Hukuk Genel Kurulu 2017/447 E. , 2019/1144 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ :Aile Mahkemesi
Taraflar arasındaki "nafaka" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Bakırköy 2. Aile Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 04.11.2013 tarihli ve 2013/653 E., 2013/852 K. sayılı karar davalının temyizi üzerine, Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 18.12.2014 tarihli ve 2014/8770 E., 2014/16761 K. sayılı kararı ile;
"...Davacı, davalı ile gayri resmi beraberliklerinden 09.07.2013 doğumlu ... isimli bir çocuklarının olduğunu, davalının çocuğunu tanıdığını ve nüfusuna kaydettiğini, davalıdan ayrı yaşadığını , davalı babanın müşterek çocuğuna bir katkısı olmadığını öne sürerek, aylık 1.000 TL iştirak nafakasına karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı, davaya cevap vermemiştir.
Mahkemece, dosya kapsamına göre davanın kısmen kabulü ile aylık 700,00 TL iştirak nafakasının tahsiline karar verilmiştir.
Kararı, davalı temyiz etmiştir.
TMK."nın 182/2.maddesinde; velayetin kullanılması kendisine verilmeyen eşin, çocuğun bakım ve eğitim giderlerine gücü oranında katılmak zorunda olduğu hükme bağlanmıştır.
Velayet kendisine tevdi edilmeyen taraf, ekonomik imkanları ölçüsünde müşterek çocuğunun giderlerine katılmakla yükümlüdür. Diğer taraftan, iştirak nafakası belirlenirken ana ve babanın ekonomik durumları göz önünde tutulmakla birlikte velayet hakkı kendisine tevdi olunmuş tarafın bu görev nedeniyle emeğinin ve yüklendiği sorumlulukların karşılığı olağan harcamaların da dikkate alınması zorunludur. Ne var ki, nafaka miktarının belirlenmesine esas alınması gereken giderlerinin makul sınırlar içinde kalmasına özen gösterilmesi ve velayet kendisine bırakılmayan tarafın ağır yükümlülüklere maruz bırakılmaması gerekmektedir.
Somut olayda dosyadaki bilgi ve belgelerden; müşterek çocuğun 2013 yılında doğduğu, davacının satış danışmanı olup 600 TL aylık geliri bulunduğu, davalı babanın ise su satışı yaptığı ve aylık 1.000-2.000 TL arasında bir geliri olduğu tespit edilmiştir.
Yukarıda izah olunan nedenlerle; davada, tarafların gerçekleşen sosyal ve ekonomik durumları, nafakanın niteliği, müşterek çocuğun yaşı, eğitim durumu, ihtiyaçları, ekonomik göstergelerdeki değişimi ve nafaka yükümlüsünün (davalı babanın) gelir durumu nazara alındığında; hükmedilen iştirak nafakası miktarı fazla olup, TMK.4. maddesinde vurgulanan hakkaniyet ilkesine uygun bulunmamıştır.
O halde mahkemece, nafaka takdir edilirken; çocuğun yaşı, eğitimi ve ihtiyaçlarının yanında, ana-babanın gelir durumu da gözetilmeli ve nafaka yükümlüsünün (babanın) gelir durumu ile orantılı olacak şekilde hakkaniyete uygun bir nafakaya hükmedilmelidir..."
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, iştirak nafakası istemine ilişkindir.
Davacı, davalı ile yaşadığı birlikteliğin dört aylık hamile iken sona erdiğini, 09.07.2013 tarihinde ise müşterek çocuğun dünyaya geldiğini, davalının çocuğu tanımakla birlikte maddi ve manevi olarak hiçbir katkısının bulunmadığını, kendisinin de çalışmadığı için çocuğun geçimini sağlayamadığını ileri sürerek aylık 1000TL iştirak nafakasına hükmedilmesini talep ve dava etmiştir.
Mahkemece, dava dilekçesi davalıya tebliğ edilmiş, tarafların ekonomik ve sosyal durumları araştırıldıktan sonra dosya üzerinde yapılan inceleme ile davalının çocuğu tanıdığı, hâlen annesinin yanında kalan çocuk için babanın da kendi geliri oranında iştirak nafakası ödemesi gerektiği, yapılan sosyal ve ekonomik durum araştırmasına göre de aylık 700TL nafakaya hükmedilmesinin hak ve nesafet kurallarına uygun olduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Davalının temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçeyle bozulmuştur.
Yerel mahkemece, bozma ilamı taraflara tebliğ edilmiş ve dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda önceki gerekçeler genişletilmek suretiyle ilk hükümde direnilmiştir.
Direnme kararı davalı tarafından temyiz edilmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda, mahkemece hükmedilen aylık 700TL iştirak nafakasının, davalı nafaka yükümlüsü babanın aylık gelir durumuna göre fazla olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında işin esasının incelenmesinden önce, iştirak nafakası istemine ilişkin ve basit yargılama usulüne tabi olan eldeki davada; mahkemenin bozma kararı sonrasında duruşma açmaksızın dosya üzerinden direnme kararı vermesinin usul ve yasa hükümlerine uygun olup olmadığı hususu ön sorun olarak ele alınıp incelenmiştir.
Bilindiği üzere, çekişmeli yargıda kural olarak duruşma yapılması zorunludur. Buna göre hâkim iddia ve savunma haklarını kullanabilmeleri için tarafları duruşmaya davet etmek zorundadır. Kanunun gösterdiği istisnalar dışında hâkim tarafları dinlemeden veya iddia ve savunmalarını bildirmeleri için kanuna uygun biçimde davet etmeden hükmünü veremez.
Taraflar duruşmaya çağrılmadan, diğer bir anlatımla taraf teşkili sağlanmadan hüküm verilememesi, Anayasa"nın 36. maddesi ile düzenlenen iddia ve savunma hakkının kullanılmasına olanak tanınması ilkesinin doğal bir sonucudur.
Gerçekten de; savunma hakkını güvence altına alan Anayasanın 36. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun (HMK) 27. maddesinde açıkça belirtildiği üzere, mahkemece taraflar dinlenmek üzere kanuni şekillere uygun olarak davet edilmedikçe hüküm verilmesi mümkün bulunmamaktadır. Aksi hâlde savunma hakkının kısıtlanmış sayılacağı gerek öğreti, gerekse yargısal kararlarda tartışmasız olarak kabul edilmektedir (Kuru B., Hukuk Muhakemeleri Usulü, 6. Baskı, Cilt II, s.1876 vd).
6100 sayılı HMK’nın "Hukuki dinlenilme hakkı" başlıklı 27. maddesi uyarınca davanın tarafları, kendi hakları ile bağlantılı olarak hukuki dinlenilme hakkına sahip olup, bu hak yargılama ile ilgili bilgi sahibi olunmasını, açıklama ve ispat hakkını, mahkemenin açıklamaları dikkate alarak değerlendirmesini, ayrıca kararların somut ve açık olarak gerekçelendirilmesini içerir.
Yargılamanın sağlıklı bir biçimde sürdürülebilmesi, iddia ve savunma ile ilgili delillerin eksiksiz toplanıp tartışılabilmesi, itirazların yapılabilmesi, davanın süratle sonuçlandırılabilmesi; bozma sonrası yargılamanın devamı, uyup uymama yönündeki kararın verilebilmesi, öncelikle tarafların duruşma gününden usulünce haberdar edilmesi ve böylece taraf teşkilinin sağlanması ile mümkündür. Bu yolla kişi, hangi yargı merciinde duruşması bulunduğuna, hakkındaki iddia ve isnatların nelerden ibaret olduğuna, yargılamanın safahatına, bozma ilamının içeriğine, bozma sonrası duruşmanın hangi tarihte yapılacağına, verilen kararın ne olduğuna, 7201 sayılı Tebligat Kanununda açıklanan usule uygun tebligat yapılması ile vakıf olabilecektir.
Görüldüğü üzere, taraf teşkili sadece davanın açılması aşamasında değil, yargılamanın diğer aşamalarında da önem taşımaktadır.
Bozma kararı sonrasında taraf teşkiline yönelik olarak mahkemece yapılacak işlemler 6217 sayılı Kanunun 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanuna eklenen "Geçici Madde 3" atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 429. maddesinde düzenlenmiştir.
1086 sayılı HUMK"nın 429. maddesinin ikinci fıkrası "...Mahkeme, temyiz edenden 434"üncü madde uyarınca peşin alınmış olan gideri kullanmak suretiyle, kendiliğinden tarafları duruşmaya davet edip dinledikten sonra, Yargıtay’ın bozma kararına uyulup uyulmayacağına karar verir." hükmünü taşımaktadır.
Bu amir hükme göre mahkeme, bozma sonrası bozma ilamı ile duruşma gününü tarafların talebini aramaksızın kendiliğinden tebliğe çıkararak; usulünce taraf teşkilini sağladıktan sonra bozmaya uyulup uyulmayacağını karara bağlayacaktır.
Nitekim, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 08.11.2017 tarih ve 2017/21-2509 E., 2017/1306 K.; 28.03.2018 tarih ve 2017/11-61 E,. 2018/560 K.; 15.11.2018 tarih ve 2018/3-899 E., 2018/1726 K. sayılı kararlarında da aynı ilkeler benimsenmiştir.
Hemen belirtmek gerekir ki; 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun (HMK) 316/1-ç maddesi uyarınca her çeşit nafaka davaları basit yargılama usulüne tabi olup, aynı Kanunun 320/1. fıkrasında basit yargılama usulüne tabi davalarda, mahkemenin mümkün olan hâllerde tarafları duruşmaya davet etmeden dosya üzerinden karar vereceği düzenlenmiş ise de bozma kararı sonrasında taraf teşkiline ilişkin olarak mahkemece yapılacak işlemlerin düzenlendiği HUMK"nın 429. (6100 sayılı HMK"nın 373/3.) maddesinde davanın yazılı ya da basit yargılama usulüne tabi olup olmadığı yönünden bir ayrım yapılmaksızın, mahkemenin kendiliğinden tarafları duruşmaya davet edip dinledikten sonra Yargıtay"ın bozma kararına uyulup uyulmayacağına karar verileceği düzenlenmiştir.
Bu durumda, mahkemece bozma kararı sonrasında 1086 sayılı HUMK"nın 429. maddesinin amir hükmü uyarınca duruşma açılıp taraflar dinlenmeden direnme kararı verilmiş olması usul ve yasa hükümlerine uygun değildir.
Hâl böyle olunca; yukarıda açıklanan nedenlerle ve salt bu usuli eksikliğe dayalı olarak direnme kararının bozulmasına, bozma nedenine göre davalının işin esasına yönelik temyiz itirazlarının bu aşamada incelenmesine yer olmadığına karar vermek gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle direnme kararının 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, bozma neden ve kapsamına göre davalının diğer temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, aynı Kanunun 440-III/1. maddesi uyarınca karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 07.11.2019 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.