Hukuk Genel Kurulu 2017/959 E. , 2019/1131 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi (Aile Mahkemesi Sıfatıyla)
Taraflar arasındaki “yardım nafakası” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Kemalpaşa 2. Asliye Hukuk Mahkemesince (Aile Mahkemesi Sıfatıyla) davanın reddine dair verilen 16.07.2014 tarihli ve 2013/766 E., 2014/753 K. sayılı karar davacı vekilince temyiz edilmekle, Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 28.09.2015 tarihli ve 2015/6911 E., 2015/14576 K. sayılı kararı ile;
"...Davacı vekili dilekçesinde; davacının anne ve babasının boşanma davası nedeniyle ayrı yaşadıklarını, davacının annesi ve ağabeyi ile kaldığını, 400 TL kira ödedikleri, maddi geliri olmadığını, açık öğretim lise öğrencisi olduğunu, davalının emekli olduğunu, okul ihtiyaçlarına yardım etmediğini belirterek, aylık 300,00 TL yardım nafakasına hükmedilmesini dava ve talep etmiştir.
Davalı, davaya cevap vermemiştir.
Mahkemece; davacının epilepsi rahatsızlığının çalışmaya engel olmadığı, davacının 21 yaşında olduğu, lise çağının normalde 15-18 yaş arası olduğu , MEB yazı cevabına göre davacının açık liseye kayıt tarihinin 2008 yılı öğretim dönemi olduğu, bu şartlar altında 6 yıldır lise öğrencisi olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Dava; reşit açık öğretim lise öğrencisinin davalı babasından yardım nafakası istemine ilişkindir.
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 182/2. maddesinde; velayetin kullanılması kendisine verilmeyen eşin çocuğun bakım ve eğitim giderlerine gücü oranında katılması esası kabul edilmiştir.
TMK"nın 328. maddesi gereğince, anne babanın bakım borcu, çocuğun ergin olmasına kadar devam eder. Bu hüküm uyarınca küçük reşit olmakla kendisine bağlanan iştirak nafakası kendiliğinden sona erer. Ancak, çocuk ergin olduğu halde eğitimi devam ediyorsa, ana ve baba durum ve koşullarına göre kendilerinden beklenebilecek ölçüde olmak üzere, eğitimi sona erinceye kadar çocuğa bakmakla yükümlüdürler.
Somut olayda; 07/01/1993 doğumlu davacının, Milli Eğitim Bakanlığı Açık Öğretim Lisesi Müdürlüğü öğrencisi olduğu, eldeki dava ile davacının, eğitimine devam edebilmek için davalı babasından yardım nafakası talep ettiği anlaşılmaktadır.
Hal böyle olunca mahkemece; tarafların gerçekleşen ekonomik ve sosyal durumları, nafakanın niteliği, davalının gelir durumu, mirasçılıkta da aynı sırada yer alan dava dışı annenin de nafakaya katılma yükümlülüğü bulunduğu nazara alınarak, TMK"nun 4.maddesinde vurgulanan hakkaniyet ilkesine uygun şekilde davacı lehine bir miktar nafakaya hükmedilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirmeyle davacının öğrenim süresinin uzamasının nafaka almasına engel olacağı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırı görülmüş, bu husus bozmayı gerektirmiştir..."
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu (TMK)’nun 328/2 ve 364/1. maddeleri kapsamında yardım nafakası istemine ilişkindir.
Davacı; annesi ile davalı babası arasında sürmekte olan boşanma davası nedeniyle yaklaşık 10 yıldır davalıyla ayrı yaşadıklarını, halen açık lise öğrencisi olduğunu ve çalışmadığını, bu nedenle eğitim ve diğer giderlerini karşılayamadığını, annesinin de çalışmadığını, birlikte oturdukları eve annesinin aylık 400,00TL kira ödediğini, davalı babasının emekli aylığı aldığını, oturduğu eve kira ödemediğini ve ekonomik durumunun yerinde olduğunu ileri sürerek aylık 300,00TL yardım nafakasının davalıdan tahsilini talep etmiştir.
Davalı yargılama sırasındaki beyanında; davacının 21 yaşında olduğunu, özel güvenlik olarak çalıştığını, annesi ve abisi ile birlikte yaşadığını, davacının annesine aylık 200,00TL yoksulluk nafakası ödediğini, maaşından kredi nedeniyle ayrıca 180,00TL kesildiğini ve yardım nafakası ödeyecek durumunun olmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
Yerel mahkemece; davacının bir kaç ayda bir sağlık kontrolleri gerektiren epilepsi rahatsızlığının çalışmaya engel olmadığı, davacı 21 yaşında olup lise çağının normalde 15-18 yaş arası olduğu, Milli Eğitim Bakanlığının cevabi yazısına göre davacının açık liseye kayıt tarihinin 2008 yılı öğretim dönemi olup bu şartlar altında 6 yıldır lise öğrencisi olduğu, her ne kadar 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu (TMK) hükümlerine ve yerleşik Yargıtay içtihatlarına göre babanın tahsil hayatı devam eden çocuğuna karşı ekonomik sorumluluğu devam etse de, somut olayda dosyaya yansıyan bilgi ve belgelere göre davalı babanın nafaka yükümlülüğünün devam ettiğinin kabulünün mümkün olamayacağı, aksi düşüncenin hakkın kötüye kullanımına imkan tanır nitelikte olduğu, çalışamayacak nitelikte sağlık sorunu olmayan, tahsil hayatını lise seviyesinde ve makul ve kabul edilebilir süre dışında devam ettiren davacının nafaka talebinin yerinde olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Davacı vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
Yerel Mahkemece; önceki gerekçeler genişletilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararı davacı vekilince temyiz edilmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; açık lisede okuyan ve düzenli bir geliri bulunmayan ergin davacı çocuk yararına yardım nafakasına hükmedilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
Uyuşmazlığın çözümü için, anayasal bir hak olarak eğitim hakkından kısaca bahsedilmesinde ve genel olarak nafaka ile 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 328. ve 364. maddelerinin açıklanmasında yarar vardır.
Bilindiği gibi, bireyin ve toplumun güncel yaşamı ile birlikte gelecekteki gelişimi için eğitim oldukça önemlidir. Toplumların ilerlemesi ve ülkelerin kalkınması ancak o ülkede yaşayan insanların eğitilmesi, onlara yeteneklerine uygun beceriler kazandırılması ile mümkündür. Kişinin maddi ve manevi varlığını geliştirmesi yine sosyal ve ekonomik yaşantısının devamlılığı için eğitim olanaklarından yararlanması zorunludur. Bu minvalde temel bir insan hakkı olan eğitim hakkı bir dizi uluslararası sözleşmede olduğu gibi Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile de doğrudan garanti altına alınmıştır.
2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 17/1. maddesinde herkesin, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu, 27/1. maddesinde, herkesin, bilim ve sanatı serbestçe öğrenme ve öğretme, açıklama, yayma ve bu alanlarda her türlü araştırma hakkına sahip olduğu, 42. maddesinde, kimsenin eğitim ve öğrenim hakkından yoksun bırakılamayacağı düzenlenmiş, 58. maddesinde de, devletin gençliği korumak için gerekli tedbirleri alacağı vurgulanmıştır.
Somut uyuşmazlığı ilgilendirmesi nedeniyle nafaka hakkında genel bir açıklama yapılmasında fayda bulunmaktadır.
Nafaka alacaklılığı, çocuğun bireyselliğinin bir parçasıdır. Hukukumuzda, çocuk kendisini dünyaya getiren ana ve babasından bakım parası isteyebilir. Bu onun en doğal hakkıdır. Ana ve babanın bu nafaka yükümü sosyal yardım ve dayanışma düşüncesinden kaynaklanır; onların velayet hakkından bağımsızdır (Serozan, R.: Çocuk Hukuku, İstanbul 2005, s. 112 vd.).
Öte yandan, aile bireylerinden birinin yoksulluğa düşmüş olması hâlinde, diğerlerinin onun yardımına koşmaları da ahlak kurallarının gereğidir. Fakat bu gereklilik bir hukuk kuralı hâline gelmediği sürece, aile bireylerini yoksulluk içinde bulunan hısımlarına yardım etmeye zorlamak imkânı yoktur. Diğer taraftan, yoksulluğa düşmüş olan bir hısıma yardım etmemek, "aile dayanışması fikrine" aykırı düştüğü gibi, toplumun hak duygusunu da zedeler. İşte, kanun koyucular bütün bu düşüncelerle bir kimseyi, yoksulluğa düşmüş olan hısımlarına yardım etmeye zorlarlar ki, buna nafaka yükümlülüğü denir (Akıntürk, T./Karaman, D.A.: Türk Medeni Hukuku, Aile Hukuku, II. Cilt, 14. Bası, İstanbul 2012, s. 444 vd.).
Yardım nafakası, aile bireylerini yoksulluk ve düşkünlükten kurtarmaya ilişkin bir nevi sosyal yardımlaşma olup ahlak kuralları ile geleneklerin zorunlu kıldığı bir ödevdir. Aile bağlarının herhangi bir nedenle zayıflamış olması da yükümlülüğü ortadan kaldıran bir neden olarak düzenlenmemiştir. Bu nedenle kanun koyucu, yardım nafakasını kişinin ve toplumun vicdanına bırakmamış, kanuni bir ödev olarak düzenlemiştir.
Kanun koyucu, bu kapsamda aile bireylerinin ekonomik olarak korunması amacıyla 4721 sayılı TMK’nın 328 ve 364/1. maddelerinde düzenleme yapmıştır.
Buna göre, TMK’nın 328. maddesi
“Ana ve babanın bakım borcu, çocuğun ergin olmasına kadar devam eder.
Çocuk ergin olduğu halde eğitimi devam ediyorsa, ana ve baba durum ve koşullara göre kendilerinden beklenebilecek ölçüde olmak üzere, eğitimi sona erinceye kadar çocuğa bakmakla yükümlüdürler.”
hükmünü içermekte olup;
TMK’nın 364/1. maddesinde ise
“Herkes, yardım etmediği takdirde yoksulluğa düşecek olan üstsoyu ve altsoyu ile kardeşlerine nafaka vermekle yükümlüdür…”
düzenlemesine yer verilmiştir.
Görüldüğü üzere, kanun koyucu TMK’nın 328/2. maddesinde getirdiği yeni hükümle, eğitime verdiği önemi vurgulamış ve öğrenimlerini başarıyla sürdürmekte olan çalışkan ergin öğrencileri desteklemiş olmaktadır (Akıntürk/Karaman, s. 317).
743 sayılı Medeni Kanunu’nun yürürlükte olduğu dönemde Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 13.03.1963 tarihli ve 2/99-21 sayılı içtihadındaki; “Babanın sosyal durumu bakımından çocuğun okutulmasının gerekmesi halinde iştirak nafakasının çocuğun erginleşmesinden sonra da (okumaya devamı sebebiyle) ödenmesi, Medeni Kanun’un hükümlerindendir. Zira, evlilik birliğinin boşanma ile ortadan kalkmış olması, ana ve babanın çocuğa karşı olan borçlarında bir değişiklik meydana getirmez. Diğer deyimle, ana ve babanın beraber yaşaması halinde nasıl her ikisi beraberce çaba göstererek çocuğu sosyal durumlarına göre okutmakla ödevli idiyseler, boşanmadan sonra dahi bu ödevleri sona ermez” ilkesi, kanun koyucu tarafından TMK’nın 328/2. maddesi hükmüyle yasal kural haline getirilmiştir.
Yoksulluğun hukuksal kavramı ise mevzuatımızda tanımlanmamıştır. Belirtmek gerekir ki, yoksulluk ekonomik ve sosyal koşullarla doğrudan ilgilidir. O nedenle, bunu ülkenin ekonomik ve sosyal koşulları altında belirlemek gerekir. Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir (Anayasa m. 17/1). Şu halde, bu temel hakkın tabii sonucu yeme, giyinme, barınma, sağlık, ulaşım, kültür gibi bireyin maddi varlığını geliştirmek için zorunlu ve gerekli görülen harcamaları karşılayacak düzeyde geliri olmayanları yoksul kabul etmek yerinde olur (Hukuk Genel Kurulunun 07.10.1998 tarihli ve 1998/2-656 E., 1998/688 K.; 05.05.2004 tarihli ve 2004/3-251 E., 2004/248 K.; 28.02.2007 tarihli ve 2007/3-84 E., 2007/95 K.; 16.05.2007 tarihli ve 2007/2-275 E., 275 K.; 11.03.2009 tarihli ve 2009/2-73 E., 2009/118 K. ve 10.11.2010 tarihli ve 2010/2-614 E., 2010/597 K. sayılı kararları).
Günümüzdeki ağır ekonomik koşullar karşısında eğitimle çalışmayı bir arada sürdürmenin mümkün olmayacağı, bir kural ve karine olarak kabul edilmelidir (HGK’nın 12.5.1999 tarihli ve 1999/2-288 E., 1999/294 K. sayılı kararı).
Somut olaya gelince; dava tarihi itibariyle davacı çocuk reşit olup, Açık Öğretim Lisesi öğrencisi olarak eğitimine devam etmektedir. Davalının ise emekli olduğu ve 800,00TL emekli aylığı aldığı anlaşılmaktadır. Davacı kısa süreliğine özel güvenlik görevlisi olarak çalışmışsa da bu çalışması sürekli olmadığı gibi kendisinin ve okulunun giderlerine de yetmemektedir. TMK’nın 328. maddesi ergin çocuğun eğitiminin devam etmesi hâlinde ana ve babanın durum ve koşullara göre kendilerinden beklenebilecek ölçüde yardımda bulunmalarını bir yükümlülük olarak öngörmüştür. Dolayısıyla davalının eğitimine devam eden ve düzenli bir geliri bulunmayan çocuğuna bir miktar nafaka ödeyebileceği kuşkusuzdur. Yine mahkemenin kabulünün aksine açık öğretim lisesinde okuyor olmak, babanın yardım nafakası yükümlülüğünü ortadan kaldıran bir sebep olarak kabul edilemez. Öyleyse baba eğitimine devam eden ve yoksulluğa düşmüş çocuğuna yardım etmek zorundadır. Çocuğun okulunu bitirip, bir işe girmesi, çocuğun yararına olduğu gibi babanın da yararına bulunmaktadır.
Şu hâlde, yerel mahkemece davacı yararına hakkaniyete uygun bir miktarda yardım nafakasına hükmolunması gerekirken, nafaka isteminin tümden reddine karar verilmesi doğru değildir.
Hâl böyle olunca; yerel mahkemece, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, yanılgılı gerekçe ile önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Bu nedenle, direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu"nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu"nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, aynı Kanun’un 440/III-1. maddesi uyarınca karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 05.11.2019 tarihinde oy birliğiyle kesin olarak karar verildi.