Esas No: 2017/2793
Karar No: 2019/1152
Karar Tarihi: 07.11.2019
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2017/2793 Esas 2019/1152 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :Aile Mahkemesi
Taraflar arasındaki “İştirak nafakasının arttırılması” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Ankara 10. Aile Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 13.07.2015 tarihli ve 2014/1599 E., 2015/1112 K. sayılı karar taraf vekillerinin temyizi üzerine Yargıtay 3. Hukuk Dairesi’nin 03.03.2016 tarih ve 2015/17591 E., 2016/3233 K. sayılı kararı ile;
"...Davacı vekili dilekçesinde; boşanma davasında velayeti müvekkiline verilmiş olan 2006 doğumlu müşterek çocuk için hüküm altına alınmış olan 1000 TL iştirak nafakasının yetersiz kaldığını, ayrıca davalının geliri durumunun çok iyi olduğunu ileri sürerek; iştirak nafakasının aylık 1000 TL"den aylık 2000 TL"ye çıkartılmasını, her yıl mahkemece takdir edilecek oran nispetinde nafakanın artırılmasına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı cevap dilekçesinde; davanın reddini talep etmiştir .
Mahkemece; davanın kabulü ile iştirak nafakasının aylık 1000 TL"den 2000 TL"ye çıkartılmasına karar verilmiş; hüküm, taraf vekillerince temyiz edilmiştir.
1-) Davacı vekili temyiz itirazları yönünden yapılan incelemede;
Bir davada birden fazla istek kalemlerini içeren talepte bulunulması halinde mahkemece bu istek kalemlerinin her biri hakkında olumlu veya olumsuz bir karar verilmesi zorunludur.
Somut olaya gelince; davacı, hükmedilecek nafaka miktarının mahkemece takdir edilecek bir (üfe -tefe ortalaması) oran dahilinde artırılmasını talep etmiş olmasına rağmen, mahkemece bu konuda olumlu veya olumsuz bir karar verilmemesi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirmiştir.
2-) Davalı vekili temyiz itirazları yönünden yapılan incelemede;
TMK. nun 327. maddesinin 1. fıkrası; "Çocuğun bakımı, eğitimi ve korunması için gerekli giderler ana ve baba tarafından karşılanır.” hükmünü,
330. maddesinin 1. fıkrasının ilk cümlesi; “ Nafaka miktarı, çocuğun ihtiyaçları ile ana ve babanın hayat koşulları ve ödeme güçleri dikkate alınarak belirlenir.” hükmünü,
331. maddesinde ise; “Durumun değişmesi halinde hakim, istem üzerine nafaka miktarını yeniden belirler veya nafakayı kaldırır.” hükmünü içermektedir.
Yukarıda açıklanan yasa maddeleri birlikte değerlendirildiğinde, iştirak nafakası; çocuğun yaşı, eğitim durumu, günün ekonomik koşulları ile genel ihtiyaçlar ve ana ile babanın mali durumlarına göre takdir edilir. Buna göre, nafaka takdirinde; çocuğun yaşça büyümesi nedeniyle artan ihtiyaçları ile ana ve babanın mali durumlarındaki değişiklik araştırılıp, önceki nafaka takdirinde taraflar arasında sağlanan dengeyi koruyacak bir karar verilmelidir.
Somut olayda; artırılması istenilen nafakanın 26.12.2011 tarihinde kesinleşen boşanma davası ile kararlaştırıldığı, iş bu davanın açıldığı 24.11.2014 tarihinde ise aradan geçen yaklaşık 3 yıllık sürede müşterek çoçuğun yaşının ilerlemesi nedeniyle masraflarının arttığı, bu sebeple nafakanın da hakkaniyet ölçüsünde artırılması gerektiği uygun görülse de; babanın gelirinde belirgin bir artışın olmaması, müşterek çocuk Sena"nın devlet okulunda öğrenim gördüğü, annenin bankada çalıştığı, aylık gelirinin 2800 TL olduğu gözönüne alındığında mahkemece, aylık 1000 TL’lik artış yapılarak fahiş miktarda nafakaya hükmedilmesi doğru görülmemiştir.
Buna göre, mahkemece; velayeti anneye bırakılmış olan çocuğun ihtiyaçlarını azami ölçüde karşılayacak, davalının geliri ile orantılı ve annenin müşterek çocuğun giderlerine katılım yükümlülüğüde nazara alınarak hakkaniyete uygun bir nafakaya hükmedilmesi ve bu suretle taraflar arasında önceden kurulan dengenin yeniden sağlanması gerekirken; yanılgılı değerlendirme ile yüksek nafaka takdir edilmesi doğru görülmemiş ve bu husus bozmayı gerektirmiştir...”
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Davacı vekili; boşanma davasında velayeti müvekkiline bırakılan ortak çocuk için hükmedilen aylık 1.000,00TL iştirak nafakasının aradan geçen zaman ve çocuğun ihtiyaçları da dikkate alındığında yetersiz kaldığını, davalının mali ve sosyal durumunun iyi olduğunu belirterek iştirak nafakasının aylık 2.000,00TL olarak hükmedilmesini ve gelecek yıllar için de mahkemece takdir edilecek bir oran nispetinde arttırılmasını dava ve talep etmiştir.
Davalı vekili; nafaka artırım koşullarının oluşmadığını, ortak çocuğun giderlerinin davalının ailesi tarafından karşılandığını, nafakaların davalının babası tarafından ödendiğini, davalının aile şirketinde paydaş veya ortak olmadığını, şirkette çalışan olduğunu belirterek davanın reddini talep etmiştir.
Yerel mahkemece; davalının babasının birden fazla şirkette paydaş olduğu, babasına ait şirkette çalışan davalının asgari ücret aldığı veya annesinin beyan ettiği şekilde 2.000,00TL maaş aldığına dair ifadelerin hayatın olağan akışına uygun olmadığı, gerçek gelirinin iddia edilenin üzerinde olduğu kanaatine varıldığından aradan geçen süre, çocuğun ihtiyaçları, tarafların gelir durumu gözetilerek davanın kabulü ile 1.000,00TL olan iştirak nafakasının dava tarihinden geçerli olmak üzere aylık 2.000,00TL’ye arttırılmasına karar verilmiştir.
Hüküm taraf vekillerinin temyizi üzerine, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
Yerel mahkemece bir önceki kararda yer alan gerekçeye yer verildikten sonra; dosyada mevcut belge ve beyanlara göre davalının gelirinin daha fazla olduğu, zabıtaca yapılan araştırmadaki gelirine veya tanıklarca beyan edilen gelir miktarına itibar edilmesinin mümkün olmadığı, çocuğun ihtiyaçlarının artması ve babası ile ailesinin yaşadığı sosyal, kültürel duruma uygun standartlarda yaşamını sürdürebilmesi için talep edilen nafaka miktarına ihtiyacı olduğu gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararı taraf vekillerince temyiz edilmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; tarafların ekonomik ve sosyal durumları, ortak çocuğun yaşı, ihtiyaçları ve eğitim durumu ile nafakanın niteliği gözetildiğinde, mahkemece takdir edilen nafakanın makul oranda ve hakkaniyete uygun miktarda olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında işin esasına geçilmeden önce, mahkemece verilen ilk kararın Özel Dairece davacının hükmedilecek iştirak nafakasının mahkemece takdir edilecek oran dahilinde arttırılması talebi ile ilgili olumlu olumsuz bir hüküm kurulmaması ve yanılgılı değerlendirme ile ortak çocuk lehine yüksek nafaka takdir edilmesinin doğru bulunmadığı gerekçeleriyle iki husustan bozulmasına karar verilmesi karşısında, mahkemece direnmeye konu kararda Özel Dairenin davacının hükmedilecek iştirak nafakasının mahkemece takdir edilecek oran dahilinde arttırılması talebi ile ilgili olumlu olumsuz bir hüküm kurulmamasına yönelik bozma sebebi hakkında bir hüküm ve gerekçe kurulmadığı ve bu nedenle direnme kararının usule uygun olup olmadığı ön sorun olarak tartışılıp değerlendirilmiştir.
01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı HMK’nın 297. maddesi bir mahkeme hükmünün kapsamının ne şekilde olması gerektiğini açıklamıştır. Buna göre;
“(1) Hüküm "Türk Milleti Adına" verilir ve bu ibareden sonra aşağıdaki hususları kapsar:
a) Hükmü veren mahkeme ile hâkim veya hâkimlerin ve zabıt kâtibinin ad ve soyadları ile sicil numaraları, mahkeme çeşitli sıfatlarla görev yapıyorsa hükmün hangi sıfatla verildiğini,
b) Tarafların ve davaya katılanların kimlikleri ile Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası, varsa kanuni temsilci ve vekillerinin ad ve soyadları ile adreslerini,
c) Tarafların iddia ve savunmalarının özetini, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delilleri, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesini, sabit görülen vakıalarla bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebepleri,
ç) Hüküm sonucu, yargılama giderleri ile taraflardan alınan avansın harcanmayan kısmının iadesi, varsa kanun yolları ve süresini,
d) Hükmün verildiği tarih ve hâkim veya hâkimlerin ve zabıt kâtibinin imzalarını,
e) Gerekçeli kararın yazıldığı tarihi,
(2) Hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir.”
Bu düzenleme uyarınca bir mahkeme hükmünde tarafların iddia ve savunmalarının özetinin, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususların, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delillerin, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesinin, sabit görülen vakıalarla, bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebeplerin birer birer şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir.
Hâkim, gerekçe sayesinde verdiği hükmün doğru olup olmadığını, yani kendini denetler. Üst mahkeme de, bir hükmün hukuka uygun olup olmadığını ancak gerekçe sayesinde denetleyebilir. Taraflar da ancak gerekçe sayesinde haklı olup olmadıklarını daha iyi anlayabilirler. Bir hüküm, ne kadar haklı olursa olsun, gerekçesiz ise tarafları doyurmaz (Kuru, B./ Arslan, R./ Yılmaz, E.: Medeni Usul Hukuku Ders Kitabı, Ankara 2011, s. 472). Hâkim, tarafların kendisine sundukları maddi vakıaların hukuki niteliğini (hukuki sebepleri) kendiliğinden (resen) araştırıp bularak hükmünü dayandırdığı hukuk kurallarını ve bunun nedenlerini gerekçede açıklar.
Anayasanın 141. maddesi gereğince bütün mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olması gereklidir. Gerekçenin önemi anayasal olarak hükme bağlanmakla gösterilmiş olup, gerekçe ve hüküm birbirine sıkı sıkıya bağlıdır.
Yasanın aradığı anlamda oluşturulacak kararların hüküm fıkralarının açık, anlaşılır, çelişkisiz, uygulanabilir olmasının gerekliliği kadar; kararın gerekçesinin de sonucu ile tam bir uyum içinde o davaya konu maddi olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını ortaya koyacak; kısaca maddi olgular ile hüküm arasındaki mantıksal bağlantıyı gösterecek nitelikte olması gerekir.
Zira tarafların o dava yönünden, hukuk düzenince hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri ve Yargıtay’ın hukuka uygunluk denetimini yapabilmesi için ortada, usulüne uygun şekilde oluşturulmuş; hükmün hangi nedenle o içerik ve kapsamda verildiğini ayrıntılarıyla gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıktaki bir gerekçe bölümünün ve buna uyumlu hüküm fıkralarının bulunması zorunludur.
Nitekim Hukuk Genel Kurulu’nun 24.02.2010 tarihli ve 2010/1-86 E., 2010/108 K.; 28.04.2010 tarihli ve 2010/11-195 E., 2010/238 K.; 22.06.2011 tarihli ve 2011/11-344 E., 2011/436 K.; 29.02.2012 tarihli ve 2011/9-754 E., 2012/102 K.; 31.05.2017 tarihli ve 2015/22-1236 E., 2017/1044 K.; 06.11.2018 tarihli ve 2017/12-2826 E., 2018/1619 K.; 06.12.2018 tarihli ve 2017/11-101 E., 2018/1869 K. sayılı kararlarında da aynı ilkeler benimsenmiştir.
Öte yandan mahkeme kararlarının taraflar, bazen de ilgili olabilecekleri başka hukuki ihtilaflar yönünden etkili ve bağlayıcı kabul edilebilmeleri, başka bir dava yönünden kesin hüküm, kesin veya güçlü delil oluşturup oluşturamayacağı gibi hukuksal değerlendirmeler de bu kararların yukarıda açıklanan nitelikte bir gerekçeyi içermesiyle mümkündür.
Yeri gelmişken belirtilmelidir ki, mahkemelerin direnme kararları da bir davayı sona erdiren (nihai), temyizi mümkün son kararlardan olup, mahkemece bozmaya uyulması yönünde oluşturulan karar ise, bozma lehine olan taraf yararına usulü kazanılmış hakkın gerçekleşmesine neden olmaktadır.
Bu nedenle, bir davanın taraflarının o dava yönünden, mahkemece hangi nedenle haklı veya haksız bulunduklarını anlayıp değerlendirebilmeleri ve Yargıtay’ın hukuka uygunluk denetimini yapabilmesi için ortada usulüne uygun şekilde oluşturulmuş kuşkuya yer vermeyecek bir açıklık taşıyan direnme ya da uyma kararının bulunması zorunludur.
6217 sayılı Kanun’un 30. maddesi ile HMK’ya eklenen geçici 3. madde uyarınca uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu"nun (HUMK) bozma sonrası mahkemece yapılacak işlemleri düzenleyen 429/2. maddesinde; “…Mahkeme, temyiz edenden 434. madde uyarınca peşin alınmış olan gideri kullanmak suretiyle, kendiliğinden tarafları duruşmaya davet edip dinledikten sonra, Yargıtay’ın bozma kararına uyulup uyulmayacağına karar verir” yönünde düzenleme bulunmaktadır.
Bu açık düzenleme karşısında, mahkemece tarafların beyanlarının alınmasından sonra yapılacak iş; açıkça bozma nedenlerine uyulması ya da eski kararda direnilmesine dair ara kararı oluşturmak olmalıdır. Bunun yanında mahkeme, 1086 sayılı HUMK"un 429. maddesindeki yetkisini kullanırken, bozma nedenlerinden her birine, ne sebeple uyduğunu ya da uymadığını gerekçesiyle ortaya koymakla ödevlidir.
Zira direnme kararlarının hukuksal niteliklerinin doğal sonucu ve gereği olarak, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun yapacağı inceleme ve değerlendirme, bozma üzerine yerel mahkemelerce verilmiş direnme kararlarına münhasır olduğundan inceleme sırasında gözeteceği temel unsurlardan birini bozmaya karşı tarafların beyanlarının tespiti ile uyulup uyulmama konusunda verilen ara kararları ile sonuçta hüküm fıkrasını içeren kısa ve gerekçeli kararların birbiriyle tam uyumu ve buna bağlı olarak kararın ortaya konulan sonucuna uygun gerekçesi oluşturmaktadır. Bunlardan birisinde ortaya çıkacak farklılık ya da aksama çelişki doğuracaktır ki, bunun açıkça usul ve yasaya aykırılık teşkil edeceği kuşkusuzdur.
Başka bir ifadeyle, mahkemece düzenlenecek kısa ve gerekçeli kararlara ilişkin hüküm fıkralarında Özel Daire bozma kararına hangi açılardan uyulup hangi açılardan uyulmadığının hüküm fıkrasını oluşturacak kalemler yönünden tek tek ve anlaşılır biçimde kaleme alınması, kararın gerekçe bölümünde bunların nedenlerinin ne olduğu, bozmanın niçin yerinde bulunmadığı ve dolayısıyla mahkemenin bozulan önceki kararının hangi yönleriyle hukuka uygun olduğunun açıklanması kararın yargısal denetimi açısından aranan ön koşuldur.
Direnme kararları yapıları gereği yasanın hukuka uygunluk denetimi yapmakla görevli kıldığı bir Yargıtay Dairesinin bu denetimi sonucunda hukuka aykırı bularak, gerekçesini açıklamak suretiyle bozduğu mahkeme kararının aslında hukuka uygun bulunduğuna, dolayısıyla bozmanın yerinde olmadığına ilişkin iddiaları içerdiklerinden o iddiayı yasal ve mantıksal gerekçeleriyle birlikte ortaya koymak zorundadırlar (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 21.10.2009 tarihli ve 2009/9-397 E., 2009/453 K.; 19.03.2008 tarihli ve 2008/15-278 E., 2008/254 K.; 22.06.2011 tarihli ve 2011/11-344 E.,2011/436 K. ile 29.02.2012 tarihli ve 2011/9-754 E., 2012/102 K. sayılı kararları).
Anılan husus kamu düzeni ile ilgili olup, gözetilmesi yasa ile hâkime yükletilmiş bir ödevdir. Aksine düşünce ve uygulama gerek yargı erki ile hâkimin, gerek mahkeme kararlarının her türlü düşünceden uzak, saygın ve güvenilir olması ilkesi ile de bağdaşmaz.
Yukarıdaki açıklamalar ışığında; mahkemece verilen ilk kararın taraf vekilleri tarafından temyizi üzerine Özel Dairece taraf vekillerinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün davacının hükmedilecek iştirak nafakasının mahkemece takdir edilecek oran dahilinde arttırılması talebi ile ilgili olumlu olumsuz bir hüküm kurulmaması ve yanılgılı değerlendirme ile ortak çocuk lehine yüksek nafaka takdir edilmesinin doğru bulunmadığı gerekçeleriyle iki yönden bozulmasına karar verildiği, bozma sonrası mahkemece ilk kararda direnilmesine hükmedildiği, direnmeye konu kararda da Özel Daire bozma kararında yer alan davacının hükmedilecek iştirak nafakasının mahkemece takdir edilecek oran dahilinde arttırılması talebi ile ilgili olumlu olumsuz bir hüküm kurulmamasına yönelik bozma sebebi hakkında bir hüküm ve gerekçeye yer verilmediği, herhangi bir açıklamada bulunulmadığı görülmüştür.
O hâlde, mahkemece yapılacak iş, Anayasa’nın 141/3. ve ona koşut bir düzenleme içeren HMK’nın 297. maddelerindeki hükümler gözetilerek, özellikle bozma kararında yer verilen bozma sebepleri ve gerekçeleri de dikkate alınarak usulüne uygun bir direnme kararı ve gerekçesi oluşturmaktan ibarettir.
Hâl böyle olunca, yukarıda açıklanan yasal düzenleme ve ilkeler gözetilerek anlaşılabilir ve denetlenebilir nitelikte direnme kararı verilmek üzere direnme kararının usulden bozulmasına karar verilmelidir.
S O N U Ç: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda açıklanan nedenlerle usulden BOZULMASINA, bozma nedenine göre davalı vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına, istek hâlinde temyiz peşin harcının yatıranlara geri verilmesine, aynı Kanunun 440-III/1. maddesi uyarınca karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 07.11.2019 tarihinde oy birliği ile karar verildi.
Bu alandan sadece bu kararla ilintili POST üretebilirsiniz. Bu karardan bağımsız tamamen kendinize özel POST üretmek için TIKLAYINIZ
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.