Esas No: 2014/22486
Karar No: 2015/5571
Karar Tarihi: 09.03.2015
Yargıtay 8. Hukuk Dairesi 2014/22486 Esas 2015/5571 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
Asliye Hukuk Mahkemesi
DAVA TÜRÜ : Tapu iptali ve tescil
Hazine ile ............. ve müşterekleri aralarındaki tapu iptali davasının kısmen kabulüne ve kısmen reddine dair Asliye Hukuk Mahkemesi"nden verilen 05.03.2013 gün ve 408/151 sayılı hükmün Yargıtay"ca incelenmesi davacı Hazine vekili ile davalı ..... ve müşterekleri vekili taraflarından süresinde istenilmiş olmakla; dosya incelendi, gereği düşünüldü:
K A R A R
Dosya muhtevasına, dava evrakı ile yargılama tutanakları münderecatına ve uyulan bozma ilamında açıklandığı üzere işlem yapılıp sonucu Dairesinde hüküm tesis edildiğine göre yerinde olmayan temyiz itirazlarının reddi ile Usul, Kanun ve bozma gereklerine uygun bulunan hükmün ONANMASINA, taraflarca HUMK"nun 388/4. (HMK m.297/ç) ve HUMK"nun 440/I maddeleri gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 15 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine ve 3402 sayılı Kanunun 36/A maddesi gereğince harç alınmasına mahal olmadığı, 09.03.2015 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.
K A R A R
Davacı ................. . tarafından açılan dava ile, davalıya ait taşınmazın bir bölümünün 3621 sayılı Kıyı Kanunu kapsamında kalan Devletin hüküm ve tasarrufu altında olan yerlerden kamu malı niteliğinde olduğu ve kişilerin mülkiyetinde kalamayacağını ileri sürülerek; bu bölümün davalılar adına mevcut tapu kaydının iptaliyle kıyı olarak tapu sicilinden terkinine, birleştirilen dava ile de kıyı olduğu iddia edilen bölümdeki muhtesatların yıkımına karar verilmesi istenilmiştir.
Yerel Mahkemece yapılan araştırma ve inceleme sonucu 23.07.2009 tarihli kararla (Mahkemenin 1. kararı) davanın 3402 s. KK"nun 12. maddesi uyarınca 10 yıllık hak düşürücü süre içinde açılmadığı...” gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Bu kararın da davacı tarafca temyizi üzerine Y.1.HD"nin 08.03.2010 tarihli kararında (Yargıtay’ın 1. bozma ilamı), “…davanın hak düşürücü sürenin geçirilmesi nedeniyle reddine karar verilmesinde bir isabetsizlik bulunmadığı, bu yöne değinen ............. nin temyiz itirazlarının yerinde olmadığından reddine; ancak davanın açıldığı sırada davacı ........ dava açmada haklı durumda olduğundan, davalının yapılan yargılama gideri ve avukatlık ücretinden sorumlu olacağı gözetilmeden karar verilmesinin isabetli olmadığı…” gerekçesiyle, hükmü sadece yargılama gideri ve vekalet ücreti yönünden bozmuştur. Bu ilam karar düzeltme hakkı da kulanılmak suretiyle kesinleşmiştir. Mahkemece bu bozma ilamına uyularak verilen 26.10.2010 tarihli direnme kararı olduğunu belirttiği kararla “...gerekmediği halde davanın esasıyla ilgili yeniden hüküm kurularak davanın reddine, davacının yaptığı yargılama giderinin davacı üzerinde bırakılmasına ve davacı yararına takdir edilen avukatlık ücretinin davacıdan alınıp davalıya verilmesine...” karar verilmiştir (Mahkemenin 2. kararı). Bu hükümü de davacı ........"nin temyiz etmesi üzerine, Yüksek Y.HGK. 15.06.2011 tarihli kararıyla “…kamu düzeni ilkesinin usulü kazanılmış hak ilkesinin istisnasını teşkil ettiği, bu sebeple yargılama gideri ve vekalet ücretiyle ilgili temyiz yanında davanın esasıyla ilgili mahkemenin ilk kararının da temyizen incelenmesinin mümkün olduğuna karar vererek, Y.1.HD"nin bozmaya ilişkin yukarda sözü edilen 08.03.2010 tarihli bozma ilamının tümüyle kaldırılmasına, Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararından sonra oluşan yeni durumu dikkate alınarak yeniden temyiz incelemesinin yapılması için dosyanın Y.1.HD"ne gönderilmesine karar vermiştir (Yargıtay HGK.kararı). Bu kez dosyanın gönderildiği Yargıtay 1.HD. 19.12.2011 tarihli kararıyla “…Anayasa Mahkemesi"nin KK.nun 12. maddesindeki 10 yıllık hak düşürücü sürenin ..... tarafından açılan davalarda da uygulanmasına yönelik hükümü iptal ettiği, iptal kararının 23.07.2011 tarihili RG"de yayınlanarak yürülüğe girdiği, bu iptalin kesin olarak çözüme bağlanmamış davalar için de uygulama alanı bulacağı, kamu düzeni ilkesinin bunu gerektrdiği; bu durumda davanın hak düşürücü süre yönünden reddine ilişkin mahkeme hükümünün doğruluğundan söz edilemeyeceği, bu sebeple davanın esasının incelenerek gerçekleşecek sonucuna göre bir karar verilmesi gerektiği…” gerekçesiyle mahkeme hükmü bozulmuştur (Yargıtay’ın 2. bozma ilamı). Yerel mahkemece bu bozma ilamına uyulması soncu bu kez verilen 05.03.2013 tarihli kararla “yapılan keşif ve alınan teknik bilirkişi rapor ve krokisne göre, 4374 m2 yüzölçümlü taşınmazın teknik bilirkişi krokisinde (B) ile gösterilen 690 m2 bölümü hakkında davalı adına mevcut tapu kaydının iptali ve sicilden kıyı olarak terkinine ve üzerindeki muhtesatların yıkımına karar verilmişti (Mahkemenin 3. ve son kararı). Şimdi bu hüküm her iki tarafca temyiz edilmiştir.
Yargıtay tarafından bozulan bir hükmün bozma kararının(sebeplerinin)kapsamı dışında kalmış olan kısımları (bölümleri) kesinleşir.Bozma kararına uymuş olan mahkeme bozma kararının kapsamı dışında kalması nedeniyle, kesinleşen bu kısımlar hakkında yeniden inceleme yaparak karar veremez. Yani kesinleşmiş olan bu bölümler,o bölümler lehine olan taraf yararına usuli kazanılmış hak oluşturur(Baki Kuru:Hukuk Muhakemeleri Usulü, 6. Baskı, Cilt V, İstanbul 2001,sh.4762). Bu sonuç, aynı zamanda Yargıtay’ın 04.02.1959 tarih ve 13/5 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı’nın da bir gereğidir. Yargıtay’ın bu konuda pek çok emsal kararı bulunmaktadır (bkz.Y.HGK"nun 22.04.1999 tarih, 11/290-296 sayılı kararı). Yargıtay, tarafların bildirdiği temyiz sebepleriyle bağlı değilse de (HUMK.m.439/2), tarafların temyiz talebiyle bağlıdır.Yargıtay hükmün temyiz edilmeyen(ve bu nedenle de kesinleşen) bölümü hakkında temyiz incelemesi yapamaz ve hükmün temyiz edilmeyen bölümünü bozamaz. HUMK.439/2. maddesi hükmü, hükmün yalnız temyiz edilen bölümü hakkında uygulanır (Baki Kuru, age. Cilt V, Sh.4626). Bu bakımdan, temyiz edilen hükmün, daha önce Yargıtay denetiminden geçerek,bozma konusu yapılmamış bölümleri,onama hükmünde olduğu ve varsayımsal onama kararı kesinleştiği takdirde; kısmi temyiz gibi sonuç doğurur ve hükmün onanmış sayılan bölümleri kesinleşir ve bu nedenle HUMK.439/2. maddesi uyarınca, Yargıtay’ın tarafların gösterdiği temyiz sebepleriyle bağlı olmadığı gerekçesiyle yeniden temyiz denetime tabi tutulamaz.
”Kamu düzeni ilkesi” atlanmış veya gündeme gelmiş olsa bile, yerel mahkeme kararlarının kesinleşen bölümleri hakkında hükmün kesinleşmeyen bölümleriyle ilgili temyiz incelemesi sırasında, kesinleşen bölümlerine yönelik yeniden temyiz incelemesi yapılamaz. Hükmün kesinleşen bölümleriyle ilgili olarak, Yargıtay’ın temyiz inceleme aşaması için yukarıda açıklanan biçimde inceleme yapma yükümlülüğü, yerel mahkemelerin elindeki davaları sonuçlandırması bakımından da geçerlidir. Yerel mahkeme, temyiz süresinin geçirilmesi veya hükmün kısmen temyizi ya da Yargıtay tarafından yapılan temyiz incelemesi sonucu hükmün bir bölümünün bozmaya konu edilmemesi ve bu nedenlerle kesinleşmesine rağmen, hükmün o bölümü hakkında kendiliğinden önceki hükme aykırı karar verir ya da Yargıtay hükmün o bölümü kesinleştiği halde, o bölümü yeniden temyiz incelemesine tabi tutup o bölüm hakkında kesinleşme sonucuna aykırı olarak yeni bir karar verirse; bu kararların hukuki sonucu ne olacaktır? Kuşkusuz, bu şekildeki yerel mahkeme kararlarının temyiz edilmeleri üzerine Yargıtay tarafından düzeltilmesi olanaklıdır. Ancak Yargıtay bu şekilde hatalı bir bozma kararı verip,yerel mahkeme bu bozma kararına direnmezse ne olacaktır? Yargıtay uygulaması ve öğreti görüşü, bu gibi kararların “yokluk” hükmüyle sakat olacağı ve Yargıtay’ın haber aldığı böyle bir yanlışlığı düzeltilebileceği şeklindedir(Baki Kuru; age.Cilt V. sh.4565; Y.7.HD. 18.09.1985 t.371/11115 Esas ve Karar-YKD 1985/12, sh.1795; Y.9.HD. 13.12.1967 t.1057/1095- Mustafa Çemberci-İş Mahkemeleri Kanunu Şerhi, Ankara 1969,sh.205).Varılan bu sonuçlar, aynı zamanda Medeni Usul Hukuku’nun temel ilkelerinden “hukuki güvenlik ilkesi”nin de bir gereğidir.
Hukuki güvenlik ve yargıya güven kesin hüküm ilkesi ile sağlanır. Hukuki güvenlik ilkesi; hukuk devleti ilkesinin olmazsa olmaz koşulu olup; hukuk kurallarının herkese eşit ve adil bir şekilde uygulanmasını da içeren bir ilkedir. T.C. Anayasası"nın 2. maddesi’nde Cumhuriyetin nitelikleri sayılırken, Türkiye Cumhuriyeti’nin bir Hukuk Devleti olduğu vurgulanmıştır. Hukuk devleti kişilerin hukuki güvenliğini gözeten ve sağlayan bir devlettir. Hukuki güvenlik ilkesi, herkesin bağlı olacağı hukuk kurallarını önceden bilmesi, tutum ve davranışlarını buna göre güvenle düzene sokabilmesi anlamına gelir. Hukuk devleti hukuk kurallarının onu yasalaştıranlar da dahil olmak üzere, her kişi ve kuruluşu bağlamasını ifade eder. Hukuk devleti kavramının özünü devlet organlarının hukuka bağlılığı yani, yönetimin eylem ve işlemlerini hukukun içinde kalarak yerine getirmesi oluşturmaktadır. T.C. Anayasa"sının 36. maddesi; “Herkes… adil yargılanma hakkına sahiptir” hükmünü içerir. Türkiye’nin de taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin adil yargılanma başlığı taşıyan 6. maddesinde; “Herkes … davasının …. hakkaniyete uygun …… olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir.” denilmektedir. Adil yargılanma hakkının en önemli alt kavramlarından birisi, “silahların eşitliği ilkesi”dir. Yargılamada taraflar arasında adil, hakkaniyete uygun bir denge kurulması gerekir. Anayasa’nın 2. maddesiyle benimsenen hukuk devletinde, hukuki güvenliği sağlayan bir düzen kurulması asıldır. Böyle bir düzende devlete güven ilkesi vazgeçilmez temel unsurlardandır. Hukuk Devletinde yasama, yürütme ve yargının hukuka bağlı olması gerekir. Yargısı hukuka bağlı olmayan bir Devlette vatandaşların kendilerini güvencede hissedebileceklerini söylemek mümkün değildir. Hukuk devletinde bireyler devlete güven duyabilmeli aynı şekilde devlet de bu güveni vatandaşa verebilmelidir. Kesin hükme saygı uluslar arası hukuk düzenine özgü hukukun genel ilkelerinden biri olarak da kabul görmektedir. Eğer bir hukuk sistemi içerisinde yargının verdiği ve bağlayıcı olan bir kesin hüküm işlevsiz bir duruma getirilmiş ise, adil yargılanma hakkının sağladığı güvencelerden söz edemeyiz.
Diğer yandan mahkemenin iptal/terkin kararı verilen bölüm üzerindeki yıkım kararının da kanuna aykırı olduğunu düşünüyorum Kıyılar kamu malı olup; özel mülkiyete konu olmaz (TC. Anayasası m. 43, EMK. m. 641, TMK. m. 715, 3402 s. KK. m. 16, 3621 s. Kıyı Kanunu m.5;13.03.1972 tarih ve 7/4 sayılı YİBK). Davalılar çok eski yıllar öncesinden oluşmuş tapu kayıt malikidir. Tapu kaydının oluşumundan iptal davasının açılmasına kadar çok uzun bir süre geçmiştir. Tapulama tespitinin kesinleşmesinden ve bu davanın açılmasından önce bir kısım paylar tapuda temlik işlemi görmüştür. Tapuda temlik işlemi yönünden TMK"nun 1023. maddesindeki iyiniyet karinesi de mevcuttur. Kuşkusuz davacı M.. H.. 3402 s. Kadastro Kanunu"nun 12. maddesindeki 10 yıllık hak düşürücü süreye tabi değildir. Tapu kayıt malikleri tapu kayıtlarının Devlet tarafından himaye görüp Devletçe korunacağı konusunda meşru bir beklentiye sahiptir. Bu meşru beklentinin korunması gerekir. Ne var ki; kamuya ait olması gereken taşınmazın deniz kıyısında kalan bölümünün gerçek kişilerin tasarrufunda kalması da doğru değildir. Bu bakımdan yüksek kamu yararı gereğince Devlet, özel kişilerin mülkiyet hakkına dokunabilir. Ülkemizin de taraf olduğu “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi”nin (1) numaralı Protokolünün 1. maddesi kamu yararı gerektirdiği takdirde mülkiyet hakkından yoksun bırakılabileceğin kabul etmiştir. Bu bakımdan; Devletin davacı olarak kıyı olan bölümün tapu kaydının iptaliyle terkin kararı istemesinde kamu yararının olduğu açıktır. Ancak Devlete tanınan mülkiyet hakkından yoksun bırakmanın karşılıksız olacağı anlamını da çıkarmamak gerekir. Davalı, tapu siciline geçirilmiş ve bu şekilde uzun bir zamandır tasarrufunda bulunan taşınmazının Devletin kamu yararı gereğince el koyarak kamuya terk etmesi karşılığında, kendisine uygun bir bedelin tazminat olarak ödeneceği konusunda meşru bir beklenti hakkına sahiptir. Kuşkusuz Devlet bu konuda kamulaştırma yapma yetkisine de sahiptir. Diğer yandan, mevcut bir tapu kaydı iptal edilmediği sürece, tapu kaydı kural olarak kayıt malikine mülkiyet hakkına dayalı tam bir koruma ve tekel hakkı sağlar (TMK m.683). Bu nedenlerle iptal/terkin kararı kesinleşmeden davalının tapu kaydının (mülkiyet hakkının) kendisine sağladığı korumaya dayalı olarak taşınmazı kullanmaya devam etmesi hakkı olduğu gibi,aynı nedenle üzerindeki iyiniyetle meydana getirdiği yapının bedel ödenmeden yıkımına da karar verilemez. Davacı arazi (arsa) üzerinde mevcut tapu kaydına göre muhtesat inşa ettiğine göre iyiniyetli (TMK.md.3) sayılması gerektiği açıktır. TMK.723. maddesine göre iyiniyetli malzeme sahibi olarak, tapuyu iptal ettiren M.. H.."nin “uygun bir tazminat” ödemesi gereklidir. 04.03.1953 t. ve 1952/10 E. 1953/2 K. sayılı Y.İBK"da da işaret edildiği gibi, karşı dava açılması bile gerekmeksizin, arazi maliki bu uygun tazminatı depo etmediği takdirde yıkım kararı verilemez. Öyleyse, mahkemece iptal/terkin kararı verilebilir; ancak bu karar kesinleşmeden elatmanın önlenmesi ve yıkım kararı da verilemez. En azından yıkım talebi hakkındaki davanın tapu iptal/terkin davasından ayrılmasına karar verilip,tapu iptal tescil davasının sonucunun bekletici sorun (HMK.m.167,165/1) yapılması düşünülmelidir. Açıklanan nedenlerle, mahkemenin yıkımla ilgili davayı kabulü yönünden, yıkım hakkındaki talep için ayırma kararı verilmese bile; “usul ekonomisi ilkesi” (HMK.m.30) gereğince; sorunun açılmış olan bu dava içinde çözümlenerek; yapının rayiç bedelinin mahkemece uygun bilirkişi veya bilirkişiler vasıtasıyla tespit ettirilmesi, davacı........."ne belirlenecek bu toplam bedeli depo etmesi için uygun süre verilmesi, bedel depo edilmediği takdirde yıkım talebinin reddi; depo edildiği takdirde ise, bu bedel davalıya ödenmek suretiyle kıyı kalan bölümün tapu kaydının iptal/terkin ve yıkım kararı verilmesi gerekirdi.
Somut olayda, Mahkemece verilen davanın reddine ilişkin yukarda açıklanan mahkemenin 1. kararı esas yönünden, Yargıtay 1.HD"nin 1. bozma ilamında bozmaya konu edilmeyerek kesinleşmiştir. Kesin hüküm gücü kazanan bir kararın, Yargıtayca yeniden bozmaya konu edilmesi, yerel mahkemenin bozmanın kapsamı dışına çıkarak yeniden karar vermesi; kamu düzenini bozacak ve hukuki güvenlik ilkesini çiğneyecek bir sonuç yaratır. Kamu düzeni ilkesi burada asıl olarak kesinleşmiş olan kararın yeniden ele alınmasını değil; aksine ele alınmamasını gerektirir.Bu bakımdan, davanın esasına ilişkin olarak verilen gerek yerel mahkemenin davanın esasına ilişkin temyize konu son kararı gerekse Yargıtay 1.HD"nin 2. kararları yoklukla sakattır.Bu bakımdan, davanın esasına ilişkin olarak verilen Yargıtay HGK.kararının da hatalı olduğunu düşünüyorum. Ne var ki; Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararları gerek yerel mahkemeleri gerekse Yargıtay Dairelerini bağlayıcı nitelikte olduğundan; önce Y.1.HD"nin ve daha sonra da yerel mahkemenin HGK"nun kararına uyarak karar vermesi usul hukuku bakımından zorunludur. Sonuç olarak mahkemenin davanın esasıyla ilgili son kararı, zorunluluktan kaynaklanan ve artık kanun yolu yargılaması ile giderilemeyecek nitelikte bir hukuki hata ile meydana gelmiştir. Açıkladığım sebeplerle; davanın esasıyla ilgili olarak verilen iptal/terkin hükmünün onanmasına ilişkin Değerli çoğunluğun onama kararı sonucuna katılmakla birlikte, onama gerekçesinin açıkladığım şekilde olması ve birleştirilen davadan verilen yıkım kararına ilşkin hükmün ise, açıkladığım çerçevede işlem ve inceleme yapılmak üzere bozulması gerektiğini düşünüyor; çoğunluğun bu yöne ilişkin onama kararına katılmıyorum. 09.03.2015
Bu alandan sadece bu kararla ilintili POST üretebilirsiniz. Bu karardan bağımsız tamamen kendinize özel POST üretmek için TIKLAYINIZ
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.