8. Hukuk Dairesi 2014/17673 E. , 2015/5266 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ : Asliye Hukuk Mahkemesi
DAVA TÜRÜ : Tapu iptali ve tescil
Hazine ile ... ve müşterekleri aralarındaki dava hakkında. Asliye Hukuk Mahkemesi"nden verilen 26.12.2012 tarih ve 618/742 sayılı hükmün Daire"nin 16.06.2014 gün ve 3084/12670 sayılı ilamıyla onanmasına karar verilmişti. Davalı vekili tarafından süresinde kararın düzeltilmesi istenilmiş olmakla; dosya incelendi, gereği düşünüldü:
K A R A R
Dosya muhtevasına, dava evrakı ile tutanaklar münderecatına ve Yargıtay ilamında açıklanan gerektirici sebeplere göre yerinde olmayan ve HUMK"nun 440. maddesinde yazılı hallerden hiçbirisine uymayan karar düzeltme isteminin REDDİNE ve anılan Kanunun 442. maddesi uyarınca (6100 sayılı HMK"nun Geçici 3. maddesi gereğince 1086 sayılı HUMK"nun 427 ila 454. maddeleri yürürlükte bulunduğundan) takdiren 248,00 TL para cezasının karar düzeltme isteyenden alınarak Hazine"ye irad kaydına 3402 sayılı Kanunun 36/A maddesi gereğince harç alınmasına mahal olmadığına, 26.02.2015 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.
KARŞI OY
Davacı Maliye hazinesi tarafından açılan dava ile, davalıya ait bir parça taşınmazın, 3621 sayılı Kıyı Kanunu kapsamında kalan Devletin hüküm ve tasarrufu altında olan yerlerden kamu malı niteliğinde olduğu ve kişilerin mülkiyetinde kalamayacağını ileri sürerek; bu bölümün davalılar adına mevcut tapu kaydının iptaliyle kıyı olarak tapu sicilinden terkinine karar verilmesini istemiştir.
Yerel Mahkemece yapılan araştırma ve inceleme sonucu verilen 17.02.2010 tarihli kararla; 3402 sayılı Kadastro Kanununun 12/3.maddesi uyarınca (10) yıllık hak düşürücü süre geçirilmek suretiyle dava açılmış olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş; hüküm davacı Maliye Hazinesi tarafından temyiz edilmiştir. O tarihte bu nitelikteki davalarla ilgili mahkeme kararlarının temyiz incelemesini yapmakla görevli olan Yargıtay 1.Hukuk Dairesi, temyiz edilen hükmü 09.06.2010 tarihli kararla “…davanın hak düşürücü süre yönünden reddine karar verilmesinde bir isabetsizlik bulunmadığı, bu yöne değinen Maliye Hazinesi"nin temyiz itirazlarının yerinde olmadığından reddine; ancak bu durumun yargılama sırasında Kadastro Kanunu"nun 12/3.maddesinde yapılan değişiklikten kaynaklandığı, davanın açıldığı sırada davacı Maliye Hazinesi dava açmada haklı durumda olduğundan, davalının yapılan tüm yargılama gideri ve avukatlık ücretinden sorumlu olacağı gözetilmeden karar verilmesinin isabetli olmadığı…” gerekçesiyle, hükmü sadece yargılama gideri ve vekalet ücreti yönünden bozmuş; davanın esasına ilişkin ret hükmü bozma sebebi yapılmayarak karar düzeltme aşamasından da geçmek suretiyle kesinleşmiştir.
Bozmadan sonra devam eden dava sadece yargılama gideri ve vekalet ücretine ilişkindir.Yerel mahkeme bozma uyma kararı vermiş; 04.05.2011 tarihli gerekçeli kararında, “… davanın esasına ilişkin red kararının kesinleşmiş olduğundan bu konuda yeniden karar verilmesine yer olmadığına; bozma doğrultusunda davacının yaptığı yargılama giderinin üzerinde bırakılmasına, taraflar yararına vekalet ücreti takdirine yer olmadığına karar vermiş; hükmü davacı ... temyiz etmiştir. Bu temyizi inceleyen Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 19.03.2012 tarihli kararında “ …3402 S Kanunun 12/3.maddesindeki on yıllık hak düşürücü sürenin Maliye Hazinesi tarafından açılan davalarda da uygulanacağına ilişkin hükmün Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildiği, iptal kararının 23.07.2011 tarihli Resmi Gazete"de yayımlanarak yürürlüğe girdiği, derdest davalarda bu durumun gözetilmesi gerektiği, bu iptalin kesin şekilde çözüme bağlanmamış uyuşmazlıkları etkilemeyeceği, kamu düzeni ilkesi gereğince, daha önce hak düşürücü süreden verilen ret kararının doğruluğundan söz edilemeyeceği ve bu sebeple davanın esasının incelenerek bir karar verilmesi gerektiği…” gerekçesiyle bozma kararı vermiştir. Mahkeme bu bozma kararına uymuş; verdiği 26.12.2012 tarihli kararla, bu kez taşınmazın kıyı kapsamında kaldığı gerekçesiyle davalı adına mevcut tapu kaydı hakkında iptal/terkin kararı vermiş; bu hükmü bu kez davalı taraf temyiz etmiştir. Dairemiz (Y.8.HD.) yaptığı temyiz incelemesinde, temyiz edilen hükmü onamıştır. Şimdi davalı tarafca karar düzeltme yoluyla onama hükmünün kaldırılarak, yerel mahkeme kararının bozulması istenmektedir.
Yargıtay tarafından bozulan bir hükmün bozma kararının (sebeplerinin) kapsamı dışında kalmış olan kısımları (bölümleri) kesinleşir. Bozma kararına uymuş olan mahkeme bozma kararının kapsamı dışında kalması nedeniyle kesinleşen bu kısımlar hakkında yeniden inceleme yaparak karar veremez. Yani kesinleşmiş olan bu bölümler, o bölümler lehine olan taraf yararına usuli kazanılmış hak oluşturur (Baki Kuru:Hukuk Muhakemeleri Usulü,6.baskı,Cilt V,İstanbul 2001,sh.4762). Bu sonuç, aynı zamanda Yargıtay’ın 04.02.1959 tarih ve 13/5 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı’nın da bir gereğidir. Yargıtay’ın bu konuda pek çok emsal kararı bulunmaktadır (bkz.Y.HGK.nun 22.04.1999 tarih, 11/290-296 sayılı kararı). Yargıtay, tarafların bildirdiği temyiz sebepleriyle bağlı değilse de(HUMK.m.439/2), tarafların temyiz talebiyle bağlıdır. Yargıtay hükmün temyiz edilmeyen (ve bu nedenle de kesinleşen) bölümü hakkında temyiz incelemesi yapamaz ve hükmün temyiz edilmeyen bölümünü bozamaz. HUMK.439/2.maddesi hükmü, hükmün yalnız temyiz edilen bölümü hakkında uygulanır (Baki Kuru, age.Cilt V, Sh.4626). Bu bakımdan, temyiz edilen hükmün, daha önce Yargıtay denetiminden geçerek, bozma konusu yapılmış
..//..
Bölümleri, onama hükmünde olduğu ve varsayımsal onama kararı kesinleştiği takdirde; kısmi temyiz gibi sonuç doğurur ve hükmün onanmış sayılan bölümleri kesinleşir ve bu nedenle HUMK.439/2.maddesi uyarınca, Yargıtay’ın tarafların gösterdiği temyiz sebepleriyle bağlı olmadığı gerekçesiyle yeniden temyiz denetime tabi tutulamaz.
”Kamu düzeni ilkesi” atlanmış veya gündeme gelmiş olsa bile, yerel mahkeme kararlarının kesinleşen bölümleri hakkında, hükmün kesinleşmeyen bölümleriyle ilgili temyiz incelemesi sırasında, kesinleşen bölümlerine yönelik yeniden temyiz incelemesi yapılamaz. Böyle bir durumda “kamu düzeni ilkesi” bir istisna teşkil etmez. Hükmün kesinleşen bölümleriyle ilgili olarak, Yargıtay’ın temyiz inceleme aşaması için yukarda açıklanan biçimde inceleme yapma yükümlülüğü, yerel mahkemelerin elindeki davaları sonuçlandırması bakımından da geçerlidir. Yerel mahkeme, temyiz süresinin geçirilmesi veya hükmün kısmen temyizi ya da Yargıtay tarafından yapılan temyiz incelemesi sonucu hükmün bir bölümünün bozmaya konu edilmemesi ve bu nedenlerle kesinleşmesine rağmen hükmün o bölümü hakkında kendiliğinden önceki hükme aykırı karar verir, ya da Yargıtay hükmün o bölümü kesinleştiği halde, o bölümü yeniden temyiz incelemesine tabi tutup o bölüm hakkında kesinleşme sonucuna aykırı olarak yeni bir karar verirse; bu kararların hukuki sonucu ne olacaktır? Kuşkusuz, bu şekildeki yerel mahkeme kararlarının temyiz edilmeleri üzerine Yargıtay tarafından düzeltilmesi olanaklıdır.Ancak Yargıtay bu şekilde hatalı bir bozma kararı verip, yerel mahkeme bu bozma kararına direnmezse ne olacaktır? Yargıtay uygulaması ve öğreti görüşü, bu gibi kararların “yokluk” hükmüyle sakat olacağı ve Yargıtay’ın haber aldığı böyle bir yanlışlığı düzeltilebileceği şeklindedir (Baki Kuru;age.Cilt V. sh.4565; Y.7.HD. 18.19.1985 t.371/11115 Esas ve Karar-YKD 1985/12,sh.1795; Y.9.HD. 13.12.1967 t.1057/1095- ...i-İş Mahkemeleri Kanunu Şerhi, Ankara 1969,sh.205).Varılan bu sonuçlar, aynı zamanda Medeni Usul Hukuku’nun temel ilkelerinden “hukuki güvenlik ilkesi”nin de bir gereğidir.
Hukuki güvenlik ve yargıya güven kesin hüküm ilkesi ile sağlanır. Hukuki güvenlik ilkesi; Hukuk Devleti ilkesinin olmazsa olmaz koşulu olup, mevcut emredici hukuk kurallarının herkese eşit şekilde ve düzgün bir şekilde uygulanmasını da içeren bir ilkedir. T.C. Anayasa’sının 2. maddesi’nde Cumhuriyetin nitelikleri sayılırken, Türkiye Cumhuriyeti’nin bir Hukuk Devleti olduğu vurgulanmıştır. Hukuk Devleti kişilerin hukuki güvenliğini sağlayan bir devlettir. Hukuki güvenlik ilkesi, herkesin bağlı olacağı hukuk kurallarını önceden bilmesi, tutum ve davranışlarını buna göre güvenle düzene sokabilmesi anlamına gelir. Hukuk devleti hukuk kurallarının onu koyanlar da dahil olmak üzere, her kişi ve kuruluşu bağlamasını ifade eder. Hukuk devleti kavramının özünü devlet organlarının hukuka bağlılığı yani, yönetimin eylem ve işlemlerini hukukun içinde kalarak yerine getirmesi oluşturmaktadır. T.C. Anayasa"sının 36. maddesi; “Herkes… adil yargılanma hakkına sahiptir.” hükmünü içerir. Türkiye’nin de taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin adil yargılanma başlığı taşıyan 6. maddesinde; “Herkes … davasının …. hakkaniyete uygun …… olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir.” denilmektedir. Adil yargılanma hakkının en önemli alt kavramlarından birisi, “silahların eşitliği ilkesi”dir. Yargılamada taraflar arasında adil, hakkaniyete uygun bir denge kurulması gerekir.
Anayasa’nın 2. maddesiyle benimsenen hukuk devletinde, hukuki güvenliği sağlayan bir düzen kurulması asıldır. Böyle bir düzende devlete güven ilkesi vazgeçilmez temel unsurlardandır. Hukuk Devletinde yasama, yürütme ve yargının hukuka bağlı olması gerekir. Yargısı hukuka bağlı olmayan bir Devlette vatandaşların kendilerini güvencede hissedebileceklerini söylemek mümkün değildir. Hukuk Devletinde bireyler devlete güven duyabilmeli aynı şekilde Devlet de bu güveni vatandaşa verebilmelidir. Kesin hükme saygı uluslar arası hukuk düzenine özgü hukukun genel ilkelerinden biri olarak da kabul
görmektedir. Eğer bir hukuk sistemi içerisinde yargının verdiği ve bağlayıcı olan bir kesin hüküm işlevsiz bir duruma getirilmiş ise adil yargılanma hakkının sağladığı güvencelerden söz edemeyiz.
Somut olayda, Mahkemece verilen davanın reddine ilişkin karar esas yönünden, Yargıtay 1. Hukuk Dairesi nin yukarda belirtilen 09.06.2010 tarihli bozma ilamıyla bozmaya konu edilmeyerek kesinleşmiştir. Kesin hüküm gücü kazanan bir kararın, Yargıtayca yeniden bozmaya konu edilmesi, yerel mahkemenin bozmanın kapsamı dışına çıkarak yeniden karar vermesi; kamu düzenini bozacak ve hukuki güvenlik ilkesini çiğneyecek bir sonuç yaratır. Bu bakımdan, davanın esasına ilişkin olarak verilen Yargıtay 1. HD.nin 19.03.2012 tarihli ve yerel mahkemenin 26.12.2012 tarihli kararları yoklukla sakattır.Açıkladığımız nedenlerden dolayı davalının karar düzeltme isteminin kabulüyle; Dairemizin 16.06.2014 tarihli onama kararının kaldırılmasına, yerel mahkemenin 26.12.2012 tarihli kararının “davanın esası hakkında verilen davanın reddi kararının kesinleştiği ve bu sebeple davanın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığı şeklinde bir karar verilmesi gerekirken; esas hakkında kesinleşmeye aykırı olacak şekilde yeniden karar verilmesinin hukuka aykırı olduğu gerekçesiyle bozulmasına karar verilmesi gerektiğini düşünüyor; Değerli çoğunluğun karar düzeltme talebinin reddi kararına katılmıyorum. 26.02.2015