Hukuk Genel Kurulu 2017/1533 E. , 2019/1154 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ :Aile Mahkemesi
Taraflar arasındaki “yoksulluk nafakasının kaldırılması” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Konya 5. Aile Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 14.10.2014 tarihli ve 2014/463 E., 2014/771 K. sayılı karar, davalının temyizi üzerine, Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 29.09.2015 tarihli ve 2015/11821 E., 2015/14632 K. sayılı kararı ile:
“...Davacı dava dilekçesinde, davalı ile 2008 yılında boşandıklarını, davalıya tüm mal varlığını hibe ettiğini, çalışamadığını belirterek davalıya verilen 500 TL yoksulluk nafakasının iptali ile kendisine 2.500 TL yoksulluk nafakasının bağlanmasını ve davalıya nafaka borcu olmadığının tespitini talep etmiştir.
Davalı cevabında, davacının avukat olduğunu boşanma sırasında protokole bağlı olarak taşınmazlarını verdiğini, ancak kiralarının davalı tarafından alındığını beyan etmiştir.
Mahkemece; davanın kısmen kabulü ile davalıya bağlanan yoksulluk nafakasının kaldırılmasına, davacının yoksulluk nafakası talebi ile menfi tespit talebinin reddine karar verilmiş, hükmü davalı temyiz etmiştir.
Taraflar arasında görülen boşanma dava dosyasında bulunan "Protokol" başlıklı anlaşma ile davacının 19 adet taşınmazını ve aracını davalı kadın adına tescilini ve aylık 500 TL yoksulluk nafakasının ödenmesini kabul ettiği ve dosyanın 04.04.2008 tarihinde kesinleştiği, bu davanın ise 04.06.2014 tarihinde açıldığı anlaşılmaktadır.
Sosyal ve ekonomik durumlarının araştırılması sonucunda davalı kadının ev hanımı olduğu, davacının avukat olup, emekli maaşı aldığı açıklanmıştır.
Boşanma dosyasında tarafların tespit edilen ekonomik durumları ile şimdiki ekonomik durumları arasında önemli değişiklik olmadığı saptanmıştır.
Davada, TMK"nun 176.maddesi gereğince davalı kadına bağlanan yoksulluk nafakasının kaldırılması talep edilmektedir.
Taraflar arasında boşanma dava dosyası kapsamında imzalanan "Protokol" başlıklı sözleşme gereğince (anlaşma ile) davalı kadın lehine hükmedilen yoksulluk nafakasından sonra, davacının ekonomik durumunda olağanüstü değişiklik olmadığı gibi öngörülemeyen hal ve şartların varlığı davacı tarafından ispatlanamamıştır.
Bu durumda, mahkemece; sözleşmeye bağlılık ilkesi ve sözleşmelerin devamlılığı kuralına göre, "protokol" ile belirlenen ve mahkeme ilamında hükmedilen 400 TL yoksulluk nafakasının kaldırılması talebinin reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiştir...”
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, yoksulluk nafakasının kaldırılması istemine ilişkindir.
Davacı, davalı ile 2008 yılında boşandıklarını, davalıya tüm mal varlığını hibe ettiğini, şeker hastası olduğundan çalışamadığını belirterek davalı lehine hükmedilen 500TL yoksulluk nafakasının kaldırılması ile kendisi için 1.500TL yoksulluk nafakasına karar verilmesini talep ve dava etmiş; ıslah ile kendisine 2.500TL yoksulluk nafakası bağlanmasına ve davalının nafaka alacağına ilişkin aleyhine başlatmış olduğu icra takibine ilişkin olarak davalıya nafaka borcu olmadığının tespitine karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı, davacının avukat olup yüksek gelirinin olduğunu, boşanma sırasında protokole bağlı olarak kendisine taşınmazlarını verdiğini, ancak bu taşınmazların kiralarının davacı tarafından tahsil edildiğini savunarak davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
Yerel mahkemece, taraflar boşandıktan sonra davacının emekli olduğu, avukatlık yapmayı bıraktığı, davalının üzerine kayıtlı taşınmazlar ve kira gelirlerinin davalıyı yoksulluktan kurtardığı anlaşıldığından yoksulluk nafakasının kaldırılmasına, taraflar boşanmış olduklarından davacının davalıdan yoksulluk nafakası isteyemeyeceğinden buna ilişkin talebin reddine, ayrıca davacı icra takibine karşı menfi tespit talebinde bulunmuş ise de, bu davanın konusunu oluşturmadığından bu konuda karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir.
Davalının temyizi üzerine karar, yukarıda başlık bölümünde gösterilen nedenlerle bozulmuştur.
Bozma kararına karşı yerel mahkemece, önceki gerekçeler yanında davacı nafaka yükümlüsünün ekonomik durumunda büyük değişiklik olduğu, emekli maaşından başka gelirinin kalmadığı, aylık 5.000-6.000TL kira geliri olan davalıya emekli maaşından 500TL nafaka ödemesinin hakkaniyete uygun bulunmadığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararı davalı tarafından temyiz edilmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, somut olayda 4721 sayılı TMK’nın 176/3. ve 4. fıkraları uyarınca yoksulluk nafakasının kaldırılması koşullarının oluşup oluşmadığı noktasında toplanmaktadır.
Mahkemece, bozma kararı sonrasında davacıya ait taşınmazların kira bedelinin miktarı hususunda davacı ve davalının beyanları alındıktan sonra önceki gerekçeler yanında direnme kararında bu beyanlara da yer verilmiş olması nedeniyle direnme adı altında verilen kararın gerçekte yeni bir gerekçeye dayalı yeni hüküm niteliğinde olup olmadığı, buna göre temyiz incelemesinin Hukuk Genel Kurulunca mı, yoksa Özel Dairece mi yapılması gerektiği hususu ön sorun olarak tartışılmış ve oy birliğiyle ön sorunun bulunmadığı sonucuna varılarak işin esasının incelenmesine geçilmiştir.
Uyuşmazlığın çözümü için konu ile ilgili yasal düzenleme ve kavramların kısaca açıklanmasında yarar vardır.
Öncelikle belirtilmelidir ki, yoksulluk nafakası, boşanma ile yoksulluğa düşecek olan eş için verilen bir nafaka türü olup, söz konusu bu nafaka boşanma davası kesinleştikten sonra işlemeye başlar.
Yoksulluk nafakası boşanmanın eşlerle ilgili mali sonuçlarından biri olup, 4721 sayılı TMK’nın175. maddesinde:
“Boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek taraf, kusuru daha ağır olmamak koşuluyla geçimi için diğer taraftan mali gücü oranında süresiz olarak nafaka isteyebilir.
Nafaka yükümlüsünün kusuru aranmaz.”
Şeklinde düzenlenmiştir.
Aynı Kanun’un “Tazminat ve nafakanın ödenmesi” başlıklı 176. maddesi ise;
“Maddi tazminat ve yoksulluk nafakasının toptan veya durumun gereklerine göre irat biçiminde ödenmesine karar verilebilir.
Manevi tazminatın irat biçiminde ödenmesine karar verilemez.
İrat biçiminde ödenmesine karar verilen maddi tazminat veya nafaka, alacaklı tarafın yeniden evlenmesi ya da taraflardan birinin ölümü hâlinde kendiliğinden kalkar; alacaklı tarafın evlenme olmaksızın fiilen evliymiş gibi yaşaması, yoksulluğunun ortadan kalkması ya da haysiyetsiz hayat sürmesi hâlinde mahkeme kararıyla kaldırılır.
Tarafların mali durumlarının değişmesi veya hakkaniyetin gerektirdiği hâllerde iradın artırılması veya azaltılmasına karar verilebilir…”
Hâkim, istem hâlinde, irat biçiminde ödenmesine karar verilen maddi tazminat veya nafakanın gelecek yıllarda tarafların sosyal ve ekonomik durumlarına göre ne miktarda ödeneceğini karara bağlayabilir.”
Hükmünü içermektedir.
4721 sayılı TMK’nın 175. maddesinde geçen “yoksulluğa düşecek” kavramından ne anlaşılması gerektiği konusunda yasal bir tanımlama olmaması karşısında bu husus yargısal uygulamada kurallara bağlanmıştır. Nitekim, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 07.10.1998 tarihli ve 1998/2-656 E., 688 K.; 16.05.2007 tarih ve 2007/2-275 E., 275 K.; 11.03.2009 tarihli ve 2009/2-73, 2009/118 K. sayılı kararlarında; “yeme, giyinme, barınma, sağlık, ulaşım, kültür, eğitim” gibi bireyin maddi varlığını geliştirmek için zorunlu ve gerekli görülen harcamaları karşılayacak düzeyde geliri olmayanların “yoksul” kabul edilmesi gerektiği benimsenmiştir.
Ayrıca madde metninden de anlaşıldığı üzere yoksulluk nafakası isteminde bulunan tarafın kusurunun daha ağır olmaması gerekmektedir. Ancak yoksulluk nafakası, boşanmadan sonra yoksulluğa düşecek olan tarafı koruma amacına yönelik olduğu içindir ki, boşanmış olan yoksul tarafa verilecek olan yoksulluk nafakası, hiçbir surette diğer tarafa yükletilen bir ceza veya tazminat niteliğinde olmayacaktır. Şayet böyle olsaydı, sadece boşanmada kusuru olan eşten istenebilmesi gerekirdi. Oysaki, maddede açıkça belirtildiği gibi, kusursuz eş dahi yoksulluk nafakası ödemekle yükümlüdür. Yoksulluk nafakası, bir bakıma evlilik birliği devam ettiği sürece söz konusu olan karşılıklı bakım ve geçindirme ödevinin devam ettirilmesi anlamını taşımaktadır (Akıntürk, T./Ateş, D.: Aile Hukuku, C.2, İstanbul 2019, s. 302).
Öte yandan, yoksulluğun ortadan kalkması hâlinde mahkemece nafakanın kaldırılmasına karar verilebileceği gibi tarafların mali durumlarının değişmesi veya hakkaniyetin gerektirdiği hâllerde iradın artırılması veya azaltılmasına da karar verilebilir. Diğer bir anlatımla iradın arttırılması veya azaltılması için tarafların mali durumlarının değişmesi veya hakkaniyetin bunu gerektirmesi aranmaktadır.
Yukarıda açıklanan ilkeler çerçevesinde somut olaya gelindiğinde; boşanma dava dosyasında bulunan "Protokol" ile davacının 19 adet taşınmazının ve bir aracının davalı adına tescilini ve aylık 500TL yoksulluk nafakasının davalıya ödenmesini kabul ettiği, boşanma kararının 04.04.2008 tarihinde kesinleştiği, eldeki davanın 04.06.2014 tarihinde açıldığı, davacı ile davalının boşanmadan sonra beş yıl süre ile bir arada yaşadıkları anlaşılmaktadır. Her davanın açıldığı tarihteki şartlara göre değerlendirileceği konusunda bir kuşku bulunmamaktadır. Buna göre, taraflar arasında boşanmaya ilişkin dava dosyası kapsamında imzalanan "Protokol" gereğince davalı lehine hükmedilen yoksulluk nafakasından sonra, davacının ekonomik durumunda olağanüstü değişiklik olmadığı gibi, davalının adına tescil edilen taşınmazların kira gelirinden yararlanacağı hususu da davacı tarafından öngörülemeyecek bir durum değildir. Başka bir ifade ile, öngörülemeyen hâl ve şartların varlığı ile belirtilen protokolün muvazaalı olduğu iddiası davacı tarafından ispatlanamamıştır.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, bozma kararından sonra davalının duruşmadaki beyanında aylık 5.000-6.000TL kira geliri bulunduğunu belirtmesi nedeniyle bu durumun usulünce araştırılması gerektiği, bu nedenlerle yerel mahkeme direnme kararının
değişik gerekçelerle bozulması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
Diğer taraftan, Özel Daire bozma kararının 9. bendinde yer alan “…400 TL yoksulluk nafakasının kaldırılması …” ifadesinin maddi hataya dayalı olarak bozma kararında yazıldığı anlaşılmakla, bu ibarenin bozma kararından çıkartılarak yerine “…500 TL yoksulluk nafakasının kaldırılması …” ibaresinin eklenmesi suretiyle düzeltilmesi gerekmiştir.
Ayrıca, gerekçeli karar başlığında, dava tarihi 04.06.2014 olduğu hâlde 14.12.2015 olarak gösterilmesine ilişkin yanlışlık, mahallinde düzeltilebilir nitelikte bulunduğundan ayrıca bozma nedeni yapılmamıştır.
Hâl böyle olunca yukarıda açıklanan sebeplerle, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uymak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ: 1- Özel Daire bozma kararının 9. bendinde yer alan “…400 TL yoksulluk nafakasının kaldırılması …” ifadesinin çıkartılarak yerine “…500 TL yoksulluk nafakasının kaldırılması …” ifadesinin yazılmasına,
2-Davalı tarafın temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerle 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu"nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu"nun (HUMK) 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, HUMK’nın 440/III-1. maddesi gereğince karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 07.11.2019 tarihinde oy çokluğuyla kesin olarak karar verildi.