
Esas No: 2016/1364
Karar No: 2019/1100
Karar Tarihi: 22.10.2019
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2016/1364 Esas 2019/1100 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :İş Mahkemesi Sıfatıyla)
Taraflar arasındaki “borçlu olmadığının tespiti ile ödeme emrinin iptali” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Kars 1. Asliye Hukuk Mahkemesince (İş Mahkemesi sıfatıyla) davanın kabulü ile ödeme emirlerinin iptaline dair 18.08.2011 tarihli ve 2010/233 E., 2011/353 K., sayılı kararın temyizen incelenmesinin davalı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 12.06.2013 tarihli ve 2013/10719 E., 2013/13307 K. sayılı kararı ile;
"...Dava, davacının borçlu olmadığının tespiti ile ödeme emirlerinin iptali istemine ilişkindir.
Mahkemece, ilâmında belirtildiği şekilde davanın kabulüne karar verilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu"nun 14.11.2007 tarih ve 2007/13-848 E. 2007/840 K. sayılı ilamında belirtildiği üzere, açılmış bir davanın esasının incelenebilmesi (davanın mesmu, yani dinlenebilir olabilmesi ) bazı şartların tahakkukuna bağlı olup, bunlara dava şartları denir. Dava şartlarından bir kısmı olumlu ( varlığı mutlaka gerekli ); diğer bir kısmı da, olumsuz ( yokluğu mutlaka gerekli ) niteliktedir. Hakim, önüne gelen bir davada, dava şartlarının mevcut olup olmadığını re"sen gözetmelidir. Olumlu dava şartlarından biri de, davacının o davayı açmakta hukuki yararının bulunmasıdır. Açılmasında davacısı yönünden hukuki yarar bulunmayan bir dava, dava şartının yokluğundan dolayı reddedilmelidir.
Yapılan incelemede, davaya konu 2010/10607–10608–10609 numaralı takip dosyalarına ait ödeme emirlerinin başlık kısmında takip borçlusunun, dava dışı "Alternatif Eğitim Öğretim Yayıncılık Limited Şirketi" olduğunun yazılı olduğu; anılan şirket ortağı olan davacının borcun tahakkuk döneminde şirket ortaklığının sona erdiğini belirterek, borçtan sorumlu olmadığının tespiti ile ödeme emirlerinin iptali istemine ilişkin iş bu davayı açtığı anlaşılmaktadır.
Davaya konu ödeme emirlerinin davacı adına düzenlenmediğinin ve davacı adına yapılan herhangi bir takip olmadığının anlaşılması karşısında; yukarıda açıklanan prensipler ışığında, davacının bu yöndeki talebinde hukuki yararının bulunmadığı gözetilerek, davanın reddine karar verilmesi gerekirken, Mahkemece, yanılgılı değerlendirme sonucunda, işin esasına girilerek yazılı şekilde karar verilmiş olması, usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
O hâlde, davalı Kurum vekilinin, bu yönlerini amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır..."
gerekçesiyle oy çokluğu ile bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, ödeme emrinin iptali istemine ilişkindir.
Davacı vekili; davalı Kurum tarafından Alternatif Eğitim Öğretim Yayıncılık Ltd. Şti. aleyhine başlatılan takipte 2010/10607-10608-10609 nolu ödeme emirlerinin müvekkiline 14.05.2010 tarihinde tebliğ edildiğini, müvekkilinin Alternatif Eğitim Öğretim Yayıncılık Ltd. Şti."nin 160 hissesinin 120 hissesini (%75lik kısmını) 27.11.2006 tarihli ve 6691 sayılı Ticaret Sicil Gazetesi"nde ilan edilen 18.10.2006 tarihli ve 012581 sayılı limited şirket hisse devir sözleşmesi ile devraldığını, müvekkilinin söz konusu hissesini 15.11.2007 tarihli ve 6937 sayılı Ticaret Sicil Gazetesinde ilan edilen 17.07.2007 tarihli ve 06828 sayılı limited şirket hisse devir sözleşmesi ile devrettiğini, müvekkilinin ödeme emirlerine konu kurum alacaklarının ait olduğu veya ödenmesi gereken dönemde borçlu şirketle herhangi bir ilişkisinin bulunmadığını belirterek müvekkilinin borçlu olmadığının tespiti ile dava konusu ödeme emirlerinin iptaline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı vekili; dava konusu ödeme emri ile davacının şirket ortaklığı ve mesul müdürlüğü nedeniyle sorumlu olduğu 2009/6-7. aya ait Kurum alacaklarının, davacının şirketteki hisse oranı dikkate alınarak hesaplanan 2.135,57TL"nin ödenmesinin talep edildiği, borçlu şirketin 27.11.2006 tarihinde yapılan hisse devrine (davacının şirket hissesini aldığına) ilişkin işyeri devir bildiriminin 11.06.2007 tarihli ve 16288 varide kaydı ile Kuruma verildiğini, ancak davacı tarafından söz konusu hissenin devredildiğine (işyerinin devrine) ilişkin herhangi bir bildirimin Kuruma yapılmadığını, 11.06.2007 tarihinde Kuruma yapılan bildirimde davacının 10 yıl süre ile şirketin kanuni temsilcisi olarak seçildiğinin bildirildiği, ancak söz konusu temsil yetkisinin alındığına dair herhangi bir bildirimin Kuruma yapılmadığını, dolayısıyla davacının 10 yıl süre ile borçlu şirketin temsilcisi olması ve bu yetkinin kaldırıldığına ilişkin herhangi bir bildirimin olmadığı dikkate alındığında davacının söz konusu Kurum borçlarından sorumlu olacağını belirterek davanın reddine ve davacı aleyhine 6183 sayılı Kanun"un 58. maddesi uyarınca %10 haksız çıkma zammına karar verilmesini talep etmiştir.
Yerel Mahkemece; davacı ..."in 18.10.2010 (2006) tarihinde devraldığı Alternatif Eğitim Öğretim Yayıncılık Ltd. Şti."nin %75 hissesini, 17.07.2007 tarihinde devrettiği, hisse devir işleminin 15.11.2007 tarihli Ticaret Sicil Gazetesi"nde yayınlandığı, 6183 sayılı Kanun"un davaya konu olan devrede yürürlükte olan 35. maddesinde limited şirket ortaklarının, şirketten tahsil imkânı bulunmayan amme alacağının sermaye hisseleri oranında doğrudan doğruya mesul olacağı ve kanun hükümleri gereğince takibe tutulacaklarının düzenlendiği, davacının 2006 yılı 10. ayının prim borçlarından 12 günlük dönem için sorumlu olduğu bu aya ait dosyanın tefrik edildiği, dava konusu 2010/10607-10608-10609 ödeme emirlerinde prim, işsizlik ve damga vergisi borçlarının 2009 yılı 6 ve 7. aylarına ilişkin olması sebebiyle söz konusu takipler yönünden davacının o tarihte yürürlükte bulunan 6183 sayılı Kanun"un 35. maddesi gereğince sorumlu olmadığı, anılan kanunun 35. maddesine eklenen ek fıkra hükmü ile ortağın şirketteki sermaye payını devretmesi hâlinde payı devreden ve devralan şahıslar devir öncesine ait amme alacaklarının ödenmesinden 1. fıkra hükmüne göre müteselsilen sorumlu tutulacakları hükmü getirilmiş ise de söz konusu ek fıkranın yürürlük tarihinin 04.06.2008 tarihi olması nedeniyle davacının sorumluluğunu etkilemeyeceği gerekçesiyle Mahkemenin 2010/233 Esas sayılı dosyasında açılan davanın kabulü ile SGK tarafından davacıya gönderilen 2010/10607, 2010/10609, 2010/10608 takip numaralı ödeme emirlerinin iptaline karar verilmiştir.
Davalı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı vekilinin temyizi üzerine karar Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
Yerel Mahkemece; davacının Alternatif Eğitim Öğretim Yayıncılık Ltd. Şti"inde hem hissedar olduğu hem de yöneticilik yaptığı, davacının şirket borçlarından 5510 sayılı Kanun"un 88 ve 6185 sayılı Kanun"un mükerrer 35. maddelerine göre yönetici olması nedeniyle şirket ile birlikte müteselsilen, 6183 sayılı Kanun"un 35. maddesi ile de limitet şirket ortaklığı nedeniyle hissesi oranında sorumlu olduğu, yani davacının Kurum nezdinde borçlu olabilen ve takip tazyiki altında olan kişi olduğu, davalı Kurum tarafından düzenlenen ödeme emirlerinde Alternatif Eğitim Öğretim Yayıncılık Ltd. Şti. yazılmış ancak tebligat üzerine muhatap olarak ... unvanı olarak da şirket adı yazılarak tebliğe çıkarıldığı, şirketin merkezinin ve adresinin Kars olmasına rağmen tebligatın davacı adına ve Erzurum’daki yerleşim adresine çıkarıldığı, Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığının şirket ile birlikte yöneticiler ve hissedarlar da Kurum borcundan sorumlu olduklarından uygulamada ödeme emrine şirket adı yazılarak hem şirket hem de yönetici ve hissedar aleyhine takip yapılabildiği, davalı Kurumun cevabında davacı hakkında takip yaptığını, onu borçlu olarak gördüğünü kabul ettiği, Kurumun davacıyı borçlu olarak görmesi, davacının aleyhine takip yapılacaklardan olması, adına ve adresine tebligat çıkarılması nedenleriyle davacı, takip tazyiki altında olduğundan, takip kesinleştiğinde haciz tatbiki ile karşı karşıya kalacağı, menfi tespit davası açmakta hukuki yararı olduğu gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, dava dışı Alternatif Eğitim Öğretim Yayıncılık Ltd. Şti. adına düzenlenen ve davacı ..."e tebliğ edilen ödeme emrine karşı davacının dava açmakta hukuki yararının bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır.
Sosyal güvenlik “sosyal risk” olarak adlandırılan bazı durumların bireyler üzerinde yarattığı etkileri giderme düşüncesi üzerine kuruludur (Güzel, A./ Okur,A.R./ Caniklioğlu, N.: Sosyal Güvenlik Hukuku, 16. Baskı, İstanbul, 2016, s. 3). Sosyal riskleri gidermeye çalışan sosyal güvenlik kavramı sosyal güvenlik politikalarının ve sistemlerinin gelişim ve genişlemesine etken olmuş, bu gelişme ve genişleme sosyal güvenlik politikalarının ve sistemlerinin finansmanının düzenli ve güvenceli gelir kaynaklarından giderilmesini gerekli kılmıştır (Balcı, M./ Yılmaz, H.: Sosyal Sigorta Prim Alacaklarının Takip ve Tahsili, Ankara, 2014, s. 19).
Türk sosyal sigortalar sistemi, sosyal güvenlik politikalarının ve sistemlerinin finansmanını ağırlıklı olarak prim rejimine dayandırmaktadır. Bu nedenledir ki Kurumun sosyal güvenlik politikalarını oluşturabilmesi, sosyal güvenlik sistemlerinin işlerliğini devam ettirebilmesi ve oluşan sosyal riskler yönünden gerekli sosyal sigorta yardımlarının sağlanması en önemli gelir kaynağı olan sigorta primlerinin zamanında ve eksiksiz olarak ödenmesine bağlıdır. Kanun koyucu 5510 sayılı Kanunu’nun 79. maddesinde “kısa ve uzun vadeli sigortalar ile genel sağlık sigortası için, bu Kanunda öngörülen her türlü ödemeler ile yönetim giderlerini karşılamak üzere Kurum prim almak, ilgililer de prim ödemek zorundadır.” hükmüne yer vererek sosyal güvenlik içerisinde prim ödemenin önemine vurgu yapmıştır.
Sosyal sigortalara yönelik harcamalar yönünden önemli bir gelir kaynağı olan primlerin ödeme yükümlüsü ise mülga 506 sayılı Kanun"un 73 ve 5510 sayılı Kanun"un 87. maddesinde düzenlenmiştir. Mülga 506 sayılı Kanun"un 73. maddesine göre prim ödeme yükümlüsü işverenlerdir. Keza 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Kanun"un 87. maddesinde de benzer bir düzenlemeye gidilmiş ve Kanun"un 4. maddesinin 1. fıkrasının (a) ve (c) bentlerine ve 5. maddenin (a) bendine tabi olanlar için bunların işverenlerinin prim ödeme yükümlüsü olduğu belirtilmiştir.
Öncesinde de üzerinde durulduğu üzere Kurumun sosyal sigortalar yardımlarını devam ettirebilmesi öncelikle sigorta primlerinin zamanında ve eksiksiz olarak ödenmesine bağlıdır. Bu nedenle Kanun prim ödemeleri bakımından işverenin sorumlu olması ile yetinmemiş, primlerin tahsil edilebilmesi amacıyla tüzel kişilik içerisinde bazı kişilerin de işveren ile birlikte sorumlu olmalarını öngörmüştür (Balcı, Yılmaz, s. 74). Buradaki temel amaç alacaklı olan Kurumun en önemli gelir kaynaklarından olan primlerinin tahsilini güvence altına almasından ibarettir.
Primlerin zamanında ve düzenli olarak tahsilini sağlamak amacıyla işveren ile birlikte sorumlu olanlar yönünden kanun koyucu tarafından mülga 506 sayılı Kanun"da 01.07.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Kanun"da ve aynı zamanda 6183 sayılı Kanunun"da bir kısım düzenlemeler getirilmiştir.
506 sayılı Kanun"un 80. maddesine göre işveren, bir ay içinde çalıştırdığı sigortalıların primlerine esas tutulacak kazançlar toplamı üzerinden 506 sayılı Kanun gereğince hesaplanacak prim tutarlarını ücretlerinden kesmeye ve kendisine ait prim tutarlarını da bu miktara ekleyerek en geç ertesi ayın sonuna kadar Kuruma ödemeye mecburdur. Süresinde ödenmeyen prim ve diğer kamu alacakları 6183 sayılı Kanun hükümleri uyarınca Kurumca tahsil edilecektir.
Öte yandan 506 sayılı Kanun"un 80. maddesinde tüzel kişi işverenlerin ortak ve yetkililerinin kamu alacaklarından sorumluluğu da düzenlenmiş ve “Sigorta primlerini haklı sebepleri olmaksızın, birinci fıkrada belirtilen süre içerisinde tahakkuk ve tediye etmeyen kamu kurum ve kuruluşların tahakkuk ve tediye ile görevli kamu görevlileri mesul muhasip, sayman ile tüzel kişiliği haiz diğer işverenlerin üst düzeydeki yönetici veya yetkilileri kuruma karşı, işverenleri ile birlikte müştereken ve müteselsilen sorumludur.” hükmüne yer verilmiştir.
01.07.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Kanun"un 88. maddesinde ise "Kurumun süresi içinde ödenmeyen prim ve diğer alacaklarının tahsilinde, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usûlü Hakkında Kanunun 51 inci, 102 nci ve 106 ncı maddeleri hariç, diğer maddeleri uygulanır. Kurum, 6183 sayılı Kanunun uygulanmasında Maliye Bakanlığı ile diğer kamu kurum ve kuruluşları ve mercilere verilen yetkileri kullanır. Kurumun sigorta primleri ve diğer alacakları haklı bir sebep olmaksızın bu Kanunda belirtilen sürelerde ödenmez ise kamu idarelerinin tahakkuk ve tediye ile görevli kamu görevlileri, tüzel kişiliği haiz diğer işverenlerin şirket yönetim kurulu üyeleri de dahil olmak üzere üst düzeydeki yönetici veya yetkilileri ile kanuni temsilcileri Kuruma karşı işverenleri ile birlikte müştereken ve müteselsilen sorumludur. Kurum, kamu idarelerinde işyerinin özelliği nedeniyle primlerin farklı zamanlarda ödeme süresini belirlemeye yetkilidir. Prim alacaklarının tahsili için muacceliyet tarihinden itibaren en geç bir yıl içinde icra yoluna başvurmayan Kurum yetkili personeli hakkında genel hükümlere göre kovuşturma yapılır (Ek fıkra: 10/9/2014-6552/52 md.). Sigortalılar ile tüzel kişilerin kasıt, kusur, hata veya yanıltıcı beyanından kaynaklanmaması şartıyla, sigortalılarca ödenen prim ve prime ilişkin borcun noksan tahakkuk ettirildiğinin Kurumca sonradan tespit edilmesi hâlinde tespit edilen fark prime ilişkin borç aslına, tebliğ tarihinden itibaren 89 uncu maddenin ikinci fıkrasına göre gecikme cezası ve gecikme zammı uygulanır. Bu maddenin uygulanmasına ilişkin usûl ve esaslar Kurum tarafından çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir.” şeklinde bir düzenlemeye yer verilmiştir.
Görüldüğü üzere 506 sayılı Kanun"un 80. maddesinde olduğu gibi 5510 sayılı Kanun"un 88. maddesinde de tüzel kişi işverenlerin ortak ve yetkililerinin kamu alacaklarından sorumluluğuna ilişkin bir düzenlemeye gidilmiş ve tüzel kişiliği haiz diğer işverenlerin şirket yönetim kurulu üyeleri de dâhil olmak üzere üst düzeydeki yönetici veya yetkilileri ile kanuni temsilcileri Kuruma karşı işverenleri ile birlikte müştereken ve müteselsilen sorumlu kabul edilerek, primlerin tahsilinin güvence altına alınması ve prim ödeme işinin özendirilmesi sağlanmaya çalışılmıştır.
Diğer yandan tüzel kişi işverenlerin ortak ve yetkililerinin kamu alacaklarından sorumluluğu mülga 506 sayılı Kanun"un 80, 5510 sayılı Kanun"un 88. maddelerinin yanı sıra 6183 sayılı Kanun"un 35 ve mükerrer 35. maddesinde de düzenlenmiştir.
6183 sayılı Kanun"un 35. maddesine göre limited şirket ortakları, şirketten tamamen veya kısmen tahsil edilemeyen veya tahsil edilemeyeceği anlaşılan amme alacağından sermaye hisseleri oranında doğrudan doğruya sorumlu olurlar ve 6183 sayılı Kanun hükümleri gereğince takibe tabi tutulurlar.
6183 sayılı Kanun"un mükerrer 35. maddesinde ise, “Tüzel kişilerle küçüklerin ve kısıtlıların, vakıflar ve cemaatler gibi tüzel kişiliği olmayan teşekküllerin mal varlığından tamamen veya kısmen tahsil edilemeyen veya tahsil edilemeyeceği anlaşılan amme alacakları, kanuni temsilcilerin ve tüzel kişiliği olmayan teşekkülü idare edenlerin şahsi mal varlıklarından bu Kanun hükümlerine göre tahsil edilir” hükmü yer almaktadır.
Sonuç itibariyle kanun koyucu belirtilen yasal düzenlemeler ile Kurumun prim alacağını tahsilinde Kurum lehine düzenlemeler getirmiş ve işverenler ile birlikte özel hukuk tüzel kişilerinin şirket yönetim kurulu üyeleri de dâhil olmak üzere üst düzeydeki yönetici veya yetkilileri ile kanuni temsilcileri Kuruma karşı işverenleri ile birlikte müştereken ve müteselsilen sorumluluğu esasını benimsemiştir.
Ayrıca mülga 506 sayılı Kanun"un 80. maddesinin ilk şeklinde prim alacağının tahsili İcra ve İflas Kanunu hükümlerine göre yapılmakta iken, 01.12.1993 tarihli ve 3917 sayılı Kanun"un 1. maddesi uyarınca yapılan değişiklik ile 6183 sayılı Kanun hükümlerine tabi kılınmış; 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Kanun"un 88. maddesinde de Kurumun prim ve diğer alacaklarını 6183 sayılı Kanun uyarınca takip ve tahsil edeceği düzenlemesine yer verilmiştir. 6183 sayılı Kanun"a göre Kurum tarafından yapılan takip idari icra takip yöntemidir ve Kurum icra dairesine gerek kalmadan önce ödeme emri düzenleyerek tebligat çıkaracak ve sonrasında icra takibine başlayacaktır. Kurum alacağı için 6183 sayılı Kanun"un 55. maddesi uyarınca düzenlenip, tebliğ edilen ödeme emrine karşı borçlu, anılan Kanun"un 58. maddesi uyarınca 7 gün içinde iş mahkemesine itiraz davası açabilir. Hukuk Genel Kurulunun 19.03.2019 tarihli ve 2015/21-3047 E., 2019/311K. sayılı kararında da belirtildiği üzere anılan maddeye dayanılarak açılacak dava “menfi tespit” niteliğinde olup, ”böyle bir borcu olmadığı” veya “kısmen ödendiği” veya “zamanaşımına uğradığı” iddiaları dışında başka bir itiraz nedeni ileri sürülemeyecektir. Önemle vurgulamak gerekir ki, kanunda da menfi tespit davası açılmasını yasaklayan bir hüküm bulunmamaktadır (Özdemiri H: Sosyal Güvenlik Kurumunun 6183 Sayılı Yasaya Göre Ödeme Emri Ve İptali Davaları, Sicil İş Hukuku Dergisi, S:31, Yıl 2014, s. 101-102).
Yukarıdaki bilgiler ışığında somut olay değerlendirildiğinde, davacının Alternatif Eğitim Öğretim Yayıncılık Ltf. Şti."nin müdürü ve hissedarı olduğu, Kurumca şirket adına düzenlenen ödeme emrinin davacının adının yazılı olduğu tebligat parçası ile davacının adresine gönderilmesinin davacının hukuki durumunun güncel (halihazır) ve ciddi bir tehlike ile tehdit edilmesine sebep olduğu, öte yandan Kurum tarafından mahkemeye verilen cevap dilekçesi ile davacının şirketteki hisse oranı dikkate alınarak hesaplanan 2.135,57TL alacağın ödenmesinin talep edildiğine vurgu yapıldığı, bu hâliyle davacının hukuki durumu tereddüt içinde olup kendisine ödeme emri gönderilmesinin davacıya zarar verebilecek nitelikte bulunduğu anlaşılmaktadır.
Hâl böyle olunca davacının borçlu olmadığının tespitine yönelik dava açmasında hukuki yararı olduğunun kabulü gerekir. Nitekim bu ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 24.01.2018 tarihli ve 2015/10-1619 E., 2018/97 K. sayılı kararında da benimsenmiştir.
Diğer taraftan, 6183 sayılı Kanun, İcra ve İflas Kanunu"ndaki belli özellik ve teknikleri bünyesinde toplamış ise de; bir hukuk dalı olarak kamu hukuku ve mali hukuk kapsamında olup, kamu hukuku ve mali hukukunun temel ilkelerine ve dolayısıyla “kıyas yasağı” na tabi bulunmaktadır.
6183 sayılı Kanun"da boşluk bulunması durumunda İİK hükümleri kendiliğinden uygulanmaz; açık atıf yapılması hâlinde İİK hükümlerine gidilebilir. Açık atıf yoksa, 6183 sayılı yasa hükümlerinin uygulanmasını içtihat geliştirecektir ( Öncel, M./Kumrulu, A./ Çağan, N.: Vergi Hukuku, Ankara 2019, 19. Baskı, s 159). Bu nedenle; açıkça atıf yapılan durumlar dışında (Örneğin; 6183 SK. m; 21, 100) İcra ve İflas Kanunu hükümleri uygulanamaz .
6183 sayılı Kanun"da, İcra ve İflas Kanunu"nun icra müdürlüğünün işlemlerine karşı şikâyeti düzenleyen 16. maddesi gibi herhangi bir düzenleme bulunmadığından, menfi tespit davası olarak nitelendirilen uyuşmazlık konusu davanın, Kurumun ödeme emri tebliği işlemine karşı şikâyet olarak nitelendirilerek ödeme emri tebligatının iptali olarak incelenmesi de mümkün değildir. Bu nedenle de davacının borçlu olmadığının tespitine yönelik dava açmasında hukuki yararı vardır. Davacının borçlu olup olmadığı ise yerel mahkemece esasa ilişkin yapılacak inceleme sonucu ortaya çıkacaktır.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, takip talebinde ve o takip talebine dayalı olarak düzenlenen ödeme emrinde borçlu olarak gösterilmeyen kişiye ödeme emrinin tebliğ edilmiş olmasının o kişiyi takip borçlusu hâline getirmeyeceği ve haciz tehdidi altına sokmayacağı, takip konusu alacağın doğumundan önce davacının şirket yöneticiliği ve ortaklığı sona erdiğinden ödeme emrine konu prim borcundan da sorumluluğun olmadığı, dolayısıyla davacının borçlu olmadığının tespitine ilişkin dava açmakta hukuki yararının bulunmadığı, açılan davanın menfi tespit davası değil de ödeme emri tebligatının iptali olarak nitelendirilmesi gerektiği, davacının ödeme emri tebligatını iptal ettirmekte hukuki yararının bulunduğu ve davacı adına çıkarılan ödeme emri tebligatının iptaline karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle yerel mahkeme direnme kararının bu değişik gerekçe ile bozulması gerektiği ileri sürülmüş ise de, bu görüş Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
O hâlde yerel mahkemece verilen direnme kararı yerindedir.
Ne var ki, Özel Dairece bozma nedenine göre davanın esasına yönelik temyiz incelemesi yapılmamıştır.
Hâl böyle olunca, davalı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı vekilinin davanın esasına ilişkin temyiz itirazları ile ilgili inceleme yapılmak üzere dosya Özel Daireye gönderilmelidir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle verilen direnme kararı uygun bulunduğundan davalı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı vekilinin davanın esasına yönelik diğer temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 10. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 22.10.2019 tarihinde oy çokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY
Mülga 506 sayılı Kanun’un 80. maddesi uyarınca prim alacağının tahsili 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu hükümlerine göre yapılmakta iken 01.12.1993 tarih ve 3817 sayılı Kanunun 1. maddesi ile yapılan değişiklik ile 6183 sayılı Kanun hükümlerine tabi kılınmıştır. Aynı şekilde 5510 sayılı Kanunun 88 maddesinin 15. fıkrasında kurumun prim ve diğer alacaklarının 6183 sayılı Kanuna göre takip ve tahsil edileceği düzenlemesine yer verilmiştir. 6183 sayılı Kanunun 58. maddesi uyarınca borçlunun ödeme emrinin tebliğinden itibaren yedi gün içinde vergi itiraz komisyonu nezdinde borcu olmadığı veya ödendiği veya zamanaşımına uğradığı itirazında bulunacağını öngörmektedir. 2576 sayılı Kanunla kurulan Vergi Mahkemelerinin faaliyete geçmesi ile itiraz komisyonlarının görevi son bulmuş olup, 2576 sayılı Kanunun 13 ve 15. maddeleri uyarınca madde metninde geçen itiraz komisyonu terimi “vergi mahkemeleri” itiraz terimi ise “dava” olarak anlaşılmaktadır.
5510 sayılı Kanun’un 88. maddesinin 18 fıkrasına göre Kurumun prim ve diğer alacaklarının tahsilinde, 6183 sayılı Kanunun uygulanmasından doğacak uyuşmazlıkların çözümlenmesinde Kurumun alacaklı biriminin bulunduğu yer iş mahkemesi yetkilidir. Bu hüküm göz önüne alınarak Hukuk Genel Kurulunun 26.04.2006 tarih 2006/21-198 E. 2006/249 K. sayılı kararında ödeme emrinin tebliğinden itibaren yedi iş günü içinde iş mahkemesine dava açılabileceği sonucuna varılmıştır.
Somut olayda Kurum tarafından Alternatif Eğitim Öğretim Yayıncılık Ltd. Şti. aleyhinde takipler başlatıldığı, ödeme emrinde borçlu olarak şirketin gösterildiği, 2009/6 ve 7. aylara ait kurum alacaklarının tahsilinin talep edildiği, ödeme emrinin takip borçlusu şirkete değil şirket ortağı olan davacıya tebliğ edildiği görülmektedir.
Davacı şirket ortağı 7 günlük süre içinde iş mahkemesine açtığı davada şirket hissesini 18.10.2006 tarihinde devraldığını, bu kararın ticaret sicil gazetesinde yayınlandığını, devraldığı hisseleri 17.07.2007 tarihinde devrettiğini ve bu kararın da 15.11.2007 tarihinde yayınlandığını ve şirket ortaklığının son bulduğunu bu nedenle takip dosyalarında borçlu olmadığının tespiti ile kendisine gönderilen ödeme emirlerinin iptalini talep etmiştir.
Gerçekten de ticaret sicil kayıtlarına göre davacının, şirket hissesini devrettiği, şirket müdürü olarak dava dışı Mehmet Yazar’ın seçildiği 17.07.2007 tarihli ticaret sicili gazetesinde ilan edilmiş olup 6102 sayılı Türk Ticaret Kanununun 36. maddesine göre ticaret sicili kayıtları üçüncü kişiler hakkında tescilin ilan edildiği günü izleyen iş gününden itibaren hukuki sonuçlarını doğuracağı, üçüncü kişilerin sicil kayıtlarını bilmediği iddialarının dinlenmeyeceği hükme bağlanmıştır.
Bu nedenle davacının şirketin temsil yetkisinin sona erdiğinin kuruma bildirilmemesinin hukuki sonucu bulunmamaktadır.
İş Mahkemesi davacının davasını kabul ederek davacıya gönderilen ödeme emirlerinin iptaline karar vermiştir. Özel Daire ise takip dosyalarında takip borçlusunun şirket olup davacı adına bir takip olmadığı için davayı açmakta hukuki yararı dolayısı ile dava şartı bulunmadığından davanın reddine karar verilmesi gerektiği gerekçesi ile hükmün bozulmasına karar vermiştir.
Bozma kararına göre davacının açtığı dava menfi tespit davası olarak kabul edilmektedir. Menfi tespit davası İİK 72. maddesinde düzenlenmiş olup borçlu icra takibinden önce veya takip sırasında borçlu olmadığını ispat için menfi tespit davası açabilir.
Açılan bir takipte davacı borçlu gösterilmemiş ise o takip kesinleşse dahi davacı aleyhinde sonuç doğurmayacağı, mallarının haczi ve paraya çevrilmesi söz konusu olmayacağı için takipten istenen borçtan dolayı borcunun olmadığını tespitte hukuki yararı bulunmamaktadır. Takip talebinde ve o takip talebine dayalı olarak düzenlenen ödeme emrinde borçlu gösterilmeyen kişiye ödeme emrinin tebliğ edilmiş olması o kişiyi takip borçlusu hâline getirmez ve haciz tehdidi altına sokmaz.
Davanın takip sırasında o takip dolayısı ile çıkartılan ödeme emri nedeniyle açılan menfi tespit davası olarak değerlendirildiğinde takipte borçlu olarak gösterilmeyen davacının bu davayı açmakta hukuki yararının bulunmadığı ve bu itibarla bozma kararının isabetli olduğu söylenebilir.
Hukuk Genel Kurulunun çoğunluk görüşünde davacının davası, takip öncesi açılan bir menfi tespit davası olarak değerlendirilerek bu davayı açmakta hukuki yararı olduğu belirtilmiştir.
Bu görüşe göre davacı şirket borçlarından 5510 sayılı Kanunun 88 maddesinin 20 fıkrası ve 6183 sayılı Kanunun mükerrer 35. maddesine göre yönetici olması nedeniyle şirket ile birlikte müteselsilen, 6183 sayılı Kanunun 35. maddesi ile de limited şirket ortaklığı nedeniyle hissesi oranında sorumluluğu olup davacı kurum nezdinde borçlu olabilen ve takip tazyiki altında olan kişidir. Özetle ilerde borçlu aleyhine bu borçla ilgili takip yapılması söz konusu olduğundan bu davayı açmakta hukuki yararı olduğu vurgulanmıştır.
Ancak davacı yukarıda da belirtildiği üzere takip konusu alacağın doğduğu zaman süreci içinde limited şirketin yöneticisi veya ortağı olmayıp bu alacakların doğumundan önce şirket yöneticiliği ve ortaklığı sona ermiştir. Bu nedenle söz konusu Kanun maddeleri uyarınca şirket prim borçlarından sorumlu olmadığından davacı hakkında daha sonra takip yapılması mümkün değildir.
Yukarıda açıkladığım gerekçelerle davacının menfi tespit davası açmakta hukuki yararı bulunmamaktadır.
Davacı takipte borçlu olarak gösterilmediğinden, şirket adına çıkartılan ödeme emrinin iptalini talep etmekte hukuki yararı yoktur. Bu bakımdan mahkemenin ödeme emrini iptali hukuka uygun bulunmamaktadır.
Kanımızca açılan davanın menfi tespit davası değil ödeme emri tebligatının iptali olarak nitelendirilmesi ve davacı adına çıkartılan ödeme emri tebligatının iptaline karar verilmesi gerekmektedir. Böylece tebligat yapılan davacı adresinde, borçlu şirket adresi imiş gibi haciz yapılması tehlikesi de önlenmiş olacaktır. Bu anlamda davacının bu ödeme emri tebligatını iptal ettirmede hukuki yararı bulunmaktadır.
Yukarıda açıkladığım gerekçelerle mahkeme kararının bozulması görüşünde olduğumdan sayın çoğunluğun görüşüne katılamıyorum.
Bu alandan sadece bu kararla ilintili POST üretebilirsiniz. Bu karardan bağımsız tamamen kendinize özel POST üretmek için TIKLAYINIZ
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.