1. Hukuk Dairesi 2015/10026 E. , 2018/9471 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
DAVA TÜRÜ : ELATMANIN ÖNLENMESİ
Taraflar arasında görülen elatmanın önlenmesi davası sonunda, yerel mahkemece davanın kısmen kabul kısmen reddine ilişkin olarak verilen karar davacı ve katılma yoluyla davalı ... tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi ..."nün raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;
-KARAR-
Asıl dava mülkiyet hakkına dayalı el atmanın önlenmesi, birleştirilen dava, tapu iptali ve tescil isteklerine ilişkindir.
Asıl davada davacılar ... ve ..., 47 parsel sayılı taşınmazın davacılardan ...’ye, 295 parsel sayılı taşınmazın ...’e ait olup, davalı amcaları ... ve onun oğlu davalı ... tarafından işgal edildiğini ileri sürerek 47 ve 295 parsel sayılı taşınmazlara davalıların el atmasının önlenmesini istemişler, mahkemece 47 parsel sayılı taşınmaza yönelik el atmanın önlenmesi isteği tefrik edilerek eldeki dosya esasına kaydedilmiştir.
Asıl davada davalılar ... ve ..., dava konusu taşınmazların mirasbırakan ... tarafından davacıların babası dava dışı ... ve davalı ...’e verildiğini, taşınmazların belli kısmının uzun yıllardır kullanıldığını, davacıların durumu bildiklerini belirterek davanın reddini savunmuşlardır.
Asıl davanın davalısı ... birleştirilen davasında; mirasbırakan ...’in çekişme konusu 47 parsel sayılı taşınmazını ... ve dava dışı ...’e bağışladığını, bu hususta vasiyetname düzenlendiğini, taşınmazın ifrazı mümkün olmadığından tapu kaydının dava dışı ... adına satış suretiyle tescil edildiğini, iki kardeşin bu yeri taksim ederek kullanmaya devam ettiklerini, daha sonra taşınmazın ... tarafından davalı oğluna devredildiğini, muvazaalı olarak yapılan temliklerin geçersiz olduğunu ileri sürerek tapu kaydının iptali ile ½ payının adına tesciline, olmazsa tüm mirasçılar davaya dahil edilerek mirasçılar adına tescile karar verilmesini istemiştir.
Birleştirilen davada davalı ..., davacının taşınmazda herhangi bir hakkının bulunmadığını belirterek birleştirilen davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, asıl davanın müdahale iddiasının kanıtlanamadığı gerekçesiyle reddine, birleştirilen davada ise temliğin muvazaalı olduğu gerekçesiyle davacının miras payı(1/4) oranında iptal tescile karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden; mirasbırakan ...’in 06.02.1999 tarihinde ölümü ile davalı-birleştirilen davada davacı oğlu ..., dava dışı evlatları ..., ... ve ...’in mirasçı olarak kaldıkları, mirasbırakanın bila tarihli ve dosya kapsamına göre tanık ...’ın el yazısıyla düzenlendiği anlaşılan vasiyetnamesine göre, mevkilerini belirttiği üç parça taşınmazını kendisine bakmaları kaydıyla oğulları ... ve ...’e bıraktığı, ayrıca eşi ... üzerine kayıtlı olan tarladaki miras payını da her iki oğluna verdiğini belirttiği, mirasbırakanın çekişme konusu 47 parsel sayılı 3.370m2 miktarlı üzerinde kargir bir katlı ev ve müştemilatı bulunan tarla nitelikli taşınmazının tamamını 27.09.1993 tarihli satış akdi ile dava dışı oğlu ...’e temlik ettiği, onun da 30.07.1999 tarihinde oğlu ...’ye üzerinde bulunan hacizlerle birlikte 780.000.000ETL bedelle devrettiği, tanık beyanları ve 16.06.2004 tarihli fen bilirkişi raporuna göre, çekişme konusu 47 parsel sayılı taşınmazın 970m2’lik kısmının ..., 2.400m2’lik kısmının ... tarafından kullanıldığı anlaşılmaktadır.
Dava dilekçesinin içeriği ve iddianın ileri sürülüş biçimine göre; birleştirilen davada dayanılan hukuki sebebin muris muvazaası değil, taraf muvazaası olduğu açıktır.
Bilindiği üzere; muvazaa kısaca irade ve beyan arasında bilerek yaratılan uyumsuzluk şeklinde tanımlanabilir. Muvazaada taraflar üçüncü kişileri aldatmak amacıyla gerçek iradelerine uymayan, aralarında hüküm ve sonuç doğurmayan bir görünüş yaratmak için anlaşarak bazen aslında bir sözleşme yapma iradesi taşımadıkları halde görünüşte bir sözleşme yapmaktadırlar (mutlak muvazaa). Veya gerçek iradelerine uygun olarak yaptıkları sözleşmeyi iradelerine uymayan görünüşteki bir sözleşme ile gizlemektedirler (nisbi muvazaa) Yanlar, ister salt bir görünüş yaratmak için, ister başka bir sözleşmeyi gizlemek amacıyla, sözleşme yapsınlar görünüşteki sözleşme gerçek iradelerine uymadığından, tabandaki sözleşmede tapulu taşınmazlarda şekil koşullarını taşımadığından geçersizdir.
Her ne kadar, muvazaayı düzenleyen 6098 s. Türk Borçlar Kanunun 19. (818 s. Borçlar Kanunun 18.) maddesinde ve öteki kanun hükümlerinde muvazaalı sözleşmelerin hüküm ve sonuçları hakkında bir açıklık bulunmamakta ise de; taraflar arasında alacak ve borç ilişkisi doğurmayacağı, muvazaanın varlığının hiçbir süreye bağlı olmaksızın her zaman ileri sürülebileceği, mahkemece kendiliğinden (resen) göz önünde bulundurulması gerektiği, belirli bir sürenin geçmesi, sebebin ortadan kalkması veya ilgililerin olur (icazet) vermesi ile geçerli hale gelmeyeceği, uygulamada ve bilimsel görüşlerde ortaklaşa kabul edilmektedir.
Hemen belirtmek gerekir ki, muvazaa nedeniyle geçersiz sözleşmeye dayanılarak bir taşınmazın tapuda temliki yapılmışsa bu tescil yolsuz bir tescil hükmündedir. Tapuda yapılan temlik ve tesciller illi işlemler olduğundan tapunun dayanağı sözleşme geçersiz ise tapu kaydının da Türk Medeni Kanunun 1025. maddesine göre iptali gerekir. Ayrıca muvazaalı sözleşmeler yapıldığı andan itibaren taraflar arasında hüküm ve sonuç doğurmayacağından açılan dava sonunda verilen karar, yenilik doğurucu (inşaî) bir hüküm değil, açıklayıcı (izharî) bir hüküm durumundadır.
Öte yandan, muvazaanın varlığını iddia eden taraf veya bunların ardılı (halefi) sıfatı ile hareket eden, başka bir anlatımla sözleşmenin yanlarından birine teb"an dava açan kişi Medeni Kanunun 6. maddesi gereğince bu iddiasını ispat etmek zorundadır. Senede bağlı bir sözleşmeye karşı muvazaa iddiası, 6100 s. Hukuk Muhakemeleri Kanunun (HMK) 200 ve 201. (1086 s. Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun (HUMK) 288. ve 290.) maddelerinde belirtildiği üzere ancak yazılı delille kanıtlanabilir. Sözleşme aynı kanunun 203. (HUMK"nun 293.) maddesinde sözü edilen yakın akrabalar arasında yapılmış olsa dahi, muvazaanın yazılı delille ispat edilmesi gerekir. Böyle bir sözleşmenin resmi şekilde yapılması halinde bile olayın özelliği itibariyle adi yazılı delilin yeterli olacağı öğretide ve kararlılık kazanmış yargısal içtihatlarda ortaklaşa kabul edilmiştir. İşte bu görüşten hareketle, 5.2.1947 tarih 20/6 sayılı İçtihatları Birleştirme Kararında taraf muvazaası ve takma ad (namı-müstear) davalarında iddianın ancak yazılı delille kanıtlanabileceği kabul edilmiştir.
Somut olaya gelince, mahkemece, yukarıda belirtilen ilkeler doğrultusunda inceleme ve değerlendirme yapılmış değildir.
Hâl böyle olunca, birleştirilen dava bakımından, yukarıda belirtilen ilkeler ve olgular doğrultusunda inceleme ve değerlendirme yapılarak varılacak sonuç çerçevesinde bir karar verilmesi, birleştirilen davanın sonucuna göre de asıl dava bakımından değerlendirme yapılarak sonuca gidilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir.
Asıl davada davacı-birleştirilen davada davalı ... ile asıl davada davalı-birleştirilen davada davacı ...’in değinilen yönlerden yerinde bulunan temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün açıklanan nedenlerden ötürü (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK"un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, bozma nedenine göre asıl dava yönünden temyiz incelemesi yapılmasına şimdilik yer olmadığına, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 25.04.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.