan beri kabul edilen ve kanunların amaçlarına uygun yorumlanması ilkesinden hareket eden “amaca dayalı yorum” metodundan bahsedilmelidir. Günümüzde hakim olan, Yargıtay ve İsviçre Federal Mahkemesince benimsenen bu metod ile “kanun hükmü” düzenlenen menfaatin değerlendirilmesine göre yorumlanır. Bu yorum metodunda kuralın konulduğu zamandaki amaç esas alınmaz, uygulandığı andaki ihtiyaçlara nasıl cevap vereceği araştırılır ve tespit edilir. Yorumlamada kanuna, toplumun zamanla birlikte değişen ihtiyaçlarını karşılamaya yarayacak bir anlam verilmeye çalışılır başka bir anlatımla kanunun amacı günümüzün ihtiyaçları ve somut olayın özellikleri değerlendirilerek tespit edilir, hükmün amacı ile korunması gereken menfaat birlikte değerlendirilerek yorum yapılır (Antalya/Topuz, s. 292).
Yoksulluk nafakasının hangi koşullarda istenebileceği TMK’nın 175. maddesinde düzenlenmiştir. Bu düzenleme gereğince yoksulluk nafakasına hükmedilebilmesi için, boşanmaya karar verilmiş olması, nafaka talep eden eşin boşanma yüzünden yoksulluğa düşmüş ya da düşecek olması ve diğer eşe nazaran daha az kusurlu veya eşit kusurlu bulunması ya da boşanmaya neden olan olaylarda tamamen kusursuz olması gerekir. Yoksulluğa düşmüş ya da düşecek olan taraf geçimi için diğer taraftan ancak “mali gücü oranında” nafaka isteyebilir. Nafaka yükümlüsünün ise kusuru aranmaz.
Görüldüğü üzere, yoksulluk nafakasına hükmedilme koşullarını düzenleyen kanun koyucu diğer taraftan “mali gücü oranında” nafaka istenebileceği ifadesiyle, nafaka yükümlüsünün mali gücünün bulunmasını da bir koşul olarak öngörmüştür.
Kanun ilk olarak hükümde geçen kelimelerin sözüyle, sonra korunması gereken menfaate ilişkin değerlendirme ile ve amacına uygun olarak ruhuyla uygulanacaktır.
Kanun metnindeki “mali gücü oranında” ifadesi ile borçlunun ekonomik gücünün varlığına işaret edilmiştir. Bu durumda kanunun sözünden çıkan mânadan, borçlunun mali gücünün bulunmaması durumunda nafakanın kaldırılmasına da hükmedilebilecektir. Yine buradan nafakanın kaldırılması, arttırılması ya da azaltılmasını hâllerine yer veren TMK’nın 176/3. ve 4. maddelerindeki sıralamaların, TMK’nın 175. maddesinde belirtilen ödeme gücü bulunanlar yönünden geçerli olduğu sonucuna varılmaktadır.
Diğer taraftan, yoksulluk nafakasının özünde ise, sosyal dayanışma ve ahlakî değerler yer almaktadır.
Madde metninden de anlaşıldığı üzere yoksulluk nafakası isteminde bulunan tarafın kusurunun daha ağır olmaması gerekmektedir. Ancak yoksulluk nafakası, boşanmadan sonra yoksulluğa düşecek olan tarafı koruma amacına yönelik olduğu içindir ki, boşanmış olan yoksul tarafa verilecek olan yoksulluk nafakası, hiçbir surette diğer tarafa yükletilen bir ceza veya tazminat niteliğinde olmayacaktır. Şayet böyle olsaydı, sadece boşanmada kusuru olan eşten istenebilmesi gerekirdi. Oysa ki, maddede açıkça belirtildiği gibi, kusursuz eş dahi yoksulluk nafakası ödemekle yükümlüdür. Yoksulluk nafakası, bir bakıma evlilik birliği devam ettiği sürece söz konusu olan karşılıklı bakım ve geçindirme ödevinin devam ettirilmesi anlamını taşımaktadır (Akıntürk, T./Ateş, D.: Aile Hukuku, C. 2, İstanbul 2019, s. 302).
Polatlı 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin (Aile Mahkemesi sıfatıyla) Anayasa Mahkemesine yaptığı iptal başvurusunda “4721 sayılı Türk Medenî Kanunu’nun 176. maddesinin üçüncü fıkrasının, nafaka alacaklısının yoksulluğunun ortadan kalkması halinde nafakanın kaldırılmasını düzenlemesine rağmen, tarafların mali durumlarının değişmesi hâlinde nafakanın artırılması ya da azaltılmasını düzenleyen aynı maddenin itiraz konusu dördüncü fıkrasının, nafaka borçlusunun ekonomik durumunun olumsuz yönde değişmesi halinde, nafakanın tamamen kaldırılmasına olanak tanımadığı gerekçesiyle Anayasa’nın 2. maddesine aykırı olduğunu” ileri sürerek 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 175/1 ve l76/4. maddelerinin iptalini istediği başvuru sonucunda Anayasa Mahkemesi 25.06.2009 tarihli ve 2005/ 56 E., 2009/94 K. sayılı kararı ile;
“…Evlilik birliğinde eşler arasında geçerli olan dayanışma ve yardımlaşma yükümlülüğünün, evlilik birliğinin sona ermesinden sonra da kısmen devamı niteliğinde olan yoksulluk nafakasının özünde, sosyal ve ahlâki düşünceler yer almaktadır. Nafaka talep edilen eşin kusursuz da olsa nafaka ödemekle yükümlü kılınması, yoksulluk nafakasının tazminat ya da cezadan farklı bir nitelik taşıdığını göstermektedir. Yoksulluk nafakasının amacı hiçbir zaman nafaka alacaklısını zenginleştirmek değildir. Yoksulluk nafakasıyla, boşanma sonucunda yoksulluk içine düşen eşin asgari yaşam gereksinimlerinin karşılanması düşünülmüştür. Yoksulluk nafakasına hükmedilebilmesi için nafaka talep eden eşin boşanma nedeniyle yoksulluğa düşecek olmasının yanı sıra, nafaka talep edilen eşin de nafaka ödeyebilecek ekonomik gücünün bulunması, diğer bir ifadeyle kendi kusurundan kaynaklanmamak koşuluyla yoksul olmaması gerekmektedir. Bu açıdan bakıldığında, yoksulluk nafakasının sosyal ve ahlâki düşüncelere dayanması özelliği, sadece nafaka talep eden tarafa nafaka verilmesinde değil, aynı zamanda nafaka talep edilen tarafın nafaka ödeyebilecek ekonomik gücünün bulunması koşulunda da kendisini göstermektedir. Bu nedenle, nafaka borçlusunun kendi kusuru bulunmaksızın yoksulluğa düşmesi halinde, hâkim Yasa metninde açıkça belirtilmese dahi 4721 sayılı TMK’nın 1. maddesine göre yoksulluk nafakasının koşulları ve kabul ediliş amacını göz önünde bulundurarak, nafakanın 4721 sayılı TMK’nın 176. maddesinin dördüncü fıkrası gereğince tamamen kaldırılmasına da karar verebilecektir…” gerekçesiyle Anayasanın 2. maddesine aykırı görmediği iptal isteminin reddine karar vermiştir.
Öte yandan, Anayasa’nın 17. maddesine göre herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı vardır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 8. maddesi uyarınca da özel yaşama saygı kapsamında kişinin fiziksel ve zihinsel bütünlük ve bireyin kendisini gerçekleştirme ve kendisine ilişkin kararlar alabilme hakkı bulunmaktadır. Bireyin ödeyeceği nafaka maddi ve manevi varlığını ortadan kaldırmamalıdır (Anayasa Mahkemesi, İbrahim Acar Başvurusu, Başvuru No: 2016/3140, Karar tarihi: 07.11.2019).
Yukarıda açıklanan ilkeler çerçevesinde somut olaya gelindiğinde, Semiha İncetan tarafından ... aleyhine açılan boşanma davasında, tarafların boşanmalarına, taraflar arasında düzenlenen protokol gereği davacı kadına aile konutunun verilmesine ve davacı kadın lehine 2.000TL yoksulluk nafakasının davalıdan alınarak davacıya ödenmesine, her yıl Devlet İstatistik Kurumunca açıklanan Tüketici Fiyat Endeksi oranında 2013 yılı Ocak ayından itibaren geçerli olacak şekilde artırım yapılmasına karar verilmiş, verilen karar, taraf vekilleri temyiz haklarından feragat ettiklerinden 24.01.2012 tarihinde kesinleşmiştir.
Boşanma davası sırasında yapılan Semiha İncetan’ın sosyal ve ekonomik durumuna ilişkin bilgiler incelendiğinde; davacı kadının çalışmadığı, Bağ-Kur’dan aylık 700,00TL emekli maaşı aldığı, oturduğu evin eşine ait olup kira ödemediği, eşinden ayrı oğlu Mustafa İncetan ile birlikte oturduğu, babasından miras kalan bir tarlasının olduğu, başkasından yardım ve nafaka almadığı tespit edilmiştir.
Yine boşanma davası sırasında taraflarca imzalanan protokolde, Semiha İncetan’a aylık 2.000TL yoksulluk nafakası ödenmesi, her yıl Devlet İstatistik Kurumunca açıklanan Tüketici Fiyat Endeksi oranında 2013 yılı Ocak ayından itibaren geçerli olacak şekilde artırım yapılması ve evlilik birliğince birlikte oturulan aile konutunun verilmesi kararlaştırılmıştır.
Öte yandan, boşanma dosyası kapsamında bulunan 28.11.2011 tarihli Tapu Müdürlüğü yazısından ... adına kayıtlı paylı şekilde 36 adet taşınmazın bulunduğu anlaşılmaktadır.
Tarafların işbu dosya yargılaması sırasında yapılan sosyal ve ekonomik durumlarına ilişkin bilgiler incelendiğinde; davacının şirket yöneticisi ve işletmeci olduğu, aylık 1.400TL emekli maaşının olduğu, oturduğu binanın ortak mal olduğu görülmüştür.
Diğer taraftan, davalı kadın vekili 09.05.2016 tarihli duruşmada, müvekkili adına tapu kaydının bulunduğunu, boşanma davasındaki protokol gereğince teslim edilen bir dairenin yanı sıra babasından kalan ve tapu kaydında geçen arsaya ilişkin müteahhit ile yapılan anlaşma gereği müvekkiline dokuz daire ile dört dükkan verileceğini, 19.10.2017 tarihli duruşmada ise, 09.05.2016 tarihli duruşmada belirttiği daire ve dükkanların bir kısmının müvekkiline teslim edildiğini beyan etmiştir.
Kural olarak her dava açıldığı tarihteki koşullara göre hükme bağlanır. Nafakanın bağlanmasında olduğu gibi arttırılmasına, eksiltilmesine ve kaldırılmasına yönelik taleplerin kabulüne de dava tarihinden itibaren hükmolunur. Nitekim Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulunun 28.11.1956 tarihli ve 1956/15 E., 1956/15K. sayılı kararı da bu yöndedir.
Dosya kapsamından anlaşılacağı üzere; her ne kadar taraflar, boşanma davası sırasında düzenlenen sözleşme ile davalı kadına yoksulluk nafakası ödenmesini kararlaştırdıktan sonra anlaşmalı olarak boşanmış ise de; sözleşmede verilmesi taahhüt edilen nafaka türü, yoksulluk nafakası olup bu nafakanın kaldırılma şartları TMK’nın 176. maddesinde düzenlenmiştir.
Bu itibarla; tüm dosya kapsamı ile nafaka alacaklısının SGK’dan emekli maaşı aldığı ve davacı vekilinin de beyanında bulunduğu gibi, dokuz daire ve dört dükkan olmak üzere birçok gayrimenkulünün bulunduğu, nafaka borçlusunun ise boşanma tarihinden sonra üzerine kayıtlı gayrimenkullerin büyük çoğunluğunu kaybettiği dikkate alındığında, davalının elde ettiği gelirin kendisini refah içerisinde yaşatacak düzeyde olduğu, davacının nafaka ödeyebilecek ekonomik gücünün ciddi oranda azaldığı, tarafların ekonomik bu durumları karşısında davacının nafaka ödemeye devam etmesini beklemek yoksulluk nafakası borcunun bir ceza olarak algılanmasına neden olabileceği gibi kamu vicdanını da sızlatacağı değerlendirilmekle, davalı hakkında hükmedilen yoksulluk nafakasının kaldırılmasına karar verilmesi gerekmektedir.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, tarafların TMK’nın 166/3. maddesi gereği anlaşmalı olarak boşandıklarını, aralarında yapılan ve hâkim tarafından onaylanan protokolün hukuki niteliği itibariyle TMK hükümlerinden kaynaklandığı anlaşılmakta ise de, genel sözleşme hükümlerine tâbi olduğu, 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 19-20. maddelerine aykırı bulunmayan sözleşmelerde edimler arasındaki dengenin, umulmadık gelişmeler nedeniyle sonradan bozulması durumunda, TMK’nın 2. maddesi gereğince sözleşme koşullarının değişen koşullara uyarlanabileceği, bu nedenle nafaka iradının tarafların yaptıkları sözleşmeye dayansa bile indirilebileceği, tarafların mali durumlarının değişmesine göre, iradın artırılmasının veya azaltılmasının gerekebileceği, iradın kararlaştırılmasında esas olanın, şartları ortadan kaldıracak önemde bir değişikliğin varlığının arandığı, tarafların 21.12.2011 tarihinde anlaşmalı olarak boşandıkları, anlaşma protokolünde, davalı kadına aylık 2.000TL yoksulluk nafakası ödeneceği ve bu nafakanın her yıl Devlet İstatistik Kurumunca açıklanan yeniden değerlendirme miktarı oranında 2013 yılı Ocak ayından itibaren geçerli olmak üzere artırılacağı, davalı kadının boşanma davası ile istediği maddi ve manevi tazminat taleplerinden boşanma kararı ile vazgeçtiği, tarafların evlilik birliği süresince edinmiş oldukları menkul ve gayrimenkul tüm mallar konusunda anlaştıkları, davacının boşanma davasından sonra bankalardan aldığı kredi borçlarını ödeyebilmek için bir kısım taşınmazlarını satmak zorunda kaldığı ve bu nedenle gelirinin öncekine nazaran azaldığı, anlaşmalı boşanma sırasında, tarafların da bilgisi dâhilinde olan davalının babasından kalan taşınmaz üzerine yapılan inşaatın tamamlanıp, sözü edilen dokuz daire ve dört dükkanın davalı kadının payına düştüğü, ayrıca davalının yaşlılık aylığı aldığı anlaşıldığından, mahkemece bahsi geçen dokuz daire ve dört dükkanın davalıya teslim edip etmediğinin araştırılarak, teslim edilmiş ise davalının gelirinde öncekine nazaran iyileşme olduğu kabul edilerek çoğun içinde az da vardır kuralı gereğince nafakanın tümüyle ortadan kaldırılması yerine, uygun bir miktarda indirilerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerektiği bu nedenle kararın değişik gerekçe ile bozulması gerektiği görüşü ile protokol tarihinde kat karşılığı inşaat sözleşmesinin henüz sonuçlarını doğurmadığı ve davalının elinde yoksulluktan kurtaracak daire ve dükkan olmaması nedeniyle protokolde o tarih itibariyle yoksulluk nafakası verilmesinin kararlaştırılmasının hayatın olağan akışına uygun olduğu, dava tarihi itibariyle yoksulluk nafakasının indirilmesini veya tamamen ortadan kaldırılmasını gerektirir mali durum değişikliğinin olup olmadığının belirlenmesi gerektiği, yaşlılık aylığının davalıyı yoksulluktan kurtarmayacağı, mahkemece gerektiğinde keşif yapılarak, kat karşılığı inşaat sözleşmesi uyarınca davalının payına düşecek daire ve dükkanların tespiti ile bu gayrimenkullerin kaçının hangi tarihte davalıya teslim edildiğinin, kiraya verilebilir durumda olup olmadığının ve ne kadar kira getirebileceğinin belirlenmesi gerektiği, sonrasında teslim ve yoksulluktan kurtulma tarihine kadar davanın reddine karar verilmesi ve bu tarihten sonrası için yoksulluk nafakasının kaldırılmasına ilişkin şartların oluşup olmadığının araştırılmasının gerektiği direnme kararının da bu değişik gerekçe ile bozulması gerektiği görüşleri ileri sürülmüş ise de, bu görüşler Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
Hâl böyle olunca direnme kararının açıklanan nedenlerle onanmasına karar verilmesi gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davalı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının ONANMASINA, gerekli temyiz ilam harcı peşin alındığından başka harç alınmasına yer olmadığına, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu"nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu"nun 440-III/1. maddesi uyarınca tebliğ tarihinden on beş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 12.11.2019 tarihinde yapılan ikinci görüşmede oy çokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY
Davacı vekili, tarafların Kayseri 3. Aile Mahkemesinin 21.12.2011 gün 2011/1017 E.-1243 sayılı kararı ile boşandıklarını ve davalı yararına 2000TL yoksulluk nafakasına hükmedildiğini, ancak aradan geçen süre içerisinde boşanma davası sırasındaki şartların değiştiğini, emekli maaşından başka gelirinin bulunmadığını, müvekkilinin yaşı itibariyle bir işte çalışmasının mümkün olmadığını, davalının ise boşanma davası sonucu aldığı evde oturduğunu, emekli maaşının bulunduğunu, mal varlığının arttığını, 190 metrekarelik toplam sekiz adet dairesi ve 120 metrekarelik dört dükkanının bulunduğunu ileri sürerek, 2000TL yoksulluk nafakasının kaldırılmasına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, davacının 2000TL nafaka ödemeyi taahhüt etmesi üzerine bir talepte bulunmadan boşandığını, davacının yüksek miktarda gayrimenkul ve kira gelirleri olduğunu, müvekkilinin babasından kalan yerin üzerine bina yapılması için diğer pay sahipleri ile birlikte inşaat şirketiyle anlaştıklarını, bu anlaşmanın boşanma gerçekleşmeden önce yapıldığını ve davacının bunu bilerek 2000TL nafaka ödemeye razı olduğunu, inşaatın hâlen devam ettiğini, teslim edilen bir dairenin bulunmadığını, müvekkiline ödenen bir kira bedelinin de bulunmadığını, aylık 1.100TL civarında emekli maaşı aldığını, bunun dışında tek gelirinin nafaka olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, Bağkur’dan davalının düzenli bir gelirinin bulunduğu, davalının dokuz adet daire ve dört adet dükkanı bulunduğu, böylelikle davalının yoksulluğunun kalktığının sabit olduğu, davacının da nafaka sorumluluğunun ortadan kalktığı gerekçesiyle davalıya bağlanan yoksulluk nafakasının kaldırılmasına karar verilmiş, hükmün davalı vekilince temyizi üzerine karar Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 2016/14433 E., 2017/3148 sayılı kararı ile bozulmuş, mahkemece direnme kararı verilmiştir.
Somut olayda taraflar TMK. 166/3. maddesi gereği anlaşmalı olarak boşanmışlardır. Aralarında yaptıkları protokol de hakim tarafından onaylanmıştır. Protokol, hukuki niteliği itibariyle TMK. hükümlerinden kaynaklanmakta ise de, genel sözleşme hükümlerine tabidir.
TMK. 176/4. maddesi hükmüne göre; tarafların mali durumlarının değişmesi veya hakkaniyetin gerektirdiği hâllerde, iradın arttırılması veya azaltılmasına karar verilebilir. TMK 331. maddesi uyarınca da; durumun değişmesi hâlinde hakim istem üzerine nafaka miktarını yeniden belirler veya nafakayı kaldırır.
Nafaka iradı tarafların yaptıkları sözleşmeye dayansa bile indirilebilir. Borçlar Kanununun 19-20. maddelerine aykırı bulunmayan karşılıklı sözleşmede, edimler arasındaki denge, umulmadık gelişmeler nedeniyle sonradan bozulacak olursa, TMK. 2. maddesi gereğince sözleşme koşulları değişen koşullara uyarlanır. Buna göre sözleşenlerin eğer gelişmeleri baştan kestirebilselerdi, sözleşmeyi bambaşka kurmuş olacakları söylenebiliyorsa, ayrıca beklenmeyen gelişme yüzünden sözleşmeye baştan kararlaştırılmış koşullarla olduğu gibi katlanmak taraflardan biri için özveri sınırının aşılması anlamına geliyorsa, yasal ve sözleşmesel risk dağılımı çerçevesinde taraflardan sözleşmeye baştan kararlaştırılmış koşullarla bağlı kalmaları beklenemiyorsa sözleşmeye hakimin müdahalesi gündeme gelir.
Tarafların mali durumlarının değişmesi, iradın arttırılması veya azaltılmasını gerektirebilir. Örneğin, davalı alacaklının yoksulluğu azalmış veya büsbütün ortadan kalkmıştır; ya da davacı borçlunun mali ve gelir durumu kötüleşmiştir.
Burada, iradın takdirine (veya kararlaştırılmasına) esas olan şartları ortadan kaldıracak önemde bir değişiklik olması aranacaktır.
Somut olayda tarafların 21.12.2011 tarihinde anlaşmalı olarak boşandıkları, anlaşma protokolünde, davalı eşe aylık 2000TL yoksulluk nafakası ödeneceği ve bu nafakanın her sene Devlet İstatistik Kurumunca açıklanan yeniden değerlendirme miktarı oranında 2013 yılı Ocak ayından itibaren geçerli olmak üzere arttırılacağı, davalının boşanma davası ile talep etmiş olduğu maddi ve manevi tazminat taleplerinden boşanma kararı ile vazgeçtiği, tarafların gerek TMK’nın yürürlüğe girdiği 2002 tarihinden gerekse bu tarihten önce evlilik birliği süresince edinmiş oldukları menkul ve gayrimenkulün tüm mallar hususunda anlaştıkları anlaşılmaktadır.
Toplanan delillerden, davacı kocanın boşanma davasından sonra, Bankadan aldığı kredi borçlarını ödemek için bir kısım taşınmazlarını satmak zorunda kaldığı ve bu nedenle gelirinin öncekine nazaran azaldığı, davalı kadının da anlaşmalı boşanma sırasında tarafların da bilgisi dâhilinde olan, davalının babasından kalan taşınmaz üzerine yapılan inşaattan dokuz daire ve dört dükkan düştüğü ve yaşlılık aylığı bağlandığı anlaşılmaktadır. O hâlde mahkemece, davalının babasından kalan taşınmaz üzerine yapılan inşaatın tamamlanıp da sözü edilen dokuz daire ve dört dükkanın davalıya teslim edilip edilmediği araştırılıp, teslim edilmişse davalının gelirinde öncekine nazaran iyileşme olduğu değerlendirilerek, çoğun içinde az da vardır kuralı gereğince nafakanın tümüyle kaldırılması yerine, uygun bir miktar indirilerek sonucuna uygun bir karar verilmesi gerekir.
Yerel mahkemenin direnme kararı anılan nedenlerle değişik gerekçe ile bozulması uygun olduğundan, Sayın çoğunluğun direnme kararının onanması gerekçesine katılınmamıştır.
KARŞI OY
Dava, yoksulluk nafakasının kaldırılması davasıdır. Özel Daire ile yerel mahkeme arasındaki uyuşmazlık, davalının vefat eden babasından kalan taşınmazlardan kira bedeli ve ayrıca yetim aylığı alıp almadığı ve taraflar arasındaki protokole göre hükmedilip kesinleşen yoksulluk nafakasının kaldırılması gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
Kayseri 3. Aile Mahkemesinin 2011/1017 esas 2011/1243 karar sayılı kararı ile tarafların boşanmalarına ve kararın kesinleşmesinden itibaren aylık 2.000TL yoksulluk nafakasına, her yıl TÜFE oranında artırılmasına, tarafların anlaşmaları üzerine ve anlaşma protokolü mahkemece uygun bulunarak karar verilmiş olup, 24.01.2012 tarihinde kesinleşmiştir. Yoksulluk nafakasının kaldırılmasına ilişkin bu dava 25.03.2016 tarihinde açılmış, davacı, boşanma davası sırasındaki şartların değiştiğini, emekli maaşından başka geliri olmayıp nafaka yükümlülüğünü yerine getiremez olduğunu, davalının ise malvarlığının arttığını ileri sürmüştür.
Mahkemece, davalının yoksulluğunun kalktığı gerekçesiyle nafakanın kaldırılmasına karar verilmiş, Özel Dairece ilamda yazılı gerekçelerle karar bozulmuştur.
Tarafların anlaşmalı boşanmalarına karar veren mahkemece de uygun bulunan protokolde aylık 2.000TL yoksulluk nafakası ödenmesi kararlaştırılmıştır. Boşanma davasında yapılan sosyal ekonomik araştırma tutanağında davalı çalışmamakta olup, Bağkur’dan emekli maaşı aldığı tespit edilmiş, o dosyada davalı kocanın sosyal ekonomik araştırma tutanağı yoktur. Davacı işbu davayı davalının malvarlığının arttığı ve yoksulluktan kurtulduğu, kendisinin emekli maaşından başka geliri bulunmayıp nafakayı ödeyebilecek durumda bulunmadığı iddiasına dayandırmıştır. Bu dosyada yapılan sosyal ekonomik araştırmada davacının aylık 1.400TL emekli maaşı aldığı, kira vermediği belirlenmiş olup, emekli aylığı bilgisi davacı tarafça da dosyaya sunulmuştur. Mahkemece davalı vekilinin duruşmadaki beyanı dikkate alındığında davalının 9 daire, 4 dükkanı olduğu ve yoksulluğunun ortadan kalktığı gerekçesiyle yoksulluk nafakası kaldırılmıştır. Davalı vekili 09.05.2016 tarihli ön inceleme duruşma tutanağında, tapu kaydındaki yerle ilgili müteahhit ile arsa karşılığı daire sözleşmesi yapıldığını, davalıya 9 daire 4 dükkanın düşeceğini beyan etmiştir. Boşanmadan sonraki 19.10.2017 tarihli duruşmada bunlardan bir kısmının teslim edildiğini bir kısmının teslim edilmediğini belirtmiştir. Dava tarihi itibariyle yoksulluk nafakasının kaldırılmasına dayanak olması bakımından davalının daire ve dükkanları o tarihte teslim alıp almadığı mahkemece tespit edilmemiş, davalı vekilinin “9 daire ve 4 dükkan düşeceği” beyanı teslim vaki olmuş gibi değerlendirilerek karar verilmiştir. TMK 176/3. maddesinde davalının yoksulluğunun ortadan kalkması yoksulluk nafakasının kaldırılması nedenidir. Davalının yüklenici ile yapılan inşaat sözleşmesini, evliyken davacının yapmış olması, kaç daire ve dükkan düşeceğini bilerek yoksulluk nafakası vermeyi protokolde kabul etmesi nedeniyle nafakasının kaldırılamayacağı sonucuna varılamaz. Henüz protokol tarihinde kat karşılığı inşaat sözleşmesi sonuçlarını doğurmadığı ve davalının elinde yoksulluktan kurtaracak daire ve dükkan olmaması nedeniyle protokolde o tarih itibariyle yoksulluk nafakası verilmesinin kararlaştırılması hayatın olağan akışına uygundur. Bu dava tarihi itibariyle yoksulluk nafakasının kaldırılması-indirilmesini gerektirir bir mali durum değişikliği olup olmadığının ispati ve saptanması gerektiğinden, Özel Daire bozma ilamında davalının aldığı kira gelir miktarının belirlenmesi gerektiğine değinilmiş ise de, kira getirebilecek taşınmazı teslim aldığı hâlde kiraya vermeyip yoksulluk nafakası alması da TMK 2’ye aykırı olup, yerlerin kiraya verilebilir nitelikte olup olmadığının ve değerlerinin tespiti sonucu etkileyeceğinden, davalının aldığı yaşlılık aylığı yoksulluktan kurtarmamakta olup, babasından kalan taşınmazla ilgili kendisine düşen 9 daire 4 dükkanın davalıya yüklenici tarafından teslimi önem taşımaktadır.
Dava tarihi itibariyle davalının yoksulluktan kurtulduğu tespit edilmemiş olduğundan dava tarihinden itibaren yoksulluk nafakasını kaldıran mahkeme hükmünün onanması görüşüne katılmamaktayım. Yargılamada eksik inceleme sonucu karar verilmiştir. Mahkemece gerektiğinde keşif de yapılarak, davalıya kat karşılığı inşaat sözleşmesi uyarınca düşecek daire ve dükkanların tespiti, bunların kaçının hangi tarihte davalıya teslim edildiği ve kiraya verilebilir durumda olup olmadıkları, ne miktar kira geliri getirebileceği, değerleri tek tek belirlenip, teslim ve yoksulluktan kurtulma tarihine kadar davanın reddi, bu tarihten sonrası için nafakanın kaldırılmasının tartışılması gerekirken, dava tarihinden itibaren, dosya kapsamına uymayan yazılı gerekçe ile yoksulluk nafakasının kaldırılması usul ve yasaya aykırı olduğundan, bu gerekçelerle değişik bozma görüşünde olduğumuzdan, sayın çoğunluğun onama görüşüne katılamıyoruz.
Bu alandan sadece bu kararla ilintili POST üretebilirsiniz. Bu karardan bağımsız tamamen kendinize özel POST üretmek için TIKLAYINIZ
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.