Abaküs Yazılım
Hukuk Genel Kurulu
Esas No: 2016/396
Karar No: 2019/1125
Karar Tarihi: 05.11.2019

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2016/396 Esas 2019/1125 Karar Sayılı İlamı

Hukuk Genel Kurulu         2016/396 E.  ,  2019/1125 K.

    "İçtihat Metni"

    MAHKEMESİ :İş Mahkemesi


    Taraflar arasında birleştirilerek görülen asıl dosyada “Kurum işleminin iptali ve alacak” birleşen dosyada “itirazın iptali” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İzmir 2. İş Mahkemesince asıl davanın kabulüne, birleşen davanın reddine dair verilen 26.09.2013 tarihli ve 2012/346 E., 2013/404 K. sayılı karar davalı-birleşen dosyada davacı ... vekilince temyiz edilmekle, Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin 18.11.2014 tarihli ve 2014/21197 E., 2014/24377 K. sayılı kararı ile,
    “…Dava; davacının babasından dolayı aldığı yetim aylığının boşandığı eşiyle birlikte yaşadığı, muvazaalı olarak boşandığı gerekçesi ile kesilmesine ilişkin Kurum işleminin iptali, aylıkların yeniden bağlanması, ödenmeyen aylıkların yasal faizi ile ödenmesi ve davacının borçlu olmadığının tespiti istemine ilişkindir.
    Davalı Kurum tarafından yersiz ödemeler için icra takibine başlanılmış, davacının itirazı üzerine itirazın iptali davası açıılmış ve aralarındaki bağlantı nedeni ile her iki dava birleştirilmiştir.
    Mahkemece davacı/davalı ..."in taleplerinin kabulüne, davalı/davacı Kurum"un ise talebinin reddine karar verilmiştir.
    Dosyadaki kayıt ve belgelerden; davacının 04.10.2010 tarihinde boşanma davası açtığı, mahkemece 06.12.2010 tarihli karar ile tarafların anlaşmalı olarak boşanmalarına karar verildiği, kararın 05.01.2011 tarihinde kesinleştiği, davacının babasının 1999 yılında vefat ettiği, davalı Kurum tarafından davacının boşanmasına rağmen eski eşi ile birlikte yaşadığından bahisle 01.03.2011 tarihinden itibaren bağlanan aylığın iptal edildiği, 18.10.2011 tarihli kontrol memuru raporunda; İsmail Düşünen isimli bir kişinin ihbarı üzerine Kavaklıdere Köyü Köy içi mevkii ...Bornova adresine gidildiğinin, komşular ve muhtarın imzalı beyanlarının alındığının, bu kişilerin davacı ile eşinin uzun yıllardır bu adreste ikamet ettiklerini bildirdiklerinin belirtildiği, nüfus müdürlüğü tarafından davacının 20.10.2010 tarihinde Kavaklıdere Köyü Köy içi mevkii ...Bornova adresine kayıt yaptırdığının, eski eşin ise 10.01.2012 tarihinde aynı adres iç kapı no:2 adresine kayıt yaptırdığının bildirildiği, ilçe seçim kurulu tarafından da davacı ve eski eşinin 2011 yılında anılan adreslerde oy kullandıklarının bildirildiği, kontrol memuru raporunda imzası bulunan köy bekçisi ile bir komşu tarafından imzalanan ve 24.03.2013 tarihli zabıta tutanağında; davacının boşandığı eşinin babasına ait evde üç çocuğu ile birlikte yaşadığının, girişinin ve kapısının ayrı olduğunun tespit edildiğinin bildirildiği anlaşılmaktadır.
    Davanın yasal dayanağı 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu"nun 56. maddesidir. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu"nun 59/2. maddesinde "Kurumun denetim ve kontrol ile görevlendirilmiş memurlarının görevleri sırasında tespit ettikleri Kurum alacağını doğuran olay ve bu olaya ilişkin işlemler, yemin hariç her türlü delile dayandırılabilir. Bunlar tarafından düzenlenen tutanaklar aksi sabit oluncaya kadar geçerlidir." hükmü yer almaktadır.
    Somut olayda; davalı Kurum kontrol memuru tarafından sunulan rapor ile davacı ve eski eşinin boşanmadan sonra aynı çatı altında karı-koca gibi yaşamaya devam ettiklerinin tespit edilmiş olması, raporda beyanları alınan kişilerin imzalı beyanları ile davacının boşandığı eşi ile uzun yıllardır araştırma yapılan adreste ikamet ettiklerini bildirmeleri, her ne kadar davacı boşandığı eşi ile ayrı yaşadığını, eski eşinin babasına ait evde oturmakta ise de kapı girişlerinin farklı olduğunu beyan etmekte ise de; boşanan eşlerin bu şekilde yaşamalarının hayatın olağan akışına aykırı olduğu gözönünde bulundurulduğunda, davacının eşinden boşanmasına rağmen fiilen birlikte yaşadığının anlaşılmasına rağmen yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
    O halde, davalı-k.davacı Kurum vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır…”
    gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.


    HUKUK GENEL KURULU KARARI

    Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
    Asıl dava Kurum işleminin iptali ve alacak, birleşen dava ise itirazın iptali istemine ilişkindir.
    Asıl davada davacı vekili; müvekkilinin eski eşinin alkol alışkanlığı, evi terk edip aylarca gelmemesi ve şiddet uygulaması nedeniyle 12.05.2008 tarihinde İzmir 7. Aile Mahkemesinin 2008/381 E. sayılı dosyası ile boşanma davası açtığını, araya kayınpederinin girmesi ve eski eşinin düzeleceğine dair söz vermesi üzerine davayı takip etmediğini, ancak eski eşinin şiddete devam etmesi nedeniyle 2010 yılında evinden ayrılarak abisinin evine sığındığını, daha sonra İzmir 2. Aile Mahkemesinin 2010/950 E. sayılı dosyası ile 06.12.2010 tarihinde anlaşmalı olarak boşandıklarını, müvekkilinin boşandıktan sonra gidecek bir yeri olmadığından babası gibi gördüğü kayınpederinden yardım istediğini ve dört tane dairesi olan kayınpederinin üç torununu düşünerek evlenmemek kaydıyla müvekkili ile çocuklarının 1 nolu dairede oturmasına müsaade ettiğini, müvekkilinin 18.02.2011 tarihinde Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) Başkanlığına başvurarak babasının askerlik borçlanmasını yatırdığını ve 01.03.2011 tarihinden itibaren ölüm aylığı almaya başladığını, ancak 13.07.2012 tarihli Kurum borç bildirim belgesi ile eski eşinden boşandıktan sonra bir arada yaşadığı gerekçesiyle yetim aylığının kesildiğinin ve ödenen aylıkların iadesinin bildirildiğini, müvekkilinin eski eşi ile birlikte yaşamasının söz konusu olmadığını, müvekkilinin kayınpederine ait (1) nolu dairede, eski eşinin de babası ile birlikte (2) nolu dairede yaşadığını ileri sürerek ölüm aylığının kesilmesine ilişkin Kurum işleminin iptali ile kesilen aylıkların yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesini talep etmiştir.
    Asıl davada davalı ... vekili; vefat eden babasından ölüm aylığı almakta olan davacının aylığının, boşandığı eşi ... ile fiilen birlikte yaşadığının Kurum kontrol memurları tarafından tespit edilmesi nedeniyle kesildiğini belirterek davanın reddini savunmuştur.
    Birleşen davada davacı ... vekili; davalının, babası Mehmet Sait Çelik’ten dolayı Kurumdan ölüm aylığı almakta iken, yapılan soruşturma sonucu hazırlanan 18.10.2011 tarihli rapor ile eski eşi ...’le birlikte yaşamaya devam ettiklerinin tespit edildiğini, yersiz olarak ödenmiş aylıklar ile sağlık giderlerinin ödenmesi için davalıya borç bildirim belgesi gönderilmiş ise de herhangi bir ödemede bulunulmadığını, bunun üzerine 8.494,97TL üzerinden icra takibi başlatıldığını, davalının itirazı üzerine takibin durdurulduğunu ileri sürerek itirazın iptaline, takibin devamına ve davalı aleyhine %40’dan az olmamak üzere icra inkar tazminatına karar verilmesini talep etmiştir.
    Birleşen davada davalı ...; eski eşi ...’den şiddetli geçimsizlik nedeniyle boşandığını, maddi durumu iyi olmadığından kayınpederinden yardım istediğini, kayınpederinin de kendisine ait 1 nolu dairede çocukları ile birlikte oturmalarını kabul ettiğini, eski eşinin de babası ile birlikte yaşadığını, eski eşiyle görüşmediğini ve aynı yerde yaşadıkları iddiasını kabul etmediğini belirterek davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
    Yerel mahkemece; dosyadaki beyan ve belgelerden davacı ile eski eşinin arasında geçimsizlik olduğunun anlaşıldığı, mahkemece yaptırılan jandarma tahkikatına göre ..."in ev hanımı olduğu, boşandığı eşinden üç çocuğu için 500,00TL nafaka aldığı, boşandığı eşinin babasına ait köy içindeki evde yaşamına devam ettiği, kira ödemediği, eski eşinin eve kesinlikle gelmediği, telefon kayıtlarında davacı ile eski eşinin birlikte aynı adreste kaldıklarına dair bir bilginin bulunmadığı, Konak İlçe Nüfus Müdürlüğünün yazısına göre, ..."in en son olarak Kavaklıdere Köyü Köy içi Mevkii Derya Sok. No:9 İç Kapı No:1 Bornova/İzmir adresine, ..."in ise 10.01.2012 tarihinde Kavaklıdere Köyü Köy içi Mevkii Derya Sok. No:9 İç Kapı No:2 Bornova/İzmir adresine kayıt yaptırdığı, Bornova İlçe Seçim Kurulu Başkanlığı ve Kavaklıdere Köyü Muhtarlığı yazılarında da aynı adreslerin bildirildiği, tanık olarak dinlenen aile hekiminin davacı ile eski eşinin adreslerinin farklı olduğunu beyan ettiği, tarafların anlaşamadıkları için boşandıkları ve tekrar barışmadıkları, kontrol memuru tarafından varılan neticenin aksine tutanak tutulduğu tarihlerde birlikte yaşamadıkları, davacının, babasından dolayı davalı kurumdan yetim aylığı bağlatmak için eski eşinden boşanmadığı gerekçesiyle asıl dava yönünden davacıya bağlanan yetim aylığının kesilmesi işleminin iptali ile kesildiği tarihten itibaren yeniden bağlanarak yasal faizi ile birlikte ödenmesine, birleşen davanın ise reddine karar verilmiştir.
    Davalı-birleşen dosyada davacı ... vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
    Yerel mahkemece; önceki gerekçeler genişletilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.
    Direnme kararı davalı-birleşen dosyada davacı vekilince temyiz edilmiştir.
    Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda hak sahibi kız çocuğu sıfatıyla ölüm aylığı alan davacının boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşayıp yaşamadığına yönelik Kurum işleminin yerinde olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
    Davanın yasal dayanağı 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 56. maddesinin ikinci fıkrasıdır.
    5510 sayılı Kanun’un “Gelir ve aylık bağlanmayacak haller” başlıklı 56. maddesinde:
    Ölen sigortalının hak sahiplerinden;
    a) Kendisinden aylık bağlanacak sigortalıyı veya gelir ya da aylık bağlanmış olan sigortalıyı kasten öldürdüğü veya öldürmeye teşebbüs ettiği veya bu Kanun gereğince sürekli iş göremez hâle veya malul duruma getirdiği,
    b) Kendisinden aylık bağlanacak sigortalıya veya gelir ya da aylık bağlanmamış olan sigortalıya veya hak sahibine karşı ağır bir suç işlediği veya bunlara karşı aile hukukundan doğan yükümlülüklerini önemli ölçüde yerine getirmemesi nedeniyle ölüme bağlı bir tasarrufla mirasçılıktan çıkarıldıkları, hususunda kesinleşmiş yargı kararı bulunan kişilere gelir veya aylık ödenmez. Ödenmiş bulunan gelir ve aylıklar, 96" ncı madde hükümlerine göre geri alınır.
    Eşinden boşandığı hâlde, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığı belirlenen eş ve çocukların, bağlanmış olan gelir ve aylıkları kesilir. Bu kişilere ödenmiş olan tutarlar, 96" ncı madde hükümlerine göre geri alınır…” düzenlemesi yer almaktadır.
    01.10.2008 tarihinden önce yürürlükte bulunan ve sosyal güvenlik mevzuatının temelini teşkil eden, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu, 1479 sayılı Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu, 2925 sayılı Tarım İşçileri Sosyal Sigortalar Kanunu, 2926 sayılı Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu ile 5434 sayılı T.C. Emekli Sandığı Kanunu"nda yer almayan dava konusu düzenleme ilk kez 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu"nda yer almıştır.
    5510 sayılı Kanunun 56. maddesinin ikinci fıkrasının madde başlığında “bağlanmayacak” sözcüğüne yer verildikten sonra fıkra metninde “bağlanmış olan gelir ve aylıkları kesilir” ibareleri kullanılmış, böylelikle, daha önceki sosyal güvenlik kanunlarında yer almayan, boşanılan eşle fiilen (eylemli olarak) birlikte yaşama olgusu, gelir/aylık kesme nedeni olarak düzenlendiği gibi, eylemli olarak birlikte yaşama, aynı zamanda gelir/aylık bağlama engeli olarak da benimsenmiştir.
    Düzenleme ile ölen sigortalının kız çocuğu veya dul eşi yönünden, boşanılan eşle boşanma sonrasında fiilen birlikte olma durumunda, ölüm aylığının kesilmesi ve ödenmiş aylıkların geri alınması öngörülmektedir. Buna göre, daha önce sosyal güvenlik kanunlarında yer almayan, boşanılan eşle fiilen birlikte yaşama olgusu, gelir veya aylık kesme nedeni ve bağlama engeli olarak benimsenmiştir.
    Anılan maddenin gerekçesinde de açıklandığı üzere, düzenleme ile hakkın kötüye kullanımının olası uygulamaları engellenmek istenmiş ve bu amacın gerçekleştirilebilmesi için kötüye kullanımın varlığı belirlendiği takdirde, ilgiliyi haktan yararlandırmama; hakkın kötüye kullanılması durumunda hak sahipliğinin ortadan kalkması ve dolayısıyla gelir veya aylık bağlanmaması esası kabul edilmiştir.
    Gerçekten, ölüm aylığı almak üzere boşandığı eşle fiilen birlikte yaşamaya kişiyi sürükleyen etkenin niteliği ve türü, hukuk düzeni açısından önem taşımamaktadır. Çünkü, hakkın kötüye kullanılması hangi dürtüyle (saikle) ortaya çıkarsa çıksın, sonuçta hukuk bakımından sadece ve sadece “kötüye kullanma” olup, hukuk düzeni tarafından korunmamaktadır (Centel, T.: Boşandığı Eşiyle Birlikte Yaşayanın Aylığının Kesilmesi, MESS Sicil Dergisi, Mart 2012, s. 195).
    Yeri gelmişken belirtilmelidir ki, hak sahibinin, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşaması her ne saikle olursa olsun, 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası"nda öngörülen bireysel özgürlük kapsamında kalmakta ise de, Devletin sosyal görevlerini, mali kaynaklarının yeterliliği ölçüsünde yerine getirmesine ilişkin Anayasa’nın 65. maddesi uyarınca sosyal sigorta yardımlarına hak kazanma koşullarını düzenleme yetkisine sahip olduğu gibi, Devletin boşanan eşlerin birlikte yaşamasına yasak getirmesi mümkün olmamakla birlikte, bu durumda olan kişileri sosyal sigorta yardımları kapsamı dışında bırakması mümkündür.
    Bilindiği üzere 5510 sayılı Kanun’un 56/2. maddesinin Anayasası’nın 2, 5, 10, 11, 12, 17, 20, 35, 60 ve 138. maddelerine aykırılığı iddiası ile iptali için Anayasa Mahkemesine başvurular yapılmıştır.
    Anayasa Mahkemesi yapılan başvurular üzerine yaptığı değerlendirme sonucunda 28.04.2011 tarihli ve 2009/86-70 sayılı kararında, “…ölüm aylığını alabilmek için evli olmamak koşulunu aşmak amacıyla iyi niyete dayanmayan ve dürüst olmayan boşanma isteği ve çabası ile boşanma kararı elde edilip, buna bağlı olarak ölüm aylığı alınması, açıkça hakkın kötüye kullanılmasıdır. Hakkın kötüye kullanılması, hukuk devletinin koruması altında değerlendirilemez. Bu nedenle hakkın kötüye kullanılmasını engellemeyi amaçlayan itiraz konusu kural hukuk devletine aykırı bir düzenleme olarak görülemez… Resmî evliliği olmadan birlikte yaşayanlar ile ölüm aylığı alabilmek için hakkını kötüye kullanarak resmî evliliğini boşanma ile sonlandırıp boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşamaya devam edenler, söz konusu hakkı kullanmak bakımından eşit kabul edilemeyeceklerinden, bunlar arasında eşitlik karşılaştırması yapılamaz… Ölüm aylığı… yasa koyucunun sosyal güvenlik konusuna geniş bir yaklaşımının sonucu sigortalının ölümü ile aranan koşulların sağlanması hâlinde sigortalının geride kalan hak sahipleri açısından getirdiği bir ödemedir. İtiraz konusu kural, hak edilmediği hâlde ölüm aylığı alınarak hakkın kötüye kullanılmasına engel olma amacını taşıdığından, ölüm aylığı almayı hak edenler açısından SGK’nın mali kaynakları çerçevesinde Anayasa’nın 60. maddesinde ifade edilen güvenceyi sağlamaya çalışmanın bir gereğidir. Ölüm aylığı alabilmek için öngörülen koşulun hakkın kötüye kullanılarak sağlanmak istenmesi sosyal güvenlik hakkıyla bağdaştırılamaz” gerekçesiyle, hükmün Anayasa’nın 2, 10, 60 ve 65. maddelerine aykırı olmadığını; 5, 11, 12, 17, 20, 35 ve 138. maddeleri ile ilgisinin olmadığını belirterek, oy çokluğuyla başvuruların reddine karar vermiştir.
    Sonuç olarak, davanın yasal dayanağını oluşturan 5510 sayılı Kanun"un 56. maddesinin ikinci fıkrasındaki düzenlemenin, ölüm aylığından yararlanma hakkının kötüye kullanılmasını engellemek amacıyla getirilmiş olması ve düzenlemenin Anayasa’ya aykırı olmadığının tespitine ilişkin Anayasa Mahkemesi kararı nedeniyle, yürürlükteki kanunları uygulamakla yükümlü olan yargı organlarınca uygulanmasının zorunlu olması karşısında, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığı tespit edilen hak sahiplerine gelir veya aylık tahsisi yapılmaması, bağlanan gelir veya aylığın kesilmesine ilişkin Kurum işlemi usul ve yasaya uygundur.
    Yeri gelmişken maddenin zaman bakımından uygulanması yönünden 5510 sayılı Kanun’un geçici 1. maddesinin değerlendirilmesinde de zorunluluk bulunmaktadır.
    5510 sayılı Kanun’un “Malullük, yaşlılık ve ölüm sigortasına ilişkin bazı geçiş hükümleri” başlıklı 17.04.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5754 sayılı Kanun’un 68. maddesi ile değişik geçici 1. maddesi:
    “Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu ile 2925 sayılı Tarım İşçileri Sosyal Sigortalar Kanunu"na tabi olanlar, bu Kanunun 4"üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamında, 1479 sayılı Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu ve bu Kanunla mülga 2926 sayılı Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu"na tabi olanlar, bu Kanunun 4"üncü maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi kapsamında; 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu"na tabi olanlar, bu Kanunun 4"üncü maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamında kabul edilir.
    17.07.1964 tarihli ve 506 sayılı, 2/9/1971 tarihli ve 1479 sayılı, 17/10/1983 tarihli ve 2925 sayılı, bu Kanunla mülga 17/10/1983 tarihli ve 2926 sayılı Kanunlara göre bağlanan veya hak kazanılan aylık, gelir ve diğer ödenekler ile 8/2/2006 tarihli ve 5454 sayılı Kanunun 1"inci maddesine göre ödenmekte olan ek ödemenin verilmesine devam edilir. Bu gelir ve aylıkların durum değişikliği nedeniyle artırılması, azaltılması, kesilmesi veya yeniden bağlanmasında, bu Kanunla yürürlükten kaldırılan ilgili kanun hükümleri uygulanır.
    Bu Kanunun 4"üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) ve (b) bentlerine göre sigortalı sayılanlara ve bunların hak sahiplerine bağlanmış olan aylık ve gelirler, 55"inci maddenin ikinci fıkrasına göre artırılır…” şeklinde bir düzenleme içermektedir.
    Kanun koyucu tarafından anılan geçici madde ile 5510 sayılı Kanun"un yürürlüğünden önce sosyal güvenlik kanunları uygulanmak suretiyle hak sahiplerine bağlanan gelir veya aylığın, durum değişikliği sebebine bağlı olarak kesilmesi veya yeniden bağlanmasında, yine anılan hükümlerin esas alınması gerektiğinin benimsendiği anlaşılmaktadır. Söz konusu kanunlarda, boşanılan eşle fiili olarak birlikte yaşama olgusu, gelirin veya aylığın bağlanması engeli veya kesilmesi nedeni olarak öngörülmediğinden, 56. maddenin zaman bakımından uygulanması hususu da çözüme kavuşturulmalıdır.
    Toplum barışının temel dayanağı olan hukuka ve özellikle kanunlara karşı güveni sağlamak ve hatta, kanun koyucunun keyfi hareketlerine engel olmak için, öğretide kanunların geriye yürümemesi esası kabul edilmiştir. Buna göre, gerek özel Hukuk ve gerekse kamu Hukuku alanında, kural olarak her Kanun, ancak yürürlüğe girdiği tarihten sonraki zamanda meydana gelen olaylara ve ilişkilere uygulanır; o tarihten önceki zamana rastlayan olaylara ve ilişkilere uygulanmaz. Hukuk güvenliği bunu gerektirir.
    Kanunların geriye yürümemesi (geçmişe etkili olmaması) kuralının istisnalarını kamu düzeni ve genel ahlâka ilişkin kurallar oluşturmaktadır. Beklenen (ileride kazanılacağı umulan) haklar yönünden de kanunların geriye yürümesi söz konusudur. Yargılama hukukunu düzenleyen kanunlar da, ilke olarak geçmişe etkilidir (Bilge, N.: Hukuk Başlangıcı, 14. Bası, Turhan Kitabevi, Ankara, 2000, s. 193-194; Gözübüyük A.Ş.: Hukuka Giriş ve Hukukun Temel Kavramları, 18. Bası, Turhan Kitabevi, Ankara 2003, s. 73) (HGK’nın 13.10.2004 tarihli ve 2004/10-528 E., 2004/533 K.; 11.04.2012 tarihli ve 2012/10-149 E., 2012/241 K.).
    Bu hâlde 5510 sayılı Kanun’un 56/son maddesinin zaman bakımından uygulanması yönünden herhangi bir istisna durum söz konusu olmadığından gelirin veya aylığın kesilme tarihi ile Kurumun geri alma hakkının kapsamına ilişkin olarak; fiilen birlikte yaşama olgusunun başlama tarihi esas alınarak, bu tarih itibariyle gelir veya aylıktan kesme veya iptal işlemi tesis edilip ilgiliye, anılan tarihten itibaren yapılan ödemeler yasal dayanaktan yoksun ve yersiz kabul edilmeli, ancak söz konusu madde 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe girdiğinden, fiili birliktelik daha önce başlamış olsa dahi maddenin yürürlük günü öncesine gidilmemeli; 01.10.2008 tarihi öncesine ilişkin borç tahakkuku söz konusu olmamalıdır. 01.10.2008 tarihi itibariyle belirlenecek yersiz ödeme dönemine ilişkin olarak 5510 sayılı Kanunun 96. maddesine göre uygulama yapılmalıdır.
    Yeri gelmişken belirtilmelidir ki sosyal sigortalar hukukunda kazanılmış (müktesep) haklar dinamik nitelik taşırlar. Değinilen özellikleri gereği dış etkiye açık olan, güncellenen kazanımlardır. Sürekli iş göremezlik geliri ve aylıklar bu özellikleri taşırlar. Çünkü, onlar bir kere tanınmış olmakla alacaklının dış alemle (edim borçlusu ile kendi alacaklıları ile) ilişkisi son bulmamakta aksine yeni başlamakta, sunum koşulları ortadan kalkıncaya kadar mevcudiyetlerini sürdürmektedirler. Dolayısıyla, yaşayan birer varlık olarak haklarında güncellenmeleri (maaş artışları), korunmaları (üçüncü şahıslara karşı) amacıyla yeni düzenlemeler yapılması mümkündür. Önceden doğmuş olmaları yeni düzenlemelerden etkilenmeyecekleri anlamına gelmemektedir (Sözer, A.N.: Kanunların Önceye Etki Yasağı Sosyal Sigortalar Hukuku Bakımından Bir Değerlendirme, Journal of Yaşar University, Cilt 8, Ocak 2013, s. 2529).
    Bu nedenle 5510 sayılı Kanun’un 56/son maddesi uyarınca kesme veya iptal işlemine konu ölüm aylığının/gelirinin 01.10.2008 tarihinden önce bağlanmış olması da sonuca etkili değildir. Diğer bir ifadeyle Kurum tarafından bağlanan ölüm aylığı/geliri dış etkiye açık olan, güncellenen bir kazanım olduğundan 5510 sayılı Kanun öncesinden bağlanmış olması kazanılmış hakkın konusunu oluşturmayacaktır.
    Diğer taraftan, yine maddenin amacında da belirtilen 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) “Dürüst davranma” başlıklı 2. maddesinde yer alan ve maddenin düzenleniş amacı olan dürüstlük kuralı çerçevesinde çözüme gidilmesinde zorunluluk bulunmaktadır.
    TMK’nın anılan 2. maddesi;
    “Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır.
    Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz.”
    şeklinde düzenlenmiştir.
    Anılan madde uyarınca bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumayacağı gibi, hiç kimsenin kendi kusurundan yararlanamayacağı ilkesi de birlikte gözetilmek suretiyle, 5510 sayılı Kanun"un 56. maddesi açısından 01.10.2008 tarihinden önce hakkın kazanıldığı durumlarda, anılan yasal düzenleme öncesinde ilgililer her ne amaçla boşanmış olurlarsa olsunlar, fiili birlikteliklerini 5510 sayılı Kanun ile getirilen yeni düzenleme sonrasında da sürdürdüklerinin veya söz konusu düzenlemeden itibaren anılan tür ve nitelikte bir beraberliğe başladıklarının kanıtlanması durumunda, başka bir anlatımla fiili olarak birlikte yaşama olgusunun saptandığı durumlarda, sözü edilen 2. madde kapsamında hakkın kötüye kullanımının varlığı kabul edilerek, ilgililere gelir veya aylık tahsisi yapılmaması, bağlanan gelir veya aylığın kesilmesi gerekmektedir.
    Kuşkusuz hak sahibine fiili birlikteliğin sona erdiği tarihten itibaren, diğer koşulların da varlığı durumunda gelir veya aylık bağlanabileceği açıktır.
    5510 sayılı Kanun"un 56. maddesinin uygulanmasında üzerinde durulması gereken bir diğer husus da, maddede yer alan “boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığı belirlenen” unsurunun, diğer bir ifade ile boşanılan eşle fiilen birlikte yaşama olgusunun nasıl kanıtlanması gerektiğidir.
    Bilindiği üzere, 4721 sayılı TMK’nın “İspat yükü” başlıklı 6. maddesinde, Kanun’da aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her birinin, hakkını dayandırdığı olguların varlığını kanıtlamakla yükümlü olduğu belirtilmiş olup, ispat yükünün Kanun’da özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi yararına hak çıkaran tarafa ait olduğu, yasal bir karineye dayanan tarafın, sadece karinenin tarafını oluşturan vakıaya ilişkin ispat yükü altında bulunduğu, Kanun’da öngörülen istisnalar dışında, karşı tarafın yasal karinenin aksini ispat edebileceği kabul edilmektedir.
    Boşanılan eşle fiilen birlikte yaşama olgusunun nasıl kanıtlanması gerektiği ve ispat yükü hususunda 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu"nun 59 ve 100. maddeleri üzerinde durulması gerekmektedir. 5510 sayılı Kanun"un 59. maddesinde Kurumun denetleme ve kontrol yetkisi belirtilmiş, 59/2. maddesinde “Kurumun denetim ve kontrol ile görevlendirilmiş memurlarının görevleri sırasında tespit ettikleri Kurum alacağını doğuran olay ve bu olaya ilişkin işlemler, yemin hariç her türlü delile dayandırılabilir. Bunlar tarafından düzenlenen tutanaklar aksi sabit oluncaya kadar geçerlidir.” hükmüne yer verilmiştir. Öte yandan 5510 sayılı Kanunun 100. maddesinde ise bilgi ve belge isteme hakkı, bilgi ve belgelerin Kuruma verilme usulü düzenlenmiştir.
    Özellikle belirtilmelidir ki, 5510 sayılı Kanun’un 59 ve 100. maddeleri uyarınca Kurumun denetim ve kontrol ile görevlendirilmiş memurları tarafından tutulan tutanaklar aksi sabit oluncaya kadar geçerli kabul edilmektedir. Diğer bir anlatımla, yetkili kişilerce düzenlenen ve tarafların ihtirazi kayıt koymaksızın imzaladığı tutanaklar aksi kanıtlanıncaya kadar geçerli olup, aksi ise ancak yazılı delille kanıtlanabilir.
    Kaldı ki Kurumun denetim ve kontrol ile görevlendirilmiş memurları ve iş müfettişi raporlarının, rapora dayanak alınan tutanaklar ile birlikte değerlendirilmesi ve ancak belirtilen nitelikteki ekli tutanakların, anılan Kanun kapsamında aksi sabit oluncaya kadar geçerli belge olduğunun kabulü, 4857 sayılı İş Kanunu’nun 92/son maddesinde de açıkça hüküm altına alınmıştır. Nitekim Hukuk Genel Kurulunun 14.11.1979 tarihli ve 1014 E., 1364 K. ile 04.02.2009 tarihli ve 2009/9-2 E., 2009/48 K. sayılı kararlarında da aynı hususlar vurgulanmıştır.
    Ne var ki, Kurumun denetim ve kontrol ile görevlendirilmiş memurları tarafından yapılan incelemelere dayalı tutanakların değerlendirildiği ve varılan sonucun yazıya geçirildiği raporların, sadece memur veya müfettiş tarafından düzenlenmiş olmaları, anılan raporların 4857 sayılı İş Kanunu’nun 92/son maddesi ile 5510 sayılı Kanun’un 59 ve 100. maddeleri kapsamında aksinin yazılı delille kanıtlanması gereken belgeler olarak kabulleri için yeterli değildir. Ayrıca 5510 sayılı Kanun’un 59/2. maddesinde belirtilen aksi sabit oluncaya kadar geçerli olan tutanakların, Kurumun denetim ve kontrol ile görevlendirilmiş memurları tarafından belgelere dayalı olarak düzenlenmiş olması veya belgeye dayalı olmamakla birlikte hazır bulunan işveren, işçi veya üçüncü kişi beyanları uyarınca düzenlenerek, doğruluğu ilgili kişilerin imzaları ile tasdik edilen ve imza inkârına konu olmayan tutanaklar olması gerekmektedir.
    Buna göre, 5510 sayılı Kanun’un 59 ve 100. maddelerinde söz edilen görevliler tarafından düzenlenen tutanaklar üçüncü kişilerin imzalı beyanları alınarak düzenlenmiş ve imza inkârına da konu olmamış ise artık aksi sabit oluncaya kadar geçerli kabul edilecektir. Bu tutanakların aksi ise ancak yazılı delille ispatlanabilir.
    Bu ilkeler ışığında somut olay değerlendirildiğinde, davacıya bağlanan ölüm aylığının iptali ve ödenen aylıkların iadesine ilişkin Kurum işleminin 5510 sayılı Kanun’un 56/son maddesine uygun olup olmadığı ile birlikte yaşama olgusunun tüm açıklığıyla ortaya konulması gerekmektir. Davacının, eski eşi ...’in alkol alışkanlığı, evi terk edip aylarca gelmemesi ve şiddet uygulaması nedeniyle 12.05.2008 tarihinde İzmir 7. Aile Mahkemesinin 2008/381 E. sayılı dosyası ile boşanma davası açtığı, araya kayınpederinin girmesi ve eski eşinin düzeleceğine dair söz vermesi üzerine davayı takip etmediği, ancak eski eşinin şiddete devam etmesi nedeniyle 2010 yılında evinden ayrılarak Malatya’daki abisinin evine sığındığı, eski eşiyle barışma niyeti olmadığından abisinin adresini ikamet adresi olarak Malatya Nüfus Müdürlüğüne bildirdiği, bu arada boşandıktan sonra vefat eden babasından yetim aylığı alıp alamayacağını Elazığ Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığından sorduğu, Kurumun 14.09.2010 tarihli cevabında babasının 900 prim günü tamamlandığında ölüm aylığının bağlanacağının belirtildiği, daha sonra davacı ile eski eşinin İzmir 2. Aile Mahkemesinin 2010/950 E. sayılı dosyasıyla 05.01.2011 tarihinde anlaşmalı olarak boşandıkları, boşanma kararında davacı yararına yoksulluk, müşterek çocuklar yararına iştirak nafakasına hükmedildiği, davacının boşandıktan sonra gidecek bir yeri olmadığını belirterek kayınpederinden yardım istediği, kayınpederinin üç torununu düşünerek evlenmemek kaydıyla davacı ile çocuklarının kendisine ait Kavaklıdere Köyü Köy içi Mevkii Derya Sok. No:9’da bulunan (1) nolu dairede oturmasına müsaade ettiği, 18.02.2011 tarihinde Konak Sosyal Güvenlik Merkezine başvurarak babasının askerlik borçlanmasını yatırdığı ve 01.03.2011 tarihinden itibaren yetim aylığı almaya başladığı, Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığının 13.07.2012 tarihli borç bildirim belgesi ile eski eşinden boşandıktan sonra bir arada yaşadığı gerekçesiyle davacının yetim aylığının kesildiği ve ödenen aylıkların iadesinin bildirildiği anlaşılmaktadır.
    Davacı ...’in eski eşi ...’den boşandıktan sonra yeniden evlenmemek kaydıyla kayınpederine ait olan dava konusu (1) nolu dairede üç çocuğu ile birlikte yaşamaya devam ettiği, eski eşinin ise babası ile birlikte aynı binanın (2) nolu dairesinde yaşadığı göz önüne alındığında davacı ile eski eşinin aynı binada farklı dairelerde oturmasında olayın oluş şekline göre hayatın olağan akışına aykırılık bulunmadığı gibi, davacının eski eşiyle birlikte yaşadığına da karine teşkil etmemektedir. Fiilen birlikte yaşama olgusunun diğer yan delillerle de kanıtlanması gerekmektedir. Mahkemece yaptırılan kolluk araştırmasında, davacının boşandığı eşinden üç çocuğu için 500,00TL iştirak nafakası aldığının, boşandığı eşinin babasına ait köy içindeki evde yaşamaya devam ettiğinin, boşandığı eşinin kesinlikle eve gelmediğinin belirtildiği, Konak İlçe Nüfus Müdürlüğünün 14.09.2012 tarihli cevabi yazısında davacı ...’in Kavaklıdere Köyü Köyiçi Mevkii Derya Sok. No:9 İç Kapı No:1 Bornova/İzmir adresinde, eski eşi ...’in ise Kavaklıdere Köyü Köyiçi Mevkii Derya Sok. No:9 İç Kapı No:2 Bornova/İzmir adresinde ikâmet ettiğinin bildirildiği, kurumlardan gelen cevabi yazılarda elektrik ve su abonelik kayıtlarının davacı adına olduğu görülmektedir.
    Kurum soruşturmasında ifadesine başvurulduğu belirtilen T.G. ve U.S.’nin birlikte yaşama yönündeki ifadelerine rağmen, bu kişiler tanık sıfatıyla mahkeme önünde ifadesine başvurulduğunda, davacının çocuklarıyla birlikte kayınpederine ait evde yaşadıklarını, davacının eski eşinin de babasıyla birlikte girişi ayrı olan başka bir evde yaşadığını beyan etmişlerdir. Öte yandan mahkemece dinlenen ve aile hekimi olan tanık B.T., davacının yaşadığı köyün tutucu bir köy olduğunu, bu nedenle ayrıldıktan sonra kayınpederinin yanına sığındığını, sağlıkla ilgili ihtiyaçlarını numune ilaçlardan karşıladıklarını, kendi kayıtlarında adreslerinin farklı olduğunu ifade etmiştir. Tüm bunların yanında, dosya kapsamında yapılan kolluk soruşturmasında davacı ve eski eşinin bir arada yaşamadıkları tespit olunduğu gibi, mahkeme önünde verilen yeminli tanık ifadelerinde de Kurumun iddiasının aksi beyan edilmiş olduğu gözetildiğinde yerel mahkemenin yazılı şekilde davalı Kurumdan ölüm aylığı almakta olan davacının boşandığı eşi ile fiilen birlikte yaşamadıklarının anlaşıldığı gerekçesi ile asıl davanın kabulüne ve birleşen davanın reddine karar vermesi usul ve yasaya uygundur.
    O hâlde yerel mahkemenin yazılı şekilde karar vermesinde bir isabetsizlik görülmediğinden usul ve yasaya uygun direnme kararının onanması gerekmiştir.
    SONUÇ: Davalı-birleşen dosyada davacı ... vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile yukarıda açıklanan nedenlerle direnme kararının ONANMASINA, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 05.11.2019 tarihinde oy birliğiyle kesin olarak karar verildi.



    Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.

    Son Eklenen İçtihatlar   AYM Kararları   Danıştay Kararları   Uyuşmazlık M. Kararları   Ceza Genel Kurulu Kararları   1. Ceza Dairesi Kararları   2. Ceza Dairesi Kararları   3. Ceza Dairesi Kararları   4. Ceza Dairesi Kararları   5. Ceza Dairesi Kararları   6. Ceza Dairesi Kararları   7. Ceza Dairesi Kararları   8. Ceza Dairesi Kararları   9. Ceza Dairesi Kararları   10. Ceza Dairesi Kararları   11. Ceza Dairesi Kararları   12. Ceza Dairesi Kararları   13. Ceza Dairesi Kararları   14. Ceza Dairesi Kararları   15. Ceza Dairesi Kararları   16. Ceza Dairesi Kararları   17. Ceza Dairesi Kararları   18. Ceza Dairesi Kararları   19. Ceza Dairesi Kararları   20. Ceza Dairesi Kararları   21. Ceza Dairesi Kararları   22. Ceza Dairesi Kararları   23. Ceza Dairesi Kararları   Hukuk Genel Kurulu Kararları   1. Hukuk Dairesi Kararları   2. Hukuk Dairesi Kararları   3. Hukuk Dairesi Kararları   4. Hukuk Dairesi Kararları   5. Hukuk Dairesi Kararları   6. Hukuk Dairesi Kararları   7. Hukuk Dairesi Kararları   8. Hukuk Dairesi Kararları   9. Hukuk Dairesi Kararları   10. Hukuk Dairesi Kararları   11. Hukuk Dairesi Kararları   12. Hukuk Dairesi Kararları   13. Hukuk Dairesi Kararları   14. Hukuk Dairesi Kararları   15. Hukuk Dairesi Kararları   16. Hukuk Dairesi Kararları   17. Hukuk Dairesi Kararları   18. Hukuk Dairesi Kararları   19. Hukuk Dairesi Kararları   20. Hukuk Dairesi Kararları   21. Hukuk Dairesi Kararları   22. Hukuk Dairesi Kararları   23. Hukuk Dairesi Kararları   BAM Hukuk M. Kararları   Yerel Mah. Kararları  


    Avukat Web Sitesi